Açık Oturum’un bu bölümde Göksel Göksu’nun konukları CHP Milletvekili ve siyasetbilimci Yüksel Taşkın, DEVA Partisi milletvekili Mehmet Emin Ekmen ve Kürt Çalışmaları Merkezi Direktörü Reha Ruhavioğlu oldu. Programda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 13 yıl aradan sonra DEM Partili İmralı heyetini kabul etmesi ile 19 Mart’ta İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve ekibine düzenlenen operasyonların nereye evrileceği konuşuldu. Birbirinden ayrı gibi görünen ancak iç içe ilerleyen iki sürecin değerlendirildiği programda 19 Mart’ın gölgesinde kalan yeni çözüm süreci ve toplumsal dalgalanmaya neden olan İmamoğlu operasyonunun sürecin ruhuna olan etkisi konuşuldu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İmralı heyeti ile görüşmesininin MHP lideri Devlet Bahçeli’nin başlattığı yeni sürecin kendi istikametinde yürümeye devam ettiğini gösterdiğini söyleyen Reha Ruhavioğlu, görüşmenin muhtemel gelişmelerin süreç lehine olacağı konusunda ön bilgi verdiği yorumunu yaptı. Sürece dair bir risk olması halinde Erdoğan’ın o fotoğraf karesine girmekten imtina edeceğini düşündüğünü aktaran Ruhavioğlu, “Bugüne kadar süreci biz doğrudan Tayyip Erdoğan’ın sahiplendiği bir biçimde görmüyorduk. Daha çok Devlet Bahçeli’nin teşvik ettiği, yönlendirdiği ama Erdoğan’ın da onayı verdiği, zaman zaman topa girdiği bir süreci duyuyorduk. Fakat bayramda Erdoğan’ın ‘süreçte bir sıkıntı yok’ demesi, sonra Dem Parti’nin İmralı heyetiyle görüşmesi artık Erdoğan’ın da doğrudan meseleye dahil olduğu ile ilgili kanaatleri pekiştirdi” yorumunu yaptı.
19 Mart gölgesinde çözüm süreci
Sürecin Erdoğan ve İmralı heyeti arasında görüşülmesini önemli bulduğunu aktaran Ruhavioğlu şunları söyledi:
“Çünkü öncesinde de sonrasında da Kandil, Rojava, İmralı ve Beştepe hattında bir trafik yaşanmıştır; bu görüşmeden sonra da yaşanacaktır. Dolayısıyla toplantının sonucu doğrudan sahaya yansıyacak ve etkili olacaktır diye düşünüyorum. Bu nedenle bu görüşmeyi çok hayati buluyorum. Ayrıca, 12-13 yıl önce yapılan görüşmeden sonra ilk kez böyle bir temas kurulması, o dönemde açılmış yaklaşık 10 yıllık bir parantezin de kapandığı anlamına geliyor aslında.”
“Kürt siyaseti Erdoğan’la barış görüşmeleri yapmayı, muhalefetle seçim kazanmayı tercih ediyor”
Hükümetin CHP’yi sürecin dışına itmeye çalıştığını söyleyen Ruhavioğlu, böylelikle CHP’nin Kürt seçmenle arasının açılabileceği ve CHP’nin muhtemel adayına -İmamoğlu ise İmamoğlu, başka birisi başka birisi- Kürt desteğinin kesilmesinin murad edildiğini değerlendirdi. Ruhavioğlu, “Ama 19 Mart operasyonundan bugüne kadar Kürt siyaseti henüz böyle bir senaryoya dahil olacağını göstermedi bize. Bilakis Kürt siyaseti ve bu süreci yürüten aktörler Erdoğan’la barış görüşmeleri yapmak, bunu sürdürmek ama diğer taraftan sahadaki duyguya baktığımızda daha çok muhalefetle seçim kazanmayı tercih eden bir pozisyon görüyorlar” dedi.
Kürt siyasetinin dengeli bir süreç matematiği yürütmeye çalıştığına vurgu yapan Ruhavioğlu, DEM Parti’nin süreçle ilgili çalışmaları sürdürürken, bir yandan da CHP ile yaşadığı mağduriyet sebebiyle dayanışma içinde olduğuna dikkat çekti:
“Bir yandan DEM Parti’nin seçmen kümesi de İmamoğlu’nun tutuklanmasını da oraya dönük operasyonu çok kahir ekseriyetle yanlış buluyor. Diğer taraftan aktörler süreci devam ettirme iradelerini de bir kenara bırakmamış görüyorlar. Çok çok zor bir yol yürüyorlar, zor bir yük taşınıyor. Ancak hâlâ taşınmaya devam etmesini kendisi, Kürt siyasetine geniş bir manevra alanı ve imkanı tanıyor. Hükümetle ve muhalefetle aynı anda diyalog kurma imkanı tanıyor. Bu da sonuç olarak bu manevra alanında hareket eden Kürt siyasetinin muhalefet lehine de sonuç üretecek işler yapmasının sonuç verecektir.”
