Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İktidar ve muhalefetin seçenekleri: Mehmet Altan ile söyleşi

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Prof. Mehmet Altan konuğumuz. Kendisiyle Türkiye’nin gidişatını konuşacağız. Mehmet Abi, merhaba.

Mehmet Altan: Merhaba Ruşenciğim, nasılsın?

Ruşen Çakır: İyi vallahi. Gecikmiş bir gözaydın olsun; çünkü seninle en son yayınımızı geçen yıl nisan ayında yapmıştık ve konu Türkiye’nin gidişâtıydı. Bu arada tabii ağabeyin tahliye oldu, birkaç ay oldu, tebrik ediyoruz; tekrar gözünüz aydın diyelim ailecek. Nasıl sağlığı? Hiç ortaya çıkmıyor kendisi, ama herhalde iyidir, yaramaz bir şey yoktur herhalde.

Mehmet Altan: Şeytan kulağına kurşun; bu hapishanede yazdığı ikinci romanı, iki tane roman yazdı orada, ikinci romanı İtalya’da yayımlandı. Şimdi Eylül’de Fransa’da yayımlanacak ve dünyayı dolaşmaya başladı. Çıkmadan evvel çok olumlu eleştiriler okuyoruz Fransa’da. Dünya edebî olarak müthiş bir saygı ve ilgi gösterirken, Türkiye’de bunu tersi garip bir sessizlik var; onun için ne yapacağını bilemiyorsun.

Ruşen Çakır: Evet, Türkiye konuşacağız yine kaldığımız yerden; bir yılı aşkın zaman geçti. Bayağı bir şey değişti, ama ilk yayını yaptığımız zaman da pandemi koşulları vardı, hatırlıyorsun, uzaktan evlerden yapmıştık. O olay hâlâ sürüyor, salgın sürüyor; en son yaşadığımız orman yangınlarını ve insanların benimle dalga geçtiği “yönetememe krizi”ni artık herkesin kullandığını görüyorum. Sen de katılıyor musun “yönetememe krizi”ne?

Mehmet Altan: Bence kurulan sun’î sistem yürüyemedi, çöktü. Yani belki biraz 15 Temmuz sonrası inşa edilmek istenen yapının tutarsızlığı, sakatlığı ve vahşeti, idâme edilemez hâle geldi ve çok çabuk tükendi. Yani onun için, yönetememe değil, yapılan sistemin, ülkede oluşturulan sistemin, kurulmak istenen yapının bugünkü dünya konjonktüründe bir şekilde sürmesi mümkün değil. Yani çok iyi yönetilebilecek bir yapı kurmadılar. Ne kadar iyi yönetmeye kalksan da yönetemeyeceğin bir yapı oluşturulmak istendi 15 Temmuz’dan sonra. Onun çok çabuk çöktüğünü görüyoruz.

Ruşen Çakır: Peki, burada şöyle bir soru sorayım. Bu yapının anladığım kadarıyla tamirini mümkün görmüyorsun. Peki, Erdoğan iktidarının, Erdoğan ve müttefiklerinin bu yapının yerine yeni bir yapılanmaya gitme ihtimalini, böyle bir ihtimali görüyor musun, yeniden yapılanma ihtimalini?

Mehmet Altan: Bir kere, 15 Temmuz üzerinden kurulmak istenen yapıda hukuk yok, demokrasi yok; aynı zamanda, bütün Tunus’la birlikte tamamen ortadan kaybolan bir Müslüman Kardeşler modeli üstünden yürüme var. Bir de son gelişmelerle birlikte gerçekten üzerinde çok durulması gereken, köklü izlenimini veren, teşkilatlı izlenimini veren bir “pudra sistemi” var. Yani bunu tırnak içinde “pudra” diyorum. Buna derli toplu baktığımız vakit; bundan hukuka, demokrasiye ve AK Parti programına geri dönmek en olması gereken, en akılcı çaredir; ama hukuku inkâr ettiğiniz vakit, ekonominin kurallarını inkâr ettiğiniz vakit, dünyadaki yeni gelişmeleri inkâr ettiğiniz vakit bu nasıl olacak? Bilemiyorum; yani oralarda büyük güçlükler var, ama bir taraftan da herhalde birazdan konuşacağız, ekonomik krizin –bunu akademik bir anlayışla, bir iktisatçı olarak söylüyorum– Eylül-Ekim itibariyle daha da yakıcı olacağı, aynı virüsün varyant değiştirmesi gibi bir varyant değiştirme sürecine gidiyoruz. Bunları teker teker açabiliriz. Şu an başka şekilde devam edebiliriz, ama benim gördüğüm resim bu.

