Taliban’ın hızlı ve kolay zaferi son dönemlerde yenilgi duygusu yaşayan ve umutsuzluğa kapılmış olan dünyanın dört bir tarafındaki İslamcıları yeniden heyecanlandırmışa benziyor. Taliban yönetimindeki Afganistan, daha önce olduğu gibi İslamcı kişi ve örgütleri kendisine çeker mi, çekmek ister mi?
Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı
Merhaba, iyi günler. Taliban’ın Afganistan’da kolay bir şekilde yönetimi ele geçirmesiyle beraber, tüm dünyada merak edilen sorulardan birisi de, dünyadaki İslâmcı hareketlerin bundan nasıl etkileneceği. Çünkü bu konuda son dönemde IŞİD’in bâriz bir gerilemesi, El Kaide’nin küresel cihad perspektifinden uzaklaşıp daha yerel birtakım faaliyetlere yönelmesi gibi olaylar yaşandı. Onun ötesinde, tabii ki İslâm dünyasının birçok yerinde belli bir güç kazanmış olan İslâmî hareketlerin Tunus’ta, Suriye’de, Mısır’da çok ciddi kayıplara uğradığını görüyoruz, başarısızlıklarını görüyoruz; siyasal İslâm’ın dünya çapında bir gerilemesi, başarısızlığı söz konusu. İşte böyle bir ortamda, Taliban tekrar, İslamcılığın yıkılmayıp ayakta olduğunu gösterdi ve şu soru da gündeme geldi, gelecek: Tekrar bir câzibe merkezi olacak mı?
Tekrar derken, iki ayrı dönemden bahsetmek gerekiyor: birincisi, Sovyet işgaline karşı Afgan cihadı diye adlandırılan dönemde, CIA başta olmak üzere Suudi Arabistan, Pakistan, hatta Çin gizli servislerinin de ortak organizasyonuyla dünyanın dört bir tarafından Afganistan’da cihad eden ya da Sovyetler’e karşı mücadele eden diyelim, Sovyet işgaline karşı, Kızıl Ordu işgaline karşı mücadele eden Afgan mücahitlerine destek olarak Arap dünyası başta olmak üzere çok sayıda insan gitmişti ve onların bir kısmı orada kaldılar. Daha sonra İslâmcı gruplar, değişik gruplar birbirleri arasında çatıştılar ve aradan Taliban sıyrıldı, 96 yılında iktidarı ele geçirdi ve orada da Taliban’ın El Kaide’yle bir stratejik ortaklığa gittiğini biliyoruz. El Kaide, Usame Bin Ladin zaten Afgan cihadına gelip El Kaide’yi kurarak başladı Afganistan’daki ikametine ve orada El Kaide saldırılarını örgütleyerek devam ettirdi. O dönemde de çok sayıda dünyanın değişik yerlerinden İslamcılar, gönüllüler Afganistan’a, kimi zaman El Kaide’ye katılmak için, kimi zaman da Hindistan işgalindeki Keşmir bölgesine yönelik eylemlere katılmak için Afganistan’a gitmişlerdi. Afganistan’ın ikinci kez İslamcılar için cazibe merkezi olmasıydı bu.
Ama 11 Eylül saldırılarından sonra Amerikan işgaliyle beraber bu kırıldı, bunun yerine yıllar sonra IŞİD’le beraber Musul ve Rakka karşımıza çıktı ve burada Musul ve Rakka, yani birisi Irak’ta, birisi Suriye’de IŞİD’in iki başkentine akın akın insanlar gittiler. Kimisi savaşmaya, kimisi yaşamaya gitti; orada ilan edilen şeriat devletinde yaşamak için ailece, cümbür cemaat giden –Batı’dan da– insanlar oldu ve orada da bir başarısızlık yaşandı. Musul, Rakka ve diğer bölgeler IŞİD’in elinden alındı ve şu anda bir anlamda vatansız kalmışlardı. Şimdi, tekrar Taliban’la beraber, Afganistan tekrar bu kişiler için, bu tür perspektife sahip olan dünyanın değişik yerlerindeki insanlar için bir câzibe merkezi olabilir mi? Oraya insanlar yaşamaya giderler mi? Ve belki de kuzeydeki bazı güçlerin, Taliban rejimini kabul etmeyeceklerini söyleyen bazı güçlerin bir iç savaş başlatması durumunda, Taliban’ın yerine savaşmaya giderler mi? Bu soru önemli bir soru olarak önümüzde duruyor.
