Elif Gökçe Aras yazdı: Kötülük propagandası ne işe yarıyor?

İktidar yekvücut olmuş, Kötülük Başkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçmiş sanki. Bakanlığından, en küçük taşra teşkilatına kadar bütün birimler aynı hedefe kilitlenmiş: Daha önce kimsenin aklına gelmeyen yeni yeni kötülükler icat etmek.

Örneğin Enerji Bakanlığı, kaynaklarımızın verimli kullanımına değil, halkın güneş yüzü görmemesine odaklanmış. Enerji işi özel sektöre devredildi ama maliyetler artınca şirketler şikâyet etmeye başladı. AK beyinli AKP’liler hemen yaktılar ampulleri, çalıştırdılar saksıyı ve derhal muhteşem bir çözüm buldular. İyisi mi yaz saati uygulamasını sabit kılalım, böylece kış aylarında okula, işe gitmek için erkenden kalkmak zorunda kalan insanlar lambaları yakmak zorunda kalsın hı? İşte yine halkı ezecek, patronları güldürecek bir formül bulmuşlardı. Enerji şirketleri daha fazla kâr edebilsin diye, 85 milyon insan güneş yüzü görmeden güne başlıyor senelerdir. “Günaydın” kelimesinden nefret eden İslamcılar, “Hayırlı sabahlar” diyor hepimize. “Kuşluk vaktinde edilen dua kabul olur” diyorlar… ABV AKP!

Milli Eğitim Bakanı milli eğitimden çıkıp eğik başlı insanlar yetiştirecek maarif modeline geçmeyi icat etti. Kırmızı Başlıklı Kız’ın babaannesini yiyip yerine geçen kurt gibi. Kendisine meraklı gözlerle bakan çocuklara onları nasıl da ham yapacağını anlatıyor. Çocuklar okulda açlık ve pislik içerisinde içi boşaltılmış kitaplarla cebelleşiyor. Çocukların beslenmesinden, temizliğinden çaldıkları paraları, çocuklar için eğitimi sakıncalı bulan tarikat vakıflarına dağıtıyorlar. İlkokul öğrencilerine okul kitaplarında 15 Temmuz rezilliğini anlatıyorlar. Bunu gören çocuk, devlete darbe yapan tarikat mensuplarını öğrenince dönüp “Anneciğim, bu insanlar nasıl devleti ele geçirdi de darbe yaptı?” dese, bizlerin hükümet propagandası yapacağını mı sanıyorlar? Kendilerini rezil ediyorlar, haberleri yok.

Sağlık Bakanlığı, hastane sahibi patron bakanların marifetiyle yıllardır ücretsiz sunulan sağlık hizmetini özel sektöre devrediyor, hızını alamayıp hastaneleriyle yönettikleri devleti dolandırıyor. Hem doktorları hem vatandaşı ellerine düştüğüne bin pişman ediyorlar.

Maliye Bakanlığı vatandaşı odun etmiş, patronların kazanını kaynatıyor.

Ayhh, içim şişti, bu kadar kötülük yeter diyeceğim ama yok. Sağıma baksam kötülük, soluma baksam kötülük boca ediliyor üzerime. Kötülük Başkanlığı’nın en önemli işlerinden biri kötülük propagandası. Propagandacılar, herkes ve her şey kötüymüş gibi göstermeye memur edilmiş ki vatandaş la havle kalsın ve bu kötülük pandemisinden kurtulabileceğimize dair en ufak bir umudumuz kalmasın.

Propaganda beyi Fahrettin, onlarca kötülük ajansı kurmuş bu iş için. Duymayan-görmeyen kalmasın diye her köşede kötülükleri gözümüze sokuyor. Yandaşlara kimse itibar etmediği için bu sayfalar hükümet kanalı gibi değil, muhalifmiş yahut tarafsızmış gibi görünüyor. Sanki hükümetten çok dertlilermiş, “Vay bu da mı gelecekti başımıza” minvalinde propaganda faaliyeti yürütüyorlar. Haber sitesi gibi görünen bu sayfalarda haber yok, haberin kaynağı yok, sadece sinir bozucu videolar ve alıntı cümleler var. Millet saysın, sövsün ve kötülükler daha çok kişiye ulaşsın diye. Öyle içerikler koyuyorlar ki laf etmeden, küfretmeden geçemiyorsunuz. İsimleri de kör göze parmak, pek yaratıcı!! İsim babaları vitaminsiz Goebbels olmalı. Peki neden?

Kötülük propagandası ne işe yarıyor? Elif Gökçe Aras yazdı

Kötülük propagandasından beklenen amaç nedir?

