Beşar Esad hükümetinin devrilmesi ve yerine geçici hükümetin kurulmasının ardından gözler Türkiye’deki Suriyelilere çevrildi. Şimdi ne olacak, Suriyeli sığınmacılar ülkelerine geri dönecek mi? Hatem Ete ve Ruşen Çakır Suriye’deki son gelişmeleri, iç siyasete olan etkisini ve seçmen tercihlerine yansımasını değerlendirdi.
Suriye’de HTŞ liderliğindeki cihatçı grupların Şam’a girmesi ve Devlet Başkanı Beşar Esad’ın 2000’den beri sürdürdüğü yönetimi bırakarak Rusya’ya gitmesinin ardından hükümet el değiştirdi. Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) lideri Ebu Muhammed Golani’nin Emevi Camii’nde namaz kılıp halka seslenmesinin ardından Batı dünyası da duruma sırayla memnuniyetini dile getirdi.
İsrail’in Suriye’nin Golan Tepeleri’ndeki hakimiyet alanını büyütmesi, Hizbullah’ın askeri gücünü Suriye’den çekmesi gibi gelişmelerin ardından gözler Türkiye’ye çevrildi. Medyascope Yayın Yönetmeni Ruşen Çakır’ın konuğu Hatem Ete ile bölgedeki gelişmelerin Türkiye’ye yansımasını yorumladı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. PANORAMATR‘nin aylık kamuoyu araştırmasının Kasım 2024 araştırmasını her ay yaptığımız gibi PANORAMATR Direktörü Hatem Ete ile konuşacağız. Hatem, merhaba.
Hatem Ete: Merhaba.
Ruşen Çakır: Geçen ayki raporunuz Bahçeli açılımı nedeniyle böyle bir açığa düşer gibi olmuştu. Bu ayki raporda ağırlıklı olarak Bahçeli’nin İmralı açılımı tartışması ve Kürt sorunu var. Bu sefer de Suriye meselesi işleri birazcık böyle yaptı ama yine de bir durum tespiti anlamında raporun üzerinden biraz konuşalım. Ama sonra da bu Suriye’de yaşananların Türkiye’deki siyasi dengeleri ve seçmen tercihini nasıl değiştirebileceği üzerine de biraz tartışalım istiyorum. Öncelikle şunu söyleyeyim: Sizin raporlarda sürekli ayda bir 1 puan CHP önde, yok işte yarım puan AK Parti geride falan, böyle bir devir teslimler oldu. En son CHP öne geçmişti, bu sefer yine AK Parti öne geçmiş. Kıl payı, hep kıl payı. Ne oluyor böyle, sizin denekler sürekli fikir mi değiştiriyor, Türkiye mi değişiyor, ne oluyor?
Hatem Ete: Dediğin doğru. Şimdi 31 Mart’tan sonra iki partinin birincilik için yarıştığı bir döneme girmiştik. Bunu seninle bütün yayınlarımızda konuşuyoruz. Artık açık ara AK Parti’nin birinci olduğu, diğer partilerin rekabet ettiği bir siyasal denklem kalmadı 31 Mart’tan sonra. 31 Mart’tan sonra esas yarış AK Parti ile CHP arasında geçiyor ve aralarındaki puan farkı da çok düşük. Son Eylül ayında CHP, AK Parti’nin gerisine düşmüştü, Ekim’de tekrar birinci olmuştu, Kasım’daki ölçümümüzde yeniden ikinci olmuş durumda. Fakat her iki ayda, yani Eylül ayında da Kasım ayında da AK Parti’de bir yükseliş olduğu için CHP birinci olmuyor; CHP’de bir düşüş olduğu için CHP ikinciliğe düşüyor ve AK Parti birinci oluyor. Yani aslında bir 3-4 puanlık bir bant üzerinden bakarsak çok ciddi bir oynaklık yok. Yani o bantta yer alıyor AK Parti de CHP de. Fakat CHP bir türlü kendi yerini tam sağlamlaştırmamış gözüküyor. Mesela AK Parti’de 31 Mart’tan sonra, özellikle de Mayıs-Haziran’dan itibaren neredeyse böyle bir iki puanlık bandında oturmuş bir eğilimi var, değişmiyor orada çok fazla. Yani kararsızlarda %6-7 puanlık bir bakiyesi var gözüküyor AK Parti’nin ama onlar AK Parti’ye gelmiyor. Öte taraftan oy oranı da daha fazla düşmüyor. Bu, AK Parti’nin kendi açısından dirençli bir yerde tutunduğunu gösteriyor. CHP açısından yükselme marjı da var, düşme marjı da var. Dolayısıyla konumu daha oynak. Yani pekala bünyesine 31 Mart’tan sonra aldığı seçmenin bir kısmını ikna edemediğinde bu seçmenin bir kısmını DEM Parti’ye, bir kısmını milliyetçi partilere kaptırabilir. Dolayısıyla biraz daha daralabilir. Ama daha iyi bir performans gösterdiğinde de o belli kısımlarını, unsurlarını aldığı seçmen grubunun geri kalanını da alma potansiyeline sahip gözüküyor CHP. O anlamda aslında bizim bu 31 Mart sonrası araştırmalarımızda asıl denklemi değiştiren, CHP’nin kendi iç hareketliliği. Bu iç hareketlilik de esasında CHP’nin siyasal performansından doğrudan etkileniyor. Ne zaman CHP’de bir iç tartışma, bir gerilim, kurultay çağrıları, adaylık tartışmaları, Özgür Özel’in siyasi performansına yönelik parti içi eleştirileri fazla artarsa oy oranı düşüyor 1-2 puanlık. O tür durumlarda da birinciliği kaybediyor. Ne zaman parti içinde bir derlenme toparlanma izlenimi daha fazla oluşsa ya da toplum CHP dışındaki bazı meselelere daha fazla kulak kabartmaya başlasa, CHP’deki oy oranı biraz daha sabitlenmiş oluyor.
