Suriye’de neler oldu? Neler olacak? Amberin Zaman anlatıyor

Suriye’de neler oldu? Suriye’de son durum ne? Neler olacak? Mazlum Abdi ve Ahmed eş-Şara arasında imzalanan anlaşma sonrasında neler bekleniyor? Amberin Zaman, Ruşen Çakır’a anlattı. Zaman, videoda, Türkiye’nin bu anlaşmaya onay verdiğini belirterek, “Türkiye’nin onayı olmadan Şara bu masaya oturmazdı” dedi.

Suriye’de son durum

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklamalarıyla başlayan ve PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla devam eden İmralı süreci çerçevesinde Suriye’deki Kürt güçlerin de silah bırakması yönünde Ankara’nın baskısı artarken Suriye’de Cumhurbaşkanlığı, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile anlaşmaya varıldığını açıkladı.

SDG Komutanı Mazlum Abdi ve Suriye’de cumhurbaşkanı ilan edilen Ahmed eş-Şara arasında imzalanan anlaşma doğrultusunda SDG’nin ulusal hükümete katılacağı bildirildi.

SDG, 8 Aralık 2024’te Beşar Esad liderliğindeki Suriye yönetiminin devrilmesinden sonra kurulan geçiş hükümetinin silah bırakma çağrısına olumlu cevap vermemişti.

Amberin Zaman, Ruşen Çakır’la yaptıkları videoda, Türkiye’nin bu anlaşmaya onay verdiğini belirterek, “Türkiye’nin onayı olmadan Şara bu masaya oturmazdı. Çünkü Türkiye’nin bu konuda bir veto hakkı diye tanımlayabileceğimiz bir gücü var. Bugüne kadar bir anlaşma
imzalanmadıysa da, büyük ölçüde Türkiye’nin de engellemeleri yüzünden. Çünkü
Türkiye’nin dediğim gibi paralel yürüttüğü bir süreç var. Ve onun bir ayağı Suriye” dedi.

suriye'de son durum

Saldırılarda en az 1383 sivil öldürüldü

Suriye’nin Lazkiye şehrinde Alevilere yönelik katliam sonucu en az bin 383 sivil öldürüldü. Fransız haber ajansı AFP, 6 Mart’tan beri bin 383 sivilin öldürüldüğünü duyurdu.

Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki Alevi bölgelerinde son günlerde yaşanan saldırılar, büyük bir insani felakete yol açtı. Fransız haber ajansı AFP, Suriye’deki saldırılarda en az bin 383 sivilin öldürüldüğünü duyurdu.

Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR), Suriye’nin kuzeybatısında “sivil ve savaşçı ayrımı yapılmaksızın erkek ve genç yetişkinlere yönelik geniş çaplı saha infazların” yaşandığını duyurmuştu.

Suriye'de neler oldu? Neler olacak?
Suriye’de neler oldu? Neler olacak?

Videonun tamamını buradan izleyebilirsiniz.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler. Suriye’de durum birdenbire çok hareketlendi, Alevilere yönelik katliam haberleri geldi. Ve sonra birdenbire Kürtlerle, Ahmet eş-Şara yönetimi arasında anlaşma imzalandı. Hepsi üst üste bindi. Neler oldu, neden oldu, bundan sonra neler olacak, bu konuyu, bu işin en önde gelen isimlerinden, meslektaşımız Amberin Zaman’la konuşuyoruz. Amberin, merhaba.

Zaman: Merhaba, Ruşen.

Suriye’yi çok yakından takip ediyorsun, gidiyorsun, doğrudan aktörlerle konuşuyorsun. Suriye bir ara rölantideydi, sakinleşmiş gibiydi, ama birdenbire tekrar dünyanın gündemine geldi. Önce Alevilere yönelik katliamdan başlayalım. Birçok kişi adım adım işleyen bir süreçten bahsediyor. Sen Suriye’yi yakından bilen birisi olarak, Alevilere yönelik bu katliamları duyduğunda çok şaşırdın mı? Beklenmedik bir olay mıydı yoksa hakikaten bunlar adım adım geliyor muydu?

