Filistin dramı: Türkiye’de ve dünyada İslamcılığın iflasının tescili

7 Mayıs’tan beri Filistin ve İsrail’de yaşananlara dünyanın ve tabii ki Türkiye’nin seyirci kalması belki yeni bir olay değil. Fakat yeni olan Filistin sorununun gerek dünya, gerekse Türkiye’de artık eskisi gibi ilgi yaratmaması, dayanışma duygularını harekete geçirmemesi.

Yayına hazırlayan: Senem Görür 

Merhaba, iyi günler. 7 Mayıs’tan beri, geçen cumadan beri Filistin’de işgal altındaki topraklarda gerginlik giderek tırmanıyor. Hamas ve İslâmî Cihad gibi örgütlerin İsrail’e yönelik saldırıları da var. Ama esas olarak İsrail’in saldırıları sonucunda çok sayıda Filistinli –çocuklar da dâhil– hayatını kaybediyor. Çok sayıda, yüzlerce yaralıdan bahsediliyor ve en önemlisi, bütün bunlar olurken Filistinliler’in yalnızlığı bir kez daha tescillenmiş oluyor. Şimdi, Türkiye’de iktidarın birtakım sözcülerinin açıklamalarına bakıyoruz. Mesela Dışişleri Bakanı ne dedi? “Bu kuru kınamalar ile bu iş olmaz. Ümmet aksiyon bekliyor” dedi. Ortaya böyle bir lâf attı; ya da bir başkası yine, “Kuru kınamalar bu suça ortak olmaktır” dedi. Ama ortada şöyle bir soru var: Peki Türkiye ne yapıyor? Türkiye’yi yönetenler ne yapıyor, ne yapabiliyor, ne yapabilir? Protesto gösterileri oldu, mâlûm, sürecektir belki; ama daha önceki dönemlerde yaşananlara kıyasla –ki neredeyse her sene bir katliam, özellikle Gazze’ye yönelik İsrail saldırıları olur ve bunun yarattığı bir infial olur, infialler olur– bu seferki hiç de azımsanmayacak bir şiddette seyretmesine rağmen, şu andaki protesto gösterilerinin çok zayıf seyrettiğini düşünüyorum. 

Bu sadece koronavirüs tedbirleriyle, bunun yarattığı psikoloji ile açıklanabilecek bir şey değil. Esas olarak bence artık Filistin meselesinin Türkiye’de yarattığı ilgi her geçen gün azalıyor. Bu, tüm dünya için geçerli. Türkiye için ayrıca geçerli, özellikle geçerli. Çünkü bu yayının da başlığına çıkarttığım gibi Filistin meselesi belli bir tarihten itibaren Türkiye’de ve dünyada İslâmcılık ile eşitlendi. İslâmî hareketlerin en temel kozlarından birisi, meselelerinden birisi hâline geldi. Aynı zamanda da Filistin hareketi içerisinde, Filistin’de, özellikle Gazze’de ama genel olarak tüm işgal altındaki yerlerde, Batı Şeria’da da, ana hareket, ana akım İslâmcılar, özellikle de Hamas oldu. Böyle bir olay yaşandı ve altmışlı yetmişli yıllarda solun ya da Arap milliyetçiliğinin davası olan Filistin davası, belli bir aşamadan sonra hem solun hem de Arap milliyetçiliğinin krize girmesine paralel olarak İslâmî hareketlerin önde gelen davalarından birisi oldu, belli bir tırmanışa geçti. Şimdi de bir süredir çok ciddi bir şekilde inişe geçtiğini görüyoruz.

Sorun hâlâ sorun olarak duruyor. Fakat Filistinliler’in hiçbir kazanımı yok, ya da çok az bir kazanımı var. Kendilerine vaat edilen şeylerin neredeyse hiçbirisi yerine getirilmiyor ve üzerlerindeki baskı artıyor. Ellerindeki toprak kayıpları artıyor. Yeni yeni yerlere –ki son olayda yine Doğu Kudüs’ten patlak verdi esas olarak– yeni Yahudi yerleşim birimleri inşa ediliyor ve bu konuda Filistinliler’e sahip çıkan, onlara destek olan etkili hiçbir kurum, çevre ve devlet yok. 