Ruşen Çakır: Şimdi partilere baktığım zaman, bir kere her şeyden önce kararsızlar birinci parti olma özelliğini gösteriyor.
Hatem Ete: Devam ediyor, evet.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ruşen Çakır: Diğer gördüğüm araştırmalarda da hep öyle. Seçime daha çok olduğu için de olabilir, ama insanların partilere yönelik bir ilgisizliği ve bıkkınlığı var değil mi? Onu artık net bir şekilde söyleyebiliyoruz.
Hatem Ete: Doğru doğru. Bir de partilerin sahici bir gündemi yok. Yani partiler aslında seçimlerden sonra bir süre kendi iç tartışmalarına dönüp seçmene bir vizyonla, bir programla dönebilirler. Bu süre uzuyor. Yani seçimlerin üzerinden epeyce bir vakit geçti. Herhangi bir partide, seçimden sonra, hatta Mayıs’tan itibaren başlatalım, yani genel başkanı değişti İYİ Parti ve CHP’nin; fakat buna rağmen her iki partide de bir önceki dönemden radikal bir şekilde ayrışacak, topluma yeni bir gündem, yeni bir vizyon, dolayısıyla toplumu peşinden sürükleyecek yeni bir hedef ortaya konulmadı. Öyle olunca da seçmen, siyasi partilerin kendi iç gerilimleriyle muhatap oluyor yine de. Yani böyle siyasal elitler arası bir siyaset gündemi var. Bazen bu anayasa oluyor, bazen başka meseleler oluyor. Şimdi çözüm süreci, Bahçeli’nin başlattığı girişim biraz o işleve sahip ama onun haricinde toplumun belli sorun alanlarıyla ilgili herhangi bir partinin diğer partiden ayrışan ciddi bir önerisi ya da programı oluşmuyor. Öyle olunca da toplumun siyasi partilere yönelik algısında çok ciddi bir erozyon var. Birinci en temel dinamik bu olarak görüyorum: Siyasi partilerin siyasal gündeminin toplumun gündeminden daha fazla ayrışmaya başlamış olması, günbegün bunun devam ediyor olması. İkincisi de başkanlık sisteminden sonra biraz cumhurbaşkanı adayı olacak aktörlerin etrafında bir öbeklenme oluştu, siyasi parti kimlikleri biraz buna göre zayıfladı eskiye nazaran. Şimdi kimin muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olacağı ile ilgili de arayışlar devam ediyor. Ön plana çıkan iki güçlü aktör var: Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş. Her ikisiyle özdeşleşen belli seçmen kitlesi de var. Özellikle Mansur Yavaş açısından bu seçmenin tamamı da bir partide öbeklenmiş değil; bir kısmı CHP’de, bir kısmı İYİ Parti’de, bir kısmı belki Zafer Partisi’nde, şimdi yeni yeni yerleşmeye çalışan Anahtar Parti’de. Dolayısıyla o cumhurbaşkanlığı statüsü de netleşmediği için, kimin adayı olacağı, nasıl bir siyasal programın oturacağı netleşmediği için de sürekli siyasi parti aidiyetinde kopmalar meydana geliyor ve bu kararsızlık durumu seçime kadar böyle devam edecek diye bekliyorum. Eskiye nazaran 10 puana yakın bir yükseliş var. Eskiden de seçim olmadığında kararsız oranı yüksek olurdu ama şimdi bu dediğim iki dinamik dolayısıyla 10 puana yakın bir artışla bu kararsız oranı devam ediyor.