Zaman: Katiyen şaşırmadım. Çünkü ben Şam’dayken görüştüğüm Alevilerin hepsi bana, özellikle sadece Tartus’ta, yani Alevilerin yoğun olarak yaşadığı kıyı bölgeleri dışında, Humus’ta da çok fazla saldırı olduğundan söz ediyorlardı. Ama bunlar hep böyle sanki münferit olaylarmış gibi sunuluyordu. Tek tük olduğu, toplu bir katliam şeklini almadığı için, dünya basının da gözü bu olayların pek üzerinde değildi. Şunu söylemeden edemeyeceğim: Maalesef 2013 yılında eş-Şara’nın örgütü El-Nusra sahneye çıktığında, yabancı basın biraz görmezden gelmişti. Çünkü Türkiye üzerinden Suriye’ye gitmenin engellenmemesi için her zaman çok çaba sarf ediyorlardı. Oradaki olumsuz gelişmelere biraz göz yumulan, ‘’ Özgürlük Savaşçıları Esad’a karşı’’ şeklinde bir hikâye vardı önümüzde. Çünkü eş-Şara hükümeti bir akreditasyon sistemi getirdi. Suriye’ye gitmeden başvuruyorsun ve senin ne yazıp çizdiğine bakıyorlar, ona göre karar veriyorlar Suriye’ye sokup sokmayacaklarına. Bu belki ağır bir itham, ama sanırım bu Alevi olayları birçok kişi tarafından sanki biraz göz ardı edildi. Asla sürpriz değildi. Ama çok fazla bilgi kirliliği var, Ruşen. O ‘’çok keskin’’ doğrulardan bahsetmek istemiyorum. Çünkü çok karmaşık bir tablo var karşımızda. Elbette sahnede kötü niyetli aktörler, ‘’Esad kalıntıları’’ diye adlandırılan aktörler var. İran’ın parmağından da söz ediliyor ve ben lojistik olarak bunun nasıl mümkün olduğunu çok sorguladım. Görüştüğüm Suriyeli yetkililer, özellikle Lübnan sınırı üzerinden, Lübnan’dan Suriye’ye silah gelmesinden ziyade, Suriye’den Lübnan’a, Hizbullah’a ulaşan bazı silahlar olduğunu söylediler. Dolayısıyla İsrail bu depoları sürekli vuruyorsa, biraz da Hizbullah’a silah akışını da engellemek adına yapıyor. Çok uzattım lafı, ama hayır sürpriz değildi.

Şu anda Alevilere yönelik olayda, geçici hükümetin rolünü sormak istiyorum. Gerçekten bu olayların önüne geçecekler mi, geçmek istiyorlar mı ve olayların sorumlularını bulma iddiasını yerine getirebilecekler mi? Yoksa üstü kapatılıp yola devam mı edilecek? Ne düşünüyorsun? 

Zaman: Açıkçası şu ana kadar hükümetin bu konuda sergilediği performans pek iç açıcı değil. Zaten biliyorsun, bu geçici hükümet kurulurken de azınlıklara herhangi bir şekilde yer verilmedi. Dediğim gibi, Alevilere yönelik saldırıları biz zaten epeydir duyuyorduk. Ben Şam’dayken de duyuyordum ve ciddi bir önlemin alınmadığını da gördük. Benim görüştüğüm bazı Suriyeliler “Hükümet bunu bir şekilde bir gaz alma yöntemi olarak da görüyordu” diyorlardı. Yani insanların içinde müthiş bir kin, nefret birikmiş. Çünkü Esad rejimi elbette çok büyük zulümlere imza attı ve insanlar bir şekilde intikam peşinde. Dediğim gibi onların gazını almak adına biraz göz yumulmuş anladığım kadarıyla. Sağda solda, Humus’ta, kıyı bölgelerinde, birtakım münferit olaylar yaşanıyordu, ama bu hiçbir zaman asla geçen hafta tanık olduğumuz boyutlara ulaşmadığı için dünya medyasında da fazla yer almadı. Dikkat ettiysen herhangi bir yabancı hükümet de bunlardan pek bahsetmedi, kınama şeklinde bir şey duymadık. Derken, birden bir alev topuna dönüştü. Biliyorsunuz, hükümet bir araştırma komisyonu kurduğunu ilan etti. Bakacağız. Ama bu tabii eş-Şara açısından, meşruiyetine indirilen çok büyük bir darbeydi. Çünkü birdenbire ülkesine hiçbir şekilde hâkim olamayan bir figür hâline geldi.