19 Mart gölgesinde çözüm süreci: “Türkiye 8 Ekim’den bu yana bir tünele girdi”
Türkiye’nin 8 Ekim’den bu yana bir tünele girdiğini söyleyen Mehmet Emin Ekmen gerek gazetecilere gerekse siyasetçilere, belediyelere ve muhalif kesimlere yönelik, hukuk ve kanun sınırlarını dahi zorlayan soruşturmalar olduğunu söyleyerek, “Bu soruşturmalar çoğu zaman yargısal faaliyetlerin bir toplumsal mühendislik amacına hizmet ettiği kanaatini güçlü olarak veriyor” dedi.
8 Ekim ile 19 Mart olayı arasında yaşananların geriye doğru özellikle 17-25 Aralık ve darbe sürecinden sonra yargıdaki kadrosal değişimle birlikte ortaya çıkan bir tablo olduğunu söyleyen Ekmen, “Zaten Türkiye’nin hukuk devleti notunu, hukuka olan güvenini, yargıya olan güvenini çok aşağıya çeken bir fotoğrafa sahiptir. Ama şunu vurgulamak gerekiyor, silahsızlandırma ya da bir ülkede var olan silahlı isyan hareketlerinin, terör ve şiddet hareketlerinin sonlandırılması zaten çoğunlukla bu görünümdeki ülkelerde söz konusu olur. Demokratikleşmiş, kendi sorunlarını aşmış bir ülkede silahlı bir örgütün varlığı niye olsun ki?” diye konuştu.
Kürt meselesinin çözümünden önce PKK’nın ve silahların tasfiyesinin önemini vurgulayan Ekmen, HDP’nin 19 Mart sürecindeki tutumuna da dikkat çekti:
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
“HDP’liler hem siyasi olarak süreci eleştirdiler ve karşı çıktılar ama kitlelerini de İstanbul’da sahaya göndermediler. Zaten kitlenin de ben buna çok hevesli olduğumu da açıkçası düşünmüyorum. Bugün DEM siyasetinin kendileriyle ilgili bir süreci kendi doğasında sorgulama, sonlandırma kabiliyetine sahip olduklarını ama 19 Mart ya da benzeri süreçlerden dolayı kendi süreçlerini sona erdirmekte mütereddit davranacaklarını düşünüyorum. Yani dosyaları ayrı görüyorlar. Evet, orayı da onaylamıyorlar, karşı çıkıyorlar. Ama kendi süreçlerini, masayı ayakta tutmak yönünde bir çaba gösteriyorlar.”
19 Mart gölgesinde çözüm süreci
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Taş üstüne taş, baş üstüne baş koymayız” söylemini hatırlatan Ekmen, bu söylemin geçen hafta değiştiğine dikkat çekti:
“İlk defa karşı tarafa sorumluluk yüklemeyen ve karşı tarafı da belki onaylayan bir ifade kullanmıştır. Şunu da not etmek lazım. Herkes Sayın Bahçeli’nin Malazgirt’e gelin vurgusuna takılmışken, ben esas olarak Sayın Bahçeli’nin bir kongre için iki aylık bir vakit tanıdığını düşünüyorum. Yani örgüt ‘Kongreyi ne zaman toplayacaksınız, bu iş ne zaman olacak?’ baskısı altında iken, Sayın Bahçeli’nin çağrısıyla bunun için en makul sürecin mayıs başı olacağı anlaşıldı. Neticede arka planda tarafların mutabık kaldığı bir iletişim modeli var. İşte bu iş yerli ve milli bir süreçtir ya da bu konuda hiçbir pazarlık yoktur. Ama ben iki tarafın da böyle bir sürecin sorumluluğu, gerekliliği konusunda yeterli tecrübeye sahip olduklarını düşünüyorum. İki tarafın da zaman yönetimi açısından bir takım duraksamalar yaşansa da, temelde sürecin sağlıklı bir şekilde yürütüldüğüne ve işlediğine işaret ettiğini düşünüyorum.”
