Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (60): NTV’de Yazı İşleri günleri

Gazetecilik anılarımın 60. bölümünde 2008’in ilk aylarında Mirgün Cabas ile hafta içi her gün öğlene doğru yaptığımız Yazı İşleri programını anlattım. 2010’da tek başıma devam ettiğim Yazı İşleri aynı yılın temmuz ayında ikna edici bir gerekçesi olmadan sonlandırılmıştı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen” in 60. bölümünde, NTV’de 3 yıl boyunca yaptığımız “Yazı İşleri” programını anlatmak istiyorum. Bu 3 yılın önemli bir bölümünü Mirgün Cabas’la birlikte yaptık. Daha sonra Mirgün akşam programlarına kaydırılınca, ben tek yaptım. Tek yaptıktan kısa bir süre sonra da Temmuz 2011’de “Yazı İşleri” pat diye kesiliverdi. Neden kesildi? Büyük bir ihtimalle siyâsî nedenlerle kesildi. Tabii bize böyle anlatılmadı. Çünkü çok ilgi gören bir programdı. İki kişi çok daha başarılıydı. Ama ben de tek başıma bayağı bir götürüyordum. Fakat belli bir aşamadan sonra, NTV üzerindeki siyâsî baskıların da ağırlaşmasıyla –ki bu baskılar sadece AKP yönetiminden gelmiyordu; o tarihte çok etkili olan Fethullahçılar’ın da çok ciddî baskıları olduğunu biliyorum– sonuçta o program, o tarihte, Temmuz’da sona erdirildi. 

Google’da şöyle bir baktım, birileri “Neden kaldırıldı?” diye sormuş. “Ben de anlam veremedim. Başarılı bir programdı” diye cevap vermişim. Belli ki çok bozulmuşum — ki bozuldum, bozulmayacak bir şey değildi. Zâten o programın kalkması da benim NTV’deki çalışmamın, mesâimin biteceğinin işâretiydi. Birkaç ay sonra da zâten NTV’den tam anlamıyla koptum. 

Şimdi, bu olay, Türkiye’de haber televizyonculuğunda gerçekten çok önemli bir âna denk geldi birçok açıdan. Radyolarda aslında buna benzer şeyler yapılıyordu. Gazete okumaları yapılıyordu, hâlâ yapılıyor. Biz orada bunu Mirgün’le televizyona taşıdık ve iki kişi, çok dinamik bir şekilde hem gazetelerin bir konu üzerine haberlerini karşılıklı bir şekilde ele alıyorduk, hem haberleri seçiyorduk, haberleri birbiriyle karşılaştırıyorduk; köşe yazılarını seçiyorduk, bazılarını seslendirip, montaj yapıp yayınlıyorduk. Bir de köşe yazılarını karşılaştırıyorduk ve de konuk alıyorduk. Konukların ezici bir çoğunluğu gazeteci oluyordu, medya yöneticisi oluyordu. Hemen hemen her kesimden insanları stüdyoya konuk ediyorduk. Ankara’dan oldukları zaman, Ankara stüdyosuna bağlanıyorlardı. Bazı durumlarda ben salı günleri –çok meraklısı oldum o günlerde– Meclis’teki grup toplantılarını izlemeye gidiyordum. Ankara’dan, Meclis’ten bağlanıyordum. Bâzen yanımda konuk oluyordu. İstanbul’da Mirgün oluyordu. Çok dinamik bir program yapıyorduk hafta içleri. Sabah saati bir türlü denk gelmiyordu; ama 11.00 civarı diyelim. Bayağı dinamik bir program yapıyorduk ve epey de ilgi görüyordu. 

Biraz hâfıza tazeleyeyim diye aradım Mirgün’ü. Onunla uzun uzun konuştuk o “Yazı İşleri” günlerini. Ona sordum: “Yazı İşleri senin için ne anlam ifâde ediyor?” diye. Şöyle söyledi: “Çok zevk aldığım, çok beslendiğim ve gördüğü tepkiler nedeniyle de çok tatmin duygusu yaşadığım bir yayındı, programdı” diye söyledi. Unutmamak lâzım, Mirgün o sırada aynı zamanda NTV’nin haber koordinatörüydü. Yani orada en üstteki isimlerden birisiydi. Cem Aydın vardı her şeyin başında, ama ondan sonra Mirgün çok önemli bir yerdeydi. Benim de NTV’de siyâset danışmanı gibi bir titrim vardı. Böyle bir programla başladım. Daha sonra bana akşam bir başka program verildi. Orada da bir tartışma programı, haftada bir tartışma programı yaptım. Ama belli bir süre sonra bunların hepsi söndü, gitti. 

