Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Bir fotoğraftan hareketle Erdoğan-Bahçeli ittifakı

Yayına hazırlayan: Yusuf Said Akcakaya

Merhaba, iyi günler. Malazgirt Zaferi’nin 949. yılı için –yuvarlak bir rakam da değil ama– törenler yapılıyor. Dün Ahlat’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli birlikte kutlamalara katıldılar ve oradan çok sayıda fotoğraf düştü önümüze. Bunlardan bir tanesi –şu anda arka planda gözüken fotoğraf– beni bu yayına kamçıladı diyelim. İlginç bir fotoğraf; bunun üzerine söylenecek çok şey olduğunu düşünüyorum. Bunların bazılarının bana çağrıştırdığı bazı şeyleri bu yayında dile getirmek istiyorum. Ama önce bir noktaya değinmeme izin verin bu fotoğrafın öncesinde.

Aynı fotoğrafın çok daha değişik bir hâli çıktı karşıma sosyal medyada. Bu aynı fotoğraftan hareketle yapılmış, oynanmış bir fotoğraf mı? Açıkçası çok emin değilim, muhtemelen öyle olmuştur. Yani, demin arkamda gördüğünüz fotoğrafın bir şekilde deforme edilmiş hâli olabilir. 

Burada çok bâriz bir eşitsizlik var, tabii ki Erdoğan ve Bahçeli arasında. Bunu kimler, hangi maksatla yaptılar? Çok emin değilim. Ama şu hâliyle de, aslında orijinal haliyle de –ki ilki başka açıdan çekilmiş bir fotoğraf da olabilir, teknik konulara kafam çok basmadığı için bilmiyorum– ama gerçeğe en uygun olan fotoğrafın bu arkamda gördüğünüz fotoğraf olduğunu kabul ederek onun üzerinden bir şeyler söylemek istiyorum.

Burada, bir kere, kader birliği etmiş iki kişi var. Bu iki siyasetçiyi yıllardır tanıyoruz, Türk siyasetinde önemli yerlerde bulunmuş iki isim var. Hasbelkader gazeteci olarak ikisini de ayrı ayrı takip etmeye, hatta değişik zamanlarla onlarla konuşup röportaj yapma imkânına ulaşmış birisiyim. İkisi hakkında da ayrı ayrı ve birbirleriyle karşılaştırmalı olarak çok sayıda televizyon yorumu ya da gazete yazısı kaleme aldım. İkisinin de –tabii ki Erdoğan çok daha fazla, ama Bahçeli’nin de hiç azımsanmayacak ölçüde– seçim mitingini izledim; değişik seçimlerde ve Meclis’teki grup toplantılarındaki konuşmalarını izledim. Bu fotoğraf ikisini de uzun zamandır tanıyan, bilen insanlar için aslında şaşırtıcı bir fotoğraf.

Yıllar boyunca birbirleriyle mesafeli ve hatta kimi durumda kavgalı iki liderin kaderinin bir yerde birleştiğini bize gösteriyor. Ama burada iki liderin, Erdoğan ve Bahçeli’nin kaderinin birleşmesinin ötesinde bir husus var: Türkiye’de Bahçeli’nin başını çektiği siyasî alanda Türk milliyetçiliği ya da ülkücülüğün, Erdoğan’ın başını çektiği İslâmî hareketin de aslında Osmanlı’nın son yıllarından itibaren birbirlerine rakip olmaları. Kimi zaman paralel gitmişler, kimi zaman yakınlaşmışlar, kimi zaman çatışmışlar. Ama iki ayrı hareketin Türkiye’deki en önde gelen iki lideri olarak kabul etmemiz gerekiyor.

