Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (252): 5 teğmen ihraç edildi | İmamoğlu hedefte | Halk TV olayı

İmamoğlu bugün ifade verdi. İmamoğlu hakkında sekiz günde iki soruşturma açıldı. “Bilirkişi soruşturması” kapsamında gözaltına alınan Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş tutuklandı. Ruşen Çakır ve Kemal Can Haftaya Bakış’ın 5 teğmen ihraç edildi| İmamoğlu hedefte | Halk TV olayı başlıklı videosunda konuştu.

Teğmenler soruşturmasında karar çıktı: 5 teğmen ihraç edildi

Kara Harp Okulu’ndaki mezuniyet töreninde kılıçlı yemin görüntüleri nedeniyle başlatılan soruşturma sonuçlandı. Milli Savunma Bakanlığı 5 teğmenin ve 3 disiplin amirinin TSK’dan ihraç edildiğini açıkladı.

Milli Savunma Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu, 30 Ağustos 2024’teki mezuniyet töreninde yaşanan kılıçlı yemin olayı nedeniyle soruşturma altındaki beş teğmene “Silahlı Kuvvetlerden Ayırma Cezası” verdi. Bakanlık ayrıca üç sıralı disiplin amirine de aynı cezayı uyguladı. Kuruldan yapılan açıklamada cezaların TSK Disiplin Kanunu ve ilgili yönetmelikler çerçevesinde verildiği belirtildi. Cezalar Kara Kuvvetleri Yüksek Disiplin Kurulu tarafından kesinleştirildi.

İmamoğlu hedefte

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, hakkında başlatılan iki soruşturma nedeniyle Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde ifade verdi. İmamoğlu, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile beraber adliye çıkışında otobüsün üstünde kalabalığa seslendi.

İmamoğlu, adalet vurgusu yaparak, soruşturmaların siyasi olduğunu ve belediye başkanlarına yönelik baskıların arttığını belirtti.

İmamoğlu, konuşmasında adaletin tesis edilmesi gerektiğini vurgulayarak, “Bugün burada olmayan siyasi parti yok. Bu benim için en büyük gurur vesilesi. Ancak, iktidar partisi hariç tüm siyasi partiler burada. Bugünkü mesele adalet meselesidir, hak arama meselesidir, geleceğimizdir. İstanbul’da yargı tacizinin en üst seviyesini yaşıyoruz ama yılmadık, yılmayacağız. Haksızlığa, hukuksuzluğa karşı mücadele etmeye devam edeceğiz” dedi.

Halk TV olayı

“Bilirkişi soruşturması” kapsamında gözaltına alınan Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş tutuklandı. Barış Pehlivan ve Kürşad Oğuz adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Suat Toktaş, eşi Ayşe Toktaş aracılığıyla mesajında, herkesin Halk TV’ye sahip çıkması gerektiğini söyledi.

Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (252): İmamoğlu hedefte | Halk TV olayı | 5 teğmen ihraç edildi
Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (252): İmamoğlu hedefte | Halk TV olayı | 5 teğmen ihraç edildi

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Kemal Can’la haftayı konuşacağız. Kemal, hoş geldin.

Kemal Can: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Çok yoğun bir hafta yaşadık. Bahçeli ve Erdoğan’ın ‘’sokak terörü’’ uyarısı vardı ya, özellikle bugün sokakta bir şeyler oldu. Ekrem İmamoğlu iki davadan ifade vermeye Çağlayan Adliyesi’ne gitti. Bayağı kalabalık vardı alanda. İmamoğlu ifade sonrasında CHP tarafından alana getirilen bir otobüsün üzerinde konuşma yaptı. En çarpıcı olaylardan birisi, Mansur Yavaş’ın da yanında olmasıydı. O da konuştu ve birlikte bir fotoğraf verdiler. Mansur Yavaş ‘’Silivri kapatılmalı’’ dedi. Daha doğrusu, iktidara geldiklerinde kapatacaklarını söyledi. O tabii bir olayın devamı. Olayın başı, pazartesi günü Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı basın toplantısı. Aslında o basın toplantısı bir önceki Çarşamba yapılacaktı, ama Bolu Kartalkaya’da 78 kişinin öldüğü otel yangını nedeniyle toplantı ertelendi. İmamoğlu basın toplantısında bir bilirkişiyi ifşa etti. İsmini söyleyemiyoruz, çünkü hemen soruşturma açıyorlar malûm. 

O basın toplantısını ben de yerinde izledim. Çok garip bir basın toplantısıydı. Garip dediğim, anlattığı olay çok acayip. İBB, Esenyurt ve Beşiktaş belediyelerine, İETT’ye, İSKİ’ye, İSFALT’a, soruşturmalar açılıyor ve bilirkişi olarak, Bayındırlık Bakanlığı’ndan emekli bir muhasebeci atanıyor. Kendisi şu anda 70 küsur yaşındaymış. İstanbul’da 8.800 bilirkişi var ve bunların 1600’ü de muhasebeci. CHP’yle ilgili davalara hep aynı bilirkişi atanıyor ve o aynı kişi de hep olumsuz raporlar veriyor. Hatta bir de şöyle bir örnek verdi İmamoğlu: Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer hakkında hazırlanan dosya için üç kişilik bilirkişi ekibi oluşturulmuş. Raporda Ahmet Özer suçlanıyor. Bilirkişilerden ikisi bu rapora itiraz edip imzalamıyorlar ve kendi hazırladıkları raporu savcılığa sunuyorlar. Ama savcılık o bilirkişinin tek başına verdiği raporu değerlendiriyor. 

