Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yeni yılda siyaset yenilenebilecek mi? Özer Sencar ile söyleşi

Metropoll Araştırma yöneticisi Özer Sencar, yeni yılda iktidar ve muhalefet partilerinin durumunu değerlendirdi, yeni partileri birbirleriyle kıyasladı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler ve iyi yıllar. 2021’de ilk programımda MetroPOLL Araştırma’nın başındaki ismi, Özer Sencar’ı konuk ediyorum. Kendisiyle daha önce de yayınlar yaptık. 2021’in siftahını da Özer Bey’le yapıyoruz. Özer Bey iyi yıllar ve hoş geldiniz.

Özer Sencar: Teşekkür ederim. İyi yıllar. Tüm izleyicilerimize de hayırlı, başarılı, huzurlu bir yıl diliyorum.

Çakır: İnşallah. Hepimizin dileği bu. Özer Bey, yayının başlığını “Yeni yılda siyaset yenilenebilecek mi?” diye koydum. Yenilenmekten kastım, iktidarın değişmesi anlamına gelmiyor. İktidarın da, muhalefetin de kendini yenilemesini, belki de yeni aktörlerin, yeni şahısların veya partilerin, kurumların kendini göstermesini kastediyorum. Sizce, 2021 bunların mümkün olabileceği bir yıl olur mu?

Sencar: 2020’deki performanslarına baktığımızda, hem iktidar hem muhalefet partilerinin kendilerini yenileyebilecekleri, Türkiye’de oyun değişimi sağlayabilecek bir gelişme gösterebilecekleri ümidini vermiyorlar. Ama bu olmayacak anlamına gelmiyor. Mesela AK Parti’den başlayalım. Güçlü liderler daima yanlarında her an feda edebilecekleri insanları bulundururlar ve birtakım olumsuzlukların faturasını onlara çıkarıp gönderirler. Yeni getireceği insanlarla da bir “yeni” algısı üretebilirler. Bu şekilde bir yenilemeyi kastediyorsak, bu her an olabilir. Nitekim damadın gitmesi, iktidara ve Tayyip Erdoğan’a yönelik ilgi ve sempatiyi bir miktar artırdı. Hatta oy desteğini de artırdı. Ama bunun ne kadar süreceğini önümüzdeki süreçte göreceğiz.

Kılıçdaroğlu da farklı bir tavır sergiledi: Bütün bir yıl boyunca Tayyip Erdoğan’la karşı karşıya gelmemeyi hedefleyerek, bu konuda özen göstererek muhalefet yapmaya çalıştı. Ama bu strateji, kendi seçmeninden çok ciddi bir tepki aldı. Meclis’teki son bütçe konuşmasında zannediyorum bunun farkına vardılar ve farklı bir tavır sergilediler. Eğer bu yeni bir tavır olarak düşünülüyorsa, Kılıçdaroğlu bu tavrını sürdürerek yeni bir muhalefet manzarası çizebilir. Nitekim Kasım ayında CHP’nin oyu yüzde 16’lara inmişti. Bu rakam aşağı yukarı Deniz Baykal dönemine tekabül eder. Kılıçdaroğlu 10 yıldır hiç bu kadar aşağı inmemişti. Bütçe konuşması sırasındaki performansı, kendisinden uzaklaşan CHP seçmenini tekrar geri çekti ve 16,5’tan 20 puana yükseldi CHP’nin oyu. Buradan şunu çıkarabiliriz: İktidar seçmeni de, muhalefet seçmeni de yeni hareketler, yeni söylemler, hatta yeni liderlik tavırları istiyor. Şu âna kadar, Tayyip Erdoğan’ın liderliğiyle rekabet edebilecek bir lider sahneye çıkmadı. Ama bu, beklenen ve istenen bir durum. AK Parti ve Erdoğan’ın popülaritesi azalacaksa, ancak Tayyip Erdoğan’la karşı karşıya gelebilecek, adeta ona meydan okuyabilecek liderlerin sahneye çıkmasıyla mümkün. Yaptığımız bütün araştırmalarda şunu görüyoruz: AK Parti ekonomide çok kötü gidiyor, oyu yüzde 30’lara indi. Ama Tayyip Erdoğan’ın beğenisi yüzde 50’de, görev onayı ise yüzde 45,6’ya indi. 