Türkiye Cumhuriyeti, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde Filistin meselesine ve özellikle de Filistin’deki İslâmî harekete çok ciddi bir şekilde sahip çıktı. Yıllar önce Hamas’ın önde gelen ismi Halid Meşal, Türkiye’de Türkiye’yi yönetenler ile bir görüşme yapmıştı. Bu görüşme kapalı olmuştu, ama daha sonra açığa çıktı. O günleri hatırlıyorum. Büyük olay olmuştu, ama Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı bunun arkasında durabilmişti ve dünyaya da bir şekilde bunu anlatabilmişti. Ve bir süre sonra da zaten Hamas, seçimlere de girip, seçimlerden birinci parti çıkarak uluslararası câmiada da hep bir kabul görür gibi oldu. 

Biraz karışık bir hikâye; çünkü bir yanıyla terör örgütü olarak görülmesi var, çünkü Hamas’a bağlı birtakım birimlerin doğrudan İsrail’e yönelik saldırıları, intihar eylemleri, daha sonra da füze saldırıları vs. de olduğu için, böyle bir Hamas’ın dünyanın siyaset sahnesine girmesinde Türkiye’nin belli bir etkisi olmuştur. Ama Hamas’ın gerçek hâmileri Suriye, İran gibi, “red cephesi” olarak adlandırılabilecek olan, bölgede İsrail’e karşı çok ciddi bir mücadele yürüten ülkelerdir. Bu ülkeler, mesela İran aslında mezhebî açıdan bakıldığı zaman Hamas ile çok yakın olması beklenmeyecek bir ülkeydi, ama destekledi. Suriye’deki Esad yönetimi de kendi ülkesindeki İslamcılar’ı bastırıyor olmasına rağmen bu desteği verdi. Buradaki mesele esas olarak İsrail karşıtlığıydı. Lübnan’dan da Filistin hareketine ve Filistin’deki İslâmî harekete çok ciddi destekler gidebiliyordu. Ama şimdi bakıyoruz, genel olarak İslâmcılık ideolojik açıdan çok ciddi bir zaaf içerisinde ve buna iflâs demek hiç yanıltıcı olmaz. Tek tek ülkelerde, bölgesel olarak ve küresel olarak İslâmcılık çok ciddi bir iflâs yaşıyor. El Kaide, ardından IŞİD’in ortaya çıkması bu iflâs tespitini bence tekzip etmiyor. Tam tersine, onların ortaya çıkışlarının bu iflâsın bir ürünü olduğunu söylemek de mümkün. Bu ayrı bir tartışma. Bir yandan İslâmî hareketler çok ciddi bir şekilde büyük bir kriz yaşıyor. Özellikle Arap Baharı ile beraber güçlenmesine, ilk defa iktidara gelir gibi olmasına rağmen… Tunus’ta ve Mısır’da bu oldu, ama Mısır’da darbeyle bertaraf edildi Müslüman Kardeşler; Tunus’ta ise En Nahda Hareketi, partisi daha sonra girdiği seçimlerde birinci parti olma özelliğini kaybetti. Bütün bunların hepsine birlikte baktığımız zaman çok ciddi bir kırılma yaşanıyor ve Filistin davası da bundan çok ciddi etkileniyor. Öte yandan Lübnan, İran ve Suriye’nin her birinin esas olarak kendi dertleriyle meşgul olması da Filistin’deki bu radikal hareketlerin elinin iyice zayıflamasına yol açtı. 

