Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

S-400 fiyaskosu ve dış politikada “yerli ve milli” duruş

ABD’nin S-400’ler nedeniyle Türkiye’ye yaptırım kararı almasının ardından CHP ve İYİ Parti, bir kez daha bir dış politika konusunda AKP ve MHP ile birlikte “yerli ve milli” bir duruş sergileyip ortak açıklamaya imza attı. Bu ortak açıklama Ankara’nın S-400 alım sürecinin bir fiyasko olduğu gerçeğini örtbas etmiyor.

Yayına hazırlayan: Senem Görür

Merhaba, iyi günler. Amerika Birleşik Devletleri sonunda Türkiye’ye yaptırımlara karar verdi. Mâlûm, S-400’lerin Rusya’dan alınması konusunda Başkan Trump’ın uzun süre ertelediği ve geciktirdiği yaptırımlar sonunda Trump tarafından da giderayak onaylandı. Uzmanlara göre –kimilerine göre ağır, kimilerine göre çok da ağır olmayan– yaptırımlar kararı alındı. Bunun detaylarını uzmanlar tartışıyor, tartışmaya da devam edecek. Ben daha çok burada esas olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan partilerden HDP dışındakilerin ortaklaşa yaptıkları açıklamaya değinmek istiyorum. CHP’nin ve İYİ Parti’nin de dahil olduğu, AKP ve MHP grup başkanvekillerinin de olduğu bir ortak açıklamayla “milli ve yerli” bir duruş sergilediler. Daha önce de defalarca bu yapılmıştı. Dış politika söz konusu olduğu zaman muhalefet partileri her bir şeyi bir kenara bırakıp, iktidarın yanında aynı metinlere imza atıyorlar. Bu genellikle meclis grup başkanvekilleri tarafından yapılıyor. 

Şimdi bu açıklamada, “Türkiye milli güvenliğinin gerektirdiği hiçbir adımı atmaktan çekinmeyecek” gibi bir cümle var. Bu cümlede MHP, AKP, CHP ve İYİ Parti var. Ve biliyoruz ki, MHP daha yakın zamanda CHP’yi ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu bir milli güvenlik sorunu olarak adlandırılmıştı. Yani, seviyenin bu kadar düştüğü bir ortamdaydık. Buna cevaplar verilmiş olabilir. Ama bu cümle ortada duruyor, geri alınmış değil. Ama şimdi CHP, MHP ile birlikte Türkiye’nin milli güvenliği için hiçbir adım atmaktan çekinmeyiz diye ortak bir açıklama yapıyor. Burada denecektir ki, tabii dış politikada bütün kavgalar unutulur vs.. Ama iç politikadaki kavgaların dozunun bu kadar ayarsız olduğu bir yerde insan ister istemez düşünüyor: Ne oldu da böyle yan yana duruluyor? 