Çakır: Bu son bulduğunuz Aralık ayı rakamı dikkat çekici. Bir düşüş söz konusu, değil mi?

Sencar: Evet. Bu ciddi bir düşüştür. Ekonomideki son durum artık herkesin dile getirdiği bir durumdur. AK Parti seçmeni, özellikle MHP seçmeni, ülke yönetimi ve ülkenin ekonomik durumuyla fevkalâde olumsuz kanaatlere sahip. Sorulardan bir tanesinde, “Refah seviyeniz geçtiğimiz 1 yıl içerisinde ne durumda?” diye sorduğumuzda, yüzde 70’e yakın MHP’li ve AK Partililer’in yüzde 40’ı “Kötüleşti” cevabını veriyor. Tayyip Erdoğan buna bir cevap verdi: Damadı gönderdi ve yerine, iki ekonomi bürokratını ekonominin başına getirdi. Bu iki kişi bugüne kadarki tavırlarıyla toplumda ve ekonomi çevrelerinde pozitif bir algı ürettiler. Nitekim son günlerde, doların son dört ayın en düşük seviyesine indiğini görüyoruz. Bu da insanlarda önümüzdeki 1 yıl içerisinde ekonominin iyileşeceği beklentisini yarattı. Ekonomi yönetimi bunu sürdürebilirse… Tabii “sürdürebilirse” ifadesi, “Tayyip Erdoğan, ekonomi yönetimine bağımsızlık tanırsa” olarak da söylenebilir. Bu iki kişi ekonominin gereklerini bilen insanlar. Öncekiler de biliyordu, ama orada Tayyip Erdoğan’ın çok sıkı kontrolü ve kırmızı çizgileri vardı. Zannediyorum Tayyip Erdoğan bunu gördü; şu anda o kırmızı çizgileri kaldırmış görünüyor. Mesela, ekonominin başına gelen bu iki isim, faizi yüzde 18’e çıkardı. Bu da, insanlarda bir ümit uyandırdı.

Çakır: Tekrar araştırmanıza dönelim. Görselini de ekrana getirelim. “Görev onayı” diye bir şey söylüyorsunuz. İzleyicilerin yanlış anlamaması açısından bunu açıklığa kavuşturalım. Görev onayı derken, sadece AKP seçmeni kastedilmiyor değil mi? Neyi onaylıyorlar?

Sencar: “Görev onayı” dediğimiz şey şu: Ülkenin bütün yönetimi kendi elinde olduğu için Tayyip Erdoğan’ın her konuda icraatı var; “Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak icraatlarını onaylıyor musunuz?” diye soruyoruz. Bunu herkese soruyoruz.