Şöyle bir yöntem yapıyorduk; ben Anadolu yakasında oturuyordum. Hâlâ Anadolu yakasında oturuyorum, İstanbul’da ve vapura biniyordum. Vapura binerken gazetelerin hepsini alıyordum. Vapurda bayağı hızlı bir şekilde okuyordum. Notlar alıyordum. Ondan sonra NTV’nin arabası, NTV’nin binası Maslak’taydı, –hâlâ Maslak’ta, ama binâsı değişti sonra–, NTV’nin arabası beni alırken yolda Mirgün’le –o da gazeteleri okumuş oluyordu– telefonda karşılaştırıyorduk, tartışıyorduk. Hangi haberleri çıkartalım, hangi köşe yazılarını alıntılayalım? Ondan sonra Mirgün onları, prodüktör, yapımcı arkadaşlara pas ediyordu. Onlar da bunların –biz bunlara paket deriz– paketlerini hazırlıyorlardı. Alıntılar yapılıyordu vs. ve ben NTV’ye geldikten bir süre sonra tekrar Mirgün’le oturup üzerinden geçiyorduk ve sonra da yayına giriyorduk. Takım elbise, kravat vs.. Benim hayatımda düzenli bir şekilde takım elbise, kravat kullandığım ender anlardandır — “Yazı İşleri” sâyesinde bunu da yaptık. Konukları bir gün önceden saptıyorduk. Onlarla bağlantıyı yapıyorduk ve onların büyük bir çoğunluğunu stüdyoda ağırlıyorduk.

 O tarihlerde, Türkiye’de çok dinamik bir medya yapısı vardı ve Türkiye’de çok şey değişiyordu. 2008 Mart-Nisan aylarında başlayan bir şey. Ergenekon, Balyoz vs. bütün bunların olduğu, toplumun işte, Cumhuriyet mitinglerinden vs.’ye kadar, bayağı bir tartışmanın olduğu, birçok şeyin değiştiği bir süreç yaşanıyordu ve her kafadan bir ses çıkıyordu. Birbirinden farklı medya kuruluşları vardı. Gazeteler, televizyonlar, radyolar, dergiler vardı ve her birinin belli oranlarda etkileri vardı. Öne çıkan isimler vardı. Gözden düşen isimler vardı. Böyle bir ortamda, üç tür diyelim ki gazete ya da gazeteci duruşu ya da medya duruşu, belki de dört tür… 

Birisi; kayıtsız şartsız tabii ki iktidarın uygulamalarını destekleyenler, ikincisi; daha temkinli bir şekilde iktidarın uygulamalarını destekleyenler, birisi; bütün bu süreçte çok açık ve net bir şekilde iktidara karşı duranlar, bir diğeri de iktidara karşı duranları temkinli bir şekilde destekleyenler, öyle diyelim ve herkes karşı tarafa, “Ya bizdensin ya ondan!” yapıyordu. O tarihlerde, hatırlanacaktır, NTV gerçekten Türkiye’de herkesin önem verdiği bir yayın platformuydu, haber kanalıydı. Çok ilgi görüyordu. Sadece NTV değil; NTV’nin kardeşi kuruluşu olan CNBC-e de ekonomide çok ilgi görüyordu. Daha sonra NTV Spor da sporda bayağı bir fark yaratmıştı. Bir kurum olarak NTV çok etkiliydi, ama esas olarak haber kanalı ve birçok olayda gündemi belirleme gücü olan bir yerdi NTV. Bu nedenle de herkes bizi ciddîye almak durumundaydı. Dâvet ettiklerimizin çoğu, dâvetimizi kabul ediyordu. Dâvet edip de reddedildiğimiz çok istisnâi olaylar olmuştur ve hep bir denge gözetmeye çalışıyorduk. Her taraftan isimleri çıkartmaya çalışıyorduk. Aynı anda farklı görüşleri çıkartmak yerine, bir gün birini, ertesi günü bir başkasını, bir de tabii ki alıntı yaptığımız köşe yazarlarında da belli bir dengeyi gözetiyorduk ve bir gün birisi kızıyordu, bir gün bir başkası kızıyordu vs.. Böyle bir şeydi; ama herkesin bir şekilde ciddîye aldığı, dinlediği, önemsediği bir yayın yaptığımızı varsayıyorum. Çok ilginç tepkiler alıyordum. Mirgün de alıyormuş. Sokakta, toplu taşımada vs. “Yazı İşleri” izleyen çok kişi… hâlâ bunu bize söyleyenler vardır.