Bu soruya cevap vermeden önce, vermeye çalışmadan önce, girizgâh olarak size bir fotoğraf göstermek istiyorum. Evet, bu fotoğraf dün Külliye’de çekildi. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuğu, Birleşik Arap Emirlikleri Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnoun bin Zayed Al Nahyan. Şimdi bu fotoğrafın Afganistan’la ne ilgisi var? Konumuzla ne ilgisi var? Çok ilgisi var. Şimdi, bir iki tane not düşelim: 1) Taliban liderliği bir süredir Katar’da yaşıyordu. Katar, biliyorsunuz, Ankara’nın en büyük stratejik ortağı ve Taliban iktidarı ele geçirince Katar’daki bu kişiler, ülkeyi yöneten Taliban liderleri ülkelerine Katar’dan döndüler. Bunun yerine ne oldu? Afganistan’ın Cumhurbaşkanı Eşref Gani Birleşik Arap Emirlikleri’ne gitti. Yani, Körfez’in iki rakip ülkesi, düşünün, Katar’la Birleşik Arap Emirlikleri –ki Birleşik Arap Emirlikleri Suudi Arabistan’la ve diğer Körfez ülkeleriyle birlikte hareket ediyor, Katar’la bir gerginlikleri var uzun süredir devam eden ve Türkiye de Katar’la beraber Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle sorunlu bir şekilde yaşıyordu– ve Afganistan’a baktığımız zaman: Kazanan Katar’dan gidiyor, kaybeden Birleşik Arap Emirlikleri’ne geliyor. Aynı ülkeden bahsediyoruz ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin önde gelen bir ismi, Ulusal Güvenlik Danışmanı, kritik bir isim, Katar’ın en büyük müttefiki olan Erdoğan’la tam da bu olay, Taliban ülkeyi ele geçirdikten sonra bir araya geliyorlar ve karşılıklı çok olumlu mesajlar veriliyor.
Bu arada şunu özellikle vurgulamak lâzım; Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye’de iktidar sözcüleri tarafından, özellikle medyası tarafından, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin işbirlikçisi, hatta akıl vereni, en büyük finansörü olarak tanımlandı ve şu fotoğrafta gördüğünüz kişi de, Şeyh Tahnoun bin Zayed Al Nahyan da iktidar yanlısı gazeteler ve televizyonlar tarafından, özellikle Yeni Şafak ve bir zamanlarki genel yayın yönetmeni İbrahim Karagül tarafından Türkiye’nin en önde gelen düşmanlarından birisi olarak ilan edildi defalarca. Şimdi, tam da Taliban iktidarı ele geçirdikten sonra, Türkiye 15 Temmuz’un birinci derece sorumlularından kabul ettiği Birleşik Arap Emirlikleri’yle böyle bir yakınlaşma içerisine giriyor. Kimileri bu yakınlaşmayı Sedat Peker’e bağlıyorlar; çünkü Sedat Peker, biliyorsunuz, Birleşik Arap Emirlikleri’nde. Açıkçası Birleşik Arap Emirlikleri Sedat Peker gibi bir kozu Türkiye’ye karşı ellerindeki bu kozu kolay kolay kaybetmek istemeyeceklerdir diye düşünüyorum. Tabii ki olayın o yönü de söz konusudur; ama esas olarak daha küresel bir şeye bakmamız gerekiyor, öncelikle de Afganistan’a. Afganistan’a baktığımız zaman, eğer burada gerçekten Taliban’ın iktidarı yeniden ele geçirmesi, İslâmcılığın yeniden doğuşunun, yeniden kabarışının milâdı olacaksa, bundan en çok ürkecek olan ülkelerin başında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır vs. gelir.