Çakır: Görseldeki inişli çıkışlı grafiğe baktığımız zaman, 7 Haziran 2015 seçimlerinde Erdoğan’ın görev onayı, yüzde 37,5 ile en düşük seviyede görünüyor. En yüksek oran da, 15 Temmuz darbe girişimi döneminde. Anladığım kadarıyla burada Erdoğan’ın etrafında bir kenetlenme olmuş. Salgının ilk başlarında, Mart 2020’de oran 55,8’e yükselmiş. Aralık 2020 itibariyle de 45,6’ya düşmüş. Onaylamayanların oranı (48,1), onaylayanların oranını geçiyor. Bu tablodaki sonuçlarla siyasî sonuçlar çıkartmak mümkün. Siz hemen her ay bu araştırmayı yaptığınız için, buradan çıkarttığınız en temel siyasî sonuçlar nedir? Erdoğan’ın görev onayındaki bu düşüşü tek başına ekonomi mi tetikledi, yoksa daha karmaşık bir olay olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Sencar: Ekonomi, dış politika ve hukuk sisteminde, insanları memnun etmeyen tavır ve yöntemlerden kaynaklandığını düşünüyorum. Job Approval dediğimiz bu görev onayı verisini, “Türkiye iyiye mi gidiyor kötüye mi gidiyor?” verisiyle birlikte incelemek lâzım. O çok daha bilgi verici bir şey. “Genel olarak düşündüğünüzde Türkiye iyiye mi gidiyor, kötüye mi gidiyor?” sorusuna, “İyiye gidiyor” diye cevap verenlerin oranı, yüzde 21 ile neredeyse son 10 yılın en düşük seviyesinde. “Kötüye gidiyor” diye cevap verenlerin oranı da yüzde 65. Bu da, son 10 yılın en yüksek seviyesi. Bu ikisini birleştirdiğimiz zaman, iktidar açısından fevkalâde riskli, kritik bir durum ortaya çıkıyor. Mesela, Tayyip Erdoğan bugün bir baskın seçim yapmaya karar verse, muhalefet bir tarafta iktidar da başka bir tarafta, farklı ittifaklarla seçime giderlerse, ne Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmak için bir şansı kalır ne de Cumhur İttifakı’nın Parlamento’da bir çoğunluk oluşturma şansı kalır. Kesinlikle kaybederler. Raporumuzdaki bu iki veriyi, yani “görev onayı” ve “Türkiye iyiye mi gidiyor, kötüye mi?” verilerini dikkatli inceleyen politikacılar veya okurlar, iktidarın durumuyla ilgili çok net bilgi çıkarırlar. Bence bu veri, iktidar açısından hayâtîdir. Muhalefetin yetersizliğine rağmen, iktidar kendi kendini yetersiz hâle getiriyor.

Çakır: Evet, bu vurguyu sizinle yaptığımız birçok yayında dile getirdiniz. Ben de dile getiriyorum değişik vesilelerle. O zaman, başta sorduğum, “Yeni yılda siyaset yenilenebilecek mi?” sorusuna dönecek olursak; sizinle yaptığımız yayınlarda hep yeni aktörlere, yeni partilere vurgu yapıyoruz.  Nispeten yeni İYİ Parti ve yeni partiler, Gelecek Partisi ile DEVA Partisi. En son, DEVA Partisi Salı günü bir kongre yaptı. Orada en çok konuşulan, Ali Babacan’ın başörtüsü meselesi üzerinden ağlaması ya da gözlerinin yaşarması diyelim. Bunun üzerine epey bir tartışma dönüyor. Doğru veya yanlış olmasını bir kenara bırakırsak, böyle bir tartışmanın DEVA Partisi Kongresi’ne damga basıyor olması, Ali Babacan ve DEVA Partisi’nin hayrına mıdır, aleyhine midir? Ne düşünürsünüz? 

Sencar: Kesinlikle aleyhine olduğunu düşünüyorum. Ali Babacan’ın yaptığı o konuşmada, yaşanan sıkıntıları ifade etmek için bundan 25-30 sene önce olanları dile getirmek yerine, son 10 yılda, son 5 yılda yaşananları dile getirmesi, eğer bir gözyaşı dökülecekse, 30 sene önceki bir olaya değil, bugün yaşananlara vurgu yapması gerekirdi. O yılları hepimiz hatırlıyoruz. Ben o dönemde üniversitedeydim. Üniversitede neler yaşandığını biliyorum. Ali Babacan’ın kız kardeşi herhalde çok büyük sıkıntı çekmemiş. Çok daha büyük sıkıntı çekenler var. Eğitimi bırakanlar var. Bu kişisel bir şeydir. Bir lider, kişisel bir konuyu fazla gündeme getirmez. Toplumun, insanların çektiği sıkıntıyı öne plana çıkartır. O günlerde hepimiz sıkıntılar yaşadık. Üstelik büyük bir kitle yaşadı bu sıkıntıları. Ama bugün yaşananlarla o gün yaşananları mukayese ettiğinizde, eğer bir gözyaşı dökülecekse, herhalde bugün yaşananlar için dökülmesi gerekir. Ali Babacan buna da vurgu yaptı. Ama başlangıcını o yıllardan getirmesi ve diğerlerini yeterince dile getirmemesi, bence Ali Babacan’ın aleyhine olmuştur.