Böyle bir tür operasyon olması, atanmış bir bilirkişinin gözde bir bilirkişi olması acayip. Koskoca İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın, bunu kendisinin anlatmak zorunda hissetmesi acayip. İmamoğlu daha kürsüden iner inmez, hatta daha inmeden, bilirkişinin ismini açıklayarak hedef gösterdiği ve yargı görevi yapanı etkilemeye teşebbüs gerekçesiyle, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın İmamoğlu hakkında soruşturma açması acayip. Ayrıca, bu bilirkişi ile ilgili haber yaptıkları için medyaya soruşturma açılması talimatı da verildi. Mesela biz haberi önce bilirkişinin adıyla yazdık. Sonra adını yazdık, soyadının baş harfini verdik. Sonra avukatımızla konuştuk. Avukat sadece isim ve soyadının baş harfini vermemizi söyledi. Bunların hepsi de yarım saatte oldu, kaçırsak belki başımıza bir iş gelecek. Böyle tuhaf bir olay. Ondan sonra da Erdoğan, “Yargıya parmak sallamayın” dedi. Bu, ‘’benden başka kimse parmak sallayamaz’’ demenin başka bir şekli herhalde. İmamoğlu hedefte. Basın toplantısını izledin herhalde. Basın toplantısında gazeteciler İmamoğlu’na mealen, “O turp siz misiniz?” diye doğrudan sordu. Daha usturuplu bir şekilde sordular, ama bunu sordular. İmamoğlu da ‘’böyle soru mu olur kardeşim?” demedi.

Kemal Can: Muhtemelen izleyenler biliyordur, ama izlemeyenler için de söylemek lazım. İktidar medyası zaten böyle gizli saklı, bir merak unsuru olarak “Acaba turpun büyüğü ne?” demeden, doğrudan işaret ederek yürütüyor medya kampanyasını.

Ruşen Çakır: Burada, Erdoğan’ın, 25 yıl sonra İstanbul’u kaptırmış olmasının verdiği öfke var. Önce 2019’da iki kere, sonra 2024 yerel seçiminde, farkın iyice açılarak İstanbul’u tekrar kaptırması var. Ama bir diğer husus da Ekrem İmamoğlu’nun, Erdoğan’ın karşısındaki en güçlü cumhurbaşkanı adayı olması ihtimali. Bunun dışında İmamoğlu hakkında yürütülen ‘’ahmak davası’’ var. Ama anladığım kadarıyla, bu tür bilirkişiler üzerinden kotarılmak istenen bir takım usulsüzlük, yolsuzluk gibi olaylarla da herhalde karşısında… Mesela Beşiktaş Belediye Başkanı o yüzden tutuklu. Çok ciddi bir şekilde saf dışı edebilir. Bu, kesinlikle siyasi. Ama burada hep şöyle bir tartışma vardı. Bunu daha önce de konuştuk biliyorsun. Erdoğan için hangisi daha ideal? Ekrem İmamoğlu’na ceza getirip, siyasi yasaklı yapmak mı? Bunu belli bir aşamada, diyelim ki seçime birkaç ay kala mı yapmak? Hatta bir iddiaya göre, seçim takvimi işlerken yapmak. Yapmak dediği nedir? Mahkeme kararı. ‘’Seçildikten sonra’’ diyenler bile var. Böyle değişik seçenekler mevcut. Açıkçası, Erdoğan’ın kafasında ne olabileceğini kestirmenin çok kolay olduğunu düşünmüyorum. Bir de hâlâ şundan emin değilim: Yasaklamak yerine, böyle bir tehdit onun işine daha çok geliyor olabilir. İmamoğlu ‘’Demokles’in kılıcı’’ diyor ya, kaç kere, “Tamam, gelin ne yapacaksanız yapın. Başkalarını karıştırmayın,” dedi. O bir meydan okuyuş aslında. Cezaysa ceza, yasaksa yasak, ondan sonrasına bakarız. Ama Erdoğan’ın böyle bir acelesi yok sanki.

Kemal Can: Evet, bunu epeyce konuştuk daha önce. Dediğin gibi, o ahmak davası sırasında da, daha önceki seçim sürecinde de defalarca konuştuk. Ben de senin söylediğin değerlendirmeye katılıyorum ve kronolojiye baktığımızda da Erdoğan’ın, yargıyı, muhalefet ve muhalefetin periferisinde her türlü unsuru baskılamak, terörize etmek, itibarsızlaştırmak için kullandığı bütün hamlelerinde, nihai sonuca varmak için hızlı hareket etmek yerine, bunu mümkün olduğunca elverişli ve kullanışlı olarak sürdürmek amacı var. Çünkü şu işe yarıyor: İmamoğlu’nun o davasının, 2023 seçiminden bile önce başlayan süreçte, CHP’nin ve muhalefet blokunun içerisinde, o davanın kendisinin problem yaratmaya müsait tarafları var. Sadece İmamoğlu’nu elimine etmek değil, İmamoğlu etrafında oluşturduğu tartışmayla birlikte, CHP’nin iç tartışmalarını kaşımak, muhalefetin ittifak zeminini bozmak gibi bir sürü yan faydayı da aynı anda yürütüyor ve zaten bunu bir süredir çok açık biçimde görüyoruz. Yine 2023’ün öncesine gidersek, iktidar, özellikle de Erdoğan, senin de işaret ettiğin 2019 yenilgisinden sonra ve Cumhur İttifakı’nın önemli biçimde taban kaybına uğramaya başladığı sürecin hemen başından itibaren, kendi imajını düzeltmek, seçmenle arasını düzeltmek çabasından daha ziyade, karşı tarafı, rakiplerini, muhalefeti bozmak üzerine stratejiler geliştirdi. Dolayısıyla muhalefeti bozma stratejilerinde, birini hedefe alıp, onu devre dışına çıkartmak değil, çeşitli tartışmaların içerisinde tutarak, bunu verimli bir imkân olarak kullanma tercihini hep değerlendiriyor. Bu olay da böyle ilerliyor. 