Onların kader birliği etmesi bir anlamda bu iki hareketin de, yani 19. yüzyıl sonundan başlayan hareketin 21. yüzyılın ilk çeyreğini geçtikten sonraki dönemde bir arada olmaları, zaten bu fotoğrafın da Malazgirt’te olmasının, daha önce de tabii ki çok birlikte fotoğraf verdiler ama Malazgirt’in bir ayrı bir anlamı var. Malazgirt hem Türklük anlamında hem İslâmlık anlamında bir yer taşıyor. Fakat bu fotoğraf bize başka şey daha söylüyor. O da, Erdoğan’ın bir adım önde olduğunu göstermesi. Sadece boylarından kaynaklanan bir öndelik değil, yaş olarak baktığımız zaman Bahçeli Erdoğan’dan 6 yaş büyük; ama burada esas söz sahibi olanın Erdoğan olduğu gözüküyor — zaten biliyoruz, Cumhurbaşkanı o. Bahçeli’nin MHP Genel Başkanı olma dışında herhangi bir unvanı yok. 

O, iktidarın adı konmuş, resmi bir paydaşı değil; ama Erdoğan’da somutlaşan ve onun tekeline aldığı görülen ya da öyle algılanan iktidarın önemli bir paydaşı. Önemli bir paydaşı olduğunu her vesileyle görüyoruz — en son bu vesileyle de birlikte Ayasofya’yı ibadete açmışlardı, Malazgirt’i de birlikte kutluyorlar. Bakalım 30 Ağustos’ta Dumlupınar’a gidecekler mi beraber? Onu bilemiyorum. 30 Ağustos’ta bir taraftan da tabii Ankara’da, Anıtkabir’de törenler olacak. 

Burada bir eşitsizlik var ve Erdoğan iktidar sahibi olarak bir adım önde. Ama gerçek hayata baktığımız zaman –tabii ki iktidar Erdoğan’da ama– bu iktidara rengini veren esas husus aslında Bahçeli. Bu uzun zamandır belli olan, değişik vesilelerle dile getirdiğimiz bir olay. Ama en son Malazgirt kutlamalarıyla beraber bir kere daha çok bâriz bir şekilde kendini gösterdi. Önce Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın hazırladığı bir klip var biliyorsunuz, Malazgirt’te ilgili ve Kızıl Elma vurgulu. Aynı şekilde, dün Başkan Erdoğan da kendi sosyal medya hesabından bir paylaşım yaptı. Orada “Yiğitler kan döker, bayrak solmaya / Anadolu başlar vatan olmaya / Kızıl Elma’ya Hey Kızıl Elma’ya” diye bir şiir okudu.

Kızıl Elma’nın İslâmî yönü var mı? Belki vardır, ama esas olarak Kızıl Elma’nın Türkçülük’te, Türk milliyetçiliğinde bir yeri olduğunu biliyoruz. Türk milliyetçiliğinde, Türk mitolojisinde bir yeri var. Özellikle Oğuzlar’da bir yeri var. Ve tabii ki bu bir mefkûre, yani bir ülkü, hedef kapsıyor. Ama aynı zamanda Kızıl Elma, Türk yayılmacılığının bir sembolü oluyor. Bu anlamda Malazgirt de zaten Anadolu’ya gelişi, Kızıl Elma’nın bir aşaması olarak karşımıza çıkıyor. Fakat Kızıl Elma’nın İslâmî hareket tarafından bu kadar cân u gönülden telâffuz edilmesi, bu hareketi bilenler için biraz yadırgatıcı — biraz değil, fazlasıyla yadırgatıcı. Çünkü bu hareketin kendi sembolleri, kendi sözleri ve kavramları var. 

Mesela “İ’lâ-yi Kelimetullah” diye bir kavram ilginç bir şekilde 12 Eylül sonrası cezaevindeki ülkücüler arasında başlayan İslâmîleşmenin –İslâmîleşme derken yanlış anlaşılmasın, “Ülkücüler Müslüman değildir” gibi bir anlam yok, ama siyâseten Türk milliyetçiliğinden ziyade İslamcılığa doğru evrilmenin– temel kavramlarından birisi olmuştu. Daha sonra Türk-İslam ülkücüleri diye anılacak Muhsin Yazıcıoğlu’nun bir anlamda başını çektiği hareketin daha fazla öne çıkardığı bir kavramdır.

“I’lâ-yi Kelimetullah”, Allah’ın adını, Kelimetullah’ı yükseltmek, yüceltmek ve bir anlamda da yaygınlaştırmaktır. İslâm Ansiklopedisi’ne baktığımızda orada da görülüyor. “Cihad” ve “savaş” kelimeleri ile birlikte çok kullanılan bir kavram. Orada da bir “fetihçilik” perspektifi var.