Çakır: Medyascope’ta Ali Babacan, Meral Akşener ve Ahmet Davutoğlu ile yaptığım söyleşilerde, özellikle Babacan ve Davutoğlu yayınlarında, soruları izleyicilerin sormalarını istedik. Meral Hanım’a ben sordum, ama diğer ikisine izleyicilerden gelen soruları sorduk. Ahmet Davutoğlu’na gelen soruların büyük bir kısmı geçmişe, AK Parti dönemine yönelikti. Ali Babacan’a gelen soruların büyük bir kısmı da geleceğe yönelikti. Tabii ki geçmişe yönelik soru soranlar da oldu, ama geleceğe yönelik, “Şunu şunu nasıl yapacaksınız? Şu konudaki stratejiniz nedir” şeklinde soruların oranı çok çok fazlaydı. Şimdi, Ali Babacan’ın, başörtüsü üzerinden geçmişe yönelik bir olayı bu şekilde gündeme getirmesi aslında gidişatın tam tersini gösterdi. Ben o anda izleyememiştim Ali Babacan’ın konuşmasını, oğlum aktardı. O da çok şaşırdı. Ali Babacan birdenbire geriye doğru yönelmiş oldu. Ne düşünürsünüz?

Sencar: Geçmişte böyle sıkıntılar yaşanmıştır, böyle hatıralar olabilir. Ben bunu sade bir vatandaş olarak kendime ait hatıralar olarak aktarabilirim. Veya kız kardeşim, kızım nedeniyle yaşananları bir sohbette dile getirebilirim. Ama topluma liderlik yapma iddiasında olan bir kişi, güncel sıkıntılara öncelik vermelidir. İkincisi de kişisel konulardan uzak durması gerekir. Onun Hatice Babacan isimli bir akrabası vardı; başörtüsü ile ilgili büyük bir sıkıntı yaşamıştı. Bugün başörtüsü ile ilgili yaşanan sıkıntıları vurgulayarak artık böyle bir geriye dönüş olmasını beklemiyorum. Dolayısıyla, Ali Babacan’ın oradan başlaması, önceden düşünülmeyen bir hata gibi geldi bana. 

Bir diğer husus da şu: Ali Babacan, AK Parti iktidarının ilk 10 yılında, bir politikacı gibi değil, bir teknokrat gibi yaşadı. Günlük politikaların dışında oldu ve kendi işini yaptı. Ama elde ettiği güveni, halkın itimadını yeterince ortaya çıkaramadı. Mesela, 2010 ve 2017 yıllarındaki referandumda ne yaptığını anlatmasını da beklerdim. Türkiye’de bir rejim değişikliği oldu. Şu anda 10 yıl öncekinden farklı bir rejimde yaşıyoruz. Bu rejim değişikliği, 2010 ve 2017 yıllarındaki referandumlarla gerçekleşti. Bu iki referandum Türkiye için önemli noktalardır. Ali Babacan’ın, o referandumlar sırasında, kamuoyunun bilgisine sunulmak üzere söylediği hiçbir şey yok. Lider olarak ortaya çıktığınız zaman, insanlar sizin bagajınızı açar ve eşelerler. Siz onu gündemden ne kadar uzak tutarsanız tutun, bir gün mutlaka ortaya çıkar. Bence Ali Babacan bu konuda hata yapıyor; o günlerin bir özeleştirisini yapması gerekirdi. Bugün doğru yaptığı şeyler var: Biri, özgürlükler ve hukuk konusunda söylemleri diğer muhalefet partilerine göre daha önde. Bu özgürlük konusundaki söylemleri nedeniyle de Kürtler’le arası çok iyi. İkincisi, gençlere yönelik tavrı çok daha iyi. Üçüncüsü de, Tayyip Erdoğan’la doğrudan muhatap olmaya çalışıyor. Eleştirilerini dolaylı olarak değil, doğrudan Tayyip Erdoğan’a yönelik yapıyor. Bunlar Ali Babacan’ın kongre konuşmasında gördüğüm önemli özellikler. Ama kendisine ait sorumlulukları üstlenmeyerek bir yerleri açık bırakıyor ve sürekli olarak o eleştirilere muhatap olmaya hazır hâle geliyor. Ben Ali Babacan’ın konuşmasının tamamını dinleyemedim. Medyaya intikal edeni dinledim. Bu kongrede çok daha farklı bir performans sergileyebilirdi. Bence o performansı kaçırdı gibi geliyor bana.