Ekrem İmamoğlu ve Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde olduğu bir iklimde çözüm sürecinin nereye evrileceğini değerlendiren Yüksel Taşkın da “Siyasal mağduriyet ve milli irade gaspı kimlerin lehine ve kimlerin aleyhine bunları göremiyorlar” dedi.
Erdoğan’ın eski metin yazarı Aydın Ünal’ın “Milli irade önünde eğilmeyi öğreneceksiniz” sözlerini hatırlatan Taşkın, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla başlayan toplumsal dalgalanmayı işaret ederek “Ben dedim ki bu insan herhalde hiç sokağa çıkmamış” değerlendirmesini yaptı.
Ekmen, “Bahçeli ve Erdoğan partilerin sürece verdiği desteğin önemini ifade etmiş iken CHP’yi dışarıya itmeye çalışmak ve bunu farklı sebeplerle, Kürt seçmeni ile CHP arasına bir bariyer örme çabası ne kadar gerçekçi ya da doğru?” diye sordu ve ekledi:
“Yarın Meclis’e farklı yasama paketleri gelecek. Sokakta yorduğunuz, incittiğiniz, temel haklarına el uzattığınız bir CHP grubunu parti genel merkezi ne derse desin, o yasama faaliyetinde ne kadar demokratikleşme dahi olsa doğru bir yerde tutabileceğini öngörüyor Sayın Erdoğan. Bu manada CHP’ye yönelimin gerçek anlamda bir çelişki olduğunu kabul edelim.”
Taşkın şunları söyledi:
“Eski Türkiye’de kaldınız, geçmiş olsun. Hala anlamıyorlar ne olup bittiğini. Şimdi şu soruyu soralım. Devlet Bahçeli de dedi ya! Türkiye’yi hep beraber demokratikleştireceğiz… Hadi onun iyi niyetli olduğunu varsayalım. Ben hemen öyle güven duyamıyorum ama varsayalım. Türkiye’de refah, demokrasi ve adalet üretmenin yolu belli. Eğer böyle bir niyetiniz varsa Türkiye’de hukuku düzeltelim. Ben AK Parti’yi siyasal rakip gibi görüyorum. Onlar bizi düşman olarak görüyorlar. Yani öyle enteresan bir şey var ki, buradan gittiğimizde ‘refah, demokrasi, adalet’ üretemeyeceğimiz belli. Bütün siyaset bilimcileri, siyasetçileri koyalım yan yana, söylesinler bakalım ‘Türkiye gibi bir ülke nasıl refaha, demokrasiye ulaşır?”
“Milli irade siyasi hesabı sandıkta keseceğini gösterdi”
DEM Parti’nin iktidarla yürüttüğü çözüm sürecine kuşkuyla yaklaşan bazı seçmenlerin DEM Parti’nin Cumhur İttifakı’na katılacağı kaygısı yaşadığını söyleyen Taşkın, bu görüşe katılmadığını da şu cümlelerle ifade etti:
“Yıllardır demokrasi mücadelesinde yan yanayız. Bir de CHP açısından şöyle bir şey var. Biz tamamen sivil alana düştük. Biz mesela devletten tamamen aslında gittik. Yani yargı var. Oralarda CHP’li aramayın artık. Başka bir sivil zeminde bize yapılan bu haksızlıklar karşısında hep evrensel demokratik söylemeye başvurarak ayakta kalmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla bu da bizi sivil, demokratik alanda, en kuvvetli aktör haline getiriyor ve biz partileri bir yana bırakın toplumdaki iç içe geçişleri iyi analiz edersek, toplumun bence bugün makul çoğunluğu bu demokratikleşme sürecinin yanında. Son süreçte milli irade somut bir şekilde bu yapılanları onaylamadıklarını, onaylanmayacaklarını ve bunun siyasi hesabını sandıkta keseceklerini gösterdi. Bunu görmezden gelip kafasını kuma sokmaktansa, bunu da kabullenip toplumu biraz ferahlatsalar, ekonomi uçar. Kürt sorununun çözümü için zemin oluşur. Umarım etraflarında hala aklı başında insanlar vardır da ‘bir seçim daha cumhurbaşkanı olayım’ gibi hesaplarla bu tarihsel fırsatı heba edenler bu ülkeye çok büyük bir ekonomik ve demokratik maliyet ödeteceklerini söylerler ve ikna ederler.”