Onur Alp Yılmaz yazdı: Muhalefetin ekonomi yanılgısı

Son günlerde açıklanan büyüme ve enflasyon gibi ekonomik veriler ve Erdoğan’ın neden yeniden faizsiz ekonomi tutkusuna kapıldığı muhalif kamuoyu tarafından bütüncül okunamıyor. Başka bir ifadeyle, 2023 seçimlerinden ders çıkarılmamış. Bunun nedeni, iktidarın ekonomi politikası ve seçmen davranışı arasında kurduğu ilişkinin hâlâ yeterince anlaşılamamış olması. Nitekim 2023 seçimlerinin kaybedilmesindeki temel nedenlerden biri de buydu.

Geçen hafta yazdığım yazıdan uzunca bir alıntı yapmak pahasına iktidarın ekonomi politikası ve seçmen davranışı arasında kurduğu ilişkiyi yeniden hatırlatmak isterim:

“İktidar, liberallerin “piyasa rasyonalitesi” olarak adlandırdığı şeye bile uygun davranmıyor. Yani, ekonomi politikası, makro ekonomik istikrarı sağlamak yerine siyasi amaçların gerçekleştirilmesi üzerinden şekilleniyor. Dolayısıyla iktidar, ekonomi yönetimi konusunda olmasa da kriz yönetiminde son derece tecrübeli. Kime kaynak aktarmasının kendisine oy getireceğini son derece iyi biliyor. Kimden daha fazla alıp kime vermesi gerektiğini de iyi biliyor. Bu noktada iktidarın iktisadi politikası ve oy tercihleri arasındaki ilişkiye değinmek gerekmektedir. 2023 seçimlerini 2018 seçimlerinden ayıran en temel farklardan biri de şüphesiz iktisadi koşullardı. 2023 seçim sürecinde dış yatırımcıların, seçmenin ve medyanın muhalefete bu seviyede şans tanımasının başat nedeni de ekonomideki kötü gidişattı.

Ancak iktidar, ekonomik krizi de yaşam tercihleri ve tüketim alışkanlıkları açısından farklılaşmış, adeta “iki farklı ulus” biçimini almış mevcut toplumsal yapıda kendi seçmenleri lehine yönetmekte başarılı oldu. Başka bir ifadeyle iktidar, kent ve kır, orta sınıf ve yoksul, seküler ve muhafazakâr gruplarda ilk sırada sayılanlarla ikinci sırada sayılanların bir kesişimini yaratıp ikinci sıradakileri konsolide edecek bir iktisadi politika benimsedi. Bu, iktidarın kutuplaştırma politikasının iktisadi alana uyarlanmış halidir.

Muhalefetin ekonomi yanılgısı

Elbette iktidarın orta sınıftan oy alamadığı ön kabulüyle bir iktisadi politika uygulamasından… Yani, refah da kriz de iktidar tarafından seçmen davranışına göre dağıtılıyor. Buna göre iktidar, orta sınıf ve alt gelir grupları arasındaki gelir dağılımı makasını daraltmak pahasına bir iktisadi politika izliyor. Bunun sonucunda enflasyonist politikaların etkisi her gelir grubu tarafından aynı oranda hissedilmiyor.

Her şeyden önce büyükşehirlerin dışında kalan bölgelerde kira ve ulaşım gibi büyükşehir seçmeninin en büyük gider kalemlerini oluşturan hizmetlere erişimin maliyeti görece daha düşük. Bu da reel gelir ve nominal gelir açısından, iktidarın ideolojik söylemleriyle de konsolide etmeye çalıştığı kitleyi, yani büyükşehirlerin dışında kalan seçmenini avantajlı kılıyor.

Bununla bağlantılı bir diğer neden de yaşam tercihleri. İktidarın aleyhine bir iktisadi politika izlediği orta sınıfın, tüm dünyada olduğu gibi tüketim sepeti çok daha çeşitli. Bu sepette yaz tatili ve alkollü içecek gibi mal ve hizmetler var. İktidar, bahsi geçen mal ve hizmetlere ortalama fiyat artışlarından çok daha yüksek zamlar uygulayarak bütçe dengesini kendi seçmeni olarak kodladığı ve konsolide etmeye çalıştığı kitleleri en az etkileyecek şekilde ayarlamaya çabalıyor. Bu eğilim, seçimlere yaklaşıldıkça iyice belirginleşiyor.”