Dolayısıyla burada, Afganistan’ın yeni bir İslâmcı çağın, Taliban’ın iktidarı ele geçirmesinin küresel anlamda yeni bir İslâmcı çağın, İslâmcılığın yükselişinin milâdı olarak görmenin çok –nasıl söyleyeyim?– acele ve biraz da naif bir yaklaşım olacağı kanısındayım. Burada Taliban olayının artık kendi başına bir olay olarak seyretme imkânı yok. Çünkü zaten biliyoruz, Afganistan, tek başına kendi ayakları üzerinde durması hiç de kolay olmayan bir ülke. Zaten Taliban da kendi ayakları üzerinde durması kolay olmayan bir örgüttü. Başta Pakistan olmak üzere birtakım bölgesel güçlerin desteği olmadan, ve bölge dışı güçler de, görüldüğü kadarıyla mesela ilk akla gelenlerden Katar olmasaydı, herhalde bu başarıyı elde edemeyeceklerdi. Öncelikle bunu vurgulamak lâzım. Dolayısıyla bundan sonra da Taliban’ın tekrar iktidarını inşâ etmesi ve iktidarını sürdürebilmesi için de bu dış desteklere muhakkak ihtiyacı olacak ve bunu yaparken de birtakım dayatmalara boyun eğmek zorunda kalacak diye düşünüyorum.
Yani dışa yönelik bir İslâmcılık iddiasından ziyâde Taliban’ın şöyle bir yaklaşımı benimsemesi bana daha gerçekçi geliyor: “Biz içeride bildiğimiz gibi ülkeyi yönetelim, ama merak etmeyin, bu ülkenin, bizim yönetimimizin size, yani yabancılara bir zararı dokunmayacak.” Nitekim ne oldu? İktidara gelir gelmez, “Afgan vatandaşı olmayanlara bir şey olmayacak” diye teminat verdiler. Şimdi de ne diyorlar? “Burada tabii ki demokrasi olmayacak, şeriat olacak.” Ama bunu kendileri için söylüyorlar. Onun dışında, burada inşa edilen ya da edilecek olan sistemin ne derece başarılı olacağı tartışmalı, sistemin küresel bir meydan okuyuşa dönüşmesine Taliban’ın yanaşacağını açıkçası çok fazla sanmıyorum. Hele 2001’deki El Kaide deneyiminden sonra, başlarına gelenlerden sonra, kendi yönetimlerindeki Afganistan’ın tekrar gerek bölgesel gerek küresel birtakım güçleri rahatsız edecek bir üsse dönüşme ihtimalinin çok muhtemel olduğu kanısında değilim. Tabii ki böyle bir ihtimal var. Birincisi, Taliban’ın içerisindeki bazı fraksiyonlar, bazı yöneticiler böyle bir şey için bastırabilir; bir de onun dışında tabii, birileri kendiliğinden Afganistan’ı kendileri için güvenilir bir merkez olarak görüp oraya yerleşebilir. Öncelikle tabii ki şunu düşünmek lâzım: Zaten Afganistan’da varlığını sürdüren El Kaide’nin, bundan sonra Afganistan’a yönelik ne tür taktik ve stratejiler geliştireceğine bakmamız lâzım.
Bir diğer husus tabii ki şu: Kuzeyde, Kuzeydeki güçlerden –ki çok ciddi etnik temelli sorunları da var Taliban yönetimiyle– buradan bir direniş başlarsa ve bu Taliban yönetimini ciddi bir şekilde tehdit etmeye yönelirse, işte o zaman tekrar, “Taliban için yeni bir cihat” söz konusu olursa, işte o zaman birtakım desteklere ihtiyacı olabilir. Şu hâliyle bakıldığı zaman çok ciddi bir askerî bir tehditle karşı karşıya kalmadığı durumda Taliban’ın böyle yabancı İslâmcı güçleri yanına çekeceğini, onlarla beraber fotoğraf vereceğini açıkçası düşünmüyorum. Olabildiğince, –az tâviz vererek tabii ki– en azından bir süre reel-politik içerisinde kalmak isteyeceklerdir ve dolayısıyla şu aşamada Taliban yönetimindeki Afganistan’ın tekrar dünyaya yönelik bir tehdidin merkezi olmasını beklemek için erken. Geçmişte hatırlanacaktır, Afgan direnişi belli bir başarıya ulaştıktan sonra –ki bu başarının içinde yabancı, Batılı ve bölgesel istihbarat servislerinin rolü çok önemliydi ve dışarıdan gelen yabancı savaşçılar, gönüllülerin de rolü