Şimdi burada Türkiye’ye bir ayrı bir paragraf açmak lâzım ve Türkiye’ye bakmak lâzım. Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, Erdoğan, sürekli olarak Filistin meselesini gündeminde tuttu, sürekli pozisyon aldı. Özellikle Davos’taki “one minute” çıkışıyla beraber, bunu hem uluslararası alanda bir güç sahibi olmak için, İslâm dünyasında bir etki sahibi olmak için, ama aynı zamanda içeride belli bir kitle hareketi sağlayabilmek için kullandı. Yani Erdoğan’ın Filistin meselesindeki çıkışı, mesela “one minute” çıkışı, uluslararası alanda dinî, İslâmî çevrelerde çok büyük bir ilgi yarattı, çok büyük bir destekçi buldu. Erdoğan, buradan hareketle kendisini bütün İslâm dünyasının liderliğine aday olarak lanse etmiş oldu. Aynı zamanda içeride de sadece kendi tabanından değil, kendi tabanının dışındaki birtakım çevrelerden de, böyle İsrail gibi gücü belli olan bir ülkenin birinci derecedeki yetkilisine alenen uluslararası arenada meydan okuması nedeniyle bir güç sahibi oldu ve bunu uzun bir süre kullandı. 

Ama sonra ne oldu? Şu anda Türkiye, Filistin meselesinde tamamen etkisiz bir aktör durumunda. Türkiye, Filistin meselesinde hiçbir şey yapamıyor. Şimdi birileri çıkıyor diyor ki, Filistin’e Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, Mehmetçiği yollayalım Kudüs’e. Akıl alır gibi değil. Akıl alır gibi değil diyorum ama, aslında bunun bir karşılığı var; çünkü Türkiye son dönemde dış politikada gerçekten hard power, yani gücü ve silâhı ortaya süren bu ülke hâline geldi. Türkiye’nin Libya başta olmak üzere birçok yerde, Suriye gibi birçok yerde askeri var ya da insansız hava araçları var. Türkiye, Azerbaycan-Ermenistan çatışmasına bir şekilde dâhil olabiliyor. Türkiye Libya’daki iç savaşa, Suriye’deki iç savaşa dâhil oluyor. Burada diplomatik yollarla dâhil olmuyor. Esas olarak askerî olarak dâhil oluyor. Dolayısıyla, Türkiye’de dış politikanın dili alabildiğine militerleşti, askerîleşti ve dolayısıyla bugün AKP’den Filistin konusunda bir şey bekleyenlerin aklına da hemen bu geliyor, asker yollamak geliyor. Tabii bu arada askerliğini bedelli yapan birtakım siyasetçilerin de bunu söylüyor olmasını ayrıca bir yere not etmek lâzım. Türkiye Kudüs’e giderse nasıl gidecek, ne yapacak, nasıl yapacak? Oranın coğrafyasını vs.’sini, İsrail’i, dünyanın uluslararası konjonktürünü bilmeyenlerin bu tür şeyleri söylemesi bir yere kadar anlaşılır. Ama bir yerden sonra bu tür çıkışların, hiçbir anlamı olmayan çıkışların yapılmaması için öncelikle Türkiye’yi yönetenlerin ciddi bir şekilde neler yapılabileceğini anlatabilmesi lâzım.

Şimdi 7 Mayıs’tan beri bir kriz yaşanıyor. Ülkeyi yönetenlerin bu konuda söylediği şeylerin hepsini toplayın, çarpın edin hiçbir şey çıkmaz. Hiçbir şey yok, hiçbir şey yok. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sosyal medyada yaptığı bir paylaşım var. Onun birtakım danışmanlarının, sözcülerinin yaptığı açıklamalar var. Ama bu açıklamalar her an, her zaman yapılabilir açıklamalar; geçmişteki saldırılarda da yapıldı, bugünkünde de yapılıyor, yarınkinde de yapılır ve bu açıklamaların hiçbir karşılığı yok. Yani bu açıklamaların sonucunda mesela İsrail yönetimi kalkıp bunlara cevap verme ihtiyacı bile herhalde hissetmiyordur. Türkiye’nin Filistin meselesinde bir gücü yok. Bunun olmamasının en önemli nedeni de Türkiye’yi yönetenlerin ideolojik ve politik olarak çok ciddi bir kriz yaşıyor olmaları. Türkiye burada, Filistin meselesi gibi büyük bir uluslararası meselede, normal şartlarda, tarihiyle, coğrafyasıyla, kültürüyle, medeniyetiyle, her şeyiyle, ekonomisiyle hep bir rolü olabilecek bir ülkedir. Ama şu hâliyle Türkiye hiçbir anlamda bu olaya müdâhil olamıyor, olabileceğe de benzemiyor. 

