Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (11): Ocak 1994’te Sadık Albayrak ile Recep Tayyip Erdoğan arasında “RP bilgisayarındaki virüs” tartışması

Ocak 1994’te, dönemin Milli Gazete Başyazarı Sadık Albayrak, kendisiyle Milliyet azetesi için yaptığım söyleşide, Refah Partisi İstanbul İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın partiyi yenileştirme çabalarını “RP bilgisayarına virüs sokma çabası” olarak nitelemişti. Gazetecilik anılarımının 11. bölümünde, daha sonra Erdoğan ile dünür olan Sadık Albayrak’ı anlattım.

Sadık Albayrak oğlu Berat ile

Bu bölümde değindiğim yazılar:

RP’de “virüs” sancısı: Sadık Albayrak ile söyleşi

Sadık Albayrak’ın çiğnenen onuru

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

35 yıllık gazeteciyim. Türkçe’nin dışında Fransızca ve İngilizce’yi anlayabiliyorum, konuşabiliyorum, yazabiliyorum da. Ama kendi anadilim olan Lazca’yı bilmiyorum. Birkaç kelimeden ibaret bir Lazca bilgim var. Bu da benim hayattaki en büyük ukdelerimden birisi. Bu nedenle 35 yıllık gazetecilik hayatımdan kesitleri aktarmayı hedeflediğim bu podcast dizisinin başlığını “Gomaşinen” olarak seçtim; yani: “Hatırlıyorum…”

