Dün Bülent Arınç Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’ndan istifa etti, eski Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan ise AKP MYK tarafından oybirliğiyle disipline sevk edildi. Erdoğan’ın yol arkadaşlarını MHP ile ittifakı uğruna gözden çıkarmasının etkileri büyük olacak.
Yayına hazırlayan: Zelal Direkci
Merhaba, iyi günler. Dün Adalet ve Kalkınma Partisi cephesinde iki önemli gelişme yaşandı. Birincisi Bülent Arınç, partiden değil de Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’ndaki üyeliğinden istifâ etti. Daha sonra AKP’nin MYK toplantısında eski Diyarbakır milletvekili İhsan Arslan’ın kitabında yazdıkları ve daha sonra kitabın ardından BBC ve Medyascope’ta verdiği söyleşilerden hareketle disipline sevki kararı verildi. Bu karar MYK’da oybirliğiyle çıkmış. Bu iki olayın aynı güne denk gelmesi tabii ki çok daha çarpıcı. Her biri başlı başına önemliydi AKP için. Şimdi bu hâliyle ikisinin aynı güne sıkışmış olması, AKP’nin –bir parti olarak geriye ne kaldıysa–, ama esas olarak da Erdoğan iktidarının nasıl kötü bir durumda olduğunu bize bir kere daha gösteriyor.
Çok meşhur bir söz vardır, “Devrim çocuklarını yer” diye. Bu sözü biliyorsunuzdur. Özetleyecek olursak. Devrim yapan değişik güçler içerisinde, iktidarı ele geçirdikten sonra güçlü olanın daha zayıf olanları tasfiye etmesidir bu. Yani iktidara gelince yapılan ilk işlerden birisi, devrimi devrim yapan bazı çocukları gözden çıkartması. Burada bir devrim yok. Türkiye’de bir devrim yok. Tam tersine kayıp var. Yani Erdoğan iktidarının devrilme süreci var. Bu devrilme tabii ki yasal yollardan seçim yoluyla olacak. 31 Mart bunun ilk işaretini verdi. Ve Erdoğan burada iktidarını uzatmak için kendi çocuklarını feda ediyor. Kurban ediyor. Kime kurban ediyor? Şu anda baktığınızda Devlet Bahçeli’ye kurban ediyor. Bülent Arınç’ı birçok kişi bilir. Sevmeyeninin daha çok olduğunun da farkındayım, dünkü yayında da bunu söyledim. Ama Bülent Arınç’ın AKP’nin iktidara gelmesinde çok önemli rolleri olduğunu biliyoruz. Eğer AKP bir tür devrimse –ki iktidara geldiğinde bunu bazı gazeteler “Anadolu Devrimi” olarak tanımlamıştı– bu sürecin içerisinde çok önemli anlarda çok önemli roller üstlenmiş bir kişiydi. Daha ilk başta Refah Partisi’ndeki Yenilikçi Hareket’in ortaya çıkmasında, Fazilet Partisi’nde Abdullah Gül’ün Recai Kutan’a karşı aday olmasında ve nihayet Fazilet kapandıktan sonra Erdoğan liderliğindeki AKP’nin Saadet Partisi’nden ayrılarak kurulmasında çok kilit roller üstlenmişti. Daha sonra AKP iktidarında da başbakan yardımcılığı, Meclis başkanlığı gibi önemli görevler üstlendi. Yani AKP’nin en önemli isimlerinden birisi oldu her zaman için. Belli bir süre sonra etkisi azaldı, ama Erdoğan onu bir şekilde yanında tutmak istedi. Artık ona da nokta konulmuş oluyor.