Ruşen Çakır: Şimdi burada demin hem İYİ Parti’den hem Anahtar Parti’den bahsettik. İlginçtir, raporda şöyle bir şey var: ‘‘Gerçek performansı için Anahtar Parti’yi 2-3 ay daha beklemek lazım’’ diye. Ama şu haliyle sizin araştırmanızda İYİ Parti’nin üstünde gözüküyor. Daha yeni kuruldu. Yavuz Ağıralioğlu’ndan başka kimseyi bilmiyor insanlar. Yavuz Ağıralioğlu’nun da ne dediği çok net değil, çok fazla imkanı da yok, medyada da çok geniş yer bulmadı. Bu diğer partilere olan ilgisizlikten mi, Yavuz Ağıralioğlu’nun karizmasından mı, nedir?
Hatem Ete: Şimdi önümüzde bir örnek var, 2011’den başlayarak Gelecek Partisi’nde ve DEVA Partisi’nde bunu gözlemledik. Bir parti uzunca bir süre açılacağı tartışması oluştuğunda, belli bir kitlenin kulak kabarttığı bir yapı haline geliyor. Yani toplumun tamamının haberdar olması gerekmiyor, toplumun %25-30’u bu partinin doğup doğmayacağıyla kendisini ilişkilendiriyor, kulak kabartıyor. Genellikle kendi mevcut partisinden ya da oy verdiği partinin performansından memnun olmayan bir seçmen kitlesi bu partilere yöneliyor. Hatırla, ilk Gelecek Partisi de DEVA Partisi de 3 buçuk 4 civarında oy alıyorlardı ilk açıldıklarında, ilk kurulduklarında ve o zaman da peyderpey millet oraya bir kulak kabartıp hatta oy vereceğini söyleyip bir süre gözledikten sonra yavaş yavaş desteğini çekmeye başlamıştı. Şimdi de muhtemelen, özellikle milliyetçi camia içerisinde bu dağılmışlığından ya da milliyetçi partilerin farklı bloklarda farklı eğilimlerle ve kendi seçmenini de tatmin etmeyen bir siyasi performans üretmesinden dolayı oluşan bir arayış var. Bu arayışın adresi olabilir mi Anahtar Parti, temel soru bu. Bu ay ‘‘Anahtar Parti’ye oy veririm’’ diyen seçmenlerin önemli bir kısmı bu arayış dolayısıyla Anahtar Parti’ye yönelmiş gözüküyor. Bunun Anahtar Parti’nin kendi oyu haline gelebilmesi için bir 3-4 ay bu performansı izleyecek seçmen. Eğer burada bir program, kadro, hedef bağlamında bir tatmin olursa buraya devam edecek. Ama benim gözlemim, şimdi temkinli olmak gerektiği ile ilgili. Bu yeni kurulan partilere insanlar bir şans veriyor, ‘‘Önümüzdeki dönemde de oy verebilirim’’ diyor. Bununla beraber potansiyelleri yaklaşık 7’ye 8’e çıkabiliyor. Biz bunu Gelecek ve DEVA’da da gördük. Ama sonraki dönemlerde bir imtihana tabi tutuyor seçmen bu yeni kurulan partileri. O imtihanı geçmeleri gerekiyor. Şimdi Yavuz Ağıralioğlu ve kadrosunun da önünde bu imtihan var aslında. Eğer seçmenin karşısına sınırları belli, çerçevesi çizilmiş ve mevcut diğer siyasi partilerden, özellikle milliyetçi camiada siyaset yapan diğer siyasi partilerden kendisini ayrıştıran net bazı rotalar belirleyebilirse, bu oy oranını orada tutabilir. Ama bunda zorlanırsa, bir kadro geliştiremezse, sadece Yavuz Ağıralioğlu’nun konuşma kabiliyeti etrafında öbeklenen bir siyasi parti olmaya devam ederse, bunun önümüzdeki dönemlerde düşmesini beklemek daha gerçekçi gibi geliyor bana.
Ruşen Çakır: Şimdi Bahçeli meselesine gelelim. Bütün araştırmalarda hep net bir şekilde büyük bir kısmı Bahçeli’nin yaptığını yanlış buluyor. Öcalan’ın hele Meclis’e gelmesi ihtimaline falan, böyle partiler üstü bir — yani DEM Parti’yi ayırırsak — partiler üstü bir mutabakat var gibi. Hatta kendi partisi seçmenlerinde de değil mi? Yani Bahçeli’nin yaptığının…
Hatem Ete: Doğru olduğunu düşünenler fazla, ama yanlış olduğunu düşünenler de üçte bire yakın.
Ruşen Çakır: Evet, yani buradaki mesele nedir? Siz bayağı bir bu konuda analitik şeyler de raporda yazmışsınız. Sizin perspektifinize göre Erdoğan’la Bahçeli arasında bir eşgüdümden ziyade bir farklılık var, öyle değerlendiriyorsunuz. Bahçeli’nin daha, yani kabaca, gaza bastığını; Erdoğan’ın da ayağının frende olduğunu, büyük ölçü böyle tarif ediyorsunuz. Böyle bir durum, Bahçeli gibi… Yani bu hakikaten izahı çok zor bir olay ve kamuoyu da anladığım kadarıyla, yani sizin konuştuğunuz insanlar da olayı çok fazla sırf görüldüğü gibi görmeyi tercih edip mesafe koyuyorlar sanki.