Ruşen Çakır: Yani sonuçta sürdürülebilirliği olmayan bir şeyden söz ediyoruz.

Mehmet Altan: Evet, başlangıçta böyle kuruldu. Fakat çok hızlı, olması gereken gibi duvara tosladı.

Ruşen Çakır: Şimdi, kurulan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen Türk Tipi Başkanlık Sistemi çok basit: %50+1 oyu alan her şeyi alıyor ve geri kalanlara hiçbir şey kalmıyor. Kabaca böyle bir sistem var ve bu ilk başta yürüdü; ama şu anda sen de bakıyorsundur, değişik kamuoyu yoklamalarında %50+ 1’i alabiliyor gözükmüyor Cumhur İttifak’ı ve Erdoğan. Sonuçta sistemi değiştirmese dahi, yani bunun üzerinde bir rektifikasyon ya da yeniden yapılanmaya gitmese dahi, iktidarın sahibi olabilmesi için sandıkta o oyu alabilmesi gerekiyor. Ama şu haliyle AKP+MHP, belki Büyük Birlik Partisi, onu vermiyor. Şimdi bunu edinebilmesinin bir imkânını görebiliyor musun? Yeni müttefikler kazanmak, yani yanına başkalarını çekebilmek ya da bir şekilde tekrar kaybettiği oyları kazanmak, ilk kez oy kullanacak genç seçmenleri kazanmak… Yani %50+1 oy kazanma ihtimali ve bu konuda yapabileceği bir şeyler sence var mı Erdoğan’ın?

Mehmet Altan: Şimdi, ikiye ayırmak lâzım. Yani farz et ki %70 aldı: Gene yürümez. Yani bir kere, sistemi tartışma noktasına gelmesi lâzım Türkiye’nin. Parlamenter rejim şu bu diyoruz, ama bir cümle söyleyeyim: Biz 12 Eylül rejimi değişsin diye bir ömür verdik; şimdi 12 Eylül rejimi Türkiye’nin mevcut hâlinde İngiliz demokrasisi gibi kaldı. Yani bu 12 Eylül rejimini demokratikleştirme çabasının çok gerisinde seyreden ve devletin yasama, yürütme, yargı sisteminin felç haline geldiği, gâyet keyfî, hiçbir hukuk zerresinin kalmadığı, ekonomisinin temel unsurlarının çok zorlandığı bir yapı. Bir kere bunu muhalefetle konuşacaksak, bu sistemin sade bir seçim, sandık, 50+1 üstünden çok daha ileri noktada bir çıkmazı var. Ama güncel aktif siyaset konuşacaksak da, benim gördüğüm, bağnaz, faşizan bir ırkçı milliyetçilik ile Biden’ın demokrasi rönesansı arayışı arasında sıkışmış bir siyasal iktidar yapısı görüyorum. Burada partner değiştirerek dünyaya yeniden bir el uzatma, yahut mesela göçmenleri kullanarak, Afganistan’ı kullanarak dünya ile fiilî bir el sıkışmaya gitme bir eğilimi var; ama içerideki bu değişimi yapmak da… öyle bir üslûp ve öyle bir 15 Temmuz vokabüleri var ki ve öyle bir paradigması var ki, o terminolojiyle, o hiçbir demokratik sistemde olmayacak düşman hukuku, düşman ağzı, düşman terminolojisiyle içeride yeni ittifaklar nasıl sağlanacak? Yani bunun kurnazlığı, alaturkalığı, bir arantıları var; fakat o arantıların fiilî hayata geçmesi de kolay değil. Çünkü sen durup dururken parlamenter demokratik sistemin kültürü, birikiminden tamamen koparak, “hain”, “düşman” üslûbuyla konuştuğun vakit, nihayetinde halkın oyunu alan partiler arasında yeni bir şekillenmeye gitmen de çok zorlaşıyor. İşte ona bir çare aranıyor vs.. O sıkışmışlık, içeride iktidarı kaybetmeden hafif değişerek yeni seçim kazanma, dünya ile de biraz daha sempatik bir ilişki içerisine girme gayreti. Ama bunun için çok radikal bir hukuka ve demokrasiye geri dönüş lâzım; çok garip bir şekilde gereksiz baskıyı artırmaya filan son vermek lâzım.