Bu haberlerle beklenen infial sağlanamıyor olacak ki, izlenme oranları düşük ve itibar edilmeyen bir kanalda, halkın itibar etmediği, sapıkça, kötücül düşüncelerini saçan bir yobazın konuşmalarını alıntılayarak servis ediyorlar. Haydi diyorlar, kızsanıza, küfretsenize, çığırınızdan çıksanıza yahu!! Yeterli kötülük yine sağlanamamış olacak ki kendi besledikleri trollerinden birine Atatürk’e hakaret ettirip kudurmamızı bekliyorlar. Sanki o aptal heriflerin fikirleri umurumuzdaymış gibi şeriat savundurtuyorlar ki insanlar sataşsın ve hakaretler, küfürler yağsın. Tıpkı Meral Akşener’in gıcıklık yapma hazzı gibi bunlar da kudurtma meraklısı. Neden kudurmamızı istiyorlar acaba?

Televizyonlarda saatlerce yapılan kötülüklerin detayları tartışılıyor. Narin cinayetini çözmek yerine karıştırıyorlar ve gıdım gıdım her gün birazcık kötülüğü servis ediyorlar. Dizilerde alkol, sigara içmek yasak ama insan öldürmek, kadın dövmek, çocuğa eziyet etmek serbest.

Bugün kabul edilebilir şeyler olması için yıllarca TV’de uyuşturucu baronlarının, mafya babalarının, eşine eziyet eden erkeklerin propagandası yapıldı. Kötü olmamız, bozulmamız, daha da aşağılık, daha da aşağılık insanlar olmamız istenmiş gibi. Hatırlarsınız, AKP ile Kurtlar Vadisi eş zamanlı girdi hayatımıza. Hem devlet görevlisi hem mafya babası olan bu tipler nereden para kazanıyordu? O değirmenin suyu nereden geliyordu? AKP seçmeni için harika bir milli gizem yarattı Kurtlar Vadisi. Her şey, o şey için, o kötü insanlardan kurtulmak için yapılıyordu işte!!

Aksiyonu hiç bitmeyen bir Reality Show’la ekrana kilitliyorlar bizi ama aklımızı bunlarla meşgul etmelerinin, işleri istedikleri gibi yürütmenin haricinde başka bir faydası daha olmalı. En az onlar kadar kötü olmamızı istemelerinden başka bir fayda. 

Murad edilen asıl fayda, içimizde sönmek üzere olan itiraz etme mekanizmasını yok etmek. “Bu kadar kötülüğü yenemem” pesimistliğini yerleştirmek. “Çok fazla kötülük var, çok fazla” diyerek vicdanlı insanları intihara sürüklemek. Ve tüm bunlarla bizi aktif veya pasif biçimde sisteme hizmet eder hale dönüştürmek. Bu kötülük propagandasının başka ne anlamı olabilir ki? Bu ülke gerçekten bu kadar kötü mü? Herkes çok ama çok mu kötü?

Bir yandan bu kötülükleri yapıyor ve pazarlıyorlar, bir yandan sütten çıkma AK kaşıkmış gibi saf saf konuşuyorlar. Söyledikleriyle yaptıkları taban tabana zıt çünkü delirmemiz için özellikle öyle yapıyorlar. Böyle ne diyeceğimizi bilemeyelim, saçma sapan laflar karşısında kitlenip, diyecek bir şey bulamayıp, kızarıp bozarıp kendimizi tokatlayalım, mavi ekran verelim istiyorlar.

Yoook, öyle yağma yook. Çaresizlik aşılayamazsınız bize.

Bu kötülük propagandasına kapıldığımı fark ettiğim anda, gündem takip etmekten başka hiçbir şeye vakit ayıramadığımı, nefret, öfke ve mutsuzlukla dolduğumu fark ettim. Bu aşağılık gündemi hem takip edip hem de esir olmamak için bir yöntem buldum kendime. Öncelikle hükümetin muhalifmiş gibi görünen, kötülük propagandası yapan aygıtlarını engelledim. Onların gündemine maruz kaldıkça, ters konuşan, agresif, küfürbaz bir insana dönüşmeye başlamıştım. Tıpkı her an maruz kaldığımız kaba-saba, küfürbaz, edepsiz insanlar gibi.