Hatem Ete: Şimdi kendi abonelerimize de geçen programda, geçen senenin programında da aynı şeyi söyledim; Bahçeli’nin açtığı yolun bir siyasi programa, bir siyasete, bir sürece dönüşebilmesi için Erdoğan’ın desteğine ihtiyacı var. Çünkü hem hükümet, yani iktidarın başı olması hasebiyle, bürokrasiyi ve mekanizmaları, kurumları harekete geçirecek yegâne aktör Erdoğan olduğu için, hem de toplumun en nihayetinde dönüp bakacağı aktör Erdoğan olduğu için bunun bir sürece dönüşmesi için Erdoğan’ın ne dediğinin bir önemi var. Şimdi bu ayki şeyde de neredeyse bu, ‘‘Yeni bir sürece ihtiyaç var mı? Bir süreç başlarsa destekler misiniz? Bu ciddi bir siyasi süreç mi, iktidarın kendi önünü açmak için başvurduğu daha böyle gündelik siyasete dair bir süreç mi?’’ sorularının tamamında 2 ay içerisinde çok fazla bir şey değişmemiş. Yani normalde ne beklersin? 2 ay içerisinde Bahçeli’nin kararlılığı netleşti, bu işin peşinde olduğu, arkasında durduğu, ısrar edeceği gözüktü; dolayısıyla seçmende de bir dönüşümün yaşanmasını beklersiniz. Şimdi ben oradan yola çıkarak şöyle bakabileceğimizi düşünüyorum: Bir, Bahçeli’nin siyasal elitleri ve siyasal aktörleri etkileme kapasitesiyle toplumu etkileme kapasitesi arasında çok ciddi bir açık var. Yani Bahçeli, Cumhur İttifakı’nda sahip olduğu gücün etkisiyle siyasi aktörler nezdinde çok güçlü bir aktör. O siyaseti icra eden ya da siyaseti okuyan aktörler, Bahçeli’ye normalde toplum nezdinde sahip olduğu gücünden çok daha büyük bir güç atfediyorlar. Hepimiz böyle yapıyoruz. Niye? Çünkü iktidar içerisinde çok stratejik bir konuma sahip, Erdoğan’la ilişkisi çok müstesna bir ilişki, iktidar içerisinde konumlanma biçimi müstesna bir biçim, devlet ve bürokrasi nezdindeki yapısı da o açıdan böyle ve dolayısıyla da hepimizin Bahçeli’nin gücüyle ilgili bir ön yargımız var, bir kanaatimiz var. Bu kanaat dolayısıyla da Bahçeli bir yola çıktığında, bu yolun ister istemez beraberinde siyaseti de değiştiren bir dinamiğe yol açacağı kabulümüz var. Toplum nezdinde Bahçeli böyle bir anlama sahip değil. Yani hem beğenilme oranı itibarıyla böyle değil, hem yönettiği partinin oy oranı itibarıyla böyle değil. Dolayısıyla da toplumun bu sürece bakışı Bahçeli’yi izlemek üzerinden devam ettiği müddetçe destek üç aşağı beş yukarı bu durumda yer alacak. Önemli olan Erdoğan’ın ne dediği o anlamda. Yani, siyasi kanaat erbabını ya da siyasi aktörleri heyecanlandıran bu süreç toplumu henüz heyecanlandırmış gözükmüyor bu dediğim anlam itibarıyla, fark itibarıyla. Toplum en nihayetinde Erdoğan’a bakıyor. Erdoğan bu meselede nerede duracak, onu görecek, ona göre bir konum belirleyecek gibi gözüküyor. Benim de iki ay boyunca gördüğüm temel dinamik şu aslında: Bahçeli hızlı bir şekilde, beklenmedik bir şekilde, muhtemelen Erdoğan’la daha önce konuştuğu bir genel zemin üzerinden bir aksiyon planı ortaya koydu ama Erdoğan henüz bu aksiyon planına ikna olmuş değil. Bu aksiyon planının gerekli olup olmadığı, yolun bu olup olmadığı konusunda zihni rahat değil. Bence takvim açısından da rahat değil. Yani bunu böyle yapacaksak bile bugün mü yapmalıyız? Yani mesela bu Suriye tartışmaları bile aslında henüz zamanının Bahçeli’nin başlattığı zaman olmadığını gösterdi. Bugün bu mevzuyu konuşmanın bağlamı değişti Suriye meselesi sonrasında. Dolayısıyla Erdoğan’la Bahçeli arasında kamuoyu nezdinde bir ayrışmanın yaşanmamasına ikisi de dikkat ediyor. Dolayısıyla da böyle bir bölünme, ayrışma görüntüsü çıkmıyor. Bence bu mesele dolayısıyla da böyle bir şey beklememek lazım. Fakat ikisinin aynı kararlılıkla aynı aksiyon planına ikna olmadıkları da çok açık. O nedenle de Bahçeli bir şeyler söylüyor, Erdoğan bir ay sonra o söylediği şeyin az bir kısmını yaparak bu süreçten kopmayı engellemeye çalışıyor sadece. 2 ay oldu, biz bunu konuşuyoruz, 2 ayı geçiyor, henüz herhangi bir gelişme sağlanmış değil. Mesela DEM Partililer bile… Bahçeli’nin bunu net bir şekilde söylemesi neredeyse 20 günü geçti, bu bile sürece yayılarak yavaş yavaş bir yere götürülüyor.