Peki, şimdi tam bunların üzerinde konuşulurken, Mazlum Abdi, Ahmet eş-Şara’yla anlaşmayı imzaladı ve Türkiye’de özellikle Alevi katliamına haklı bir şekilde tepki gösteren birçok insan şaşırdı ve bir hayal kırıklığı yaşadı. “Bunlar daha yeni katliama göz yuman insanlarla nasıl anlaşma yaparlar?” dediler. Ama benim okuduğum kadarıyla, senin yazında da, haberinde de var, Kürtler, Suriye’de Alevilerle, Dürzîlerle, Hıristiyanlarla sanki bir koordinasyon içinde. Onu biraz anlatır mısın?

Zaman: Kürtler gayet pragmatik yaklaşıyorlar olaylara ve elbette ki Suriye’deki diğer azınlık gruplarıyla temasları var. Bu son derece doğal. Sadece azınlıklarla değil, Sünni Arap gruplarıyla da bağları var ve biliyorsunuz, Kürtlerin kontrol ettiği bölgenin bir kısmı zaten çoğunlukla Arap nüfuslu bir bölge. Tabii insanlar kınayabilirler ama neticede baktığınız zaman, bu olaylardan önce eş-Şara hükümeti hiçbir şekilde böyle bir anlaşmayı imzalamaya yanaşmıyordu. Çünkü gayet keskin kırmızı çizgileri vardı. Neydi onlar? Mazlum Abdi’nin komutanlığını yaptığı SDG’nin ve Kürtlerin ana unsuru olduğu gücün lağvedilmesi ve o gücün içindeki Suriye uyruklu bireylerin yeni orduya katılması şeklinde bir dayatma vardı. Ayrıca, Suriyeli olmayan unsurların, PKK’lı unsurların da Suriye’den gitmeleri, ayrılmaları. Onlara ‘’yabancı savaşçılar’’ deniliyordu. Burada tabii büyük bir çifte standart var. Çünkü diğer yandan, eş-Şara’ya bağlı, ona biat eden birçok yabancı, Çeçen, Özbek savaşçılar var ve o kişilerin, bu Alevi katliamlarında da başrolde oldukları iddia ediliyor. Dediğim gibi müthiş de bir çifte standart söz konusu. Ama bunlar büyük ölçüde aslında Ankara’nın da taleplerini yansıtan kırmızı çizgilerdi. Birdenbire o çizgiler yok oldu tabii.

Sen Al-Monitor’daki kapsamlı haberinde, bunun Kürtler için, yani SDG için diyelim, ki içinde Kürt olmayan unsurlar da var, ama özellikle de Mazlum Abdi için net bir başarı olduğunu söylüyorsun. Kelimeler tam bu olmayabilir, ama bu, bazılarının göstermeye çalıştığı gibi bir teslimiyet değil. Özellikle asli unsur, yani Suriye’nin asli unsuru olması hususu benim çok dikkatimi çekti. Zaten dün yaptığım değerlendirmede de bunu vurguladım. Şu anda geçici de olsa, Kürtler bir hükümetle anlaşma imzalıyor ve o anlaşmada Kürtlerin asli unsur olduğunu gösteriyorlar. Ama kazanımları sadece bundan ibaret değil herhalde, değil mi? 

Zaman: Dediğim gibi, daha düne kadar, ‘’bize katılmazsan…’’ vesaire gibi koşullar öne sürerek hiçbir şekilde muhatap almıyordu. Suriye’nin yol haritasını çizmek üzere bir milli diyalog toplantısı yapılmıştı biliyorsun. Kürtler oraya da hiç çağrılmamıştı. Birdenbire ne oldu? Bu Alevi katliamları olunca eş-Şara çok sıkıştı tabii. Türkiye de çok kaygılanmıştır elbette. Çünkü başaramayan bir eş-Şara ve yeniden iç savaşa sürüklenen bir Suriye, Türkiye açısından bir facia. Peki, neden büyük bir başarı, bir zafer diyoruz buna? Birincisi, öncelikle Mazlum Abdi Kobani figürüne bakalım. Türkiye’nin, en çok aranan terörist listesinde yer alan, iddialara göre birkaç kez de suikast düzenlemeye çalıştığı, -ki en azından kendisi bu iddialarda bulunuyor ve buna inanmak için de veriler var elimizde- ve hiçbir şekilde muhatap almadığı, kabullenmediği, terörist diye adlandırdığı bir kişi, yine Türkiye’nin maksimum meşruiyet sağladığı, tanıdığı, bence çok daha karanlık geçmişi olan eş-Şara’yla kameralar önünde, imzalar attı. Bundan sonra artık bu ne demek? Bu, Mazlum Kobani, Suriye ulusal politikasında yer alan bir siyasi lider demek. Artık gerilla değil, siyasi lider, bu bir. Hâl böyle olunca, Türkiye’nin bundan sonra aynı şekilde Rojava’ya karşı hasmane tutumda bulunması, örneğin sivil altyapıyı hedef alan saldırılar, yeniden ona yönelik suikastlar düzenlemek gibi girişimleri olması bence pek olası değildir. Bu bir. 