Zorlandığımız anlar oluyordu tabii ki; ama orada bir duruşu muhâfaza ettik. Hep çoğulcu bir perspektifle bakmaya, hemen hemen tüm farklı seslere yer vermeye, kimseyi kayırmamaya çalıştık. Tabii ki çok eleştiri aldığımız anlar da oldu. Fakat genel olarak orada bir çizgiyi oturttuğumuzu düşünüyorum ve başarılı olduğumuzu düşünüyorum. Zaten Türkiye’de başarılı olan her şey cezalandırıldığı için de, belli bir süre sonra bile etkisi hep sürse de, NTV yönetimi “Yazı İşleri”ni fedâ etmek zorunda kaldı. Şimdi isimler… Fethullahçı gazeteciler de geliyordu. Meselâ Mehmet Baransu çıkmıştı. Sonra bizi o meşhur –ilk “Gomaşinen”lerde anlattım– Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterini düşürmekle suçlayan, Türkiye basın tarihinin en büyük asparagaslarından birine imza atmış olan Mehmet Baransu da çıkıyordu ya da en ulusalcı isim de çıkıyordu. Böyle bir ortamda, gerçekten sürekli bir gerginlik içerisindeydi Türkiye ve biz de o gerginliği bir şekilde yaşıyorduk. Fakat işte burada gazetecilik, mesâfe gibi hususlar çok önem kazanıyor — şimdi böyle düşünüyorum, meselâ Yiğit Bulut’u bir gün çıkartmıştık. Kendisi benim Galatasaray Lisesi’nden alt devremdi. Kendisi o sıralarda bambaşka bir yerde duruyordu. Onunla yaptığımız sohbeti meselâ hayal meyal hatırlıyorum. Uzun zamandır kendisini görmüyorum. Mehmet Ali Birand’ı birkaç kere çıkartmıştık. Mehmet Barlas’ı çıkarttık. Daha sonra kendisiyle ilgili yaptığımız bir yorum nedeniyle bize cephe aldı. 

Bazılarında da böyle şeyler oldu tabii ki. Çünkü birtakım gelişmeleri yorumlarken öyle lâfımızı da pek esirgemiyorduk ve bu nedenle de bize çok kızanlar olabiliyordu. Bunların hepsini göze almıştık. En çarpıcı anlardan birisi; tabii ki bu helikopter düşürme hikâyesiydi ve orada yaptığımız yayındı. Onu daha önce anlattığım için, tekrar anlatmak istemiyorum. Bir de özel yayınlar yaptık. Tabii ki bunlardan birisi, ilk “Gomaşinen”lerde anlattığım Hanefi Avcı özel yayınıydı. O, bomba gibi düşmüştü. O NTV “Yazı İşleri”nin bir özel yayınıydı. Bir başkası, Necmettin Erbakan’ın hayatını kaybetmeden önce verdiği belki de son televizyon röportajını, Ankara’da Refah, Fazilet – tabii partiler o kadar çok oldu ki – Saadet Partisi’nin genel merkezinde yaptığımız yayındı. 