Devam edelim. “Türkiye, dış politikasında barış ve istikrara katkıda bulunmak için üzerine düşeni yapan bir ülkedir.” Şimdi bu çok iyi bir söz, iyi bir cümle. Doğru mu? Bence değil. Muhalefet de değişik vesilelerle Türkiye’yi, dış politikasını eleştiriyor ve buradaki temel eksen de herhalde Türkiye’nin barış ve istikrar konusundaki hassasiyeti. Ankara’nın, Erdoğan yönetiminin bu tavrına evet deniyor ve sonunda da, “ABD’nin bu tavrı, NATO’nun müttefiklik ruhuna aykırıdır” diye bir de bir cümle var. NATO’nun müttefiklik ruhuna niye aykırı? Türkiye, kendi milli güvenliğiyle ilgili bir adım atıyor ve NATO’daki müttefiki olan ABD buna rağmen onu cezalandırmaya çalışıyor. Ama buradaki esas tartışma konusu, biliyoruz ki, NATO’nun kuruluş nedenlerinin önde gelenlerinden olan Rusya’yla olan bir ilişki söz konusu. Yani, Türkiye, Rusya’dan böyle bir savunma sistemini satın almaktan, böyle bir stratejik ilişkiye girmekten, NATO üyesi olmasına rağmen çekinmiyor. Ama daha sonra bundan hareketle ABD’nin yaptırım uygulamasını NATO’nun müttefiklik ruhuna aykırı görüyor. NATO’yu savunan birisi değilim, NATO’ya karşı birisiyim, keşke Türkiye NATO’da olmasa, çıksa. Ama NATO’nun çizdiği kuralların içerisinde cereyan eden bir olayı böyle tanımlamanın da çok inandırıcı olduğu kanısında değilim. S-400’ler konusu Türkiye’de tam bir fiyasko olmuştur. Neden alındığı tam bilinmeyen, ne zaman nasıl uygulanacağı tam bilinmeyen, Türkiye’nin diğer envanteri ile ne derece uyumlu olacağı tam bilinmeyen, ama alındığı için ABD başta olmak üzere diğer NATO’daki müttefiklerle sorun yaşanacağı bilinen bir olay. Yıllarca bayağı da bir maliyetle Türkiye’nin önünde duruyor. Bu yaptırımların olması kaçınılmazdı. Çünkü Amerikan yasalarına göre, bir müttefik olarak Türkiye, ABD’nin düşman olarak gördüğü, hasım olarak gördüğü Kuzey Kore gibi, İran gibi ve Rusya gibi bir ülkeyle iş yaparsa bunun birtakım yaptırımları olacak. Bu kaçınılmazdı ve Erdoğan bunu Trump ile bir şekilde halledebileceğini söyledi, düşündü. Bir oyalama oldu ve bu gerçekleşti. Sonuçta, S-400’leri kullanıp kullanmayacağımız, nasıl kullanacağımız, kime karşı kullanacağımız meselesi hâlâ belli değil. Buraya yatırılan paranın tam ne kadar olduğunu ben şahsen bilmiyorum. Bilenler vardır, ama hayli yüklü bir miktar olduğu belli. S-400’lere angaje olunduktan sonra Türkiye’nin başından itibaren içinde olduğu F-35 uçaklarının programından dışlanmış olduğu, ekarte edildiği ve Türkiye’nin hakkı olan F-35’lerin başka ülkelere satılmakta olduğu da ortada. Sonuçta, açıkçası bir dış politika başarısızlığı söz konusu. Bu olayı bir milli itibar, milli irade, egemenliğin kayıtsız şartsız millette ait olduğu, “Türkiye kimseyi içişlerine karıştırmadı” gibi haklı argümanlarla üstü örtülebilecek bir başarısızlık değil. Geldiğimiz noktada çok bariz bir şekilde, S-400 olayını niye yapıldığı belli olmayan ve ne işe yaradığı belli olmayan bir tercih olarak görmek lâzım. 