İkincisi, biliyorsun modern Suriye’nin kuruluşundan beri hiçbir şekilde herhangi bir resmî belgede Kürt ibaresi yer almadığı gibi, yüz binlerce Kürt’e bir kimlik dahi verilmedi. Kürtler mesela bir ticari iştirak kuramıyorlardı, emlak satın alamıyorlardı. Peki ne oldu? Şimdi birdenbire ilk defa bir resmî belgede Kürt ibaresi geçiyor. Elbette ki bir asli unsur olarak bu belgede yer almaları son derece önemli. Kaldı ki eş-Şara o saate kadar, “Ben Lübnan olmak istemiyorum. Azınlıklara statüydü, şuydu buydu katiyen olmaz” gibi de çok sert bir söylem içerisindeydi. O da bir anda değişmiş oldu. Tabii burada olayın püf noktaları şunlar: Birincisi, ne demişti? SDG, topyekûn, ama oraya eklemlenen ayrı bir yapı değil de bireyler şeklinde, her bireyin yeni Suriye Ordusu’na katıldığı bir şekil alacaktı. O da yok bu belgede, öyle bir dayatma da söz konusu değil. Bence bir can alıcı nokta daha var. Altıncı madde. Ne diyor 6. madde: “Birlikte Esad kalıntılarına karşı mücadele edilecektir.” Bu ne demek? Bu, eş-Şara çok sıkıştı ve Kürtler olmadan bu ülkeyi yönetemeyeceğini idrak etmiş oldu demek. Bunu herkes, bütün aktörler idrak etmiş oldu. 

Burada uzun bir süreçten bahsediyoruz. 2025 sonuna kadar tamamlanması öngörülüyor herhalde. Birçok sorun olacağını tahmin etmek zor değil. Ama mesela ilk başta “Ankara bu konuya çok sıcak mı acaba?” denildi. Hatta ilk yapılan yorumlarda, mesela Reuters, Ankara’nın tavrını ‘’ihtiyatlı iyimserlik’’ diye yorumladı. Ama sonra Erdoğan açık açık destek verdi ve olayı tebrik etti, değil mi? Birincisi o.

Zaman: Doğru

İkinci olarak, ABD işin çok içinde. 

Zaman: Evet.

Doğrudan olaya taraf olduğu gözüküyor. Üçüncü olarak da, olay Türkiye’deki o genel ‘’yeni çözüm süreci’’ denilen olayla çok bağlantılı sanki. Yanılıyor muyum?