Ruşen Çakır: Peki, burada şöyle bir şey var — bu konuyu, bu %50+1 olayını biraz daha eşeleyelim: Yani bu sonuçta bir aritmetik gibi gözüküyor; ama aslında çok siyasî bir şeyden bahsediyoruz. Şimdi, normal şartlarda baktığımız zaman, Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı diye baktığımız zaman, Millet İttifakı’na HDP biliyorsun aleni bir şekilde konulmuyor. Yani bir açık partner olarak gözükmüyor ve bu da HDP’yi çok ciddi bir şekilde rahatsız ediyor. En son yerel seçimde bunu Demirtaş’ın deyimiyle “bağırlarına taş basarak” kabul ettiler, ama bundan sonra olup olmayacağı belli değil. Şimdi HDP’yi dışarıya koyduğumuz zaman, iki tarafın da %40’lar civarında bir oyu gözüküyor. Mesela ortak bir aday çıkarttıklarını varsayalım: Erdoğan karşısına diyelim ki Kemal Kılıçdaroğlu ya da bir başkası… Hiçbirinin ilk turda –HDP oyları olduğu için, HDP de başka bir aday çıkarırsa– %50’yi alması, 50+1’i alması pek mümkün gözükmüyor. Belirleyici olan çok kabaca Kürt oyları olacak, HDP’nin de ötesinde. Ve burada da muhalefetin şöyle bir yaklaşımı var: “Herhalde bize verirler yani” diye. Bu o kadar basit mi? Erdoğan şu ya da bu şekilde bu oyların bir kısmını kazanabilir mi? Ya da belki daha gerçekçi olanı: Nötralize edebilir mi? Yani diyelim ki ikinci tura kaldı: HDP seçmeninin sandığa gitmemeleri halinde kendini daha şanslı görebilir. Çok mu spekülatif bu söylediklerim?

Mehmet Altan: Yok, çok doğru bir analiz. Yani Kürt oyları anahtardır. Kürt oylarını kaale almayan, Kürt oylarını hesaba katmayan, yahut bunun önemini algılamıyor görünen, yahut da algılayıp, algıladığı oranda bir ciddiyetle bunun altını çizmeyenin durumu kritik. Nihayetinde Kürt siyaseti bu seçimlerin akıbetini belirleyecek. Onun için orası net; ama Kürtler’le ilgili, bölgeyle ilgili, bütün Türkiye’deki Kürtler’le ilgili öyle bir üslûp, öyle bir düşman yaklaşım belirlendi ki… Aynı zamanda bu siyasî bilinçle de bağlantılı değil, yani sadece siyasî bilinç konuşmuyoruz. İnsanların ekonomik krizden etkilenmeleri…, cayır cayır yanıyor insanlar ya! Yani işsizlik, derinleşen yoksulluk, önüne geçilemeyen pahalılık, aynı zamanda halkın hiçbir şekilde önemli olmadığını tavra yansıtan bir duruş, çok incitici bir siyasî söylem… Bunlar bir araya geldiği vakit, siyasal iktidarın “İktidarın nimetlerinden pay alırsınız” vaadiyle ne kadar bir Kürt oyu, Kürtler’in içinden ne kadar bir kesim yol arkadaşlığı eder bilemiyorum. Çünkü Türkiye gördü ki, demokrasiden uzaklaştıkça, hukuktan uzaklaştıkça hiçbir şeyi çözemiyorsun. Hep aynı şeyleri konuşuyoruz. Eksik olan ne? Demokrasi. AKP’nin şansı neydi? Kendi programına bu kadar ihanet eden de bir parti görmedim; yani Türkiye Cumhuriyet tarihinde yok. “Demokratik bir Cumhuriyet kuracağız” dedi, değil mi? Ne yaptı? Tam tersini uyguladı; otoriter bir yapı bu. Şimdi bundan bir sonuç çıkar mı? Çıkmaz. AB ile reformlar sürecindeki Türkiye’nin saygınlığı, özgürlüklerinin ve refahına yönelik umudun resmiyle bugünkü karambol arasında uçurum var ya! Yani çok belli ne yapılması gerektiği; ama bu rant inanılmaz, yedikçe açılan iştah, paranın dışında hiçbir şeyi düşünmeme ve devlet imkânlarını sonuna kadar tepine tepine yok etmeye çalışma… Yani olaylar siyasî yorumların çok ötesinde bir siyasal enkaz konumunda. Onun için de, sade Kürt bilinciyle ilgili değil, hiçbir bilinci olmayan bir seçmenin de oy vermesi kolay bir iş değil. Bütün bu rantlardan yararlanamıyorsa ve oradaki 15 Temmuz sistemden pay almıyorsa — ki o pay da azaldı, çünkü belediyeleri kaybettiler. Ekonomi müthiş kötüleşti. Dünyada ucuz bir dolar, küresel 2008 Krizi’nin getirdiği şartlar gitti. Şimdi maliyet enflasyonu çok azgın bir şekilde geri geliyor; gelir artmıyor. Nasıl olacak bilmiyorum, kolay değil.