Kızıl Elma ile İ’lâ-yi Kelimetullah birbirine zıt kavramlar değil; birbirlerine komşu kavramlar belki, ama Erdoğan’ın bugün Malazgirt’ten bahsederken –ya da herhangi bir yerde bahsederken– Kızıl Elma sözünü bu kadar öne çıkartması, aslında var olan ittifakta buna ideolojik rengini verenin Bahçeli olduğunu bize gösteriyor. Erdoğan’ın Necmettin Erbakan’ın çizgisi olan Dünya İslam Birliği ve benzeri söylemleri –bunun için çalışıyor olabilir; en son Hamas ile yapılan görüşme mesela bunun bir örneğiydi, ya da Müslüman Kardeşler’e yıllardır Türkiye’de birtakım imkânların sağlanması– bütün bunlar olabilir; ama Erdoğan’ın aynı şekilde zamanında Erbakan’ın en önde gelen rakibi olan Alparslan Türkeş’in birtakım temalarını kendi söylemine aldığını görüyoruz. Tabii ki burada ilk akla gelen şey pragmatizm. Popülist liderler böyle pragmatik yollara başvururlar, ideolojik olarak çok esnek olabilirler. Her yerden birtakım şeyleri alıp bunları kullanabilirler. Bunların hepsi bilinen şeyler tabii ki, anlaşılır bir şey. Erdoğan popülist ve pragmatist bir lider, ama bir hareketten geldi. Bu hareketten koptuğu söylenemese bile bu hareketin fabrika ayarları ile bu kadar oynuyor olmak çok akıl kârı bir şey olur mu? Çok emin değilim. 

Tekrar fotoğrafa dönecek olursak, burada Bahçeli’nin daha geri planda duruyor olması… Zaten iktidar, “tek adam yönetimi” olarak tarif ediliyor. Ama bunun aynı zamanda Bahçeli’nin kendi tercihi olduğu kanısındayım.

Aslında zamanında Bülent Ecevit’in liderliğindeki koalisyon hükümetinde de Bahçeli bunu yapıyordu. Bülent Ecevit’e karşı bir MHP liderinden beklenmeyecek ölçüde… Bunu şundan söylüyorum: 70’li yıllarda –tabii ki Bülent Ecevit’in karşısında Alpaslan Türkeş vardı ama– CHP ile MHP arasında bir sorun vardı. Bunu hiç kimse reddedemez. Üzerinden de çok fazla zaman geçmemişti. Daha sonra, tabii ki, Bülent Ecevit’in lideri olduğu parti CHP değil de DSP oldu; ama bir yerden sonra fark etmez; burada Devlet Bahçeli çok uyumlu, çok saygılı bir koalisyon ortağı olarak davrandı ve hatta bu yüzden parti içerisinde Bahçeli aleyhtarlığında bunu çok kullandılar. Bir dönem Rahşan Ecevit’in, Bahçeli ve MHP’lileri rahatsız etmesi beklenen af tartışmalarında, başka yerlerdeki sözlerine de çok fazla tepki göstermemişti. 

Bunun, Bahçeli’nin ittifaklarda tercih ettiği bir yol olduğu kanısındayım. Burada da Erdoğan’la ittifak yaptığı andan itibaren Erdoğan’a karşı son derece kibar, saygılı ve onun önünü açıcı, onu rahatlatıcı davrandı. Kimi durumlarda, onun elini sürmek istemediği konularda bunlara talip olması, bazı polemikleri –mesela Kılıçdaroğlu ile olan polemikler ya da başkaları ile olan, en son Enginyurt olayında olduğu gibi– ve kendi içlerinde Erdoğan’ı rahatsız edebilecek çıkışlara karşı en sert müdahaleleri yapması aslında, bence, Bahçeli’nin kendi tercihi.