Bir de tabii çok ilginç bir “kara leke” gibi diyeceğim ama –bunu komik bir şey olarak söylüyorum–, Müslüm Gündüz canlı yayını yapmıştık. Aczimendi lideri Müslüm Gündüz yayını. Bunu belki bir başka “Gomaşinen” de uzun uzun anlatırım. Onun da çok ilginç bir hikâyesi var. Belki başka bir yayında da anlatmış olabilirim. Artık yaşlandığımız için böyle şeyleri unutuyoruz. Kendisi bir gün, ben bir yerde bir Müslüm Gündüz lâfı ettim bir yayında mı ne. Bana bir e-posta yolladı. Kendisiyle daha önce tanışıklığım vardı.  28 Şubat sürecinde kendisiyle oturup sohbet etmişliğim vardı. Bana bir e-posta gönderince, ben dedim ki: “Ya, bu böyle bir e-posta yazdığına göre, herhalde yayın filan da isteyebilir.” Mirgün’ü ayarttım. Mirgün’ü ayarttıktan sonra, o sırada kanalın başında olan arkadaşı da ayarttık, Ömer’i ve bir şekilde biz Müslüm Gündüz’ü çağırdık. O da koşa koşa geldi. Açıkçası merak ediyorduk ne durumda diye. Eski hâliyle geldi. O cübbesiyle, sakalıyla, asâsıyla geldi ve biz yayına oturduk stüdyoda. Müslüm Gündüz hiç değişmemiş. Kaldığı yerden, hatta daha sert bir şekilde devam ediyor ve rejinin kulaklığı Mirgün’deydi. Hep öyle oldu bizim yayınlarda. Reji ona konuşurdu. Mirgün’e sürekli “Yayını kesin, yayını kesin” diyorlarmış. Çünkü belli ki NTV’nin, hani tabir-i câizse telefonları kitlenmiş. Çünkü Müslüm Gündüz oradan girip, buradan çıkıyor. Atatürk vs. filan. Coştukça coştu. Biz de neye uğradığımızı şaşırdık. Bayağı uzun bir süre devam da etti. Ama sonrasında  yolladık. O benim için “Yazı İşleri”nin en acayip yayınlarından birisidir. Sonra bu olayın bir de devamı var. Meğer, bizim haberimiz yoktu kesinlikle, bizim o yayından bir iki gün önce, o tarihte Başbakan olan Erdoğan, belli ki 28 Şubat’la ilgili bir yerde konuşurken şuna benzer bir lâf etmiş: “Hani bir ara Aczimendiler vardı. Müslüm Gündüz vardı. Ne oldu onlara?” demiş. Hani şey demeye çalışıyor: Bunlar bir tür provokasyondu. 28 Şubatçılar’ın provokasyonuydu. Kesinlikle haberim yoktu ve biz o yayını yapınca da, sanki Erdoğan’a, “Böyle diyorsun, ama bak işte burada ve biz yayına çıkartıyoruz” diyerek, Erdoğan’a nispet yapmışız gibi olmuş. Bunu daha sonra öğrendik ve gerçekten orada sanki bir tür direkten dönmüştük. Öyle de bir husus var. 

“Yazı İşleri”nin birtakım benzerleri yapıldı — CNN Türk’te, başka yerlerde. Belki şu anda hâlâ, ben açıkçası televizyon izlemiyorum, hele sabahları hiç izlemiyorum, ama bâzen sosyal medyada önüme düşüyor. Değişik televizyon kanallarında –ki değişik televizyon kanallarının büyük bir kısmı iktidarın denetiminde– sabah programları oluyor. Ama bizim yaptığımız türde “Yazı İşleri” formatında programların artık kaldığını çok sanmıyorum. Bir Ayşenur Abla hâlâ Halk TV’de “Medya Mahallesi”ni sürdürüyor. Onu biliyorum, ama o da artık gazete olayının ötesinde bir şekilde yapıyor. İlk başta daha çok gazetecilerle yapıyordu. Ama biz orada bir tür, bir dönem için bir çığır açtık. 

Aslında o bizim başarımızdan öte, NTV’nin marka değeriyle ilgiliydi ve Türkiye’nin yaşamakta olduğu o çok büyük dönüşümle ilgiliydi. İnsanlar her gün yeni bir dalgayla uyanıyordu. Kafalar karman çormandı. Dört bir yerden birbiriyle çelişkili haberler akıyordu. Sosyal medya o zamanlarda bu kadar güçlü değildi. Televizyonlar, gazeteler hâlâ çok etkiliydi ve buralarda birtakım şeyleri, güvendiği yerlerden filtre etmek istiyorlardı. Biz bu anlamda NTV’de, “Yazı İşleri”nde ve NTV’nin birçok programında, aslında kanal olarak o dönemde NTV’nin sanki böyle bir görevi vardı diye hatırlıyorum.  Yani öyle düşünüyorum ve “Yazı İşleri” bu anlamda bir tür, daha fazla öne çıkan bir yayın olmuştur. 