Yaklaşık bir iki aydır daha belirgin hâle gelen bir şey var: İktidar, kendi gücünü göstermek için muhalefetin zayıf unsurlarına değil, en güçlü, vitrindeki en önemli kozlarına yönelmiş durumda. Daha önce de konuştuk, bunun en başında da bu belediyeler meselesi var. Çünkü muhalefetin, özellikle ana muhalefetin CHP’nin güçlü olduğu veya seçmen nezdinde iktidar alternatifi olma iddiasını devam ettirdiği en önemli argüman, belediyelerdeki gücü ve yaptıkları ve belediyelerde yaptıklarının seçmenden aldığı karşılık. Dolayısıyla, aslında iktidar, muhalefetin en güçlü olduğunu düşündüğü noktalara ve karşısında büyük bir cevap verilemeyecek biçimde ve açıkçası hem hukuki olarak hem idari olarak son derece zayıf gerekçelerle saldırıyor. Bunu geçen haftaki yayınımızda da konuştuk hatırlarsan. Ben bunun bir eksiklik, bir beceriksizlik ürünü olduğunu düşünmüyorum. Bunu biraz sonra medya baskısı meselelerinde de konuşacağız. Uyduruk iddialarla insanları mahkûm etmek, iktidarın güç gösterisi açısından daha çok tercih ettiği bir şey. Bunun en çarpıcı örneğini Gezi davasında gördük. Sahici kanıtlar göstermeye çalışmıyor, tam tersine, hiçbir kanıt olmadan bile insanları hapse atabileceğini, insanları suçlu ilan edebileceğini gösteriyor. Bunun en çarpıcı, en zirve örneği, “montajsa montaj” lafıdır. Yani, kuvvetli bir gerekçe bulsun, çok sağlam hukuki bir şey olsun, ‘’kimse de bir şey diyemesin’’in peşinde değil. Tam tersine, “Dolmabahçe Camii’nde bira içildi” lafından tut da Kabataş hikâyesine kadar, Gezi davasında, daha önceki başka davalarda, Cumhuriyet davasında gördüğümüz gibi, mümkünse delil olmadan…

Ruşen Çakır: Biliyorsun, Fethullahçılar delil yerleştiriyordu. Bunlar onu da yapmıyorlar. 

Kemal Can: Geçen hafta da söyledim, ben bunu bir becerisizlik unsuru olarak görmüyorum, maksatlı bir şey olarak görüyorum. İmamoğlu’nun bu son çıkışına, gidip Çağlayan önünde yaptığı konuşmaya gelirsek, bunun da bir kronolojisi var. Dediğim gibi, iktidar, bir süredir bunu çok açık biçimde başlattı ve çok kanallı olarak muhalefete, muhalefetin en güçlü aktörlerine karşı açık bir taarruz içerisinde. Buna cevap verme konusunda muhalefet zaman zaman eleştirildi, zaman zaman bizim de eleştirdiğimiz oldu. Muhalefetin biraz tereddütlü kaldığını, tam olarak bir strateji kuramadığını da gördük. Ama özellikle İmamoğlu’nun, adaylığını açıkladığı iddia edilen ve öyle değerlendirilen o meşhur konuşmasından itibaren, daha doğrudan, kendisini hatta daha da yerleştirerek bir tutum aldığını hem geçen gün yaptığı o basın toplantısında, hem de bugünkü konuşma itibariyle gayet net gördük.

Ruşen Çakır: Aslında o Beşiktaş Belediyesi olayı olduktan sonra, “Bırakın arkadaşlarımı, ailelerini, bana gelin” dediğinde de öyleydi.

Kemal Can: Sen izlemeye Beşiktaş Belediyesi’ne gitmiştin ve aslında çok da tatminkâr bulmamıştın. Ama bugün edinilen izlenimlerden, Çağlayan’da sahiden bir itirazın oluştuğunu görüyoruz. 

Ruşen Çakır: Şunu da yabana atmamak lazım. Çağlayan’da hedef doğrudan Ekrem İmamoğlu. Sonuçta, tamam, Ekrem İmamoğlu da hedef, ama orada Beşiktaş Belediye Başkanı. Yani burada İmamoğlu doğrudan kendisi çağırıyor.

Kemal Can: Özet olarak, İmamoğlu’nun tekrar dolaşıma soktuğu bu “Kurtuluş yok tek başına” sloganının karşılığı, öncelikle CHP seçmeninde ve teşkilatlarında, daha sonra da muhalefetin bütününde…. Çünkü bu bir paket. Biraz sonra konuşacağız, medya da bunun içinde önemli paketlerden biri zaten. 

Ruşen Çakır: İlk günden itibaren açıkçası Suat’ın (Toktaş) tutuklanacağını hiç düşünmedim. Hatta olay ilk patlak verdiğinde Suat’la konuştuk, “Ne oluyor?” dedim. Bana biraz anlattı, birtakım hukukçulardan, yaptıklarının yasadışı olmadığına dair uzman görüşleri yolladı. Sonra bir baktık, önce Barış Pehlivan, sonra Seda Selek, sonra Serhan Asker’i gözaltına aldılar. Bu üç isim Emniyete götürüldü. Kürşad Oğuz doğrudan savcılığa getirildi. Önce savcılığa götürdüler, sonra Suat dediler. Bir baktık ki önce adli kontrol şartıyla ikisi, sonra Kürşat çıktı ve Suat’ı tutukladılar. Bir kere şunu özellikle vurgulamak lazım: Suat hakikaten sorumluluğu üstüne almış. Biraz önce yakınlarıyla da konuşuyordum. Açık söyleyeyim, bu, bizim medyada pek olan bir şey değil, Kemal. Yıllardır bunun içindeyiz, böyle şeyler, hele böyle bir ortamda… 

Kemal Can: İlkesel tutum, sorumlu yöneticilikten daha yüksek, şövalyevari bir tutum var. Ben kendisini Ankara’dan tanıyorum. 35 yılı aşkın bir süre oldu. Bu meslekte ve genel olarak tanımaktan memnun olduğum insanlardan biri.

Ruşen Çakır: Biz daha sonra CNN Türk‘e geldiğinde tanıştık. 

Kemal Can: Özellikle mesleki titizliğiyle, temel ilkelere, mesleğin kitabi kurallarına son derece bağlı ve hassas bir insan. Ama dediğin daha da önemli. Aldığı sorumluluk, pozisyonu açısından da pek rastlanmayacak bir şey. 

Ruşen Çakır: Şimdi isim telaffuz etmek istemiyorum ama Che Guevara dersem anlarsın herhalde. Bildiğimiz insanlar var. Suat şu anda içeride ve gazeteci olduğu için, Halk TV Genel Yayın Yönetmeni olduğu için içeride. Olay onlar için bir vesile, yakaladılar bir yerden. Sen demin söylüyordun ya, en olmadık şeyden bile zaten yapıyor. Burada da, “Vay efendim, bilmem kimi, şunu yaptınız, bunu yaptınız.” Bakıyorum da birbirinden farklı insanlar ‘’gazetecilik etiği’’ filan diyorlar. Biliyorsun yıllar önce gazetecilik etiği tartışmalarını başlattığımız zaman birçok insan, “Ne alakası var?” diyordu. Şimdi bir bakıyorsun, pek de etik gibi bir derdi olmayan insanlar, birdenbire, “Keşke tutuklu yargılanmasaydı” diyorlar. 