Çakır: Arkadaşımız Gökçe Çiçek Kösedağ, 2 gün önce Prof. Dr. Ali Çarkoğlu ile bir yayın yaptı. Biliyorsunuz kendisi çok önemli bir siyasetbilimci ve kamuoyu araştırmaları konusunda çalışan birisi. Gökçe Kösedağ yeni partileri sordu kendisine. Ali Çarkoğlu DEVA Partisi ve Gelecek Partisi’nin Türkiye’ye yeni bir siyaset sunmadığını, İYİ Parti’nin ise merkezin sağında konumlanmayı başardığını söyledi. Bunu da yayının başlığına koyduk. Bu sizce çok sert ve aşırı bir tespit mi, yoksa doğru bir tespit mi?

Sencar: Tam söylenecek sözü söylemiş Ali Çarkoğlu. Bir insanın “yeni” olabilmesi için, kendisini yenilediğini göstermesi lâzım. Kendisi yeni değilse, yenilendiğini göstermesi lâzım. Babacan ve Davutoğlu yeni değiller. 20 yıldır Türk siyasetinde yer almış bir insan yeni olamaz. Ama bu, “yenilenemez” anlamına gelmez. İnsanlar kendilerini yenileyebilirler. Yenilenmenin başlangıcı da özeleştiridir; geçmişe dâir kendisini değerlendirmesidir. Bundan kaçtıkları sürece hiçbir zaman “yeni” olamazlar.

Çakır: Peki, Meral Akşener neyi başardı?

Sencar: Meral Akşener, milliyetçi sağ parti olarak kalmak yerine, sağcı ama merkezdeki sağcı olmayı tercih ediyor; oraya doğru yürümeye çalışıyor. Gerçi onun yürümesi için de birtakım zorluklar var. Mesela Ümit Özdağ gibi birileri, ayak bağı olabilecek politikacılar çıkabilir orada. Son 50-60 yıllık siyasî tarihimize baktığınızda, iki tane milliyetçi parti yoktur, daima bire inmiştir. Şimdi iki milliyetçi partimiz var: MHP ve İYİ Parti. İkisi de milliyetçi çizgide kalacak olurlarsa, biri diğerini yok eder. Hangisi hangisini ne yapar bilemiyorum; ama Devlet Bahçeli’nin iki defa üst üste Meral Hanım’a “Yuvaya dön!” çağrısı yapmasının sebeplerinden biri, MHP seçmeninin giderek İYİ Parti’ye doğru kaymasıdır. İYİ Parti’nin büyüyebilmesi için, oylarının yüzde 15’leri bulması için, önce Kürtler’le olan ilişkisini düzeltmesi lâzım. Şu anda, Kürt seçmenden İYİ Parti’ye bir teveccüh yok. İkincisi, gençler ve kadınlarla ilgili hâlâ sorunları var. Ama gördüğüm kadarıyla, Meral Hanım merkeze doğru yürüme konusunda kararlı. Ama gördüğüm kadarıyla, son 1 yıldır, kişisel popülaritesini ve partisinin oyunu düzgün tutuyor; bir dalgalanmaya izin vermiyor. Burada, Türkiye içinde yaptığı gezileri de çok önemli. Ama bu çizgiyi tutturması da çok önemli.