Tam biz bu yayınları yaparken Ahmet ve Nedim olayı patlak verdi. Onu da daha önceki bir “Gomaşinen’”de anlatmıştım; ama şunu hatırlıyorum, ısrarla, ben zaten Vatan’daki köşemde o sırada sürekli Ahmet ve Nedim’in günlerini sayarken, NTV’de de sürekli olarak bu olayı gündemde tutuyorduk. Hattâ bir keresinde, gazeteciler değişik vesilelerle toplanıp, Ahmet ve Nedim olayını protesto eden yürüyüşler filan yapıyorduk. Oralarda da basın açıklamaları okunurdu. Bir tanesinde benden istediler. Ben de kabul ettim. “Tamam, ben okuyayım” dedim ve hiç unutmuyorum Kadıköy’deydi. Kadıköy Adliyesi’ne Ahmet bir başka dava için ifâde vermeye gitmişti. Orada, NTV’den “Yazı İşleri”nden çıkıp, hatta “Yazı İşleri”ni kapatırken –yanılmıyorsam o zaman tek yapıyordum, Mirgün yoktu– bu şeyi duyurdum, Kadıköy Adliyesi’ndeki o olayı duyurdum ve arabaya atlayıp oraya, üzerimde takım elbise, kravatla –ki sokağa pek öyle çıkmazdım– o hâlimle çıktım ve sonra o açıklamayı okumuştum. “Yazı İşleri”nde basın özgürlüğü bizim en önemli, altını çizdiğimiz ve sahip çıkmaya çalıştığımız bir olaydı ve bu konuda bayağı ciddî pozisyon da alıyorduk. Bu nedenle de özellikle dönemin iktidârı ve iktidârın en büyük müttefiki olan Fethullahçılar ve onların medyadaki uzantıları, bizi çok ciddî bir şekilde rahatsız etmeye çalışıyorlardı. Ama biz buna rağmen, yine onların gazetelerinden alıntı yapıyorduk, köşe yazılarından alıntı yapıyorduk ve onları stüdyoya da çağırabiliyorduk. 

Artık Türkiye’de böyle bir şey kalmadı. Bu devir bitti. Türkiye’de çok şey değişti ve her zaman, hep gelen, “Daha da kötüsü olmaz herhalde” dediğimiz her şeyin daha kötüsü oldu ve bunun da en ciddî yansımalarından birisi de medyada oldu. Artık medyada öyle çokseslilik, farklı eğilimler vs. yok. Köşeler yok. Televizyonların haber kanallarının fonksiyonu kalmadı. Gazeteleri okuyan kalmadı. Köşe yazarı diye ortaya çıkan insanların, o tarihlerdeki düşünün, şunun şurasında 10-12 yıl öncesinden bahsediyorum, o kadar bir süre içerisinde çok şey Türkiye’de alabildiğine değişti ve bundan en fazla medya, gazetecilik etkilendi ya da en fazla olmasa bile, en fazla etkilenenlerden birisi oldu. Biz de orada, tesadüf bu ya –ki söylerim, ben şanslı bir insanım– bunun tam göbeğinde böyle bir program yapma imkânı bulduk. Bunu bize sağlayanlara teşekkür ederim, ama sağlayanların daha sonra aynı programı iptal etmiş olduklarını da asla unutmayacağım. Onu da özellikle vurgulamak istiyorum. Evet, güzel günlerdi. Çok yorucuydu. Çok yıpratıcıydı; ama güzeldi ve Mirgün’ün dediği gibi hakîkaten yaptığımıza değer işlerdi. Bir yanıyla özlemiyor değilim; ama o günün Türkiye’sini değil de o günün medya ortamını, oradaki dinamizmi, tartışma ortamını özlemiyor değilim. Artık onların çok uzağında bir yerdeyiz. Maalesef… Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler…

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.