İhsan Arslan kamuoyunda çok bilinmez, çok bilinmek de istemeyen birisiydi. Oğlu daha çok bilinir. Onun da adı Ali İhsan’dır, ama Mücahit olarak bilinir daha çok. O Erdoğan’ın daha ilk AKP liderliğinden itibaren en yakın danışmanlarından birisi oldu. Hatta onun için Erdoğan’ın kara kutusu da denirdi. Daha sonra AKP’den Ankara milletvekilli oldu Mücahit Arslan. Şu anda da New York Times’ın bir haberi var — hızla Medyascope’ta haberleştirdik bunun çevirisinin özetini. Mücahit Arslan geçtiğimiz günlerde Washington’da Erdoğan’ın yeni Biden yönetimiyle ilişkilerini kurabilmek, geliştirmek için bir lobi şirketiyle anlaşma yapmış. Kendi kimliği ile yapmış, ama tabii ki kendisi için değil. New York Times’ta öyle yazıyor: Erdoğan için. Hâlâ Erdoğan’ın yakın çevresinde. Ama babası ondan her zaman için çok daha önemli bir isim oldu. İslâmî hareketin içerisinde ve özellikle Kürt İslâmcılığında İhsan Arslan yazılarıyla konferanslarıyla bilinen bir isimdi. Kitapları vardı ve Mazlum-Der’de bir dönem genel başkanlık yapmıştır. İslâmî hareketin en önemli insan hakları kuruluşuydu. Şu anda eskisi kadar etkili değil, ama bir zamanlar İhsan Arslan’ın genel başkan olduğu dönemlerde çok etkiliydi. Ve İhsan Arslan aynı zamanda bir iş insanı olduğu için mâlî açıdan Türkiye’de birçok İslâmî faaliyetin finansmanında da önemli roller oynamış birisiydi ve AKP’nin kuruluşunda başından beri vardı. AKP kurucusu olmadı, yerine oğlu oldu, ama kendisi de bir süre sonra Diyarbakır’dan milletvekili oldu. Çok önemli birisiydi. O çevreleri bilenlerin iyi bildiği bir isimdi. Ve onun meslektaşımız Ayşe Karabat’la yaptığı bir kitap var. O kitap, hayatını anlattığı iki cilt. İlk kitapta Ayşe’ye anlattığı hayat öyküsü var, ikinci ciltte de bugüne kadar çıkmış bazı yazılardan ve vermiş olduğu bazı söyleşilerden derleme var. Ve zaten son röportajları da kitap vesilesiyle yaptı. Hatta bize röportaj vermekte tereddüt etmişti. Ben bizzat aradım konuştum ve ikna ettik. Bayağı da uzun, 50 dakikalık bir söyleşiyi Ferit Aslan’a verdi. Çok çarpıcı bir söyleşi.
Aslında gerek Bülent Arınç’ın gerek İhsan Arslan’ın söyledikleri AKP’lilerin büyük bir kısmı tarafından AKP’nin kuruluş sürecinden itibaren içinde olan kesimler, kişiler tarafından benimsenen sözler. Ama burada tabii bir cesaret meselesi var. Burada Arınç ve İhsan Arslan’ın söyledikleri şeylerin değişik açılardan AKP’yi var eden kesimlerden büyük bir bölümü tarafından benimsendiğini, ama yüksek sesle söylenemediğini düşünüyorum ve biliyorum. Burada Bülent Arınç ve İhsan Arslan, birçok kişinin dile getirmekten çekindiği şeyleri kendilerinin pekâlâ dile getirebileceklerini ve getirmeleri gerektiğini düşündüler ve kamusal alanda bunları dile getirdiler. Birçok kişiden takdir aldılar, ama başlarına gelenlerden sonra –Bülent Arınç’ın istifâsı, belki de İhsan Arslan’ın disiplin soruşturmasından ne sonuç çıkacak bilmiyorum, ama ihraç bile çıkabilir– burada da çok yalnız bırakılacakları belli. Burada aslında ilk değil bu. Bir zamanlar Ergenekon’da dalgalar vardı — operasyon dalgaları. AKP’de de dalga dalga çözülmeler oldu. İlk ayrılan Abdüllatif Şener’di, ama yanında çok fazla kişiyle gitmedi. Daha sonra, Erkan Mumcu gelmişti, geri gitti. Onlar geçmişte kaldı. AKP’nin güçlü zamanlarındaydı onlar ve çok da etkili olamadılar. Ama daha sonra Erdoğan’ın adım adım birtakım isimleri kenara ittiğini gördük. Onları tasfiye etmese de marjinalleştirdi. Abdullah Gül başta olmak üzere Ali Babacan bunlardan birisiydi, Sadullah Erkin vs.