Çakır: Siz MetroPOLL Araştırma olarak “Türkiye’nin Nabzı” araştırmanızı her ay yapıyorsunuz ve bunların bazılarını da kamuoyu ile paylaşıyorsunuz. Mesela Aralık ayı sonunda, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Görev Onayı” araştırmasının sonuçlarını kamuoyuyla paylaştınız. Ama diğerlerine de vâkıfsınız. Birebir aktarmasanız da, son yaptığınız araştırma sonuçlarında, Türkiye siyaseti için dikkatinizi çeken neler var? Siz demin ipucunu verdiniz aslında: “Bugün seçim olsa, birleşik bir muhalefet iktidarı alt eder, öne geçer” dediniz. Ama daha detaylı, dikkat çekici birkaç şey aktarmanız mümkün mü?

Sencar: Tabii mümkün. Mesela son 2 ayda, damadın gidip yerine iki ekonomi bürokratının gelmesinden sonra, AK Parti’nin oyu 28,5’tan önce 30’a, şimdi de 30,5’e yükseldi. İki bürokratın göreve gelip farklı bir tavır sergilemesi, daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın kontrolünde değilmiş gibi icraatta bulunmaları, AK Parti’nin oyunu yükseltti. Bu, 2,5 puanlık bir yükselmedir. CHP, oyunu 16’dan, yüzde 20’ye çıkardı. Bu verdiğim rakamlar kararsızlar dağıtılmadan önceki rakamlardır. İY Parti yüzde 9’a ulaştı. Her ne kadar başka araştırmalarda farklı rakamlar çıkıyorsa da, bizim bulduğumuz rakamların daha güvenilir olduğunu düşünüyorum. Mesela başka araştırmalarda İYİ Parti ile ilgili yüzde 14-15 oranlarını görüyorum. Bunlar pazarlama yöntemi olarak kullanılan şeyler. DEVA ve Gelecek partileri, beklenen performansı gösteremiyor. Bu iki parti de hâlâ kararsızlar dağıtılmadan, 2 puana ulaşamadı. Ulaştıkları en yüksek puan: DEVA Partisi 1,7 ve Gelecek Partisi 1,3.

Çakır: HDP konusunda bir şey söyleyebiliyor musunuz?

Sencar: HDP bu ay 1 puan yükselerek 9’a yaklaştı. Bu da, kararsızlar dağıtıldığında, yüzde 11-12 demek. HDP –ister bugünkü partisiyle, isterse kapatılsın başka bir parti kursun–, seçime girme hakkı elde ettikleri takdirde, baraj riski olduğu kanaatinde değilim.

Çakır: Geçen gün Prof. Üstün Ergüder ile çok keyifli bir yayın yaptık. Kendisiyle 2021’de Türkiye siyasetini konuştuk. Üstün Hoca kendisini iyimser olarak tanımlıyor. Var olanların dışında, yeni hareket, yeni bir liderin ortaya çıkması gerektiğini söylüyor. Anladığım kadarıyla var olanlar kendisini çok tatmin etmiyor. İYİ Parti, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi gibi yeni partiler kuruldu. İlk kez Meral Hanım birinci kişi olarak ortaya çıktı. Davutoğlu ve Babacan da öyle. Bunların dışında, Türkiye’de hâlâ yeni bir partiye, yeni bir lidere alan var mı? Birileri çıkıp yepyeni bir şeyler söyleyip, siyasî dengeleri değiştirebilir mi? Yoksa var olanlar içerisinden bir yenilenmeye mi bakmak lâzım?