Kemal Can: İlke ve etik, bahane üretmenin aracı değil. Burada bağlam çok önemli. Bu şöyle bir durum değil: “Kol kırılır yen içinde kalır. Bizim meselemizi biz kimseyle konuşmayız. Bizden olunca hataları görmeyiz.” Böyle bir şey değil. Burada önemli olan bağlam. Bu bağlamda ne ilkesel tutumun ne iyi gazetecilik refleksinin ya da doğru hamlenin ne olup olmadığının bir önemi var. Bunlar teferruat. Tıpkı, Ayşe Barım hadisesinde, onun mesleki performansıyla ilgili açılan tartışmanın, bağlamla bir alâkası olmadığı gibi. Tıpkı, daha önce açılan Cumhuriyet Davası’nda yayın politikası değiştirmek gibi bir suç icat edilmiş olunması gibi. Tıpkı, yine söylediğim gibi Gezi davası ve benzeri pek çok, tamamı siyasi olan davalardaki açık tutumdan anlaşıldığı gibi. Buradaki bağlamı kaçırmanın bir anlamı yok. Her şeyi konuşabiliriz, yanlışı konuşabiliriz, ilkeleri konuşabiliriz, ama bunu bu bağlamda konuşmak hakikaten ancak art niyetle ya da başka bir niyetle mümkün. 

Çok açık bir şey var: ‘’Bu memlekette iyi gazetecilik yapılsın, temel ilkeler, gazetecilik ilkeleri bozulmasın’’ diye yapılmış bir müdahaleyi konuşmuyoruz. Ayrıca, gazeteciliğin temel prensipleriyle ilgili mesele zaten bir gözaltı konusu değildir, bir tutuklama konusu değildir. Sadece buradan baksanız bile, böyle bir şeyle karşı karşıya olduğunda, bir basın kuruluşunun basılıp, neden basıldığını gayet iyi bildiğin, içinde yaşadığın kronolojiyle yaşayarak öğrendiğin bir yargı operasyonunda, senin konuşacağın şey, hakikaten bu meselenin, bütünün içerisinden hangi bağlama oturduğudur. Bu kadar basit. 

Ruşen Çakır: O çok açık net. Bir de “Dinime küfreden Müslüman olsa” derler ya, neyse, oralara çok fazla girmeyelim. Ama şöyle bir şey var: Görüntüler ortada, deminden beri arkadaşlar gösteriyorlar. Yine göstersinler. Barış Pehlivan şu anda yüzü karartılmış bir polisle konuşuyor. Nerede konuşuyor? Halk TV‘nin önünde konuşuyor. Bu şöyle bir olay değil ki: O yüzü karartılmış adam, başka bir basın kuruluşundan gelmiş, “Arkadaşım böyle haber yapılır mı?” demiyor. Alıp götürüyor adamı. Bu kadar basit, alıp götürüyor. Burada artık, yok şuymuş yok buymuş, böyle haber mi olurmuş, adı izin alınmadan şu bu yapılırmış…

Kemal Can: Bunu tartışmaya açanlar ya da bu açılmış tartışmaları köpürterek meselenin asıl bağlamından çıkmasına teşne olanlar için çok basit bir şey. Savcılık böyle yapılıyor mu, polislik böyle yapılıyor mu, yargı böyle işliyor mu? Bunu tartışmıyorken, bu, hakikaten kabul edilebilir bir şey değil. 

Ruşen Çakır: Şimdi tekrar Suat’a gelelim. Ben dünkü yayında ‘Bunca yıldır tanıyorum. Suat siyasi olarak necidir?’ diye sorsalar, inanın ki bilmiyorum” dedim. Hatta bir an önce çıkar da kendisine de bu yayını izletip, “Hakikaten sen nesin, sağcı mısın solcu musun?” diye soracağım. Sen biliyor musun mesela?

Kemal Can: Senelerdir tanıdığım, defalarca hangi durumlarda nasıl, kişisel olarak ne tarafta durduğuna ilişkin defalarca tanıklıklarım olduğu için, tabii ki Suat’ın politik pozisyonunu biliyorum. Ama mesleğini yaparken bunu etiketleyen biri olarak…Birlikte aynı iş yerinde birlikte çok fazla çalışmadık. Fakat dediğim gibi, çok yerde yollarımızın kesiştiği ve hep birbirimizi görme mesafesinde olabildiğimiz çeşitli imkânların olduğu çok uzun bir aralıktan, gözlem değeri olan bir zaman diliminden bahsediyorum. 

Ruşen Çakır: Düşün, ben olay olduğu gün konuştum kendisiyle. Mesajlaşmalarımız hâlâ duruyor. Arada sırada dalga geçmek için de aradığım oluyordu. Çünkü Allah için Halk TV‘de dalga geçecek çok şey var, onları duyup aradığım da oluyordu. Suat’ın bir an önce özgürlüğüne kavuşmasını, normal olanın olmasını, açılacak bir dava varsa ki açılacak zaten, ona yapacak bir şey yok, ama en azından tutuklu yargılamak gibi saçmalığın bir an önce bitmesini dileyelim. Bu arada, kalkıp gazetecilik öğretmeye çalışanlara da hayatta başarılarının devamını dileyelim. 

Şimdi CHP’de aslında ilk konuştuğumuz olaya, bugünkü mitinge, Ekrem İmamoğlu, Cumhurbaşkanlığı gibi konulara döneceğiz. Özgür Özel salı günü ‘’CHP’de yeni yol haritasını açıklıyoruz” dedi. Kemal sen ‘’Yeni yol haritası’’ dediğinde bir şey diyeceğini düşünerek heyecanlandın mı? mıydın? 