Ruşen Çakır: Mesela DEM Parti heyetinin Öcalan’la görüşmesi bile henüz gerçekleşmedi.
Hatem Ete: 20 günü geçti.
Ruşen Çakır: Evet, bunun Suriye’deki gelişmeler nedeniyle ertelendiği falan söyleniyor ama. Suriye’ye tekrar geleceğiz ve dolayısıyla Bahçeli’ye de geleceğiz. Peki şunu söyleyeceğim; siz her ay artık bir konuda odaklanıyorsunuz? Bu ay Profesör Mesut Yeğen’le Kürt sorununu ele almışsınız. Orada tabii kamuoyu yoklamasında da sorduğunuz zaman, yarıdan fazlası Türkiye’de Kürt sorunu olduğuna bile inanmıyor. Ama bir diğer taraftan da PKK’nın silahla yok edilebileceğini de düşünüyor değil mi büyük bir kısım?
Hatem Ete: Aslında iyi oldu ikisini aynı anda sorman. Şimdi “PKK bitirilirse Kürt sorunu çözülür mü?” sorusuna toplumun yarıdan fazlası “çözülmez” diyor aslında. Yani toplumun yarıdan fazlası, hakim kanaat diyelim, ağırlıklı kanaat, ‘‘PKK ile mücadele, Kürt sorununun çözümünü garantilemez. Dolayısıyla PKK ile elbette bir mücadele yürütülmeli ama Kürt sorunu için de başka bir şey yapılması gerekir’’ diyor. Ama “Kürt sorunu var mı?” diye sorduğunuzda da toplumun ağırlıklı bölümü ‘‘Kürt sorunu yok. Bu temelde aslında ya yabancı ülkelerin ya PKK’nın varlığı dolayısıyla oluşan ya da Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin geri kalmışlığıyla, ekonomik kalkınma sıkıntılarıyla ilgili bir mesele’’ diyor bu. Yani bütün bu fotoğrafı toplu olarak okuduğunuzda, biz çok ayrıntılı, geniş bir açıklama yaptık. 10-15 soruluk bir modüldü bu. Hem, ‘‘Neden kaynaklanıyor, nasıl çözülebilir, çözümün muhtemel başlıkları ne olmalı, şu anda Kürt ve Türkleri bir arada tutan temel dinamikler neler?’’ gibi böyle bir sürü başlıkta sorduğumuz bir şeydi bu. Burada iki şeyi birbirinden ayrıştırmamız lazım. Bir; siyasi aktörlerin güncel kanaatleri, güncel söylemleri seçmenlerinin de bir meseleye bakışını etkiliyor. Burada da çok bariz bir şekilde Cumhur İttifakı’yla muhalefet belli meselelerde birbirlerinden ayrışıyorlar. Dolayısıyla iktidar ve muhalefet denklemi ayrışıyor. İkincisi, CHP ve DEM Parti seçmeni arasında bir yakınlaşma çok bariz bir şekilde görülüyor. Yani bu Kürt meselesinin ne olduğu ve nasıl çözüleceği meselesinde son 5-6 yıllık siyasal ittifak bir nevi, CHP ve DEM Parti arasındaki siyasal uzlaşma, kendi seçmenlerinin de birbirlerini daha rahat anlamalarına yol açmış vaziyette. O çerçevede mesela AK Parti seçmeninden daha fazla Kürt meselesini DEM Parti’nin gözüyle, o beklentiyle değerlendiren bir CHP kitlesi oluşmuş vaziyette. Üçüncüsü, bu meselelerde şu anda herhangi bir girişim başlatıldığında, Erdoğan ve Bahçeli’nin tedirgin olmasını gerektirecek ciddi bir blokaja da rastlanmıyor. Yani henüz toplum %50’den fazla bir şekilde bu sürece destek veriyor değil; ama üçte birden fazlası bu sürece bir şans tanınması gerektiğini düşünüyor, henüz süreç adına ne olduğu belli olmamasına rağmen, iki aktör arasında bir ittifak görüntüsü oluşmamış olmasına rağmen. Bu da şu demek: aslında toplum bir şekilde bu meselenin çözümü konusunda siyasetçilere bir inisiyatif alanı tanıyor. Önümüzdeki dönemde siyasetçiler bu meseleyi hangi yolla çözeceklerse bu, toplumdan tedirgin olmalarını gerektirecek bir çözüm metodu olmayacak. Hatırlarsan ben geçen ayki programımızda da söylemiştim; bu iki aylık tartışmalar bazı kamuoyu araştırmalarında iktidarın oy oranını azalttı gibi bir sonuçla sonuçlanmıştı. Ben o zaman da şüpheyle karşılamıştım, ‘‘Henüz ortada bir şey yok, niye hemen hızlıca oy oranlarını azaltsın?’’ diye. Bu ayki araştırmamızda da teyit ettik bunu. Yani toplum henüz meselenin ne olduğunu görmediği için, zaten siyasi partilerle aidiyetini etkileyecek bir konuma çevirmiş değil. Ama ben bu sorulara verdiği cevaplara da baktığım zaman, siyasi partiler bu konuda bir tutum alacaklara, seçmenin kendilerinden kopacağına dair bir korkuyla, endişeyle hareket etmelerini gerektirecek bir tablo görmüyorum şu an. Ama Cumhur İttifakı’nın son 10 yıllık diyelim, kabaca 8 yıllık iklimi kendi seçmenlerini de çok doğrudan etkilemiş vaziyette. Toplumun şu anki genel hâkim eğilimi, güvenlikçi politikalardan yana bir tutum almayla şekilleniyor maalesef.
Ruşen Çakır: Peki gelelim bugüne, Suriye meselesine. Çok şey değişti, hızlı bir şekilde değişti. 12 günde yıkılan bir rejim var ve bu gelişmenin bölgesel ve uluslararası galipleri başında Türkiye sayılıyor, İsrail sayılıyor tabii. Hatta Türkiye ve İsrail’in sayılıyor olması nedeniyle, Türkiye ile İsrail’in birlikte hareket ettiği yolunda teoriler üretenler de var. Kaybedenlerde de tabii İran, Rusya sayılıyor. Ve Erdoğan’ın eli acayip bir şekilde güçlendi. Özellikle de Esad’a el uzatıp reddedilince, ki kendisi sıklıkla bunu vurguluyor vesaire. Şimdi baktığımız zaman bunlar çok olağanüstü gelişmeler. Türkiye’de seçmen tercihini zaman içerisinde Suriye olayı birçok şekilde belirledi diye düşünüyorum. Yani ekonomiye etkileri ama sığınmacılar meselesi, bir de tabii ki Erdoğan’ın ve iktidarının bölgede ve dünyadaki itibarı anlamında. Şimdi bu yaşananlara baktığımızda, bunların Erdoğan’ın lehine olduğu kesin ama bu hakikaten seçmene yansır mı, nasıl bir şekilde yansır, ne diyorsun?
Hatem Ete: Şimdi bunun, yani yaşanan gelişmenin Erdoğan lehine bir sonuç üreteceği açık bence. Bunun oranıyla ilgili, miktarıyla ilgili bir öngörüde henüz şimdi bulunmamız zor ama hem Erdoğan’ın dış politikadaki algısı açısından hem iç politikadaki konumlanması açısından Suriye’de yaşanan gelişmeler ciddi bir zafer Erdoğan açısından. Fakat ben şuna da henüz emin değilim; Suriye’de mülteci meselesi çok yoğunken, ekonomik krizle beraber bu mülteci karşıtlığı çok daha yoğunlaşmışken bile bunun faturası Erdoğan’a çıktı mı, emin değilim o kadar. Yani burada mesele biraz Erdoğan kadar diğer siyasi aktörlerin, diğer siyasi partilerin de topluma ne önereceğiyle doğrudan ilişkili. Toplum mesela %70-80 oranında mültecilere yönelik olumsuz bir bakışa sahipken, bütün araştırmalarda da bunu söylüyorken, ‘‘Hemen bir an önce gönderilmeli’’ diyenler o dönemde de %50’den fazla iken bile ve bunların bir kısmı iktidar seçmeni iken bile, bunu iktidara yönelik oy verme tutumlarında güçlü bir dinamiğe, temel bir dinamiğe dönüştürmüyorlardı. Çünkü burada mesele diğer siyasi aktörlerin de buna karşı bir siyasi program, gerçekçi bir yol haritası çıkarıp çıkarmamaları ile ilişkili diye düşünüyorum. Fakat her halükarda önümüzdeki dönemde bu, Erdoğan için daha pozitif bir iklim yaratacaktır. Ben Suriye’deki gelişmelerin önümüzdeki dönemde içeriden, başlarda daha az ama sonraki dönemlerde bir istikrar oluşursa biraz daha fazla, yüksek sayıda mültecinin geri dönüş yolunun açılacağını düşünüyorum. Yani herkes bu Suriye’de yaşanan gelişmelere baştan bir beyaz sayfa açıp, bir açık, iyimser bir bakışla bu meselenin yoluna girmesine yönelik çaba gösterme taraftarı. Amerika ve Avrupa bu meseleyi, yani HTŞ’yi kendi terör