Değişik dönemlerde önemli görevler üstlenmiş birçok kişinin etkisizleştirildiğini gördük. Bu daha çok Gezi süreciyle beraber ve Fethullahçılar’la savaşın alenileşmesiyle birlikte olan bir şey. Erdoğan hem Gezi’nin, hem Fethullahçılar’ın 17-25 Aralık operasyonunun doğrudan kendine yönelik saldırılar olduğunu düşünüp, kendisinin yanında tam olarak yer almadığını düşündüğü isimleri etkisizleştirmeye gitti. Ve bu arada da iktidarı iyice tekeline aldı. Yani bir mecburiyetten yapıyormuş gibi oldu, ama aslında kendisinin amacının iktidarı tekeline almak olduğunu da anlamış olduk. Dolayısıyla bu tür meydan okuyuşları bir tür bahane olarak kullanmış da olabilir. Bu kişiler uzun bir süre kaderlerine razı oldular. Sessiz kaldılar. Çok önemli görevler üstlenmiş çok sayıda kişinin adım adım yok olduklarını gördük. Ortadan kaybolduklarını gördük — ta ki yeni partiler kurulana kadar. Yeni partilerin kurulmasıyla beraber bu kopuşlar resmî bir havaya büründü. Esas büyük kopuş buralarda oldu.
Onun öncesinde tabii Ahmet Davutoğlu’nun Pelikan üzerinden tasfiyesine özel bir paragraf açmak lâzım. Birilerinin tasfiyesi için kullanılan Ahmet Davutoğlu, daha sonra Erdoğan tarafından çizmeyi aştığı gerekçesiyle ya da Erdoğan’ın ona çizmek istediği sınırlara riayet etmediği için, bir Pelikan operasyonuyla tasfiye edildi. Ahmet Davutoğlu genel başkan ve başbakan olduğu dönemde kendine yakın birtakım isimleri partiye teşkilatlara ve meclis grubuna da koymuştu. Dolayısıyla da Davutoğlu’nun kopuşu birden olmadı. O da çok ilginç. Önce etkisizleştirildi. Davutoğlu bir süre kaldı, daha sonra koptu. Koptuğu zaman da yanında bayağı bir grup insanı da peşinden götürdü. Genel başkanlığı sırasında onunla beraber hareket eden birçok isim de orada koptu.
Ali Babacan’ın DEVA Partisi daha önce ayrı ayrı tasfiye edilmiş isimlerin bir kısmının bir araya gelmesiyle oluştu. Orada tasfiye edilmekle beraber, etkisizleştirilmekle beraber Babacan’la yer almayan isimler de var. Meselâ bir dönemin etkili isimlerinden Hüseyin Çelik var. Beşir Atalay var — ki Ali Babacan’ın partisinin ilk başlarında çok etkili bir şekilde vardı. Nedense bir şekilde –sağlık diyorlar ama tek başına bu olmayabilir– o yer almadı. Dolayısıyla değişik değişik dalgalar halinde AKP’den kopuşların yaşandığını gördük. Bunlar genellikle AKP içerisinde Erdoğan’ın kendilerine çizdiği sınırdan razı olamayan insanların kendilerini uzaklaştırması ya da Erdoğan tarafından aday gösterilmemeleri ya da bir daha bakan yapılmamaları gibi süreçlerle kenara çekilen kişilerdi. Yani bunlar iç meseleydi. Ama şimdikiler tam olarak iç mesele değil. Şimdikiler, İhsan Arslan olsun Bülent Arınç olsun, bunlar esas olarak Bahçeli’yle yapılmış olan ittifaka, yani MHP ile yapılmış olan ittifaka verilen kurbanlar. Dolayısıyla Bülent Arınç’ın ve İhsan Arslan’ın başına gelenler ya da gelecek olanlar ayrı bir şekilde değerlendirmeyi hak ediyor. Burada çok daha farklı bir durum var.