Zaman: Yanılmıyorsun, bütün dediklerin doğru. Birincisi, kanaatimce Türkiye’nin onayı olmadan eş-Şara o masaya oturmazdı. Çünkü Türkiye’nin bu konuda, bir veto hakkı gücü var eş-Şara hükümeti üzerinde ve bugüne kadar bir anlaşma imzalanmadıysa, büyük ölçüde Türkiye’nin de engellemeleri yüzündendi. Çünkü dediğin gibi, Türkiye’nin paralel yürüttüğü bir süreç var ve onun bir ayağı Suriye. Hep böyle sunuldu hepimize. Daha düne kadar ‘’ YPG lağvedilecek, Öcalan’ın çağrısı onları da kapsıyor’’ deniliyordu. Ne oldu birdenbire? Hiçbir şey lağvedilmiyor. İkincisi, evet, Amerikalılar bu işin içinde. Çünkü Amerikalılar açısından da oradaki durum çok kritik. Çünkü orada bir İŞİD sorunu var ve orada Türkiye ve SDG arasında yeniden ciddi bir savaş hâli doğarsa, en başta İŞİD bu durumdan faydalanır. Çünkü Suriye’deki koşullar da buna fevkalade müsait. Dolayısıyla Amerika işin içinde ve an itibariyle de oradaki IŞİD’li Türkiyelilerin de Türkiye’ye iade edilmesi üzerinde de çalışılıyor anladığım kadarıyla. Çünkü Türkiye buna hiç yanaşmıyordu ve oradaki idareyi resmen muhatap almak istemiyordu. Yani şu anda değişen çok şey var. Ve tabii Türkiye’deki bu süreç olmasaydı, bugünleri de görmemiz mümkün olmazdı. Öcalan da devrede ve biliyorsun, Öcalan tarafından Mazlum Kobani’ye de bir mektup ulaştığı iddia ediliyor. O mektubun içindeki telkinleri de az çok tahmin edebiliyoruz. 

Tabii öncelikle şunun altını çizeyim: Mazlum Kobani’nin ve Rojava yönetiminin, 2012’den beri asla Türkiye’ye yönelik herhangi bir hasmane tutumu olmadı. Sadece savunma pozisyonuna geçtiği anda, mecbur kaldığı anlarda çatışmalar doğdu, bu bir. Ama şu gerçeği de göz ardı edemeyiz: Elbette PKK’nın orada nüfuzu var, oradaki birçok aktörün bir PKK geçmişi var. Bunlar iç içe ve Abdullah Öcalan’ı da doğal, sembolik liderleri olarak kabul ediyorlar. Dolayısıyla, Öcalan’ın PKK’nın üzerinde etkisi olduğu nispette, orada etkisi olmaması mümkün değil. Ama onların da tutumunun artık değiştiğini görebiliyoruz ve tabii Mazlum Kobani de bence o nispette daha da güçlü ve daha özgür bir figür olarak da önümüze çıkıyor. Çok mühim gelişmeler var. İdeal bir dünyada ne olabilir? Türkiye’nin Kuzey Irak’la olan ilişkilerinin aynısı, -tıpatıp aynı olmasa bil,- olduğu şekilde ticari ve diplomatik ilişkilerin geliştiği günleri de görme imkânımız artık var. Bu eskiden hayaldi çünkü. 

Irak Kürtlerinden bahsettin. Ben geçenlerde Erbil’deki forumu izledim. Hatta orada Neçirvan Barzani’yi dinledik ve daha bu süreçler yokken, Öcalan’ın açıklaması da henüz gelmemişken, pek çok kişi çok yakından takip ediyordu. Özellikle Suriye’deki Kürtlerle, Irak Kürtlerinin hem KDP hem KYB’yle çok yoğun bir ilişkisi olduğunu, devreye girdiklerini biliyoruz. Bu anlaşmadan sonra da her ikisi de ayrı ayrı, Talabaniler ve Barzaniler ayrı ayrı, bunu sevinçle karşıladılar. Ama şunu çok net söylemek mümkün herhalde. Bir tarafta Öcalan ve Kandil işin içerisinde, ama bir diğer taraftan da Irak Kürtleri de bu olayı çok yakından takip ediyorlar ve bir şekilde de dâhil oluyorlar sanki.

Zaman: Dâhil oluyorlar elbette. Unutma, Mazlum Kobani ilk kez Mesut Barzani’yle buluştu. Bu çok çok önemli, tarihi bir görüşmeydi ve burada büyük bir duvar aşıldı. Çünkü KDP aslında Rojava yönetimine karşı son derece hasmane bir tutum içerisindeydi, yıllarca o sınırı bir açtı, bir kapadı, engeller yarattı. Gerçekten yeni bir dönemdeyiz. Tabii burada ilginç olan, son döneme kadar Rojava yönetimiyle ilişkileri hep KYB, Talabaniler sahipleniyordu ve bunun üzerinden de kendi bölgelerinde de bir meşruiyet devşiriyorlardı. O rol birdenbire onların tekelinden alındı. Şu anda Barzaniler de işin içinde ve belli ki Kürt halkı gerçekten çok büyük bir özlem duyuyor Kürtlerin bir araya gelmesi meselesine. Verilen bu fotoğraf Kürtleri son derece yüreklendiriyor. Herkes gayet memnun bu durumdan. Tabii dediğin gibi, bir yıl uzun bir süre. Neler olup biteceğini tam olarak kestirememekle birlikte, bence herkes bir nefes alabildi, biraz da herkesin birbirine ‘’Dayı’’ dediği bir döneme girdik. Bakalım nereye kadar varacak?