önemliydi, ki onlara o tarihlerde “Afgani” deniyordu ve böyle bir ortamda–, tam da büyük bir zafer ilan ettikleri ortamda Usame Bin Ladin elinde kalaşnikofuyla Batı medyasına, artık önündeki hedefin ABD ve İsrail olduğunu alenen söylemişti. Büyük bir meydan okuyuşu başlatmıştı. Çok ciddiye alınmadı ya da yeterince ciddiye alınmadı. Ardından dünyanın değişik yerlerinde Amerikan hedeflerine yönelik saldırılar yaşandı ve en son da 11 Eylül 2001’de ABD topraklarında, bizzat, ABD’ye El Kaide çok ciddi bir saldırıyı hayata geçirdi. Bunun merkezi, başlangıç noktası Afganistan’dı.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Tarihin bir daha böyle tekerrür edeceğini sanmıyorum, en azından şu aşamada böyle bir şey olacağını sanmıyorum; ama Afganistan’ı bu anlamda kendileri için câzip görecek kişiler ve örgütler olacaktır. Bireysel olarak Afganistan’a yaşamaya gelecek olan insanlar dünyanın değişik yerlerinden olacaktır ve bunlar çok fazla sorun yaşamayabilirler, gidebilirler — ki demin de söylediğim gibi zamanında Musul’a, Rakka’ya giden çok sayıda insan vardı. Hatta bir İngiliz gazetesinde görmüştüm, Asya kökenli bir İngiliz ailenin böyle bir fotoğrafları vardı, kocaman bir aile fotoğrafı; dedeler, anneanneler, babaanneler, torunlar vs. ve o fotoğraftaki yanılmıyorsam kırka yakın kişinin büyük bir kısmının Suriye’ye, şeriat devleti altında yaşamaya gittiklerini o İngiliz gazetesi saptamıştı ve bunun haberini yapmıştı. Kim bilir buna benzer ne olaylar yaşanmıştır ve kim bilir daha sonra IŞİD’in uğradığı o büyük yenilginin ardından bu tür kişilerin başlarına neler gelmiştir; kaçabildiler mi, yakalandılar mı, hayatlarını mı kaybettiler? Bunları bilemiyoruz. Benzer olayların, benzer öykülerin Afganistan’a yönelik olarak sürebileceğini düşünebiliriz; ama örgütsel olarak burada, güçlerini orada toplamaya çalışacak, hele küresel iddialı örgütlere herhalde Taliban bir müddet izin vermeyecektir ya da varlıklarına izin verse bile Afganistan’dan hareketle birtakım eylemlere girişmelerini engellemek isteyecektir — daha yolun başında kendi başına büyük belâlar almamak için. Fakat ilerideki aşamalarda Taliban yönetiminin kendine güveni gelirse, işin rengi pekâlâ değişebilir.
Dolayısıyla, benim gördüğüm kadarıyla şu aşamada Taliban’ın başarısı –ki kolay bir başarı oldu–, Taliban’ın başardığı en önemli şey yok olmamak oldu, ayakta kalmak oldu ve sonra birden, ülke kendisine bir tepside sunuldu, doğru dürüst silah bile atmadan ülkenin en önemli merkezlerini teker teker ve Kâbil’i de alabildiler ve bunun getirdiği bir psikolojik üstünlük var şu anda, dünyanın dört bir tarafındaki İslâmcı iddialı kişi, grup ve örgütlerde. Bir süre bunun sermayesini herhalde tüketeceklerdir ve herhalde gözleri hep Afganistan’da olacaktır. Taliban’ın sergileyeceği performansta olacaktır. Taliban ne derece tâviz verecek? Ne derece başarılı ya da başarısız olacak? Bunların hepsi onlar için çok önemli olacaktır. Geçmişte, yıllar önce, ilk İran Devrimi’yle beraber bir câzibe merkezi oluşmuştu; ama İran Devrimi’nin bir yerden sonra İslâmîlikten çok millî bir devrim olduğu, İran İslâmcılarının, yani Humeyni ve diğerlerinin İran milliyetçiliğini de çok ciddi bir şekilde içselleştirmiş oldukları ortaya çıktı ve İran’ın devrim ihracı politikasının aslında, bir anlamda, İran’ın nüfuzunu yayma politikası olduğu ortaya çıkmıştı. Benzer şekilde, Arap ülkelerinde yaşanan olaylarda da, İslâmcı olayların hepsinde milliyetçi bir yön vardı.