Bugün Karar gazetesinde Yıldıray Oğur’un yazısını okuduğunuz zaman, orada referans verdiği çok ilginç bir olay var. O da Trump’ın Suriye temsilcisi Jim Jeffrey’in –ki eskiden Türkiye’de de görev yapmıştı biliyorsunuz, Türkiye’ye çok gelip gitti– Al-Monitor’a verdiği bir söyleşi var, çok kapsamlı bir söyleşi. O söyleşide Jeffrey, Türkiye’nin Suriye’de öldürülen, şehit edilen askerlerinin –36 olması lâzım– Rusya tarafından şehit edildiğini söylüyor, öldürüldüğünü söylüyor. Ve ona karşı herhangi bir açıklama yapılmadı. Ama S-400’lerin ilk telaffuz edildiği andan itibaren, S-400’ler konusunda nereden gelebilecek bir saldırıya karşı bu savunma sistemi alınıyor dendiğinde ilk dile getirilen yerlerden birisi Suriye idi, biliyoruz. Ve Suriye’de Amerika’nın en üst düzeyde yetkililerinden birisi, Türk askerlerinin Rusya tarafından öldürüldüğünü iddia ediyor. Çok büyük bir iddia ve Türkiye, Rusya’yla böyle bir işbirliği içerisine giriyor. Böyle stratejik bir işbirliği içerisine giriyor. Bunu yaparken de geleneksel stratejik ortaklarını karşısına alma riskini bilerek yapıyor. Bunu iktidar yapabilir, başkaları da eleştirebilir, ki çok eleştiren oldu; ama bu hep bir milli duruş olarak, yerli ve milli bir duruş olarak savunuldu. Dış politikada büyük bir başarı olarak sunuldu S-400 tercihi ve S-400 tercihi de şununla meşrulaştırıldı: Patriot istedik verilmedi, bunun üzerine buna mecbur kaldık diye söylendi. Bu tartışma ne zamandan beri sürüyor? Ama muhalefet, bu gelinen noktada, ki neyin nasıl olacağını tam bir belirsizleştiği bir noktada, hamaset üzerine kurulu bir bildiriye imza atıyor. Bu, muhalefetin çok ciddi bir çekincesinden kaynaklanıyor. Sanıyor ki, Türkiye’de insanlar bu tür milli olarak sunulan, “milli ve yerli” olarak sunulan meselelerde kamuoyunda büyük bir görüş birliği var. Kazara bir şey söylersek yanlış anlaşılırız ve insanlar, seçmen bizi reddeder, karşısına alır. Hatta kendi tabanımız bile bize kızar. Acaba öyle mi? Ben çok şüpheliyim. S-400’ler meselesinin ciddi bir şekilde sorgulanmadığını, neden alınmaya karar verildiğini, nasıl olduğunu, Patriot meselesi sonuna kadar takip edildi mi ve onun ötesinde tabii ki bunun riskleri üzerinden nasıl hesaplar yapıldı? Sadece Trump’a güvenerek mi yapıldı bu hesaplar ve gelebilecek yaptırımlara karşı Türkiye ne tedbirler aldı? Bu yaptırımları Türkiye bertaraf edebilir mi? Bunları aşabilir mi? Bunları sorgulamadan, etmeden ve bütün bu süreç içerisinde iktidar tarafından, bütün bu S-400 süreçlerinde iktidar tarafından gerçek ve samimi bir şekilde bilgilendirilmeden gelinen noktada yaşanan olayda hemen bir refleks verme yoluna giden bir muhalefet var.

İYİ Parti’yi bir yere kadar anlamak mümkün — o da bir yere kadar; İYİ Parti’de çok deneyimli dış politika uzmanları var, eski büyükelçiler var. Bütün bu sürecin hatalarını başından itibaren gözlemiş ve muhtemelen de parti yönetimini uyarmış ve iktidarı da uyarmış isimler var. Benzer şekilde CHP’de de daha fazla var; ama görüyoruz, Ünal Çeviköz ilk günden tepki olarak mesela bunu hemen aktive edilmesini söylüyor. Aktive edip ne olacak açıkçası ben bilmiyorum. 