Ruşen Çakır: Şimdi, ekonomiye gelmişken, tam senin esas uzmanlık alanında şöyle bir husus var: Yine kamuoyu araştırmalarında insanlar, zaten biliyoruz ki dünyanın her yerinde ve Türkiye’de de seçmen tercihinde esas belirleyici olan husus, cebine giren ya da girmeyen, yani karnının tok olup olmadığı. Şimdi ekonomik gidişattan insanlar şikâyetçi; ancak muhalefetin ekonomik sorunları çözeceği konusunda çok yüksek bir güven yok. Bunu sen de görüyorsundur. Muhalefet derken muğlak bir şeyden bahsediyoruz, ama kabalaştıralım: Millet İttifakı. Bunun unsurları çok belli değil; yani CHP ve İYİ Parti net de, buraya DEVA, Gelecek, Saadet ve bir şekilde HDP katılacak mı katılmayacak mı? Buradaki sorun nedir? Yani insanların muhalefete baktığı zaman, “Keşke bunlar gelse de ekonomik sorunlarımızı çözse” rahatlığıyla hareket edemiyor olmalarındaki sorun nedir? Program mı, vizyon mu, yoksa kadrolar mı? Yoksa bu doğru değil mi?

Mehmet Altan: Doğru ve sorun AKP’nin 15 Temmuz paradigması ile terminolojisini benimsediğin, yahut reddetmediğin vakit yeni bir şey söyleyemezsin. Bugün muhalefet açısından Avrupa Birliği reçeteleri konuşulan bir konu değil; bütün hepsini çözer. Şimdi ne? Liberal demokrasi istemiyorlar, ortaklaşa düşmanlar var. Yani nasıl bir baskı rejimi ise, 15 Temmuz hukuku ortada, hukuk diye bir şey yok; ama ortak alanlarda, kamusal bu tür medya sisteminde 15 Temmuz mağduru hiç kimseyi konuşturmuyorlar. Liberal hiç kimseyi konuşturmuyorlar. HDP ve Kürt sorununu konuşuyorlar HDP’lileri ekrana çıkarmıyorlar. Şimdi bunu AKP’nin oluşturduğu sistemi muhalefet benimsediği ve hukuken… mesela “iltisak” diye bir şey yok bizim hukukumuzda. Şimdi siz bu uydurulan yapıyı benimsediğiniz, yahut reddetmediğiniz vakit, yeni bir çözüm, bir şekilde Avrupa Birliği’nin formüllerini ve ortadan kaldırılan reçetelerini, yani uygulandığı vakit nasıl bir olumlu netice alınacağını bildiğin şeyleri söyleyemiyorsun. Yani AKP’nin terminolojisini kullanarak yeni bir şeyler söyleme, yahut çözüm üretme, umut oluşturma imkânı yok ki. Onun için ilk yapılması gereken şey, AKP’nin söylediği ve kurduğu yapıyı kaale almamak, dikkate almamak. Alternatif olarak en azından şöyle bir şey yapılır: AKP programı, öneri paketi ve demeti olarak alındığı vakit, bir başka dünyalaşmaya yönelik sağlıklı, denetlenmiş, uygulanmış, sonuç alınmış bir model gelir. Yani AKP’nin 15 Temmuz modeli muhalefetin de alternatif olarak bir şey getirmeden üstünde tartıştığı bir konu olamaz. Yani mesela kamu ihâlelerinden yürüyor bütün sistem. Kamu ihâleleri ilk defa biz 2002 yıllarında Avrupa Birliği kamu ihâle yasasını getirdik. O zaman Türk halkının vergileri üstünden soygunu önleyen bir model oldu, bir yıl dayandı, delik deşik oldu. Yani AKP’ye karşı AKP’nin paradigması ve modeli üstünden muhalefet edilebilmesi için çok radikal, alternatif, hiç onun söylediklerini kaale almadan bir bütün yeni model getirmek lazım. Ben yeni bir model de söylemiyorum; bütün dünyada uygulandığı vakit sağlıklı sonuç doğuran bir AB’nin ilerleme raporlarından hareket etmek zaten çok yepyeni bir şey çıkartır Türkiye’nin bu halinde. Ama siz liberal demokrasiye düşman olursanız, AKP’nin üslûbu ile milliyetçilik yarışına girerseniz ve buradaki uygulamalara bir evrensel hukuk üstünden muhalefet etmezseniz, 15 Temmuz paradigmasını ortaklaşa kabul ederseniz, nasıl yeni bir yapı ile alternatif ve güvenilir olarak çıkacaksınız?