Sencar: Ben şu anda zeminin tamamen yeni birisi için uygun bir zemin olduğunu düşünüyorum. Böyle birisi çıkar mı çıkmaz mı bilmiyorum. Ama çıkarsa, uygun bir zemin olduğunu düşünüyorum. O konuda Üstün Hoca’ya katılıyorum. Çünkü gerek İYİ Parti, gerekse diğer partiler bir sıçrama yapamadılar. Hatırlarsanız Tayyip Erdoğan ilk seçiminde yüzde 34’le sahneye çıkmıştı. Bugünkü ekonomik ve siyasî şartlarla, 2001’deki ekonomik ve siyasî şartlar arasında bir fark görmüyorum; biraz daha iyi veya biraz daha kötüdür. O zamanki siyasî şartlarda Erdoğan yüzde 34’ü yakalayabildi. Şu anda, ekonomik ve siyasî şartlar 2001 şartlarına çok benziyor. Ama bugünkü mevcut liderler, bu şartlardan bir sıçrama noktası yakalayamadılar. Dolayısıyla, böyle câzip bir tip sahneye çıkarsa, Tayyip Erdoğan’ın 2002’de yakaladığı performansa yakın bir performansın olabileceğini düşünüyorum. Yahut bu mevcut liderler, şimdiye kadarki söylemlerini ve politikalarını değiştirip çok farklı bir şeyle sahneye çıkabilirler mi bilmiyorum. Ama çıkarlarsa, onların da önü açık. Mesela, muhalefet partileri bugüne kadar genellikle AK Parti’ye hücum ediyorlardı; eleştirilerini AK Parti ile bütünleştiriyorlardı. Halbuki AK Parti diye bir şey kalmadı artık; Tayyip Erdoğan var. Birisinin, liderliğini kanıtlayabilmesi için, Tayyip Erdoğan’ın karşısına geçmesi ve Erdoğan’ın puanlarının aşağıya düşmesini sağlaması lâzım. Mesela biz bu ayki araştırmada, “Sizce ülke ekonomisi hangi liderin önderliğinde iyi yönetilir?” diye sorduk. Ucu açık bir soru. Tayyip Erdoğan yüzde 38 çıktı. Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener yüzde 10-11 civarında, Ali Babacan yüzde 7 çıktı. Şimdi hepimiz biliyoruz ki Ali Babacan ekonomiyi daha iyi yönetir. Herkes bunu kabul eder. Ama halkımız, güçlü lider istiyor. “Ekonomi teknokratından lider olmaz” diyor. Politikacıların, teknokratlığı bırakıp, liderliği üstlenmesi lâzım. Aynı sorun Meral Akşener için de geçerli. Onun da liderliğini güçlendirmesi lâzım. Liderliğini güçlendirirken, ekonomi söylemini, ekibiyle birlikte sahneye çıkarması lâzım. Yani, halk, hem güçlü bir lider istiyor hem de ekonomiyi çözebileceği inancını görmek istiyor.

Çakır: Özer Bey, son olarak Süleyman Soylu’yu sormak istiyorum. Daha önceki araştırmalarınızda, popülarite konusunda öne çıkmıştı. Süleyman Soylu, popüler bir siyasetçi olarak, hâlâ AK Parti içerisinde Erdoğan’dan sonra gelen bir isim mi? Yoksa ilgi azalmış mı?

Sencar: İlgi giderek artıyor. Süleyman Soylu şu anda Türkiye genelinde popülarite sıralamasında dördüncü sırada. Mansur Yavaş, Tayyip Erdoğan, Ekrem İmamoğlu ve Süleyman Soylu. Ama Erdoğan, Ekrem İmamoğlu ve Süleyman Soylu arasındaki fark 1 puan civarında. Dolayısıyla, Süleyman Soylu potansiyel bir lider görüntüsünü güçlü bir şekilde yansıtıyor. Kamuoyu bunu öyle algılıyor. “AK Parti içerisinde Tayyip Erdoğan’dan başka birisi var mı?” diye halka sorsalar, cevap sadece “Süleyman Soylu” olur.