Tekrar başa dönecek olursak, Türkiye stratejik işbirliği tercihlerini değiştirebilir. Burada kamuoyunda bir tartışma açılabilir ve bunun ışığında Türkiye’de belli bir konsensüs ile Türkiye tercihini pekâlâ değiştirebilir, doğru ya da yanlış. Şu anda NATO ile kurulmuş olan ittifaktan, yıllar önce Soğuk Savaş ürünü olan bu ittifaktan Türkiye değişen onca şeyden sonra pekâlâ çıkmak isteyebilir; girmesi de yanlıştı zamanında bence, çıkması da doğru olacaktır kesinlikle. Ama Türkiye’nin NATO’dan çıkıp Rusya’nın ya da Çin’in ya da ikisinin birden yörüngesine girmesi ve kaderini onlara emanet etmesinin de hiç de hayırlı bir şey olacağı kanısında değilim. Dolayısıyla gerçekçi bir dış politika perspektifiyle hareket edildiği zaman üzerinde konuşulacak çok şey var: Strateji, Türkiye’nin konumu nedeniyle üzerine düşenler ve önüne çıkan riskler. Bütün bunları değerlendirdiğinde söylenecek çok şey var. Ama bütün bunları, hepsini by-pass edip bütün bu süreçte yaşanan yanlışları, yapılan yanlışları, ısrarla yapılan yanlışları unutup bugün böyle bir metne imza attığınız zaman, bu pek bir işe yaramıyor. İktidar için bir sorun yok zaten, iktidar tercihini bundan yana yapmış, S-400’lerden yana yapmış. Yaptırımları bir şekilde göze almış ya da yaptırım olmayacağını düşünmüş. Mesela Trump’ın yeniden seçileceğini hesaplamış. Giderayak Trump’ın böyle bir şey yapmayacağını düşünmüş gibi; ama sonuçta yaptırımlar geldi ve Türkiye’nin önünde bu duruyor. Türkiye de buna gereken cevabı verecektir deniyor. Beraber bekleyeceğiz, göreceğiz. Bu cevabın ne olduğunu göreceğiz bakalım. Herkes gibi ben de gerçekten merak ediyorum. Bir diğer merak ettiğimiz nokta da tabii ki başından beri söylemeye çalıştığım bu S-400’lerin ne işimize yarayacağını merak ediyorum. Evet, tekrar bakalım: “Türkiye milli güvenliğinin gerektirdiği hiçbir adım atmaktan çekinmeyecektir”. Çok doğru bir duruş gerçekten. Ama bu milli güvenlik kavramının, güvenlik kavramının iktidar tarafından nasıl kullanıldığını, nasıl her derde deva bir şey gibi kullanıldığını çok iyi biliyoruz. Düşünün, 31 Mart yerel seçimlerini bile bu kavramın üzerinden inşa etmeye çalıştılar. Bu kavramın üzerinden hareketle kendilerine oy verenleri milli ve yerli, vermeyenleri hain, işbirlikçi dış güçlerin uzantısı olarak tanımladılar ve tanımlamaya devam ediyorlar. Bütün bu her türlü dış politika, milli güvenlik üzerinden getirilen her türlü dış politika adımına, tezkerelere vs.’ye imza atmış olan CHP’yi bile milli güvenlik sorunu olarak tanımlayabiliyorlar ve ondan sonra siz geliyorsunuz bunu yapıyorsunuz, akıl alır gibi bir şey değil. Kimse iktidarın her adımının yanında böyle hazırola geçerek her yaptığını olumlamak durumunda değil. Burada çok ciddi yapılmış stratejik hatalar var. Baştan yapılmış yanlışlar var. Süreçle beraber devam etmiş yanlışlar var. Bu yanlışları sorgulamadan, bunun sonucunda ortaya çıkan durum üzerinden böyle büyük lâflar etmek bana çok anlamlı gelmiyor. 

Evet, bitirmeden bir duyuru yapayım. Biliyorsunuz, Ali Babacan’la bir yayın yaptık bir önceki cumartesi, ardından Kemal Kılıçdaroğlu ile perşembe sabahı bir yayın yaptık, sonra cumartesi günü, geçtiğimiz cumartesi günü Meral Akşener stüdyomuza geldi, bir yayın yaptık ve bu cumartesi de bir aksilik olmazsa –ki olacağını sanmıyorum–, iyileşmiş olan Gelecek Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu da stüdyomuzda olacak. Saat 16.00’da ve izleyicilerimizin yollayacağı, sosyal medya üzerinden bize ileteceği soruları cevaplayacak. Şimdiden de onu söyleyeyim. Bütün eleştirilerimiz bâki. Kendileri geldiklerinde yaptığımız yayınlarda da bunları söylüyoruz. Ama Medyascope, Türkiye’de bütün siyasî partilere, bütün önde gelen siyasetçilere kapısı sonuna kadar açık bir yer olmaya devam edecek, umarım iktidar ortakları da şu âna kadar defalarca yaptığımız çağrılara belki bir gün onlar da iltifat ederler. Tekrar Ahmet Davutoğlu ile yapacağımız yayın için sorularınızı Medyascope’un sosyal medya hesaplarından bize iletebilirsiniz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.