Kemal Can: Üç aşağı beş yukarı böyle bir sonuç çıktığı için merak duymadım. Bunun olacağını tahmin ettiğim için merak duymadım. 

Ruşen Çakır: Ben bunun olacağını tahmin etseydim, merak duyardım. Bunu da beklemiyordum, onun için şaşırdım. 

Kemal Can: Bunun olacağını tahmin etmemin nedeni de özel bir bilgiden ya da duyumdan değil. Bu konuda büyük bir tazyik, özellikle bu davalar…

Ruşen Çakır: Kemal, teğmenler ihraç edilmişler. 

Kemal Can: Evet, şu andaki bilgi. 

Ruşen Çakır: Ona da şaşırmadık. Geçmiş olsun. 

Kemal Can: Bu sonucu almak için zaten epey zorlayıp iki tur değiştirdiler. Şunu söylüyordum: CHP bu konuda, özellikle bu soruşturmalar dalgasından sonra büyük bir tazyik görmeye başladı. Çünkü bu soruşturmalar ağırlıklı olarak adaylık meselesini de içine alan bir kıskaca dönüştüğü için bu konudaki tazyik fazlaydı. Sadece bir karşılık verme stratejisi değil, artık bir tür mecburiyet tarafı da oluşmaya başlamıştı.

Ruşen Çakır: Evet. Şimdi bu teğmenler meselesi gerçekten çok önemli. Burada bir kamuoyu tepkisi var ama bunu da zamana yaydılar, değil mi?

Kemal Can: Araya bir sürü başka şey girdi. 

Ruşen Çakır: Ama bu gündemi bayağı meşgul eder diye tahmin ediyorum. Henüz daha sıcak olduğu için şimdi üzerinde çok fazla konuşmayalım. Detayları gelir. Ama üç aşağı beş yukarı tahmin ediyoruz. Bu da tabii ki tamamen siyasi bir karar. Yargıydı, yok disiplin soruşturmasıydı, şu bu, onların hepsi protokol. Şimdi Özgür Özel’in ön seçimle ilgili nasıl konuştuğunu bir izleyelim, ondan sonra devam edelim. 

‘’Özgür Özel: Bu kötülüğe karşı yeni bir başlangıcı yapmanın zamanı gelmiştir. İsimleri hep umutla birlikte anılan Ekrem Başkan’la Mansur Başkan’la konuştuk, değerlendirdik. Duyduğum en büyük memnuniyetlerden birisi, biraz önce ismini de andığım iki demokrasi kahramanının da ‘Partim bana bir görev verirse…’ diye başlayarak kurdukları onurlu cümlelere yürekten ve hepiniz adına teşekkür ediyorum. Partiye kaydolan herkes cumhurbaşkanı belirleme seçiminde oy kullanabilecektir. Türkiye’yi davet ediyoruz. Biz yola çıkıyoruz, iktidarı değiştirmeye hazır mısınız? Hazır mısınız, hazır mısınız? Biz hazırız, hep birlikte başaracağız. Hep birlikte iktidara yürüyoruz. Bugün başlıyoruz. Yolumuz açık olsun. Sizlere güveniyor, sizlere inanıyorum. Biz başaracağız, biz kazanacağız, biz kazanacağız.’’

Ruşen Çakır: Bu ‘’kurtulmak yok tek başına…’’ sloganı, yumruk sıkmalar benim için fazla nostaljik olmaya başladı. Cumhuriyet Halk Partisi bayağı bir şey bir yere doğru gidiyor. Anladığım kadarıyla çok geçmeden ön seçimin tarihi açıklanacak. Bu arada, bu açıklamanın ardından yeni üye kayıtları başlamış, onu da duyduk. Bunun pek bir şeyi etkileyeceğini sanmıyorum, birileri gelip manipüle edecek kadar büyük bir şey olmaz. Nasıl olacağı konusu belirsizdi. Çünkü bu anayasal bir zorunluluk değil, tüzükte yeri yok. Anladığım kadarıyla, il merkezlerine sandık kuracaklar, insanlar üye olduklarını bir şekilde gösterecek ve oy kullanacaklar gibi gidiyor. Herhalde çok kişi başvurur. Muharrem İnce başvurur mu sence? 

Kemal Can: Önce girsin bakalım.

Ruşen Çakır: Evet girecek o, artık kesinleşmiş. 

Kemal Can: Hayır, o girişinin havası ve etkisi önemli.

Ruşen Çakır: Sandıkları patlatırmış. Tabii burada ‘’hem İmamoğlu hem Mansur Yavaş ayrı ayrı aday olurlar mı?’’ sorusu var. ‘’Aday olurlarsa kim kazanır?’’ sorusu var. Benim kişisel görüşüm, İmamoğlu’nun kazanacağı yolunda. Ama bu arada, biz Medyascope olarak bir anket yaptık. 8,200 oy kullanılmış. ‘’Yüzde 68 İmamoğlu, %24 Yavaş kazanır’’ demiş. İnsanlar bayağı ilgi göstermişler, yorumlar da yapmışlar bu konuda. Ben de burada sanki öyle bir şey çıkar diye düşünüyorum. Ama o zaman da ‘’ ikisi birden aday olacak mı? sorusu geliyor. Özgür Özel az önceki konuşmasında ‘’Her ikisi de ‘Partim bana görev verirse…’ dediklerini açıkladı. Yarışın ikisi arasında olduğunu o da kabul etti. Ama ikisi yarışacak mı meselesi var, değil mi? Kaybeden sonra ne yapacak? Kaybeden kazananın yanında onun yol arkadaşı ve belki de en yanındaki kişi, belki de potansiyel cumhurbaşkanı yardımcısı adayı olarak mı duracak, yoksa mesafe mi koyacak? Bir de diyelim ki ön seçim Mart ayında yapıldı ve diyelim ki A kişisi %60 oy aldı ve aday olarak ilan edildi. Ama seçimin ne zaman olacağı belli değil, öyle değil mi? 2028 bile olabilir. O zamana kadar kim öle kim kala. Aslında ilginç bir olay. 