Buradaki kırgınların küskünlerin sayısının sırf bu nedenle daha fazla artacağını tahmin ediyorum. Bu doğrudan bir kopuş olarak kendini göstermeyebilir, ama şu noktanın özellikle altını çizmek lâzım — birçok yayında bunu özellikle vurguladım: Türkiye’de siyâsî hayatın tarihinde –Osmanlı’nın son döneminden itibaren diyelim– en önemli iki güç İslâmcılık ve Türkçülük ya da milliyetçiliktir ve bunlar sürekli birbirleriyle rekabet halindedir. Kimi dönem kısa ittifaklar –ki 70’li yıllardaki Milliyetçi Cephe koalisyonları buna örnektir– ama genellikle de rekabet üzerinden giderler. Özellikle bu rekabeti İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz’de görürüz. Buralarda değişik İslâmcı partilerle milliyetçi partiler arasında, MSP ile MHP ya da daha sonra Refah Partisi ile MHP gibi. Şimdi de AKP ile MHP gibi. Bir rekabet halindedirler ve bu rekabet aslında sert bir rekabettir. Çünkü bu söylediğim bölgelerde özellikle birçok seçmen hem milliyetçi hem de muhafazakâr reflekslere sahiptir. Ve bunları kazanmak gibi bir mesele vardır. Yani buralarda tabii ki her partinin çok kemik seçmeni vardır. Ama bu iki seçenek arasında gidip gelen çok insan vardır. Ve bunları kazanmak çok önemlidir. Aslında önemliydi. Artık Türkiye’de bu bölgeler eskisi kadar önemli değil.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Burada Adalet ve Kalkınma Partisi bindiği dalı şöyle kesiyor. AKP’nin esas gücü aslında Refah Partisi’nden itibaren gelen ve Saadet’le devam eden esas gücü, kendisini o İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz’e hapsetmek yerine büyük şehirlerde de güç göstermek ve Güneydoğu’daki Kürt seçmeni –hem Güneydoğu’daki Kürt hem de Batı’daki Kürt seçmenin belli bir kesimini– kontrol etmekti başarısı. Yani büyük şehirler ve Kürt oyları. İç Anadolu’da ve Doğu Anadolu’da ve Karadeniz’de aldığı oyların tabii ki bir önemi vardı, ama esas belirleyici olan büyükşehirler, metropoller ve Kürt oylarıydı. Hatırlanacaktır 1994 yerel seçimlerinde İstanbul, Ankara en önemli yerlerdi. Refah Partisi’nin, Fazilet Partisi’nin ve AKP’nin gücünün esas olarak buralardan geldiğini biliyoruz. Dolayısıyla şu anda İç Anadolu, Doğu Anadolu, Karadeniz ve taşraya mahkûm olmuş, taşra üzerinden giden bir rekabette MHP’ye sayıca olmasa bile ideolojik-politik olarak tâbi olan bir Adalet ve Kalkınma Partisi var. Ve bunu yaptığı ölçüde kendi kadrolarını iyice küstürüyor. Özellikle de Kürtler’i tabii ki. Bu anlamda İhsan Arslan’ın başına gelenlerin ayrıca önemi katlanıyor. Kürtler’i ve büyükşehirdeki seçmeni kaybetmekte olduğunu görüyoruz. Bu çözülme bu anlamıyla çok daha büyük bir çözülme. Sayıca olmasa bile yani nicelik olarak olmasa bile nitelik olarak bunun etkisinin çok daha güçlü olduğunu düşünüyorum. Ve şimdi gerek Gelecek gerek DEVA partilerinin işlerinin daha da kolaylaştığını düşünüyorum. Birçok yerde çok yoğun çalışıyorlar. Gelecek Partisi kongresini yaptı. DEVA Partisi de harıl harıl il kongrelerini yapıyor. Liderleri sürekli Anadolu’da ve kendilerine yer açan medya kuruluşlarında sürekli mesaj veriyorlar. Ve buralarda büyük ölçüde AKP tabanından, hâlâ AKP’de ısrar eden, Erdoğan’da ısrar eden, burayı esas yerleri olarak gören çok sayıda kadrolar ve seçmenlerle karşılaşıyorlar. Ve işleri çok kolay değildi. Ama Erdoğan’ın bu hareketi gerçekten var eden bu tür isimleri MHP’yle olan ilişkisini sürdürebilmek için feda ediyor olmasının DEVA ve Gelecek için çok büyük bir avantaj olduğu kanısındayım.