Ruşen Çakır: Burada ekonomi deyince, muhalefete bakılınca ilk göze çarpan isim tabii ki Ali Babacan. Ve o da büyük ihtimalle bu Millet İttifakı’nın içinde yer alacağa benziyor. Her ne kadar “İttifaklarla işimiz yok” dese de, işaretler o yönde. Ve Ali Babacan’a ekonomi sorulduğunda, genellikle şöyle bir tavır izliyor biliyorsun: “Daha önce yaptık, yine yaparız. Biz bu işi biliyoruz.” Bu yeterli bir teminat mıdır? Ekonomiyi kastediyorum.

Mehmet Altan: Ali Babacan muhalefetin bence bir sigortası ve güveni; yani çünkü çok uzun süre o direksiyonun başında kaldı ve teknik olarak bu işleri bilen birisi olduğunu ispatladı, gösterdi. Bir özelliği daha var: Uluslararası yapıyı çok yakından tanıyor ve tanımaya devam ediyor. Şimdi bu özellikleri; iktidarda olmuş, çok uzun yıllar ekonomiyi yönetmiş, yanlış yapmamış, yanlışları önlemeye çalışmış ve uluslararası konjonktürü ve ekonomik yapıyı bilen birisi olması açısından önemsemek lâzım varlığını. Onun bir siyasetçi üslûbuyla değil bir teknokrat olarak söylediğini ben kabul ediyorum; çünkü geçmişteki uygulamalarını izledim.

Ruşen Çakır: Burada muhalefetin aktörlerine baktığımızda, üç aşağı beş yukarı adına “güçlendirilmiş parlamenter sistem” denilen bir kavram etrafında birleşmiş gözüküyorlar. Selahattin Demirtaş da cezaevinden yazdıklarında benzer şeyler söyledi. Gelecek Partisi bu konuda raporlar hazırladı, diğerleriyle paylaştı vs.. İzlediğin kadarıyla bu güçlendirilmiş parlamenter sistem önermesi gerçekten sahici, elle tutulur ve hayata geçirilebilir ve tabii ki sorunları çözebilir bir önerme mi?