Böylece bu gereksiz ya da ikinci derecedeki meselelerle ittifakı zora sokmuyor. Ama esas olarak onun için önemli olan ittifakın söylemi, ittifakın temel güzergâhı. Ağırlığını oralarda koyuyor. Örneğin, dikkat edenler olmuştur, 31 Mart seçimlerinin İstanbul’da yenilenmesi konusunda Bahçeli çok daha fazla öne çıktı ve bir anlamda onun dediği oldu. Buna benzer başka örnekler de gördük en kritik zamanlarda. Mesela en son İstanbul Sözleşmesi ile ilgili gazetecilere bir şekilde –açıkça olmasa bile örtülü bir şekilde– rahatsızlığını dile getirdi. Her an çıkılacağı düşünülen İstanbul Sözleşmesi, AKP’nin elini ayağına dolandırdı. Bir türlü sözleşmeden çıkamıyorlar. 

Dolayısıyla Bahçeli ittifakta kendini geri planda tutarak –yani kamuya yönelik, daha simgesel olarak diyelim– temel ve önemli politikalarda etkili olmayı tercih ediyor. Gereksiz teferruatlara takılmak yerine bunu tercih ediyor. “Erdoğan ülkeyi tek başına yönetiyor” durumuna,  böyle bir görüntü verilmesine hiçbir itirazda bulunmuyor. Bu aynı zamanda Bahçeli’nin işine de geliyor. Çünkü gerektiğinde, birçok ciddi bir sorun olduğunda, burada kendisi rahatlıkla herhangi bir sorumluluk almayabilir. Bunu bir ara ekonomiyle ilgili konularda çok yaşadık. Ekonomik krizin ilk zamanlarında bu toplara girmedi MHP’liler ve Devlet Bahçeli.

Devlet Bahçeli şöyle bir şey diyor: “Şekil önemli değil, devlet sorumluluğudur önemli olan”. Zaten kendi adı da “Devlet” ve hareketinin temeli güçlü devlet. Güçlü devlet uğruna gerekirse kendisinden fedakârlık edebileceğini söylüyor — imajından vs.. Ama devleti güçlü kıldığı ve devlet de şu anda Erdoğan’da cisimleştiği için Erdoğan’a destek vermekte hiçbir beis görmediğini söylüyor. İlk bakışta bu fotoğraf bize, Türkiye’yi Erdoğan’ın tek başına yönettiğini ve Bahçeli’nin de ona zor durumlarında yardımcı olduğunu söylüyor. Bu fotoğraf yanıltıcı bir fotoğraf, bu fotoğraf gösterse de göstermese de bana göre ülkeyi tek başına Erdoğan yönetmiyor.

Bahçeli her geçen gün yönetimdeki ağırlığını –tek değil, başkaları da var muhakkak– özellikle ideolojik perspektifteki ağırlığını artırıyor. Erdoğan’ın kendisinin yönetememesi ölçüsünde Bahçeli’nin yönetime dahil olduğunu görüyoruz. Sonuç olarak görünüşe aldanmamak gerekiyor. Türkiye’de işlerin nasıl gittiğini anlamada dıştan görünen ile içten yaşananların pekâlâ farklı olabileceğini ve farklı olduğunu düşünüyorum. 

Son olarak, Bursa ve Manisa’da işçileri taşıyan araçların kazalar yapması sonucu 5 kişi öldü. En son baktığımda 26 kişi yaralanmıştı. Türkiye’de acılar bitmiyor, özellikle yoksulun acısı bitmiyor. Ülkede yaşanan ekonomik kriz, yoksulun daha yoksul olmasına ve onların saflarına yeni yoksulların katılmasına neden oluyor. Türkiye’nin esas olarak sorunu bu.

Bu anlamda baktığımız zaman, Malazgirt vs. kutlamalarının aslında Türkiye’nin gerçek sorunlarını görmeyi geciktirdiğini de söylemek lâzım. Tabii ki ülkede sorun var diye “Malazgirt kutlanmasın” demiyorum, ama Türkiye’nin sorunlarıyla birebir uğraşamayan, onlarla mücadele edemeyen, onları çözemeyen bir iktidar var. Bunları da çözemedikleri ölçüde, bu iktidarın ideolojik vurguları ve bu tür sembolleri kullanmaları daha da artacak gibi gözüküyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.