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 11. bölümüyle karşınızdayım. Normal olarak “Gomaşinen”leri hafta sonu yayınlıyorum; ama bir istisnâî durumum oldu. Olağanüstü bir durum oldu diyelim. “Gomaşinen”de bir şekilde anlattığımı düşündüğüm birisi, Sadık Albayrak bugünlerde çok popüler. Tabii ki oğlu Berat Albayrak üzerinden popüler. Bugün karşıma çıkan bir haberde bir spekülasyon var. Sadık Albayrak’ın Adalet ve Kalkınma Partisi üyeliğinden istifa ettiği yolunda, doğru mudur değil midir açıkçası bilmiyorum — olabilir de. Sadık Albayrak’ı tanıdığını düşünüyorum. Onu tanıdığım için, pekâlâ böyle bir şey yapmış olabileceğini de düşünüyorum. Ama yine de, dediğim gibi emin değilim. Kendisinden doğrulatma imkânım da yok. Çünkü uzun zamandır görüşmüyorum ve nasıl ulaşacağımı da bilmiyorum. Zaten şu günlerde istesem de ulaşabileceğimi sanmıyorum. Ama kendisiyle çok eskiden tanışırız. Bir tür arkadaşlığımız da vardır. Tabii ki benim için o ağabeydir. “Sadık Abi” diye hitap ederim, ama onunla tanışmamız biraz sert başladı. Şöyle ki: Ben 1985 yılında Nokta dergisinde çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra, İslâmî hareketler üzerine yazıp çizmeye başladığımda, İslâmî bir takım yayınevlerine, derneklere ya da birtakım ortamlara gittiğimde, insanlarla röportaj yaptığımda, o tarihlerde Sadık Albayrak Millî Gazete’nin birinci sayfasında yazardı. Millî Gazete’nin başyazarı olarak bilinirdi. O zamanlar 163. madde vardı. Eski Türk Ceza Kanunu’ndaki 163. maddeden, şeriat savunuculuğundan, az sayıda kişi ceza almıştır, onlardan biri Sadık Albayrak’tır. Hapis yatıp çıkmışlığı vardır. Değişik birisiydi. Çok kalemi kıvrak birisiydi. Okurdum yazdıklarını ve bir gün yazılarında bana bir şekilde taş attığını gördüm. Tanışmıyorduk, ama benden ziyade, benimle görüşen İslâmcılar’a sitem ediyordu. “Niye konuşuyorsunuz bu kişiyle?” dercesine. Ben de sonunda kendisine ulaşmaya karar verdim. Zaten merak ediyordum; kolaylıkla bir telefon numarası buldum. Aksaray-Laleli civarında diye hatırlıyorum, hafızam beni yanıltmıyorsa, bir ofisi vardı. Üst katta bir yerdeydi. Küçük bir yer. Her taraf kitap, dergi, gazete dolu. Tam bir entelektüel mekânıydı. Orada çalışıyormuş, beni kabul etti. Önce bir nasıl denir, “peşrev çektik” diyelim. Trabzonlu, Trabzonluluğunu sürekli vurgulayan, Trabzonspor’un da çok meraklısı, taraftarı olan birisi; ta o tarihlerde. İslâmcı birisi için böyle futbol ilgisi falan çok alışıldık bir şey değildi. Ve benim de Karadenizli olmam birazcık işleri kolaylaştırmıştır. Ama zaten kısa bir süre içerisinde anladım ki onun aslında derdi, birilerinin beni ağırlaması, benim sorduklarıma cevap vermesinden ziyâde, sanki bir tür, benim onu neden aramadığıma yönelik bir sitemdi. Öyle yorumluyorum.  Çok uzun bir sohbet etmiştik ilk buluşmamızda. Gergin geçeceğini sandığım o görüşme, 5-10 dakika sonra, çaylar eşliğinde hemen çok tatlı bir sohbete dönüştü. Ve ondan sonra da değişik meselelerde kendisiyle görüştük. Kimi zaman telefonla –o zamanlar cep telefonu yok tabii ki– ofisinden ya da evinden arardım. Evinden aradığımda bazen çocukları, o zaman çok küçüktüler, çıkardı, babalarına verirlerdi telefonu. Sadık Abi çok değişik bir insandı. İlkeleri vardı, kuralları vardı. Kelime haznesi çok genişti. Tarihe çok meraklıydı. Okurdu, yazardı ve her yaptığı işte de çok iddialıydı. Di’li geçmiş olarak söylüyorum, çünkü yazmayı bıraktı. Nedense belli bir tarihten itibaren yazmayı bıraktı ve hiçbir zaman da yaşını göstermeyen birisidir. Benden çok büyüktür; ama hâlâ şu hâliyle, en son bir fotoğrafını gördüm, oğlu Berat Albayrak’la, benden daha genç gözüküyor Allah için. Bizim Müge’yle nikâhımıza da gelmişliği vardır. Onu da her zaman için hatırlarım. Sonra Sadık Albayrak, o tarihlerde Refah Partisi’nin içerisinde, gelenekçi kanada, eski çizgiye yakındı. Yani MSP çizgisine yakındı. Erdoğan da İstanbul İl Başkanı olarak partide birtakım değişiklikler yapıyordu ve ben bunun adını “yenilikçilik” olarak koymuştum. O tarihlerde medyanın büyük bir kısmı –o zaman medya da demiyorduk zaten–, basının büyük bir kısmı Refah Partisi’yle hiç ilgilenmiyordu zaten. Ben orada Tayyip Erdoğan’ın İstanbul yönetiminde yapmaya çalıştığı şeyin farkını bayağı önemsemiştim. Ve bunu bir “yenilikçilik” olarak tanımlamıştım. Yenilikçiliğin aslında ideoloğu Tayyip Erdoğan değildi. Tayyip Erdoğan onun uygulayıcısıydı. Birçok isim vardı. Ama bunların