listelerinde tutmama tartışmasını ilk günden başlattılar bile. Yani dolayısıyla da Suriye’deki bu yeni durumun bir istikrara, bir düzene kavuşması neredeyse bu başta saydığın 2-3 ülke haricinde herkesin yararına bir durum. Bu nedenle de bence orada bir an önce bu istikrarın oluşması ve bütün ülkelerde bir iç politika malzemesine dönüşen mültecilerin mümkün mertebe bir an önce ülkelerine geri gönderilme ihtimalinin doğması dolayısıyla herkes buna pozitif katkıda bulunacak. Burada öncelikli olarak da bence Suriye’de, Ürdün’de uzunca bir süre bulunan ve komşu yerlerde bulunan mültecilerin geri dönüşüne şahit olacağız. Ben başlarda bunun %15-20 civarında olmasını bekliyorum, ilk kısa vadede ama orta vadede orada bir düzen oluştuğunda, bu bir istikrara kavuştuğunda, belki önümüzdeki 5-6 aylık süreçten sonra Türkiye’deki mültecilerin en az yarısının, üçte ikisinin dönmesine yönelik bir yol haritasının açılabileceğini düşünüyorum. Bu, doğal olarak Türkiye’de iktidara yönelik algıyı, Erdoğan’a yönelik algıyı da pozitif olarak arttıracaktır. Burada önemli olan bunun üstüne nelerin inşa edileceği, yani ekonominin bundan nasıl etkileneceği, pozitif mi etkileneceği, negatif mi etkileneceği. Yani yarın öbür gün Suriye’nin yeniden imarı meselesinde ekonomik gelişmelerin nasıl bir katkı sunacağı, bununla beraber Türkiye’nin öteden beri Suriye politikası üzerine bina ettiği Rojava bölgesindeki meselenin nasıl bir çözüme kavuşacağı ve bunun Türkiye’deki, bu Bahçeli’nin başlattığı açılıma nasıl yansıyacağı.
Ruşen Çakır: İşte onu özellikle de sormak istiyorum. Bir senaryo, Türkiye’nin, Ankara’nın, Suriye’nin yeniden yapılanmasında Kürtlerle olan ilişkisini de — karşılıklı tabii — yumuşatması ihtimali ya da iyice sertleşmesi. Çünkü şu anda Ankara’nın desteklediği güçler bayağı bir güç kazandı ve elini daha güçlü hissediyor Erdoğan tabii ki. Bunların, her iki ihtimalin de Türkiye’ye, Kürt sorununa ve Kürt seçmen tercihine doğrudan etkisi olur herhalde.
Hatem Ete: Kesinlikle. Ben Bahçeli’nin Ekim ayında başlattığı girişimle Suriye’de yaşanan gelişmeler arasında bir etkileşim kurmuyorum, birbiriyle ilişkilendirmiyorum. Bunlar iki ayrı gelişme. Ama sonuçları itibarıyla kesinlikle birbirini etkileyecek iki gelişmeye dönüştü. Yani Bahçeli Ekim ayında bu süreci başlattığı zaman önünde olan imkân setiyle, yarından itibaren Türkiye’nin önünde olacak imkân seti tamamen ayrıştı. Şimdi çok daha muazzam bir imkân seti var Türkiye’nin önünde. Suriye’de eli güçlenen, Suriye’nin yeniden yapılanmasında en güçlü aktöre dönüşen, Kürt meselesini de ilgilendiren boyutuyla oradaki YPG/PKK yapılanmasının da etki alanlarının daraldığı bir denklemde, Türkiye’nin o meseleye bakışıyla dün o meseleye bakışı birbirinden farklı olur. Ben şimdi Türkiye’nin daha öz güvenli bir şekilde, iktidarın daha öz güvenli bir şekilde hem orada YPG ile bir yol bulma imkanının daha fazla arttığını düşünüyorum hem de onun üzerinden burada Öcalan inisiyatifiyle, Öcalan’ın aktörlüğü üzerinden diyelim, yeni bir siyasal sürece başlamanın önünün açıldığını düşünüyorum. Yani bu denklem Kürt aktörlerin de, Suriye’deki o PKK/YPG yapılanmasının da meseleye bakışını değiştirdi. Yani bir iki haftadır oradan yapılan açıklamalara da baktığın zaman, eskiye nazaran çok daha fazla Türkiye’ye bir açık kapı bırakan, diyaloğu öneren bir şeye yöneldi. İşte Münbiç’te anlaşmalı bir çekilme sağlandı vesaire. Orada yaşanan gelişmeler her