“İktisadi koşullar olumluysa iktidara oy verme eğilimi yükseliyor”

Asgari ücretli çalışanların kent çeperlerinde ve kırsalda arttığı ve bu bölgelerde AK Parti’nin oyunun yüksek olduğu düşünülürse ne demek istediğim çok daha iyi anlaşılır. Bir örnekle açayım: İstanbul’un düşük gelirli ilçeleri (Bağcılar, Esenler, Sultanbeyli) AK Parti’nin oy oranlarının %40-60 bandında seyrettiği yerler. Bu bölgeler aynı zamanda asgari ücretle çalışanların ve kayıt dışı işçilerin yoğun olduğu yerler. Hatırlayacaksınız, iktidarın 2023’te kamu harcamalarını arttırma politikalarındaki ilk adımlardan biri (belki de ilki) 1 Ocak 2022 tarihinden itibaren asgari ücretin vergi dışı bırakılmasıydı. Bu, iktidarın seçmen davranışı ve ekonomi politikası arasında kurduğu ilişkinin en iyi göstergelerinden biriydi. Nitekim, yaptığımız araştırmalar bize gösteriyor ki Türkiye’de seçmen, oy davranışını şekillendirirken makro ekonomik göstergelere, doğal olarak, bakmıyor. Son 1 yıllık iktisadi koşulları onun oy davranışına etki ediyor. Eğer son 1 yıldaki iktisadi koşullar olumluysa iktidara, olumsuzsa muhalefete oy verme eğilimi yükseliyor.

“İktidar hatırı sayılır bir ilerleme kaydetti”

Bu noktada makro ekonomik göstergelerden ziyade başka bir veri ile oy davranışı arasında ilişkiden bahsetmek gerekiyor: Tüketici Güven Endeksi. AK Parti, iktidara geldiği günden itibaren başarılı olduğu dönemlerde tüketici güven endeksi genellikle 200 puan üzerinden 90’ın üzerinde olduğu seçimlerde başarılı olmuştur. Örneğin, 2004 yerel seçimlerinde endeks 104,9 iken, AK Parti’nin oy oranı %41,67 olmuştur. Ancak, 2009 yerel seçimlerinde endeks 76,9’a düşmüş ve AK Parti’nin oy oranı %38,39 olmuştur. Benzer şekilde, 2015 Haziran genel seçimlerinde endeks 89,6 iken, AK Parti’nin oy oranı %40,87 olmuştur. AK Parti’nin yara aldığı 2009, 2019 ve 2024 yerel, 2015 Haziran seçimlerinin ortak özelliği, Tüketici Güven Endeksi’nin 90 puanın altına inmiş olmasıydı (Grafik 1). 2024 Yerel Seçim sürecinde %79 civarında olan endeks, bir süredir %85’lere yükseldi ve henüz kamu harcamalarının dahi arttırılmadığı bir denklemde iktidar hatırı sayılır bir ilerleme kaydetti.

Grafik 1: Tüketici Güven Endeksi ve Ak Parti’nin Oy Oranı (2004-2024)
Muhalefetin ekonomi yanılgısı – Grafik 1: Tüketici Güven Endeksi ve AK Parti’nin Oy Oranı (2004-2024)

Şimdi tüm bunların ışığında ilk cümleye dönelim: Son günlerde açıklanan ekonomik verilerle Erdoğan’ın yeniden faizsiz ekonomi tutkusuna kapılması arasında bir ilişki olabilir mi? Bilindiği üzere iktidar, 2023 seçimlerinin ardından bir finansal sıkılaştırma politikası güdüyor. Yani kamu harcamalarının kısıldığı, vergilerin arttırıldığı bir süreçten geçiyoruz. Nitekim 2023’ün aksine 2024 yerel seçimlerindeki kaybın en önemli nedenlerinden biri de iktidarın bu politikasıydı.