Mehmet Altan: Ruşen, en önemli mesele, burası bir mezra mı olacak, bir metropol mü olacak? Ne zaman Türkiye battı? “Ankara kriterleriyle yola devam ederiz” dendiği vakit. Kopenhag kriterleri yerine Ankara kriterleri, Schengen yerine Şangen. Yerel olmaya başladığı vakit, uluslararası sistemin sağlık sigortasından uzaklaşıyorsun ve bu iş keyfîleşiyor. Ne oluyor? Türk halkının vergilerinden oluşan devlet imkânlarını inanılmaz bir şekilde çıtır çıtır istediği şekilde harcayıp yiyip bitirip toz ediyorsun. Onun için muhalefet vs. ben bunların siyasetin kendi içinde bölünmüşlüğünden ziyade, yahu dünyalı olan ve olmayan… Şimdi hepsi, dünyalı olmaktan korktuğu, AB diyemediği, AB anayasası diyemediği, ilerleme raporu diyemediği ve bizim bir türlü açmadığımız dosyaları, başlıkları açmaya yanaşmadığı, “Ya! Türkiye bunlardan çok uzaklaştı, bunları söylemek çok hayalci ve uçuktur. Biz onun için AKP paradigması etrafında dönüp dolaşalım” dediğin vakit alternatif olmaktan çıkıyorsun. AKP’nin bugünkü alternatifi: Dünyalı olmak. Mezradan çıkıp metropol olmak, metropollü olmaktır. Metropollü olmanın da şartları belli. Bunları bir sistematik içinde, bir bütünsellik içinde alternatif bir model olarak ortaya koyduğun vakit, zaten çözüm önerin çok reel ve güvenilir bir şekilde ortaya çıkmış olacak. Ne konuşulmadığına bakacaksın. İktidar ve muhalefet aynı şeyleri konuşuyorlar ya, çok sıkıcı. AKP’nin kurduğu 15 Temmuz paradigması etrafında dolanıp duruyorlar. Dünyalı hiçbir ses duyamıyorum ki. O zaman niye güveneyim? Biraz az biraz iyi. Muhalif televizyonlarla iktidar televizyonları arasındaki bir çoğulculuk, demokrasi, farklı sesler farklı yaklaşımlar göremiyorsun ki. Toplam olarak geleneksel iki grubun birbiriyle kavgası gibi duruyor. Bu yasakçılık ortak bir yasakçılık, bağnaz bir milliyetçilik, ortak bir yarış olduğu vakit, nasıl Türkiye dünyalı olacak? İnsanüstünden hayata nasıl bakacak? Yani bak ormanların yangını, Türkiye’nin ekonomik sefaleti, yoksulluk, işsizlik, burada temel yaraladığı ne? İnsan. İnsan üstünden konuşmanın korku verici bir hale geldiği, ırk üstünden konuşmanın, yerel olunmanın esas alındığı bir yapı ile alternatif çözümler, bir şekilde farklı bir yapı, yeni bir güven, yeni bir rüya, yeni bir hedef verilemez ki! Bu 15 Temmuz paradigması ve dilinin dışında dünyalı olabilecek bir muhalefet anlayışına gerek var. AKP ne ile korkutuyorsa muhalefet de ondan korkuyor. Kürt siyasetini suçladığı vakit ödü patlıyor herkesin. O zaman siyaseti siyasal iktidarın kurduğu bir oyun parkında oynayarak nasıl alternatif olacaksın? Veyahut nasıl daha hızlı geliştirebileceksin? Üstelik şartlar bu kadar elverişliyken… Onun için bu meseleyi daha derin, sistem üstünden analiz etmek lâzım; bir de tabii daha yüksek bir medenî cesaret lâzım.

Ruşen Çakır: Ama burada şöyle bir sorun var; yani bu söylediğini anlıyorum da, mesela muhalefet dediğimiz zaman bahsettiğimiz partileri gözümüzün önüne getirelim: CHP, İYİ Parti, DEVA, Gelecek, Saadet, HDP, Demokrat Parti. Yani beş benzemez diyeceğim, yedi sekiz benzemez. Yani normalde bunlar zaten yan yana gelme kültürü olan hareketler değil. Bir kere onların bir araya gelebilmesi için bile bir seçim esprisi içerisinde bir araya gelmeleri söz konusu. Ama bu söylediğin husus çok daha kapsamlı; dünyaya bakışta, insana bakışta çok ortaklıkların olması gereken bir şey. Burada Türkiye’nin meselesi sanki bir geçiş gibi geliyor bana.