Gündemi daha az takip edip filmlere, kitaplara, insanlara, beni ben yapan ve iyi hissettiren şeylere kaçmaya başladım sonra. Bu, kendimi daha iyi hissetmeme ve meseleleri biraz daha soğukkanlı görmeme sebep oldu. Kafamı başka şeylerle meşgul etsem de elbette hesap sormaya, eleştirmeye devam ediyorum. Önüme düşen yobazların açıklamalarına yahut iktidar yandaşlarının aklımızla alay eden açıklamalarına mutlaka cevap veriyorum ama ben de alay ederek. Bu insanlara gerçekten ciddiyetle laf anlatmaya çalışmak akla hakaret çünkü onlar anlamak istemiyor, kudurtmak istiyorlar. Ben de kudurmak yerine kudurtacak şekilde alay ediyorum onlarla.

İnsanların kötülüklerini görmezden gelerek hayatta kalmayı reddediyorum. Gördüğüm her kötülüğe usulünce müdahale ediyorum. Tek tek, hangi kötülüğe şahit olursam olayım, asla yanından yürüyüp geçmiyorum. Bana yapıldıysa da hakkımı sonuna kadar savunuyorum. Kötülere karşı giriştiğimiz kurtuluş savaşımız budur zira. Edepsizlere, saygısızlara, kendisini topluma dayatmak isteyenlere dur bakalım demek. “Kötülüğe kapılırsam hayatım kolaylaşır, hiç değilse hayatta kalabilirim” cümlesi büyük bir kaypaklık ve kötülüğe ilk adım. Kötülük karşısında iyi olamıyorsak, o nötr kalış kötülük hanesini büyük gösteriyor. İnadına iyilik, inadına iletişim kurmak. Bir kötüyü görmezden gelmek kendimize de o insana da yapılacak en büyük kötülük. Kabile devleti olmaktan çıkıp toplum olmak istiyorsak, konuşmak zorundayız.

Mıç mıç olmak zorunda değiliz kimseyle ama yeri zamanı geldiğinde beğenelim, beğenmeyelim, iletişimde kalmak zorundayız. Bazı insanlar görüyorum, kimi çocuklar, biri bana dur desin diye yalvarıyorlar ama herkes onlara tahammül ediyor ve onlar da çığırından çıkıyorlar, biri beni görsün artık diye. İşte o dur demek, sus demek, bir dakika demek, onu görmek demek. Gördüğümüz insanlar da bizi görmeye başlarlar, zaten gözümüzün içine bakmaktadırlar ve biz iyiysek, iyilik karşısında nötr kalmalarını sağlamak dahi iyilik hanesine yazılır, tıpkı kötülükte olduğu gibi.

Ha bu propaganda bakanlığını yürütenler bu işi bu kadar profesyonel planlamayı akıl edecek zekâya sahip değildir. Bu, ABD’nin uyguladığı bir taktiktir. FETÖ’nün daha önce bizde kısmen uyguladığı bir yöntemdir.

ABD polisi, keyfi biçimde Afrika kökenli bir vatandaşını öldürür. Biz olayı polis kamerasından görürüz. Yani isteseler gayet olayın üzerini örtebilir, öldürülen kişiyi suçlu duruma düşürerek Afrikalıları sorunlu gösterme yoluna gidebilirler ama hayır, masum birini keyfi biçimde öldürme görüntüsü özellikle servis edilir. Devlet, mesajını bir kere daha fısıldamıştır, bu ülkenin gerçek sahipleri biziz, yerinizi bilin. Sadece Afrika kökenlilere değil, toplumdaki tüm ötekilere ulaşır bu mesaj. Hatta dünyanın bütün ötekilerine.

Tıpkı bu ABD taktiğinde olduğu gibi ülkemizde de kötülük cezasız bırakılıyor, vicdanlı insanlar yargılanıp, hapse atılıyor. Güç karşısında susmayan Dilek Ekmekçi deli muamelesi görüyor. Suç İttifakı’yla mücadele etmeye kalktığına göre çıldırmış olmalı çünkü. Tam sinmelik zaman değil mi, hayatta kalmak için susmalık, kapanmalık.

Bir insan, özgürce düşüncesini ifade edemedikten sonra, yaşamasının bir anlamı var mı ki?

Yaşamak, bir şekilde hayatta kalmak mıdır sadece? Bir şekilde hayatta kalanlar kimin taşeronudur bu dünyada?

Korkmuyoruz zaten. Devleti ele geçiren çetelere inat, yurdun dört bir yanında onlarca eylem var. İktidar, kaybederken alabildiğine zarar vermek için gözünü karartmış. Ölmek üzere olan bir kabadayının ölümü yenme çaresizliğiyle saldırıyor hepimize.

Kaybedeceksiniz…

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.