en önde geleni Bahri Zengin’di. Artık hayatta değil, Bahri Zengin de daha sonra yenilikçiliğin fikrini geliştirmekle beraber, o kopuşta Erbakan’dan yana kaldı — o da ilginç bir nottur. Ve Tayyip Erdoğan, İstanbul örgütünde attığı adımlarla çok ilginç birtakım strateji ve taktik değişikliklerine gitti. Özellikle seçim çalışmalarında, vitrin düzenlemelerinde önemli değişikliklere gitti. Mesela başı açık dişçi bir kadın partiye üye oldu ve bayağı bir gazetelerde de haber oldu. Çok ciddi bir şekilde haber oldu. Ama o arada Gülay Pınarbaşı diye bir eski manken de Adnan Hocacıların grubuna girmişti, örtünmüştü. O da partiye girmişti. Filiz Ergun, dişçi Filiz Ergun da partiye girmişti. Bunlar partinin yeni yüzleri olarak, partinin değişimi gibi gösteriliyordu. Ve Sadık Albayrak da bundan çok ciddi bir şekilde şikâyetçiydi. Ve bir gün biz bir röportaj yaptık. Ben o tarihte, Milliyet gazetesinde çalışıyordum. Ama çok ilginç bir durumum vardı. Bu benim geleneksel medya düzeni içerisinde yaşadığım en ciddi mobbing olaylarından birisiydi. Umur Talu’nun yönetimindeki Milliyet gazetesinde Umur Talu beni gazeteye almıştı –kendisi Galatasaray Lisesi’nde de ağabeyim olur–, almıştı ama, oradaki birtakım kıdemli muhabirler beni istemedikleri için, beni gazete içerisinde bir tür dışlamışlardı. Ben de gazetenin haber merkezinde değil, Almanca Almanya baskısı servisinde bir köşede oturuyordum ve yaptığım işler, haberler bir şekilde zar zor gazetede yer buluyordu. Bu söyleşi de öyle oldu. Burada Sadık Albayrak, Erdoğan’ın bu adımlarını çok ciddi bir şekilde eleştirmişti. Ve buna “virüs” demişti. Partisini, Refah Partisi’ni bir bilgisayar olarak tanımlayıp, Erdoğan’ın bu girişimlerini de bir virüs olarak nitelemişti. Ve “Bizim bilgisayar bu virüsleri temizler” demişti. Biz de bunu gazetede manşetten “Refah Partisi’nde virüs sancısı” diye vermiştik. Erdoğan’a çok ciddi bir meydan okuyuştu. Bayağı da bir olay olmuştu. Mesela okuyorum, şöyle çok çarpıcı şeyler var: Mesela “silikonlu figüranlar”. Bunlar ANAP’lılar, “Bunlar Refah Partisi’ne katılamaz” diyordu. “Refah Partisi’ne gelmek isteyen kimseye ambargo uygulanmaz. Fakat Filiz Ergun geldikten sonra” –bu dişçi Filiz Ergun’dan bahsediyor– “Refah Partisi’nin tabanına uyan bir görüntü sergilemedi. Kullandığı birtakım çarpık ifadeler bizim inancımıza terstir. Bütün bunlar rahatsızlık vermesine rağmen, parti sağduyulu davrandı,” diyor. “Taban buna çok ciddi bir tepki gösteriyor. Tabanın bütün beklentisi İslâm’dır, bunların bu görüntüsü İslâm değil. Bu bünye buna tahammül edemez. Diğer partiler bunu dindar kesim içinde bize karşı kullanacaklar” diyordu. Şöyle bir soru sormuşum: “Son zamanda Refah Partililer’in medyanın büyüsüne kapıldığı gözlemleniyor, ne dersiniz?” —“Yenilikçiliğin hastalığı budur işte. Gençliklerinde tatmin olamadıkları birtakım hususları bugün medya ile, görüntü ile, Filiz ve Gülay hanım gibilerle resim çektirmek yoluyla gidermek isteyenler var. Medyayla, heyecanla hareket edersek biz de ANAP’a döneriz; ancak bu görüntülerin hiçbir zaman ifade etmeyeceğini, hiçbir anlam ifade etmeyeceğine, yeni yüzyıla Refah Partisi’nin damga vuracağını inanıyorum. Yani bu virüslerin etkisi olmayacak; çünkü bu bilgisayar Allah’ın verdiği ölçüler içinde çalışıyor” diyordu. Bu çok büyük olay oldu o tarihte. Erdoğan Refah Partisi İstanbul İl Başkanı’ydı ve Erdoğan’a gazete, Sadık Albayrak’ın bu iddialarını, suçlamalarını sormaya karar verdi. Tabii ki doğal olarak. gazetecilikte buna fikri takip deriz, ama o sözünü ettiğim kıdemli muhabirler normalde Erdoğan’la benim yapmam gereken bu röportajı bana yaptırmayıp kendileri yaptılar. Erdoğan da buna bir cevap verdi. Erdoğan’ın cevabı Sadık Albayrak’ın sertliğinde değildi. Daha yumuşak, alttan alan bir cevaptı. Ama çok da fazla hatırlamıyorum, bunun da bana yapılmış bir kötülük olduğunu düşünüyorum. Ve o tarihte de bunu gazetenin yöneticilerine de söylemiştim. Normalde Sadık Albayrak‘la röportaj yapan birisi olarak, bu Erdoğan’ın cevabını da benim kendisine sormam gerekiyordu. Ama beni bu haktan mahrum ettiler diyelim. Neyse, daha sonra aradan zaman geçti. İşler değişti, çok şey değişti. Ve Sadık Albayrak’la Recep Tayyip Erdoğan dünür oldular. Kız alıp verdiler, diyelim. Erdoğan’ın kızıyla Sadık Albayrak’ın oğlu evlendi. Ve Sadık Albayrak artık yazıp çizmeyi bıraktı. Ama bir gün, Taraf gazetesi, 2010 yılının sonunda –Kasım ayında olsa gerek– bir manşet yaptı. Bu manşete göre, Amerikan diplomatlarının yazışmalarından hareketle, Sadık Albayrak’ın, Antalya Büyükşehir Belediyesi AKP’nin elinde iken raylı sistem ihalesine girmek istediği, bunun için Erdoğan’ın nüfuzunu kullandığını yazmışlardı — manşette bir rapora istinâden. Ben açıkçası çok şaşırdım; böyle bir şeyin olabileceğine ihtimal vermedim. Hâlen vermiyorum ve “Sadık Albayrak’ın Çiğnenen Onuru” diye bir yazı yazdım Vatan gazetesinde. 