Elif Gökçe Aras yazdı: Yılan kuyruğunu yiyor

-Yılan kuyruğunu yiyor.

-Ne oluyor, ne oluyor?

-Yılan kuyruğunu yiyor, bu bir sembol. Yani tarih bize bir imkân sunuyor. Kendimizi yeniden yaratma imkânı.

Tayyip Erdoğan’ı terk etmekte olan yalnızca Devlet Bahçeli değil, Erdoğan da kendisine ihanet içerisinde. Hem de uzun zamandır. Davasını paraya tahvil ettiği günden beri kendisine ihanet ediyor. Bütün kurumlar elinde, bütün kararlar iki dudağı arasında, nasıl en güçsüz anı, diyebilirsiniz. Bir lider, şimdi ne yapması gerektiğine karar verebilmek için önce aklındaki fikirleri ortaya attırıp tepkilere göre karar veriyor, ondan bile istediği sonuçları alamıyorsa, o siyaset de iddiası da çoktan çürümüş demektir.

Eskiden güçlü müydü bu arada? Yoo. İktidarının ilk günlerinde çoğulcu bir ortam kurmuştu ve fikirler havada uçuşuyordu, kendi vizyonuyla baş başa kalmak zorunda değildi. Sonra FETÖ’yle ortaklık kurdu ve onların entelektüel ama öldürücü birikimiyle yönünü tayin etti. Son olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçmeden önce devletin bekası için endişelenen üst aklın görevlendirmesiyle Devlet Bahçeli eklemlendi yanına. Devlet Bey’in görevi Erdoğan’ın yolunu açmak değildi, bu adımda onu kontrol altında tutmak ve kendilerine mahkum bu liderin imkânlarından sonuna kadar istifade etmekti. Bu büyüme, yerleşme ve çöküş dönemlerinin her birinde kiminle ortaklık yaptıysa, hem kendisi hem de karşı taraf zararla ayrıldı. Bugün Cumhur İttifakı’nda da her iki taraf var gücüyle birbirini yok ediyor. Bu üç dönemden Erdoğan’ın en güçlü olduğu dönem, şahsen benim eyvahlar olsun dediğim dönem, FETÖ devriydi. FETÖ yenildiği an, ben de korkularımı yendim. Çünkü bundan sonrası, sonun başlangıcıydı. Erdoğan’ın iktidarını ayakta tutacak nitelikte entelektüel insan kaynağı yoktu. MHP’nin de bir yoğurt yiyişi vardır ama iktidar olacak ne niyeti ne kadrosu var. Bundan sonrası yokuş aşağı. Öyle de oldu.

İktidarının en zayıf, en kötü günlerinde Erdoğan, gittikçe çığırından çıkıyor, saldırganlaşıyor, hedef aldığı herkeste hasar bırakırken, kendini de yaralıyor.

Siyaset sahnesine çıkarken iddia ettiği çoğulculuk, hoşgörü, yüzümüzü Avrupa’ya dönüyoruz, statükoyu bitireceğiz, sağlık sistemini sil baştan inşa edeceğiz, devlet kadrolarında eşitliği sağlayacağız, Türkiye’yi kalkındıracağız iddialarının tamamı kendi iktidarında yaşandı bitti saygısızca.

Eskiden başörtülü kadınlar, ailesi mütedeyyin çocuklar fişlenirdi, bugün onlar haricinde herkes. Eskiden liberalinden solcusuna, komünistinden Kürt hareketine, merkez sağından merkez soluna herkesle iletişim kurabilirdi. Şimdi saraydaki birkaç kişiyle dahi iletişim kuramıyor. Çünkü kimsenin fikrini beyan edemeyeceği kadar suçlu. Kim, nasıl itiraf etsin yüzüne yüzüne “ama efendim, kabahatin büyüğü sizde” diye. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, derlerdi büyüklerimiz çocukken, yanlış insanlarla arkadaş olup kendimizi bozmayalım diye. Bugün Cumhur İttifakı’nın etrafında suça bulaşmamış tek bir yapı, kişi, kurum yok.