Geçenlerde Edgar Şar sosyal medyada bayağı uzun bir yazdı, görmüşsündür. Sonra bir yazı yazmasını istedik, onun yazısını da Medyascope’a koyduk. O klasik, ‘’riskler ve fırsatlar’’ olayı burada da çıkıyor. Ben şahsen fırsatların daha ağır bastığı kanısındayım. Sen ne dersin? Bunu seçmiş olmaları, bence CHP için daha hayırlı olmuştur diye düşünüyorum. 

Kemal Can: Şu anda en azından bu formülün aldığı reaksiyondan, formülün CHP kamuoyu içerisinde bir memnuniyetsizlik oluşturmadığını görüyoruz. Genel olarak bu formüle pozitif bir yaklaşım var. Tabii ki Mansur Yavaş’ın adaylığı ihtimali ve CHP dışındaki bazı muhalefet unsurları cephesinden bakan birilerinin birtakım itirazları var. Anketler iddiası, Mansur Yavaş’ın aday olmayacağı, bu formüle iyi gözle bakmadığı yönünde birtakım kulisler var. Ama bunlar dediğim gibi kulis. En azından Mansur Yavaş’ın bugün otobüsün üstünde verdiği resimde, bu ima ya da bu izlenim yok.

Ruşen Çakır: Anlaşmışlar gibiydi sanki, değil mi? 

Kemal Can: Bilmiyoruz. Dediğin gibi, sürecin daha bir sürü aşaması var. Ama tansiyonu çok erken aşamada vermek gibi bir niyetten yana olmadıklarını anlıyoruz. En azından Mansur Yavaş’ın öyle bir tutumu olmadı ve aslında şimdiye kadar gördüğümüz en sıcak fotoğraflar gösterildi. Tabii buradaki asıl mesele, adayı netleştirmek. Bunu üye kampanyasıyla birlikte bir politik aktivasyon gibi iki aya yayarak, bir teşkilat canlılığı yaratmak da ayrıca pozitif bir şey. ‘’Biz adayımızı belirliyoruz; iktidarı değiştirmek için yola çıktık’’ havasını oluşturmak önemli bir şey. Bu formülün bu anlamda da politik bir faydası olabilir. Ama CHP’nin bunun devamını da şöyle getirmesi gerekir: Zaten artık sık sık dile getirilen ‘’tek çare erken seçim’’ tezini kuvvetli biçimde hem bir muhalefet baskısı hem bir seçim baskısı, hem de şimdiye kadar iktidarın muhalefete yaptığı aday baskısını tersine çevirerek, iktidar üzerinde bir aday baskısına çevirmesi lazım. CHP bu süreci başarılı biçimde yürütüp, hakikaten kuvvetli bir politik canlılık yaratarak bu süreci sonuçlandırıp, adayını netleştirip, kampanyasını başlattığını ilan ettiği anda, aslında muhalefeti ve Erdoğan’ı şuna sıkıştırması gerekiyor: “Biz durumumuzu netleştirdik. Senin sürekli oynadığın oyuncak artık yok. Biz kampanyamıza başlıyoruz” dediği anda, onu hem seçime hem de adayını netleştirmeye zorlaması gerekiyor. Aslında iktidarın teorik olarak şu anda adayı yok. Çünkü erken seçim olmayacaksa, Erdoğan aday olamıyor. Bunu kendileri de kabul ettiği için söylüyorum. Çünkü aylarca kendi televizyonlarında bunu konuştular. Erdoğan’ın tekrar aday olmasının hukuki formülünün ne olduğunu tartıştılar. Dolayısıyla şu anda erken seçim lafını etmeden, Erdoğan’ın aday olarak ilanı mümkün değil. Bahçeli kendi kendine ilan etti, öyle olması gerektiğini söyledi, ama bunun hukuki formülünü ortaya koymadı. Sonra Ömer Çelik çıktı, “Bu zaten normal bir şeydir. Bakarız, onun formülü çıkar” dedi.  

CHP iktidarı sıkıştırmak için bu kampanyasını kullanacak ve İmamoğlu’nu da bir tür korumaya alacak bir kampanyaya çevirecekse, “Biz netleştirdik. Adayımız bu. Kampanyamıza başlıyoruz ve iktidara yürüyoruz” kampanyasını, artık muhalefeti sıkıştıran bir dinamizme taşıması gerekiyor. Siyasetin geleceğini biraz “Bu işleyecek mi, olacak mı, bunun devamında böyle bir dalga oluşacak mı?” sorularının cevapları belirleyecek. Senin dediğin ihtimaller, “Daha sonra başka aday çıkar mı? Bu ilk ön seçim meselesini hasarsız geçtikten sonra birtakım pürüzler çıkar mı?” soruları, bence o havanın nasıl oluşacağıyla ilgili. Eğer o hava, şimdiye kadar sadece anketlere yaslanıp, yalnızca 2024 seçimlerine referansla, “İktidara yürüyoruz. Bunlar gidiyor” tezinden daha kuvvetli bir rüzgâra, politik bir rüzgâra dönüşebilirse, o zaman pek çok şeyi başka türlü konuşuyor olabiliriz. 

Ruşen Çakır: Teğmenler meselesine gelelim. Bu teğmenler meselesiyle ilgili haberin detaylarına baktığımız zaman, 5 teğmene TSK’dan ayırma cezası verildiğini görüyoruz. Bakanlık ayrıca 3 sıralı disiplin amirine de aynı cezayı uyguladı. Sen bu işleri daha iyi bilirsin. Sıralı disiplin amiri derken nedir.?

Kemal Can: Onların üstleri. 

Ruşen Çakır: Üç sıralı deyince mesela bir üstü, bir üstü, bir üstü. 

Kemal Can: Evet. 

Ruşen Çakır: Bayağı ciddi bir şey yani,

Kemal Can: Yatay da olabilir. Sıralı amirleri, onların bağlı bulundukları amirler.

Ruşen Çakır: Bayağı ceza kesmişler. 

Kemal Can: Hani hep konuşuyoruz ya, medyası, yerel yönetimlere kayyum hamleleri, çok boyutlu taarruzun, bu dalganın havası, zaten açıkçası bu konuda başka bir tutum alma ihtimalini ortadan… Bu neredeyse bu havanın içerisinde olacak bir şeydi. O disiplin amirleri meselesi tabii ayrıntılar ortaya çıkınca anlaşılır belki, ama orada bu sürecin gecikmesinde, bazı üst rütbelilerin istenen şeyi söylemediği, bu disiplin cezasının verilmesini gerektirecek ifadeleri vermediği tartışıldı.