1 Aralık 2010’da çıkmış yazı. Ben, tanıdığım kadarıyla böyle bir şeyin doğru olamayacağını söylemiştim. Nitekim Ahmet Altan da daha sonra, gazetenin yayın yönetmeni bu konuda bir yanlış olabileceğini, Sadık Albayrak ve hakkındaki haberin doğru olmayabileceğini yazan, ifade eden bir yazı da kaleme aldı. O tarihte Sadık Albayrak’ın oğullarından Serhat, Sabah gazetesindeydi.  Sabah gazetesinin yönetim yerindeydi. Ben tanımıyordum çocuklarını, şahsen tanışıklığım yoktu; ama işte bunun için bana teşekkür falan ettiler. Ama bu bir kişisel bir meseleydi; yani kişisel bir mesele dediğim, benim tanıdığım Sadık Albayrak’ın böyle bir şey yapabileceğine ihtimal vermediğim için bunu yazdım. Sonra fark ettim ki, iktidar yanlısı medyada o âna kadar hiçbir yerde hiçbir şey çıkmamıştı. Böyle de ilginç bir durum oldu. Hâlâ inanmıyorum. Yani benim bildiğim kadarıyla o olay doğru değildi. Zaten onun devamı da gelmedi. Şimdi Sadık Albayrak tekrar gündemde. Kendisi olmasa bile çocukları çok önemli yerlere geldi gerçekten. Birisi beş yıl boyunca ülkenin ekonomisini yönetti. Daha önce Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yaptı. Bir diğeri, Türkiye’nin en büyük medya grubu olduğunu tahmin ediyorum, Sabah Grubu’nun başında. Aynı zamanda Sabah Grubu’nun başında olmasına ek olarak, Demirören Grubu’nu da kontrol ediyor ve onun dışında da birtakım vakıf, dernek gibi yerleri de Albayrak Kardeşler’in kontrol ettiğini biliyoruz. Sadık Albayrak bunların neresinde, nasıl duruyor? Açıkçası çok bilmiyorum. Çocuklarının onu her şeye kattığına da çok emin değilim; ama bu Berat Albayrak’ın istifası sürecinde yapılan bir dizi spekülasyonun içerisinde, Berat Albayrak‘ın bu istifa kararını babasıyla konuştuğunu ve babasının onayıyla bu kararı aldığı yolundaki spekülasyon benim çok aklıma yatıyor. Çünkü Sadık Albayrak’a rağmen… yani kayınpederine bu meydan okuyuşu babasını da karşısına alarak yapabileceğini açıkçası sanmıyorum. Burada belli ki bizlerin bilmediğimiz daha çok mesele var, daha çok sorun var, daha çok gerilim var. Bu sadece Naci Ağbal’ın Merkez Bankası’nın başına atanmasıyla yaşanan bir olay olmayabilir. Çok daha karışık birtakım iktidar ilişkileri, kavgalar ve gerginliklerin söz konusu olduğunu tahmin ediyorum. Normal şartlarda Sadık Albayrak bu olayları çok güzel yazıp anlatabilecek birisidir. Ama böyle bir şey yapacağını da sanmıyorum. Bir ihtimal, her iki taraf da bu olayı bir sessizliğe mahkûm etmek isteyecekler; ama Türkiye normalleştikten sonra –ki bunun çok gecikeceğini sanmıyorum–, bu olayın nasıl yaşandığını, neden yaşandığını öğrenme imkânımız ortaya çıkabilir. Evet, bütün bu süre içerisinde, yani 1985’ten bu yana 35 yıl oluyor, bir ailenin, Albayrak ailesinin – ki Albayrak soyadlı çok aile var, mesela Yeni Şafak’ın sahipleri de Albayrak, ama doğrudan bir akrabalıkları var mı emin değilim, sanmıyorum, çünkü Trabzon’da çok yaygın olan bir soyadı. Mesela Galatasaray’ın ikinci başkanı Abdurrahim Albayrak Trabzonlu gibi, ama Sadık Albayrak ailesinin, onun ve iki oğlunun bu süre içerisinde çok ciddi bir şekilde yükseldiklerini gördük. Ve şimdi de herhalde onların etkisinin kademe kademe azalacağını göreceğiz. Çocukları, Sadık Albayrak’ın çocukları isimlerini tekrar Türkiye’de gündemde tutabilecekler mi? Açıkçası çok emin değilim. Çünkü babaları kendi başına, kendi ayakları üzerinde, bedel ödeyerek bir isim yapmıştı. Ama çocukların yaptıkları isimlerin hepsinin arkasına da ya babalarının ya da kayınbabalarının desteği olduğunu büyük ölçüde gördük. Henüz benim kişisel düşüncem bu. Ne Berat ne de Serhat Albayrak, kişisel olarak kendilerini Türkiye’de, kamuoyu önünde kabul ettirmiş isimler değil. Bakalım önümüzdeki süreçte bunu yapabilecekler mi?  Yapmak isteyecekler mi? Ama Türkiye’de çok şey değişiyor. Bir devir kapanmak üzere ve yeniden şekillenecek olan Türkiye’de, onların çok fazla şansı olabileceğini açıkçası düşünmüyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.