Şu anda Afganistan’da yaşanan olayın da çok ciddi bir milli yönü var. Millinin ötesinde, Afganistan içerisindeki değişik etnik gruplar arasındaki gerginliklerin de rolü çok fazla — ki bunu geçen gün Fransız Uzman Olivier Roy ile yaptığımız söyleşide, o çok özlü bir şekilde bize anlattı. Dolayısıyla Afganistan’a, Afganistan’da bir ümmetin, İslam ümmetinin zaferi görüp oraya bir şekilde bîat etmek isteyecek olanların, orada yaşamayı tercih edecek olanların, aslında bir Afganistan gerçeğiyle de karşılaşacaklarını bir şekilde akıllarında tutmaları gerekiyor. Geçmişte Afgan direnişi, Sovyetler’e karşı yürütülen o cihadda da bu olayı, dünyanın değişik yerlerinden ümmetçi bir perspektifle giden çok sayıda gönüllü değişik dozlarda yaşamışlardır. Dolayısıyla buradaki olaydan bir küresel İslâmcı silkiniş, yeniden diriliş beklemek bana çok gerçekçi gelmiyor. Her şey bir yana, Afganistan kendi ayakları üzerinde duramayan bir ülke olarak ve Taliban bu ülkeyi bu haliyle yeniden inşa edebilecek, bir devlet ve sistem inşa edebilecek bir kapasitede ve kabiliyette görülmediği için, bu tür akıl yürütmelerin şu anda erken olduğunu düşünüyorum; ama tabii ki buradan, eğer Taliban belli bir başarı elde ederse, buradan başka yerlere yönelik olarak başka birtakım hareketler çıkacaktır. Taliban’ın yönettiği Afganistan, bambaşka ülkeleri de harekete geçirebiliyor — ki Türkiye de pekâlâ buna dâhil olabilir, çünkü Türkiye Afganistan konusunda etkili olmak için çok hevesli. Bir taraftan, Taliban’dan kaçanları Türk Hava Yolları uçağıyla ülkeye getiriyor, bir diğer yandan Taliban’la çok iyi ilişkiler geliştirmeye çalışıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Taliban temsilcilerini tabii ki kabul edebileceklerini söylüyor.
Muhtemelen, çok geçmeden Afganistan Büyükelçiliği’nde Taliban’ın atayacağı diplomatlarla Türkiye muhatap olacaktır ya da Türkiye’nin Afganistan’daki diplomatları Taliban yönetimiyle bir şekilde diplomatik ilişki kuracaktır; ama buradan doğabilecek sorunların kıta sahanlığına, Türkiye zaten vardı, böylece iyice girebilir. Şu aşamada erken olabilir ama ileride olmayacağının garantisi yok; ama şunu özellikle tekrar tekrar vurgulamak istiyorum: Şu andaki Taliban’ın başarısı kolay bir başarı, tabii ki bir şekilde Taliban bunu kazanmak için çok şey yaptı; ama kolay elde edilmiş bir başarı, bunun üzerinden havaya girmeleri ve bir özgüven patlaması yaşamaları hâlinde, gerek Taliban’ı gerekse diğer ülkelerdeki İslâmcı hareketleri çok büyük bir hüsran bekliyor diye düşünüyorum. Tekrar o fotoğrafa dönecek olursak: Taliban’ı destekleyenlerle Taliban’ı yıkmak isteyenlerin bir şekilde çıkarları için rahatlıkla her türlü geçmiş sorunları bertaraf ederek bir araya gelebildiği bir ortamda –ki bunun değişik örneklerini değişik şekillerde göreceğiz–, küresel bir atmosferde Taliban’ın kendi kafasına göre bir şeriat devleti inşa edip ve buradaki şeriat uygulamasını başka yerlere ihraç etme gibi bir olayının çok fazla gerçekçi olacağı kanısında değilim. Büyük bir ihtimalle olabilecek olan: “Bize rahatsızlık vermedikten sonra, kendi halkına ne yaparsan yap” refleksi olabilir. Bunun işaretlerini birçok ülke veriyor. Belki bu olabilir, Taliban’ın bulabileceği en fazla şey bu olur; ama buradan hareketle yeniden küresel bir İslâmcı uyanış beklemek hiç de gerçekçi olmayacaktır. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.