Ruşen Çakır: Onlar da cezalandırıldılar. 

Kemal Can: Muhtemelen öyle. Tıpkı, Ayşe Barım hadisesinde bazı sanatçılara yalan söyletemedikleri için tekrar bir ceza verildi. Burada da iş artık biraz oraya doğru gitmiş.

Ruşen Çakır: Teğmenlerin isimlerini okuyayım: Ebru Eroğlu; o birinci olan. İzzet Talip Akarsu, Serhat Gündar, Deniz Demirtaş ve Batuhan Gazi Kılıç. Yeni mezun olup yemin eden beş teğmen. Şimdi burada şöyle de bir olay var tabii, onu da biraz düşünmek lazım. Erdoğan iktidarının ilk yıllarına damgasını vuran, Fethullahçılarla ittifak meselesi ve ‘’askeri vesayete karşı mücadele’’ diye adlandırdıkları bir süreç var. Bu süreç içerisinde askerilerin siyasetten tasfiyesi yapıldı. Ergenekon ve Balyoz operasyonlarını kastediyorum. Ama sonra iş tersine döndü, bu sefer, Ergenekon’u, Balyoz’u yargılayanlar yargılandılar. Mesela ilk akla gelen Doğu Perinçek’ti, hapis yattı, Erdoğan’a destekçi oldu. İşin rengi değişti sanki. Erdoğan’ın, daha önce hedef aldığı birtakım kesimleri, ulusalcıların bazı kesimlerini yanına aldığını gördük. Ergenekon döneminde böyle bir şey olsaydı, olayın çok hızlı bir şekilde nasıl paketleneceğini biliyorduk, değil mi? ‘’Bunlar askeri vesayetin son çırpınışları, şunlar bunlar, arkasında şu var bu var, bir kısım medya var’’ denilirdi. Bu olayda böyle bir şey yok. Bu teğmenlerin arkasında kim olabilir? Ne doğru dürüst bir medya desteği ne başka bir destek ne derin devlet var, böyle bir şey yok. Ama bunun bir şekilde iktidarı rahatsız ettiği de açık. Bunu, eski fabrika ayarlarıyla açıklamakta çok zorlandılar aslında. Şimdi bir tarafta, geçmişte suçladığı insanların birçok argümanını sahiplenmiş bir iktidar var. Bir tarafta da kendisinin başkomutan olduğu ordunun yüceltildiği bir iktidar var. Eski tip şeyleri hatırlatan çok karışık bir olay. Cezanın bu kadar gecikmesinin nedeninin kendi içlerinde ne yapacakları kararına varamadıkları, birazcık kontrpiyede kalmış oldukları diye düşünüyorum.  

Kemal Can: Olabilir, mümkündür. Hangisinin ‘kendileri için daha çok hayrına olacağı’ konusunda bir tereddüt ya da farklı görüşler ortaya çıkmış olabilir. Çünkü hep söylüyoruz, ben hâlâ aynı fikirdeyim. Bu iktidarın, büyük ölçüde katmanlı ve aslında çeşitli ittifaklar barındıran, iç koalisyonları olan, bu iç koalisyonun da kendi gerilimleri olan bir yapısı var. Dolayısıyla orada birtakım şeyler doğmuş olabilir. Senin dediğin gibi, bu hikâyede vesayet, yani eskiden kullanılan, “Biz, iktidar yaptırtmıyorlar, bizi iktidar olarak tanımıyorlar, bize iktidar olma fırsatı tanımıyorlar” argümanı yerine, “Geçti o günler. Artık öyle bir imkân olduğunu düşünenler varsa, hiç öyle düşünmesinler’’ lafının karşılığı olarak, artık büyük ölçüde hamleler yapılmaya başlandı. İnsanların sokağa çıkma söylemlerine karşılık, öyle bir tehdit, öyle bir canlı durum olduğu tehlikesini işaret ederek meşruluk yaratmak yerine, öyle bir şeyin mümkün olmadığını ve öyle bir şeyi tahayyül edenlerin çok ağır cezalandırılacağı fikrini ortaya koydular.

Ruşen Çakır: “Siz Türkiye’de nelerin değiştiğinin hâlâ farkında değil misiniz?” gibi.

Kemal Can: Evet, diğer konularda da konuştuğumuz gibi…  

Ruşen Çakır: Bu teğmenler olayında şöyle bir şey var, ki bu önemli tabii. Burada bir takım sembolik şeyler var. Okul birincisi olan, bir kadın. Şu anda ekranda da görüyoruz, ‘’Mustafa Kemal’in Askerleriyiz’’ diyerek yemin ettiriyor. Sonuçta, toplumun büyük bir kısmının çok büyük bir bağlılık hissettiği Türk Silahlı Kuvvetleri, insanların ‘’pırıl pırıl gençler’’ diye tarif ettiği genç teğmenler.  Dolayısıyla böyle kolay bir şey değil. Diyelim ki 10 tane Albay, Binbaşı ya da Yarbay bir araya gelip, bir yerde ‘’Mustafa Kemal’in Askerleriyiz’’ diye bağırdığında, bunu çok kolay bir siyasi bir operasyon olarak görüp, paketleyip çok sert bir şekilde cevap verebilirsin. Ama burada, okul birincisi bir genç kadın, yanında başarıyla mezun olmuş çocuklar. Daha yolun başındalar. Hangi kumpası yapsınlar? Bir kanıt bulabilselerdi bulacaklardı. 

Kemal Can: Aslında galiba birileri mi yönlendirdi diye işin o tarafını biraz kurcaladılar. Bu, şimdi bu genç teğmenler için yapıldı. Daha önce de hatırlıyorsan emekli paşaların Montrö Biildirisi’nde benzer bir şey yapılmıştı. 