Erdoğan, siyasal İslamcı retoriğin tüm iddialarını çürüttü. Devlet Bahçeli, ülkücülerin ülkülerini. Bugün bakanları yolsuzluğa karışan, vekilleri kuryelik yapan bir suç ittifakı olup çıktılar. Ülkücülerin ve siyasal İslamcıların aslında kim olduklarını kendilerinden daha iyi kimse anlatamazdı. Bu iki yapı, 40 yılda inşa ettikleri hikâyeyi, 20 yılda tükettiler. Türkiye’nin geleceği açısından büyük bir nimettir tabii bu. Dere gider, kum kalır demişler.

Peki, kum, kumumuz has mı ki?

Evet, bu iktidar çok kötü şeyler yaptı. Peki ya onu destekleyen, onunla suç birliği yapan halkı ne yapacağız? Bu iktidar kendini tüketip bittiğinde, toplumdaki çürümüşlük de bitecek mi? Eğer bu iktidar halkımızın büyük çoğunluğunun huyunu suyunu bozsaydı, evet biterdi, amma velakin hakikat öyle değil. Halkımızın büyük çoğunluğu Demokrat Parti iktidarında, Özal iktidarında ne yaşadıysa aynını yaşamak istedi AKP iktidarında. Öyle sosyal adaletmiş, eşitlikmiş, kamu tasarrufuymuş, bağımsızlıkmış, geç bunları efendi, bana paradan haber ver dediler. Merkez sağ partiler ve halkımızın büyük çoğunluğunun işbirliğini şuna benzetiyorum ben;

Agar art diye bir şey duydunuz mu hiç? Agar içinde sanat deniyor. Bir modern art ürünü. Bu sanat için, petri kaplarının içerisine mikroorganizmaların yerleştirilmesi ve elde edilmek istenen sonuca göre beslenmesi gerekiyor. Sanat eseri işte böyle oluşuyor.

Agar Art nedir?
Agar Art nedir?

İşte merkez sağ hükümetlerin halkımızın büyük bölümü ile etkileşimini petri kabına yerleştirilen mikroorganizmaların işbirliğine benzetiyorum ben. Halk petri kabı, merkez sağ siyasetçiler de onların habitatında en iyi şekilde yetişecek mikroorganizmalar. Bu iki yapı her daim birbirini arıyor ve bulduğu anda da büyüyor, gelişiyor, taşıyor. Halk müşteri, siyasetçiler de esnaf bu düzende. Reklamla, promosyonla besliyorlar birbirlerini. Eğer halka bir avanta dağıtmıyorsanız, burunlarını kıvırıp gidiyorlar dükkânınızın önünden. Yani Erdoğan devrinin sona ermesi değil mesele. Mesele, biz bu halkla ne yapacağız? Bu halkı nasıl dönüştüreceğiz? Menderesle imkânlarını keşfetmiş, Özal’la talep etmeyi öğrenmiş, Erdoğan devrinde şımartılmış bu halkı nasıl terbiye edeceğiz? Ona ahlakın üstünlüğünü, erdemli olmanın önemini nasıl hatırlatacağız? Acaba bunca kötülüğe şahit olmak işe yarar mı ki? Suç işleme özgürlüklerini, hödüklüklerini yaşama özgürlüklerini, kendilerini başkalarına dayatma arsızlıklarını ellerinden almak istesek, razı olurlar mı?

Normalde muhalefet partilerinin altın çağı olması gereken günlerdeyiz. Muhalefet partileri şu an iktidarı yerlerde sürükleyebilir, rezil rüsva edebilir, insan içine çıkamayacak hale getirebilir. Onlara muhalefet ederken neyi alıp, yerine neyi koyacaklarını anlatırken, artık yaşanamayacak hale dönen ülke insanına da normali hatırlatırlar. Aşırı adrenalinden panik atak geçiren halka bir diazem, daha iyi durumda olanlara bir papatya çayı sunabilirler. Kim ister evladının torbacı olmasını, gece yarısı kuryelik yaparken serserilerce bıçaklanmasını?