Çakır: Dönüp dolaşıp bu konuya geliyoruz; ama belediye başkanları, yani Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu söz konusu olduğunda, iki ayrı profil görüyoruz aslında. Mansur Yavaş hâlâ “Ben sadece belediye başkanıyım” ısrarında. Ekrem İmamoğlu da daha siyasî bir görüntü veriyor. Buna rağmen, sizin araştırmalarınızda hemen hemen denk görünüyorlar. Sonuç olarak, 2021’de de, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun ciddi olarak göz önünde olacağını varsayıyoruz, öyle değil mi?

Sencar: Evet. Yine kamuoyunun gözü önünde olacaklar. Mansur Yavaş, Tayyip Erdoğan, Ekrem İmamoğlu, üçlü olarak birlikte gidiyorlar. Bugünkü verilere bakarak şunu söyleyebilirim: Mansur Yavaş, Macron gibi de çıkabilir. Hem Mansur Yavaş hem Ekrem İmamoğlu ile ilgili, kamuoyundaki popülariteleri ve kamuoyundaki itibarları açısından bunu söyleyebilirim. Başka bir partide olsa, Süleyman Soylu için de söyleyebilirim. Mevcut liderlerden açık ara öndeler. İmamoğlu ve Yavaş CHP’den aday oldular. Birisi sol kesimden geliyor, diğeri sağ kesimden geliyor. Ama aralarında çok büyük bir fark yok; ikisi de en öndeler. Bu, toplumun, yeni ve başarılı insan arayışından kaynaklanıyor. Tayyip Erdoğan’ı saymazsak, muhalefet içerisinde üçüncü sırada Meral Akşener geliyor. Yani Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu ve Meral Akşener. Bu üç isim, diğer bütün liderlerden öndeler. Dolayısıyla, şu âna kadar yapmadıklarını yaparlarsa, becerirlerse, gelecek için, halk nezdinde bu üç ismin güçlü şansları olduğunu düşünüyorum. Meral Hanım’ın en büyük problemi, Kürtler’le ilişkisini kuramamasıdır. Halbuki Türkiye’de bir liderin sahneye çıkabilmesi ve sahnede başarılı olması için, seçmenlerin yüzde 20’sini teşkil eden Kürtler’le ilişkisinin iyi olması lâzım. Bu da, Meral Hanım’ın merkeze taşınmasıyla mümkün.

Çakır: O zaman, 2020’den 2021’e devreden önemli olaylar, Meral Akşener’in merkezde ne kadar konumlanabileceği, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun liderlik performanslarındaki inişler ve çıkışlar, Süleyman Soylu’nun AK Parti’deki alanını genişletip genişletemeyeceği olacak gibi görünüyor.. Ama Üstün Ergüder’in söylediği ve sizin de zeminin var olduğunu söylediğiniz, yeni isimlere ve yeni hareketlere elverişli bir toprak da var.

Sencar: Evet, katılıyorum. Üstün Hoca çok doğru tanımlamış.

Çakır: O zaman, ilginç bir yıla adım attığımızı söyleyelim ve bunu birlikte izlemeye devam edelim Özer Bey.

Sencar: Umarım tüm milletimizi memnun edecek gelişmeleri yaşarız.

Çakır: Programı burada bitiriyoruz. Özer Sencar’a çok teşekkür ederiz. Yeni yılın ilk programında, kendisiyle “Yeni yılda Türkiye’de siyaset yenilenebilecek mi?” konusunu değerlendirdik. Bugün saat 16:00’da Kemal Can’la birlikte “Haftaya Bakış”ta, siyasette 2020 ve 2021 yılını değerlendirmeye çalışacağız. Bizi izlediğiniz için teşekkürler ve tekrar iyi yıllar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.