Ruşen Çakır: Şimdi ne olacak? Birtakım açıklamalar gelecek. Hemen ilk açıklamayı Ekrem İmamoğlu yaptı: “Tarihe utançla geçecek bir karar. ‘Mustafa Kemal’in Askerleriyiz ‘dedikleri için en başarılı teğmenler ihraç edildi” diyor. Ordunun, Atatürk’ün askeri olduğunu vurguluyor. Tabii bu ‘Mustafa Kemal’in Askerleriyiz’ lafı da çok önemli. Ondan dolayı değil de yeminden dolayı olduğunu söylediler. Yemin de bir ara kullanılmış, sonra kalkmış. Bu, bayağı konuşulacak, tartışılacak bir olay. İlk çıktığında ne olmuştu? Hatırlarsan, “Ne oluyoruz?” dedik. Sonra bir gitti, büyüdü. Önce bir video, sonra bir başka video çıktı. Şimdi videoda görüyoruz zaten, bu yemine neredeyse bütün yeni mezunlar iştirak ediyor. Beş kişi ordudan atılıyor ama sonuçta katılmamış mezun yok. Peki, o yemin törenine katılan diğerleri, bunu yaşamış olarak nasıl kalacaklar orduda? Aslında çok ciddi. Şöyle söyleyeyim: başlangıçtaki siyasi yönü zayıf, ama sonrasındaki siyasi etkileri çok olacak bir olay yaşadık, bana öyle geliyor. Bir seçim kampanyasında muhalefetin bayağı kullanacağı bir olay olacak bu. 

Kemal Can: Bir de, o zaman daha ihraç söz konusu olmadığı için, henüz soruşturma sürdüğü için, herkes, bunun üzerine çok açıklama yaparak… 

Ruşen Çakır: Başlarına bir şey gelmesin diye pek büyütmediler belki.

Kemal Can: Evet. ‘’Belki yapılmaz’’ diye çok büyütülmedi. Şimdi ortada net bir sonuç var. Dolayısıyla şimdi daha çok tartışılacak olabilir. Yani dediğin doğru.

Ruşen Çakır: Bitirmeden önce acayip bir olayı daha konuşalım. Yargıda Kura Töreni. Sosyal medyada da epeyce konuşuldu bu. AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin kura töreninde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yeğenini tanıştırıyor. Videoya bir bakalım, kısaca bu konuya da bir değinelim.

‘’Özlem Zengin: “Sayın Cumhurbaşkanım, kurada hemen göremeyeceğiz ama benim yeğenim de, Arif Dağhan, adını telaffuz etmek istiyorum, burada göremeyeceğiz. Arif Dağhan benim yeğenim. Hiç olmazsa bir selam versin size. Kurada da adını görürüz.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Öyle mi? Nerede?”

Özlem Zengin: “Evet, seslenebilir miyim? Arif’ciğim neredesin?” 

Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Orada, en arkada.” 

Özlem Zengin: “Evet tebrik ediyorum Arif’i. Biraz sonra yerini öğreniriz. 

Ses: İki tane Arif Dağhan çıkıtı ama. 

Özlem Zengin: Evet, Arif Dağhan. Çok teşekkür ediyorum Sayın Cumhurbaşkanım, hayırlı olsun.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan: “İkisinin de soyadı aynı mı?”

Özlem Zengin: Bilemiyorum, iki isim mi var? İkisi aynı mı? 

Ses: Hangisi Arif Dağhan?  

Özlem Zengin: Öndeki evladımız, benim yeğenim. İkisinin de soyadı aynı. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan: İkiniz de Arif Dalhan mısınız?  Birisi oturduğuna göre.’’

Ruşen Çakır: Biliyorsun, Türkiye’de yargı bağımsız, tarafsız, partiler üstü, ama böyle garip nepotizm örnekleri de yaşıyoruz. Fakat bu olayın bir de siyasi boyutu var, o da şu: AK Parti içerisinde Özlem Zengin’in çok önemli bir konumu var. Grup başkanvekili ve bazı durumlarda, yaptığı açıklamalar, aldığı pozisyonlar, AK Parti çevrelerinin bazıları tarafından eleştiriliyor. Biliyorsun bir ara hedef gösterildi. O çok yapılan bir şey değil. AKP içerisinde trollerin, sosyal medya fenomenlerinin, kendi içlerinde birilerini hedef göstermesi çok yaşanan bir şey değil. Özlem Zengin bir anlamda böyle saldırılara da muhatap olmuştu. Bir anlamda tahkim etme gibi, ama sonuçta ortaya çıkan görüntü çok acayip. 

Kemal Can: Bir de niye lazım? Muhtemelen dediğin nedenlerle. Çünkü siyasi güç de artık yakınlık, temas gibi birtakım faktörlere bağlı olduğu ve fazla şahsileşmiş olduğu için demek ki böyle şeylere ihtiyaç duyuyorlar. O yeğen de bundan memnun görünüyor ama normalde mahcup olacağı bir şey. Niye salonda herkesin içinde böyle gösterilip…

Ruşen Çakır: Emin değilim, umarım öyle olmuştur. Şimdi orada yüzlerce yargı mensubu var desek abartmış olur muyuz?

Kemal Can: Hayır.

Ruşen Çakır: Bayağı kalabalıktı, değil mi?

Kemal Can: Sayıyı bilmiyorum.

Ruşen Çakır: Yüzlerce yargı mensubu var. Yeni başlayacak yargı mensupları var, ama biz şimdi ‘’Arif’ciğimi ‘’ayrı tanıyoruz. Diğerlerinin adlarını bilmiyoruz. 

Kemal Can: Erdoğan onu hatırlar mı bilemem, ama orada başka birilerine sunulmuş oluyor o isim. 

Ruşen Çakır: Evet. Neyse bitirelim artık. Bu haftaki ‘Haftaya Bakış’ böyle. Yayının ortasında 5 teğmen ve üç sıralı yöneticinin TSK’dan ihraç kararı da geldi. Gerçekten önemli bir gelişme. Beklenen, ama önemli bir gelişme. Yankıları çok olacak. Siyaset zaten bayağı sert gidiyor, iyice sertleşecek. Teğmenler de bu olaya ekstradan bir sertlik unsuru katmış olacak

Haftaya Bakış’a Kemal’le birlikte noktayı koyalım. Hepinize çok teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere. İyi günler.

 Kemal Can: İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.