İktidarla uyum görüntüsü vereceklerine iktidarla mücadeleye girişip kararsız seçmeni muhalif saflara çekebilir, zaten ülkeyi yönetemeyen iktidarı erken seçime zorlayabilir, girdikleri seçimden zaferle çıkabilirler. Ancak ana muhalefet partisi lideri iktidarla uğraşmak yerine kendi partisi ve tabanıyla kavga etmekle meşgul olduğundan, iktidar kendi halinde hasta yatağında son nefeslerini veriyor. Muhalif seçmen ve kararsızlar şaşkın, iktidar kötü yönetiyor, muhalefet iktidar olmak istemiyor, ne yapacak biz?

Özgür Bey, saymakla bitmeyen rezilliklerin hesabını sormaktansa, CHP iktidarını mümkün kılmak için partiye katılmak isteyen yeni üyelerin paniğiyle MİT’ten destek istiyor. Her türlü hatalarına rağmen yanlışlıkla seçimi kazanırız diye endişelendi galiba. Sizin bu ülkeyi yönetme gibi bir derdiniz yok, bunu biz anladık zaten Özgür Bey, müsterih olun. Siz bu partinin genel başkanı olduğunuz müddetçe sonraki seçimde sandık müşahiti falan olmayacağım, söz.

Neden sabahın köründen gece yarılarına kadar umutla bekleyip sonra derin bir depresyona sürükleneyim ki sizin yüzünüzden? Siyasal İslamcılar ve ülkücüler gidecek, peki yerine neyi koyacağız? Her şeyden önce bunu belirlemek gerekiyor. Bu sorunun cevabını veren iktidar olacak.

Umutsuz değiliz, umut var bir yerlerde. Uzaklarda aramayın, sağa sola bakınmayın, umut en çok korktuğunuz yerde, bizde. Muhalif seçmende. 22 yıllık AKP iktidarında hiçbir usulsüzlüğü kendisine fırsat olarak görmeyen, yenilmek ve acı çekmek pahasına hukukun, ahlakın, adaletin yanında kalanlarda. Bugün muhalif seçmenin büyük bir temsiliyet sorunu var. Muhaliflerin oy vermesi gereken kişiler ve partiler, muhalif seçmen kadar öfkeli değil, yorgun değil, tükenmiş değil. Bizi ancak biz anlarız. Neler çektiğimizi ancak bizim gibi damdan düşenler bilir.

Mülakatta elenenler, arsasına el konulanlar, 12 saat çalışıp mesai yerine asla kullanamayacağı izinleri alanlar, atanamayanlar, çocukları üç kuruş için öldürülenler, eğitimden koparılıp sanayiye verilenler, enerji şirketleri kârını arttırsın diye gece karanlığında işe, okula gitmek zorunda kalanlar. Acil sağlık sorunu yaşadığı halde devlet hastanelerinde sıra bulamayıp özel hastanelerdeki doktorların insafına kalanlar. Yurtdışından burs aldığı halde vize alamayanlar, emekli ikramiyesiyle ev alamayanlar, ev almak şöyle dursun geçinmek için çalışmaya devam etmek zorunda kalanlar, karı-koca çalıştığı halde ay sonunu getiremeyenler. Barınmak ve karnını doyurmak haricinde hiçbir şeye para bulamayanlar. Sadece asgari yaşam şartlarını sürdürebilmek için kredi, kredi kartı borcu kapama döngüsünde bir şekilde hayatta kalmayı başararak ekonomist kesilenler. Kimseden hayır beklemeyin, ümit biziz. Demokratik bir ülke için demokrasiyi içselleştirmek gerek ne dersiniz? Demokrasi oy vermekten ibaret değil. Parti hegemonyasını koruyabilmek için MİT’ten destek isteyenlerin demokrasiyi içselleştiremedikleri aşikâr. Demokrasiyi içselleştiremeyen bir kişinin mutlak iktidarı yenemeyeceği de aşikâr sanırım. Öyleyse?

Öyleyse şikâyet etmeyin, hareket edin!!

Siyasete katılın ve sizi zerre kadar umursamayanların arasına girip keyiflerini kaçırın ilk iş.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.