Şimdi o konuda da bir şeyi özellikle sormak istiyorum. HTŞ ya da HTŞ’nin etrafındaki Sünni İslamcı gruplar ve SDG, YPG, Kürtlerin ağırlıklı olduğu yapılar. Bu sadece etnik bir mesele değil. Araplık ya da Kürtlük meselesi değil. Dünyaya bakışları da, yaşam tarzları da çok farklı iki yapı, iki ayrı dünya söz konusu. Aslında iki uç, öyle değil mi? Normalde Türkiye’de Kürtlerin ortalaması daha muhafazakârdır, ama sen daha iyi biliyorsun, Suriye’deki Kürtler sekülerliğe daha yakın gibi. Kadınlar çok öne çıkıyor. Aslında birçok açıdan baktığımız zaman, HTŞ’nin tam zıttı. Bu kadar zıt şeylerin birlikte hareket edebilmesi, birlikte bir ülke inşa edebilmesi nasıl mümkün olacak? Ama bir yerde de belki bu zıtlıklar işi kolaylaştırabilir. Sen ne düşünüyorsun?

Zaman: Tabii ki oradaki yapı farklı ve yıllarca çok katı bir laiklik uygulayan bir Baas rejimi vardı. Ama aynı zamanda, Suriye’de mesela çok eşli evlilik de yasal. Nasıl idare edecekler? Bir kere Ahmet eş-Şara son derece pragmatik, stratejik düşünen bir adam. Bence onun için güç her şeyin ötesinde ve kendi gücünü pekiştirmek adına o ideolojik dediğimiz dürtülerini çok rahat bir kenara koyabilen bir insan. Öte yanda yine çok pragmatik bir lider; Mazlum Kobani var. Ve unutmayın, o sadece Kürtler arasında popüler bir figür değil. Ben o bölgeye defalarca gittim, Arap bölgelerine de gittim. Gerçekten halk tarafından, bütün kesimlerde sevilen bir insan ve bölgenin dışında, mesela Dürzîler arasında da gayet popüler bir figür. Dolayısıyla birlikte bir şeyler yapabileceklerine kesinlikle inanıyorum. Çünkü buna mecburlar. Çünkü eğer başaramazlarsa, Suriye yeniden iç savaşa doğru sürüklenir ve bu herkes için büyük bir felaket olur. 

Demin sözümü tamamlayamamıştım. Buradaki en büyük soru işareti, Amerikan güçlerinin orada kalıp kalmayacağı. Bu bir yıl zarfında eğer Amerikan güçleri bu anlaşma çerçevesinde kendilerine tanıdıkları zamandan önce çekilirse, bu özellikle Kürtler açısından çok olumsuz bir gelişme olur. Trump’ın ne yapıp ne yapmayacağını tabii hiçbirimiz tam olarak kestiremiyoruz. Ama bence, bu noktadan itibaren Türkiye’nin de kendi bekası açısından, en azından bir süreliğine o güçlerin çekilmemesini istiyor olması gerekir. 

Peki, İsrail faktörü hakkında ne dersin? Güneyde çok etkili bir şekilde varlar ve bugün Savunma Bakanı’nın açıklamalarını gördüm. “Eş-Şara her sabah uyandığında, İsrail’in kendisini gözlediğini biliyor olacak,” diyor ve orada yerleşmeye bayağı kararlı olduklarını söylüyorlar. Şam’ın tam dibindeler. Bir diğer yandan,  İsrail’in şu ana kadarki bütün açıklamalarında Kürtler çok sempatik, hatta bir tür stratejik ortak olarak tarif ediliyorlardı. Önümüzdeki dönemde ve birtakım Batı yayın organlarında da bu yüzden Türkiye’yle İsrail arasında bir gerginliğin kaçınılmaz olduğu yolunda da yorumlar yapılıyor. Sen nasıl görüyorsun İsrail faktörünü?

