Lara K. Mangan yazdı: Devlet-cemaat ilişkisindeki sorunların çözümünde psikolojik duyarlılık tartışması

Lara K Mangan, Gökhan Bacık’ın devlet-cemaat ilişkisine dair çözüm önerisini psikolojik bir bakışla değerlendiriyor ve empati temelli, onarıcı bir yaklaşım çağrısında bulunuyor.

Geçtiğimiz günlerde Gökhan Bacık, Medyascope’ta yayımlanan yazısıyla Türkiye’nin en sancılı toplumsal meselelerinden biri olan devlet-cemaat ilişkisini yeniden tartışmaya açtı. Yazıda önerilen temel yaklaşım, cemaatin bir “siyasi aktör” olarak tanınması ve tıpkı PKK örneğinde olduğu gibi bir tür “siyasi çözüm modeli” ile bu meselenin kapanmasıydı. Bu öneri, entelektüel cesareti açısından kıymetli olmakla birlikte, zeminde hâlâ acı çeken binlerce insan için oldukça ağır bir duygusal yük taşıyor.

Bu yazıyı, bir polemik ya da reddiye olarak değil; tabanda yaşanan psikolojik ve duygusal kırılmalara alan açmak için kaleme alıyorum. Çünkü çözüm, sadece siyaset düzleminde değil, psikolojik olarak da taşınabilir ve iyileştirici bir çerçeve ile mümkün olabilir. Devletle bir dönem iç içe geçmiş, sonra şiddetli bir kopuş yaşamış dini topluluklar için travmanın birçok katmanı var: Görevden alınmak, toplumdan dışlanmak, mallarına el konmak, çocuklarının damgalanması, uzun tutukluluklar… Ve tüm bunlar yaşanırken ne siyasetten ne de toplumdan açık bir tanıklık, bir “sizi duyuyoruz” cümlesi gelmedi.

Fethullah Gülen
Lara K. Mangan yazdı: Devletin cemaat ile çözüm arayışında psikolojik duyarlılık

İşte bu yüzden, “cemaat kendini feshetmeli” gibi bir öneri, tabanda “biz zaten cezalandırıldık, şimdi bir de varlığımızı inkâr mı edelim?” sorusunu doğuruyor. Psikolojide buna ikincil travma denir: Acın tanınmazsa, bir kez daha yaralanırsın.

Bacık’ın çözüm önerisi, siyasi rasyonalite açısından anlamlı olabilir. Ancak bu önerinin dili, kolektif olarak damgalanmış bireyler için bir suçluluk çağrısı gibi algılanabilir. Oysa adalet, suçluluğu genelleştirmekle değil, bireysel sorumluluğu ayırmakla mümkündür. Toptancı ifadeler, özellikle kendini hiçbir suça bulaştırmamış binlerce insan için yeni bir haksızlık gibi duyulur.

Peki nasıl bir dil kurulmalı?

  • “Kendini feshet” yerine, “aidiyetini yeniden tanımla”.
  • “Devletle yeni bir kontrat yap” yerine, “karşılıklı sorumluluk ve hakikat zemini kur”.

Çünkü bu süreç ancak bireylerin kendilerini suçlu değil, değerli ama yaralı hissettiği bir düzlemde ilerleyebilir.

Çözüm ararken ne gözden kaçıyor?

Birincisi; iyileşmenin ilk adımı, yaşanan travmanın tanınmasıdır. Bu yalnızca devletin resmi bir özrüyle sınırlı olmamalıdır. Evet, devletin uyguladığı yaygın cezalandırma politikaları geniş bir acıya yol açmıştır ve bunun tanınması beklenir. Ancak bu tanımanın geciktiği veya imkânsız göründüğü durumlarda, cemaatin üst yönetimi — eğer hâlâ meşru bir yapısı varsa — kendi topluluğunun yaşadığı mağduriyetleri görünür kılmalı, onlara alan açmalı ve destek sunmalıdır. Bu, üst yapı ile taban arasında iyileştirici bir köprü kurabilir.