Mesela Türkiye’nin Hamas’a bakışı, Hamas’ın bir geleceği var mı? Filistin meselesi nereye doğru nasıl evrilir? Türkiye’nin bu konuda bir perspektifi var mı? Bu soruların hepsinin cevabı hayır. Ve bu hayır cevabına rağmen, geçen yayında da söylediğim gibi tam anlamıyla hamasetten ibaret bir şey yapılıyor ve bazıları da sanıyor ki iktidar –bu da çok ilginç–,Türkiye’de sıkışmış olan iktidar Filistin meselesini kullanarak gündem değiştirmek istiyor. Böyle bir şey bile yok. Türkiye’de, Türkiye’yi yönetenler Filistin meselesini gündemi değiştirmek için kullanılabilme kabiliyetinden bile artık yoksunlar. Bunu düşünemiyorlar, çünkü gerçekten Filistin meselesiyle ilgili söyleyebilecekleri hiçbir şey yok. Bugün Filistin meselesini protesto eden kişiler arasında da, acayip acayip şeyler çıkıyor sosyal medyada, işte, “Ölmeye hazırım”, “Şehit olmaya hazırım” diye, değişik meslek gruplarında kerameti kendinden menkul birtakım isimler. Bir tane gördüm –Denizli’de mi ne?– İsrail’den ithal edilen tohumları yola atanlar, çöpe atanlar vs.. Ve böylece protesto ettiklerini sanıyorlar. Böyle bir şeyin hiçbir karşılığı olmadığı açık. Ve şu hâliyle Filistin’de zaten yıllardır süren bir dram var ortada. Bu dram dönem dönem bu tür olaylarla iyice kızışıyor. Çok kötü görüntüler çıkıyor karşımıza, insanın içi kan ağlıyor. Ama biz burada bir dram daha yaşıyoruz, Türkiye’de yaşıyoruz. İslâm dünyasında, dünyanın her yerinde insanlar yaşıyor. Ve işin acı tarafı… 

Filistin davasını ömrü hayatında hep yakından takip etmiş birisi olarak –çocukluğumdan beri diyebilirim; çünkü 60’lı, 70’li yıllarda bu dava Türkiye’nin her yerindeydi, Türkiye’de her yerde bunu konuşurduk, özellikle sol çevreler için böyleydi, o tarihten itibaren takip ediyorum– insanların duyarlılıklarını da gözleme imkânım var. Filistin’e de defalarca gittim, İsrail’e de gittim, Hamas yöneticileriyle de röportaj yaptım, İsrailliler’le de yaptım. Şunu görüyorum — hherhalde bu meseleyi dert edinen insanlar da, özel olarak Filistin meselesini dert edinenler de herhalde bana katılacaklardır diye düşünüyorum: Bu mesele artık Türkiye’nin gündeminde iyice yok olmaya tutmuş bir mesele. Sorun çözüldüğü için değil, sorunun çözümsüzlüğü nedeniyle, ama ikinci olarak da bu sorunu birçok kişinin özellikle son dönemde çok ciddi bir şekilde suiistimal etmeleri nedeniyle. Bunu gerçekten çözmeye, çözümüne katkıda bulunmaya enerji ve vakit ayırsalardı çok daha hayırlı bir iş yapmış olurlardı. Ama sloganlarla, hamasetle gelinen nokta öyle bir nokta ki artık slogan atmaya bile mecalleri kalabilmiş değil. Atılan, yazılan, yapılan paylaşımlar… artık öyle oldu çağımız biliyorsunuz, artık sosyal medyada tepki verdiğiniz zaman sanki tepki vermiş oluyorsunuz. Yazılan açıklamaların hepsi ya da gazetecilere ayaküstü verilen demeçlerin hepsi son derece yaratıcılıktan uzak, baştan savma şeyler. Evet, gelinen noktada Türkiye’de genel olarak İslâmî hareket, ama özel olarak da Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, Filistin meselesini kullana kullana öyle bir tüketti ki, Filistinliler’in en çok yardıma, dayanışmaya muhtaç oldukları dönemde artık Türkiye’den çok fazla bir şey gelemiyor. Maalesef böyle bir noktadayız. Türkiye’den bu gelmiyorsa, dünyanın değişik yerlerinden de herhalde çok fazla gelmiyordur. Buna bir Arap meselesi gibi baktığımız zaman da Arap dünyasının içerisinde birçok ülke adım adım sırayla İsrail ile ilişkilerini normalleştirme yoluna gidiyorlar ve Filistin meselesini gündemlerinden iyice düşürüyorlar. 