Zaman: Çok güzel bir soru. İsrail açısından Suriye çok önemli. Çünkü komşusu. Aynı zamanda Güney Lübnan’la komşu ve Güney Lübnan’da Hizbullah var. Ve tabii ki İsrail açısından o hattın sıkılaşması, yani o silah akışının durdurulması iki yönlü; bir yandan Esad güçlerine yönelik ve tam tersi, Esad güçlerinden de Hizbullah’a yönelik. Onun engellenmesi hayati. Tabii burada gayet fırsatçı da davrandı İsrail. Hepimiz biliyoruz ki, İsrail İran’ı bu kadar zayıf zayıflatmamış olsaydı, zaten Suriye’de bugünleri görmeyecektik. Kürtlere yönelik sempatik mesajları, evet ilginç. Çünkü Mossad’ın mutlaka temasları olmuştur, normal, ama ilk kez bir İsrail Dışişleri Bakanı, Kuzeydoğu Suriye yönetiminden İlham Ahmet’e, onların Dışişleri Bakanı diyebileceğimiz kişiye telefon açtı. Özellikle İsrail Dışişleri Bakanı’nın çok sahiplenen açıklamaları oluyor. Aynı zamanda da Türkiye’ye karşı son derece sert açıklamalarda bulunuyor. Ama bu son anlaşmayla birlikte, o koz, İsrail açısından biraz zayıfladı. 

İsrail’in Suriye’deki Kürtlere nasıl bir faydası olabilir? Ben eminim ki en büyük faydası şudur: Netanyahu’nun Trump’la çok yakın ilişkileri olduğunu ve o nispette Kürtlerle ilgili lobi yapabileceğini, hatta yaptığını da biliyoruz. Özellikle Amerikan güçlerinin de oradan çekilmemesi için telkinlerde bulunduğunu biliyoruz. Bu, Kürtler açısından olumlu bir şey. Ama daha ötesine gittiğinizde ve bunları bu kadar kamu önünde yaptığı zaman, bu, Kürtlerin aleyhine dönüyor. Çünkü oradaki halkı Kürtlere karşı hasmane bir tutum içerisine itiyor. Tabii ki hiç kimse İsrail’in yaptıklarını tasvip etmiyor, edemez; özellikle Gazze’deki yaşananları da göz önünde tuttuğumuz zaman. Aslında İsrail’in bir yandan Türkiye’yi sıkıştırmak için bunları yaptığına da inanıyorum. Belki Alevi katliamlarına ek olarak, yapmamış olsaydı, ne eş-Şara’nın, ne de Türkiye’nin bu kadar hızlı bir U dönüşü yapacağını düşünüyorum. Belli ki İsrail’in tutumunun da bir etkisi oldu. Ama son kertede ben şuna da inanıyorum: Türkiye ve İsrail, er veya geç bir şekilde aralarını düzelteceklerdir. Çünkü her iki ülkenin çıkarları da bunu dikte ediyor ve böyle olacağına inanıyorum. İsrail’in Trump’a, “Rusya’nın oradaki üslerini muhafaza etmesine karşı çıkmayın. Yaptırımları kaldırmak için bunu önünde bir engel olarak ortaya koymayın” dediği yönünde basında çıkan bazı haberler var. Öte yandan eş-Şara’nın da buna sıcak bakmadığı, Türkiye’nin nüfuzunu biraz törpülemek istediği için Ruslara yanaştığı yorumları bana çok saçma geliyor. Çünkü Türkiye, yıllarca HTŞ, rejim ve Rusya’nın arasındaki tampondu. İdlib’i Rusya ve rejime karşı yıllarca korudu. Yani eş-Şara’nın, İsrail’in de telkinleriyle Rusya’yla bir olup Türkiye’yi karşısına almak gibi bir tutum içerisine girmesi bence mümkün değil. Unutmayalım, Rusya’nın Suriye’ye ulaşması için Türkiye hava sahası üzerinden uçması gerekiyor. Rus gemilerinin de Boğaz’dan geçmesi gerekiyor. Kaldı ki 2022 yılında Rusya ve rejimin İdlib’e saldırılarının yoğunlaştığı dönemde, Türkiye, Rusya’ya hava sahasını kapatmıştı. Onun için her şeye biraz daha soğukkanlı bakmak gerekir. Eminim ki, bir anlamda orada yeni bir düzen, bir güç dengesi kurulurken de Türkiye, İsrail, Rusya, Amerika ve de eş-Şara’yı belki aynı tabloda, aynı saflarda görme imkânımız olabilir diye düşünüyorum.  