Mehmet Altan: Doğru, doğru, bu çok değerli. Yani bu dönemin, bu baskının, hukuksuzluğun, demokrasiden uzaklaşmanın, keyfîliğin bitirilmesi açısından her çaba çok değerli ve olumlu ve desteklenmesi gereken unsurlar. Ama şunu unutma: Yani bir taraftan da bütün bu kurumlardan uzaklaşıyoruz. Yani biz mevcut üstünden bir günlük analiz yapıyoruz, ama bunu yüz yıldır yapıyoruz. Artık kurumlar ve müesseselerle Türkiye’nin çıkışının sağlanamadığı bir yere doğru gidiyoruz. Onun için iktidar bu kadar yoğun oy kaybederken muhalefet bu kadar hızlı artamıyor. Bir taraftan umut veren şey, çok büyük kentlerin muhalefet tarafından kazanılması bu dönemin en umut verici gelişmesidir. Ama oy yoklamalarına bakıldığı vakit, eğer siyasî iktidarın kaybettiği oydan daha fazlasını muhalefet alamıyorsa, daha hızlı yükselemiyorsa, siyaseten bir sıkıntı var demektir. Aynı zamanda da çok önemli bir genç yeni seçmen kitlesi oy atacak. Aynı zamanda Türkiye halkı, yani mevcut da, sade bu sıkılmak değil, bu yapı çöktü. Yani 12 Eylül rejimi… bu siyasetin oyun olarak oynanması…. oradan da geçtik: “Yeniden seçilebilir miyim?” Yani: “Kendi meslek grubumda başarılı değilim, ama siyasette o başarısızlığı giderebilir miyim? Ve bunu, kimseyi kızdırmadan, halkın gözü önünde medya üstünden var olmaya yönelik hareketlerle nâmütenâhî parlamenter olayım.” Yani eski sistem bir siyaset oyununun da sonuna geldik. Ben senin söylediğini kabul ediyorum, ama aynı zamanda Türkiye’nin cevap aradığı şeyin daha radikal bir başka model olduğunu da hissediyorum. Sen çok haklı olarak birbirine benzemez partileri söylüyorsun, ama bunların içinden bu söylediğime yönelik bir başka tavırla çıkan birisi hepsini sollayabilir. Yani Türkiye o kadar kritik bir yerde duruyor ki… yani siyaset mecbur olduğu için bir şekilde mevcut üstünden konuşuyor. Ama esas yüreğinde, bütün bunların fevkinde insanı odak alan özgür ve refah toplumu kurmak ya! Yani siyaset kurumunun bu kadar cılız, yargı kurumunun olmadığı, devletin mevcudiyetinin çok tartışılabilir hâle geldiği yerde, adım adım gideceğiz. Tabii hepimizin umudu var. Bu bir ara geçiş olacak, şu olacak bu olacak. Ama bunun umudun güçlenmesi için mevcudun içindeki dar alanda değil, ihtiyacı olan toplumun ve bence söylendiği vakit peşine takılanacak radikal bir demokrasinin, gerçek bir hukuk devletinin arantılarını dünya ile el sıkışarak söyleyecek bir cesaretin de primi sandığımızdan daha fazla olur. Yoksa her atılan adımı, çabayı çok önemsiyorum, çok ciddiye alıyorum, çok değerli buluyorum; ama kendim baktığım vakit, Türkiye’de bence kurumların ve yapının çürüdüğü ve bir yenilik arantısının çok yükseldiği bir başka iklim de görüyorum. Yeter ki bu iklim cümleye, kelimeye, bir şekilde duyguya, cesarete dökülsün ve insanlar bunu bir bütün olarak duysunlar.

Ruşen Çakır: Son olarak bu aday meselesini, ortak aday meselesini konuşalım: İsimler var biliyorsun. Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendini telaffuz etmesi var ve daha önemlisi en son belediye başkanları için, “Onlar iki dönem yapsınlar, belediyede kalsınlar” diyerek bir anlamda önlerini kapattı diye yorumlanıyor. Bir yerden sonra tabii ki isimler değil kavramlar önemli; ama sonuçta isimler yarışacak. Gördüğün kadarıyla bu ortada olan veya olmayan isimlerden muhalefetin kimi çıkartma ihtimali daha yüksek ve hangisi daha başarılı olabilir, nasıl birisi başarılı olabilir? Ya da isim de telaffuz edebilirsin tabii.

Mehmet Altan: Ruşen, bu o kadar tehlikeli bir iş ki… birisi seçilecek ve keyfî, otoriter bir devlet yapılanmasının bütün nimetleriyle denetimsiz imkânlarını kullanma yetkisi ona verilecek. Ve ne yapacak? O bize söz verdi, bilmem demokrasi getirecek, hukuku getirecek, vergi denetimini getirecek, Sayıştay’ı hayata geçirecek, Parlamento’yu, halk iktidarını ve insana değer vermeyi sağlayan bir anlayış getirecek. Yapmazsa ne olacak? Yani böyle bir tehlike var. Bir de tabii bu sürecin en önemli aktörü Kemal Bey. Yani sadece kim seçilir diye oy meselesi değil; bütün bu değişimi sonuna kadar götürecek ve Türkiye’yi güvenli bir sahile çıkartacak, bütün bunun ayarlarını ve dengelerini usul ve sabırla götürecek ve tabii verilen sözü çok hızlı hayata geçirmeyi gerçekten bir onur sorunu yapacak birisi. Burada sadece benim gördüğüm, seçimleri kim kazanacak, ne edecek, tabii ki bunlar da çok önemli; ama aynı zamanda o verilen yetkinin sahiden verilen sözle aynı şekilde Türkiye’yi sağsalim karaya çıkartacak uygulamayı ahengi bozmadan ve gidilmesi gereken istikametten çok emin ve o dengelerin, bütün o dünyayla da ilişkilerin bilincinde olan birisi de en az alacağı oy kadar önemli.