Bir diğer husus da ilginç; bu hep vardı Türkiye’de belki, ama son dönemde çok daha fazla öne çıkar gibi oldu. Filistin meselesine, “Bu Araplar’ın meselesi, bize ne?” yaklaşımının da Türkiye’de yükselen milliyetçiliğe paralel olarak daha fazla dikkat çektiği hep vardı. Ama şimdi daha fütursuzca dikkat çektiğini görüyorum. Açık söylemek gerekirse eskiden, “Bu Araplar’ın meselesi, bize ne kardeşim?” diye düşünen çok kişi vardı; ama Filistin meselesi Türkiye’de o kadar önemli ve o kadar –nasıl söyleyeyim?– itibarlı bir meseleydi ki, bunu düşünenler ifade etmeye çekinirlerdi. Şimdi çok daha açık bir şekilde ifade edenlerin olduğunu görüyoruz. Bir diğer husus da tabii –onu en son söylemek istiyorum– Filistin meselesinin, Türkiye’nin ve dünyanın, ama özellikle Türkiye’nin gündeminden iyice düşmesinin en önemli nedenlerinden birisi de İsrail devleti eleştirisiyle Yahudi düşmanlığı arasındaki farkı bilmeyenler ya da bilerek bunu kullanan Yahudi karşıtlarıdır. Özellikle İslâmî hareket içerisinde çok güçlü bu. Sorarsanız asla Yahudi karşıtı olmadıklarını, anti-Siyonist olduklarını söylerler — her ne ise o anti-Siyonizm. Ama Filistin meselesinin gündeme getirilmesinin çok ciddi bir şekilde anti-Semitik, Yahudi aleyhtarı bir dille yapılıyor olması da birçok insanı ciddi bir şekilde bu işten soğutmuş durumda. Yani şu anda Türkiye’de ya da dünyanın herhangi bir yerinde Filistin meselesine sahip çıktığınız zaman Yahudi karşıtı gibi algılanma ihtimaliniz var. Bir diğer ihtimal de Yahudi karşıtlığına ek olarak ya da ondan ayrı bir şekilde İslâmcı olarak algılanma ihtimaliniz var. Ve bütün bu Yahudi karşıtlığının ve İslâmcılığın faturaları Filistin halkının sırtına binmiş durumda. 

Evet, bu yayını yaptım. Biliyorum, Filistinliler’i seven, kendini bildi bileli seven birisi olarak ve Filistinliler’in haklarına, kendi devletlerine bir an önce kavuşmasını temenni eden birisi olarak, ben Filistin meselesini gündemde tutmayı kendime bir görev olarak bildiğimi özel olarak vurgulamak istiyorum. Bu akşam saat 20.00’de Ayşe Çavdar, Burak Bilgehan Özpek ve Kemal Can ile birkaç haftadır yaptığımız gibi –“mahşerin dört atlısı” diyor bazı izleyiciler– bir araya geliyoruz ve “Türkiye Erdoğan sonrasına hazır mı?” gibi iddialı bir soruyu tartışmaya sizleri de bekliyoruz. Evet, saat 20.00’de olacak o yayın, yaklaşık bir saat sürer diye düşünüyorum. Orada da tekrar görüşmek üzere. Orada da söylerim, yine söyleyeyim şimdiden hepinize iyi bayramlar diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.