Son olarak şunu sormak istiyorum. Nasıl, Golani, Ahmet eş-Şara, bir aktör olarak şu anda ülkenin başında sivil bir şeye dönüştüyse, Mazlum Kobani’yi de -gerçek adı aklımda değil, Abdi gibi bir ismi var- Suriye’de böyle görecek miyiz? 

Zaman: Evet. Görüyoruz zaten. Öyle açmadık mı konuşmayı? 

Yani imzayı atarken gördük de, Cumhurbaşkanı yardımcısı ya da Başbakan Yardımcısı gibi resmi bir titri olmadan, doğrudan sivil kıyafetle, ama ülke yönetiminde… Çünkü eş Şara da düne kadar aranan bir teröristti, şimdi başka bir şey oldu. Burada da benzer bir şey olacak mı? Çünkü Türkiye’nin ona karşı bir vetosu var, ama o veto kalkacak gibi sanki. 

Zaman: Kalktı bile. Programın başında onu söyledim zaten. 

İmzayı attıktan sonra da bir direnç olmayacak mı? Artık bitti mi, o defter kapandı mı?

Zaman: O defter kapandı. Şunu eklemek isterim: Golani’yle Mazlum’u geçmişlerine bakıp kıyasladığımızda, ikisi birbirinden çok farklı. Golani’nin imza attığı bazı eylemlere, içinde bulunduğu organizasyonlara baktığımız zaman gerçekten çok farklı. Çoğu Türk vatandaşı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak PKK saflarında yer almış bir kişiye sempatiyle bakmaz, bunu anlayabiliyorum. Ama şu gerçeği de göz ardı edemeyiz. 2011 yılında Suriye’ye geçtiğinden beri Mazlum Abdi’nin ısrarla vurguladığı bir şey var: “Ben Türkiye’yle barışçıl ilişkiler istiyorum.” Bunu sürekli vurguladı. 2017’de kendisiyle ilk röportajı yapan gazeteci benim. Onu ilk tanıdığımda ve bugün baktığımda büyük bir gelişme de görüyorum. Çünkü bu adam, yıllar boyunca hayatını Amerikalılarla birebir, hatta bir arada yaşayarak sürdürdü. Amerikalı diplomatlarla, Avrupalılarla, Ruslarla… Ve ben şunu çok net görebiliyorum: Artık o PKK geçmişini aştı ve bambaşka bir yerde şu anda. Vizyon sahibi, ilkeli ve çok pragmatik bir insan. Burada Mazlum Kobani güzellemesi yapıyorsun diyebilirsin. Hayır efendim, niye yapayım? Benim böyle bir şeye katiyen ihtiyacım yok. En yakınında iki hanım var, iki kız kardeşi. Mazlum Abdi son derece aydın, iyi bir insan ve iyi kalpli bir insan. Bence Türkiye için çok çok iyi bir partner olabilir. Vizyon sahibi, ilkeli ve barışçıl bir insan. Bütün derdi güç toplamak da değil, ben Mazlum Kobani’yi öyle görüyorum. Sonra değişir değişmez, onu bilemem. Çünkü hepimizin gazetecilik geçmişinde büyük hayal kırıklıklarına uğratan bazı figürler oldu. Umarım o öyle çıkmaz.

Çok teşekkürler, Amberin. Gerçekten çok verimli bir söyleşi oldu. Daha öncekiler de öyleydi ama bu en iyisiydi diyeyim. Çünkü çok somut, çok önemli gelişmelere yerinde tanıklık ediyorsun ve Medyascope izleyicileriyle paylaştın. Çok teşekkürler.

Zaman: Ben teşekkür ederim beni konuk ettiğin için, Ruşen. Çok sağ ol.

Amberin Zaman’la, ‘’Suriye’de neler oldu, neden oldu, bundan sonra neler olabilir?’’ bu konuları değerlendirdik. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.