Bülent Arınç henüz partiden ayrılmadı ve ayrılmayacağını söylüyor. AKP milletvekili olan oğlu Mücahit Arınç, Erdoğan lehine açıklamalar yapıyor. İhsan Arslan’ın oğlu –onun da adı Mücahit– o da milletvekili ve lobi çalışmaları yürütüyor Erdoğan adına. Ama bütün bunlar içerideki yaranın rahatsızlığın daha da derinleştiğini bizden gizleyemiyor. Çok ciddi bir sorun var. Ve burada işi daha da kabul edilemez kılan, geleneksel rakip olan MHP ve Bahçeli –ki Bahçeli’nin AKP hakkında, Erdoğan hakkında etmiş olduğu lâflar hâlâ birçoklarının hafızasında var– onunla ittifak uğruna kendilerinin, kendi çocuklarının kurban edilmesi çok ciddi yeni bir travma yaratıyor. Bu seferki çözülme dalgasının ne kadar görünür olacağına emin değilim; ama psikolojik etkisinin çok daha büyük olduğunu ve Erdoğan’ın bu tür hamlelerle tabanının ve kadrolarının kendisiyle kurmakta zorlandığı ilişkiyi iyice zora attığı kanısındayım.
Hep söylüyorum bir kere daha söyleyeyim: Erdoğan Bahçeli’yle daha uzun süre yol yürüyemeyecek, yürümeyecek. Bunun yürümediğini görecek kadar deneyimli bir siyasetçi. Ama şu anda bu kopuşu yapmak istemiyor anladığım kadarıyla. Bu kopuşu geciktirmek istiyor. Bu kopuşu geciktirdiği ölçüde kendi çevresinden, kendi partisi ve iktidarı içerisinden yeni kopuşlara neden olacaktır. Bu kopuşlar sırasında Bülent Arınç’a ya da İhsan Arslan’a karşı çıkan Erdoğan yanlısı çok isim var. Onlar hakkında, Bülent Arınç aleyhine lâflar eden, meselâ sosyal medyada kampanyalar düzenleyen birçok kişi var — eski milletvekili, eski belediye başkanı vs.. Bunların Erdoğan’ın nezdinde çok önemi olduğu kanısında değilim. Zira Erdoğan bunların büyük bir kısmını çoktan kapının önüne ya da kapının kenarına koydu. Bu kişiler belki bu vesileyle tekrardan birtakım pâyelere ulaşacaklarını düşünüyor olabilirler, ama çok da fazla bir gelecekleri olduğu kanısında değilim. Erdoğan’ın ne yapacağını bilmiyorum, ama bu gidişlerin, bu kopuşların, bu travmaların kendi iktidarını kaybetmesine ve çok daha etkili bir şekilde, çarpıcı bir şekilde kaybetmesine yol açacağını herhalde görüyor olması lâzım.
Bugün Murat Yetkin’le AKP içerisindeki gelişmeleri ayrıca uzun uzun konuşmaya niyetimiz var. Bir aksilik olmazsa Murat Yetkin’le yapacağımız bu sohbeti de akşam saat 20.00 de yayınlamayı düşünüyoruz. O kesinleşirse Medyascope hesaplarından duyurusunu da yapacağız. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.