Ruşen Çakır: O zaman, anladığım kadarıyla Kılıçdaroğlu ismini çok önemsiyorsun.

Mehmet Altan: Yani bu süreçte o olmadan yürüyebilecek bir süreç olarak ortaya çıkmadı. Bir test edilmiş başarısı var yerel seçimde. Yani herkes, bu futbol teknik adamları gibi herkes futbol konuşuyor, herkes herkesi eleştiriyor vs., ama sonuç itibariyle şu an Türkiye’deki duruma baktığımız vakit yerel seçimler çok önemli bir gösterge. Şimdi desek ki mesela Putin en önemli illeri kaybetti yerel seçimlerde, Putin için ne düşünürsün? Bunu kim sağladı Türkiye’de? Hangi orkestrasyon? Orkestrasyonun hangi şefi? Onun için günlük konuşmalardaki eleştirel… “ben daha iyi bilirim” diye akıl öğretmelerin falan dışında, yerel seçimlerde çok ciddi bir sonuç alındı ve o sonucun alınmasında Kemal Kılıçdaroğlu’nun çok önemli bir rolü var. Onun için onu diğerlerinden daha dikkatle izlemek gerektiğini düşünüyorum. Kulak vermeyi de o açıdan önemsiyorum.

Ruşen Çakır: Burada benim bir gözlem ve değerlendirmem var ne zamandır dile getirdiğim, onu burada da tekrarlayayım ve onun üzerinden biraz konuşalım. Benim gördüğüm, Kılıçdaroğlu belli bir süreden itibaren CHP’den ziyade ittifakın güçlenmesi için çalışıyor; hatta bunun ilk göstergesi, hatırlayacaksın, İYİ Parti’nin seçime girebilmesi için milletvekillerini ödünç vermeye kalktı.

Mehmet Altan: Çok değerli bir şey.

Ruşen Çakır: Orada da gözüktü. Evet şimdi de sanki şöyle: Özellikle İYİ Parti artık büyük ölçüde kendi ayakları üzerinde duruyor da, yeni partilerin, Gelecek ve DEVA’nın AKP’den ve yeni seçmenden alabileceği kadar fazla oy alabilmesi için de gerektiğinde kendisinden fedakârlık, kendisi derken tabii partisinden fedakârlık edebilecek bir strateji izlediğini görüyorum. Yani CHP’yi değil Millet İttifakı’nı öne koyan bir strateji izlediğini düşünüyorum. Ama Millet İttifakı geçici bir olaysa, bu o zaman sonuçta partisinin orta vadede aleyhine işleyebilir.

Mehmet Altan: Bu doğru; yani bunun müthiş bir orkestrasyonla büyük çaba sarf ettiğini hepimiz görüyoruz, bir de bilmediklerimiz var. Yani kamuoyuna yansıyan kadarıyla izliyoruz, biz bunun perde arkasında, ilişkilerinde ne konuştuğu ne konuşulmadığını bilmiyoruz. Ayrıca onların neler bilip bilmediğini de bilmiyoruz. Onun için değerlendirmelerde bir pay bırakmak lâzım. Ama sana farklı bir şey daha söyleyeyim: Yani bu yakıcı durum sadece halkın, bizlerin söylediği bir şey değil; iktidar kanadının partileri içindeki insanların da bundan son derece huzursuz olabileceğini de hesaba katmak lâzım. Yani nihayetinde demir olsa bu durumdan etkilenir. Onun için sürprizli bir yer Türkiye siyaseti. Biz hep veriler, görünen üstünden hareket ediyoruz; ama bu taşınamaz dediğin vakit taşınamaz halin, ortaya çıkaracağı kompozisyonları da öngörmek o kadar kolay değil. Yani çünkü sahiden çok yakıcı sorunlar var ve bu sokağı çok hırpalayan sorunlar ve hep artarak gitme ihtimali yüksek sorunlar. 

Ruşen Çakır: Evet, burada noktayı koyalım. Yine keyifli bir söyleşi oldu. Seninle zaten televizyon ya da gazete için ne zaman yapsak böyle güzel, ufuk açıcı oluyor. Çok teşekkürler. 

Mehmet Altan: Ben sana teşekkür ediyorum, çok sağ olasın.

Ruşen Çakır: Evet, Prof. Mehmet Altan’la iktidarın ve muhalefetin seçeneklerini konuştuk, kendisine çok teşekkür ediyoruz, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi akşamlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.