halükarda Türkiye’de bu meselenin çözümünün önünü açıyor. Burada mesele yine gelip aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meseleyi nasıl götürmek istediğine dayanacak diye düşünüyorum. Senin de başta dediğin gibi, burada bir miktar daha fazla sertleşip, gücünü daha fazla azaltıp, etki alanlarını daha fazla daraltıp ondan sonra masaya oturmayı teklif edebilir, bunu konuşabilir. Ben bunu daha muhtemel görüyorum. Son bir haftadır gördüğümüz göstergeler de biraz buna işaret ediyor. Yani orada YPG’nin yönettiği alanların biraz daha daralması sonrasında, o Türkiye’nin güvenlik endişeleri biraz daha tatmin edildikten sonra oturup onlarla bu meseleyi nasıl yönetecekleri oturup konuşulacak. Amerika’da Trump döneminde askerlerin oradan çekilmesi meselesi tartışıldıkça da, Türkiye’nin orada o yapıyla bir uzlaşı içerisine girme baskısı da artacak zaten. Dolayısıyla düne göre ben Türkiye’de başlatılan girişimin başarı şansının arttığını düşünüyorum Suriye’deki gelişmeler üzerinden. Şimdi orada bir çatışma görüyoruz biz. Türkiye oranın alanını daraltmaya yönelik bir işe yoğunlaşmış vaziyette ama yarın bütün bu yapılan hazırlıklar orada bir uzlaşıya, bir yeni anlaşmaya varmanın aracına dönüşme yolunda ilerliyor diye okuyorum.
Ruşen Çakır: Sanki burada da Öcalan’ın bir aktör olarak Suriyelileri Ankara’yla yakınlaştırmada birtakım roller – ki daha önce olmuştu – tekrarlayabilir.
Hatem Ete: Evet, bunun imkanı açıldı şimdi, daha fazla oluştu.
Ruşen Çakır: Şimdi bir şeyi unuttum, onu sormadan edemeyeceğim, bu konulardan tamamen bağımsız, araştırmayla ilgili olarak. Yeniden Refah Partisi’ni çok düşük gördüm. O sürekli bir istim üzerinde, oyu sürekli artıyor, üyeleri artıyor vesaire. Sen de gözlüyorsun herhalde. Bariz bir destek kaybı mı var? Bu neden oluyor olabilir?
Hatem Ete: Şimdi Yeniden Refah Partisi son 4-5 aydır ivmesini kaybetti. Yani bir ay böyle bir iki puan kıpırdanmış görünüyor, bir ay tekrar gerilemiş görünüyor. Ama total fotoğrafa baktığın zaman, yani aydan aya bakmazsak, 31 Mart’tan bu yana olan genel trende bakarsak, Yeniden Refah Partisi 31 Mart seçim bandının epey altına düştü. Yani tekrar Mayıs seçimlerinin çizgisine geri döndü gibi gözüküyor. Çünkü orada seçimlerden sonra ciddi bir siyaset beklentisi vardı seçmenin: ‘‘Acaba muhafazakâr kanatta bir yeni yol açacak mı? Saadet, Gelecek, DEVA’nın biraz daha seçmenin ilgisinin dışına çıkması Yeniden Refah’ın alanını açacak mı? Bu avantajı kullanabilecek mi Yeniden Refah Partisi?’’ diye; ama toplum biraz Fatih Erbakan’dan beklediği siyasal performansı görmedi diye düşünüyorum. Buna bazı yerel yöneticilerin partiden ayrılması da olumsuz bir etkide bulundu ama temelde aslında bir siyaset arayışı var ve o siyaset arayışını henüz tatmin edici bir yere vardıramadı Yeniden Refah Partisi. O anlamda ben sürpriz görmüyorum ve son 3-4 aylık bir gelişmenin devamı olarak görüyorum.
Ruşen Çakır: Hatem çok teşekkürler. Bu ayki raporu böyle değerlendirmiş olalım. Artık önümüzdeki rapora bakacağız. Tabii önümüzdeki raporda ağırlıkla herhalde Suriye konuşacaksınız. Ama rapor çıktıktan sonra diyelim ki Irak’ta bir şeyler olacak ve yine…
Hatem Ete: Evet, öyle oluyor, öyle oluyor.
Ruşen Çakır: Evet, çok teşekkürler Hatem.
Hatem Ete: Ben teşekkür ederim.
Ruşen Çakır: Evet, PANORAMATR‘nin Kasım 2024 araştırmasının sonuçlarını direktörü Hatem Ete ile konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.