“Yıl sonuna doğru faiz indirimlerinin hızlanması mümkün”

Bu noktada Ümit Akçay’ın Evrensel’de yazdığı, benim de çok katıldığım, yazısına başvurmak istiyorum:

“Önümüzdeki dönem için temel soru finansal sıkılaştırmanın ne zaman sonlanacağı olacak. Bu sadece ekonomik değil siyasi anlamda da önemli. Bu konuda çeşitli senaryolar mevcut. Merkez Bankası önümüzdeki aydan itibaren faiz indirimlerine başlayabilir ya da faiz indirimini erteleyerek sadece makroihtiyati kısıtlamaları gevşetebilir. Ya da ekonomik daralma giderek kötüleşiyorsa bunların her ikisini birden yapabilir. Ancak haziran olmasa da temmuz itibariyle bu seçeneklerden en azından birinin uygulanmaya başlanması yüksek ihtimal.

Bunun anlamı şu: Eğer ekonomi yönetimi önümüzdeki birkaç ayı kendi açısından ‘kazasız’ atlatabilirse, yıl sonuna doğru faiz indirimlerinin hızlanması mümkün. Bu, iktidar açısından 2023 sonrası sürecin en zor döneminin atlatıldığı anlamına gelecek. Dolayısıyla muhalefet açısından, iktidarı sıkıştırmak için bu fırsatın da kaçırılması, ilerisi için çok daha zor koşullarında (yani ekonominin muhalefet lehine olmadığı bir durumda) mücadele etmeyi kabullenmesi anlamına gelecek.  Yani muhalefet için zaman daralıyor. Tam da bu dönemde CHP üzerindeki baskıların giderek artması ve iç tartışmaları tetikleyecek adımların gelmesi bir tesadüf olmasa gerek.”

“Muhtemel seçim ekonomisinin uygulanacağı süreç tasarlanıyor”

Yani muhalefetin kitleleri ülkeyi daha iyi yönetebileceğine dair ikna edebilme açısından zamanı daralıyor. Bu bağlamda ikna edici söylemlerle desteklenen alternatif bir iktisadi politikanın henüz açıklanmamış olması, nitelikli kadroların bu işin sahibi haline getirilip görünür kılınmamasının yanında İzmir’de yaşananlar da muhalefeti bu konuda köşeye sıkıştırıyor. İktidarın İzmir’de yaşananlara dört elle sarılmasının temel nedeni de buydu. “Bayramüstü İzmir’deki krizi çözemeyen, İzmir’i çöp yığınlarını teslim eden, daha 25 bin kişiyi yönetemeyen ülkeyi mi yönetecek?” algısının pompalandığına hep beraber şahit olduk. O yüzden İzmir ve benzeri meselelerin muhalefet açısından astarı yüzünden pahalı olabilir.

Konumuza dönecek olursak, iktisadi açıdan bu yaz mevsimini sorunsuz geçirmek isteyen iktidar, muhalefet üzerindeki tazyikini arttırıp muhalefetin asgari ücret vb. talepleri siyasallaştırmasını engellemeye ve yine bu süre içinde başta ekonomi olmak üzere ülkeyi her alanda daha iyi yöneteceğine seçmeni ikna etmesinin önüne geçmeye çalışacak. Şiddetle muhtemel, bu sürecin ardından yeniden seçim ekonomisinin uygulanacağı, yani kamu harcamalarının arttırılacağı yaklaşık 1-1,5 yıllık bir süreç tasarlanıyor. Bunun nasıl finanse edileceği sorusunun cevabı da hem dış politikada hem de yukarıda anlattığım oy davranışına göre gerçekleşen servet transferinde gizli.

Muhalefetin ekonomi yanılgısı

Ancak yine TV’lerde veri fetişizmiyle hareket eden, verilerin manipüle edildiğini vurgulayan, olgusal gerçekliği seçim gününe kadar reddeden bir muhalif hamasetle karşı karşıyayız. Liberal veri fetişizminden kurtulup, bu verilerin toplum açısından bir şey ifade etmediğini ve toplumun gündelik yaşam pratiğiyle ilgilendiğini idrak edip olgusal gerçeklikle barışmadıkça muhalefetin işi kolay değil. Başka bir ifadeyle, yalnızca söylem üretip kendi tabanlarını mutlu edecek anti-Erdoğanist söylemlerle siyaset yapmayı bırakıp yerini bütün seçmene seslenen, onlara veri değil çözüm ve refah anlatan bir siyasi dil benimsenmedikçe muhalefet iktidarın ekonomi politikası ve seçmen davranışı arasında kurduğu ilişkiyi kolay kolay aşamaz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.