İkincisi; siyasi çözüm süreçleri yalnızca rasyonel planlamalara ya da stratejik anlaşmalara dayanamaz, aynı zamanda derin bir empati ve duygusal onarıma ihtiyaç duyar. Özellikle toplumsal travmaların yaşandığı durumlarda, insanlar sadece haklarının iadesini değil, acılarının tanındığını, duyulduğunu ve anlaşıldığını hissetmek isterler. İşte bu noktada empatik siyaset, yani insanların duygusal gerçekliğini merkeze alan bir siyasi yaklaşım, onarıcı adaletin ön koşulu hâline gelir.

Sadece devlet değil, mağduriyetin yaşandığı topluluğun kendi iç aktörleri — kanaat önderleri, sivil oluşumlar, entelektüeller — de bu empatik dilin taşıyıcısı olmalıdır. Bu, sorunu sadece dışarıya değil, içe dönerek de çözmek anlamına gelir. Topluluğun içinden gelen sesler, yaşanmış acıları tanımalı, tabanla duygusal bir bağ kurmalı ve “sizi duyuyoruz” diyebilmelidir.

Üçüncüsü; cemaat gibi yapılardan “fesih” değil; şeffaf, hesap verebilir ve sivil düzene entegre olabilen bir dönüşüm beklenmelidir. Bu dönüşüm, dışlayıcı değil kapsayıcı bir dille, korkuya değil güvene dayalı bir şekilde ilerlemelidir. Zamana, diyaloğa ve karşılıklı niyete ihtiyaç vardır.

Somut çözüm önerileri

  1. Toplumsal Tanıklık Platformları kurulmalı: Mağdur olan bireylerin yaşadıkları adaletsizlikleri, hak kayıplarını ve duygusal yıkımları anlatabilecekleri güvenli ortamlar oluşturulmalı. Bu platformlar, sadece anlatmak için değil, kolektif hafızayı güçlendirmek için de kullanılmalıdır.
  2. Empatik liderlik geliştirilmelidir: Hem siyasi hem dini liderlerin empatik ve kapsayıcı bir dil geliştirmesi için eğitimler ve farkındalık çalışmaları yapılmalıdır.
  3. Kamuya açık özür ve sorumluluk beyanları: Siyasi otoriteler ve cemaatin üst düzey temsilcileri, yaşanmış acılardan dolayı sorumluluk almalı ve özür dileme cesareti göstermelidir. Bu, sadece bir söz değil, güveni yeniden inşa edecek sembolik bir eylemdir.
  4. Yeniden bağ kurma süreçleri başlatılmalıdır: Toplumla bağı kopan ya da güven kaybı yaşayan gruplar için, yerel düzeyde diyalog masaları ve empati atölyeleri gibi yöntemlerle güven yeniden tesis edilmelidir.

Bacık’ın yazısı, belki de ilk defa bu meseleye siyasi çözüm penceresinden bakan bir zemin açtı. Ancak bu zemin, toplumun ruhsal yaraları göz önüne alınmadan kurulursa, iyileştirmek yerine yeniden kanatabilir. Bugün bu toplumda, suçlu olmadığını bile bile acı çeken, çocuklarını büyütürken gözlerinden etiketleri silemeyen, aidiyet duygusuyla kimlik kaybı arasında sıkışmış insanlar var. Onlar bir çözüm istemiyor değiller. Ama çözüm, ancak onlara “sen yalnız değilsin, haksızlığa uğradın, şimdi birlikte düşünelim” denilerek mümkün olabilir.

Dipnot: Bu yazı, herhangi bir siyasi yapıyı savunmak amacıyla değil; sahada yaşanan acının, çözüm süreçlerinde nasıl dikkate alınabileceğine dair bir farkındalık çağrısıdır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.