Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Tanju Özcan: Bir popülistin portresi

Bolu’nun CHP’li belediye başkanı Tanju Özcan, göçmenlere sürekli zorluk çıkararak gündemde kalmaya devam ediyor. Bu türden popülist hareketlerin Türkiye’de başarı şansı var mı?

Yayına hazırlayan: Tuğbanur Toprak 

Merhaba, iyi günler. Bugün CHP’den seçilen Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’dan bahsetmek istiyorum. Aslında bu tereddüt ettiğim bir yayın –hâlâ tereddüdüm sürüyor–, ama artık bir şekilde bahsetmekte yarar var. Tereddüt etmemin nedeni şu: Tanju Özcan’ın özellikle mülteciler, sığınmacılar, yabancılar hakkındaki sözleriyle çok dikkat çektiğini biliyoruz, sürekli gündemde oluyor. Bolu Türkiye’nin nispeten küçük bir ili olmasına rağmen, o hep kendine medyada bir şekilde yer buluyor. Seveni var, kızanı var. Tam bir popülist siyasetçi profili çiziyor. Dolayısıyla bu tür popülizm meselesi biz gazetecileri için hep tehlikeli bir husustur. Hem bir yanıyla konuşacak çok şey vardır, hem de bir yanıyla bu kişiler bu tür konuşmalardan beslendikleri için insan tereddüt ediyor –en azından ben tereddüt ettim–, ama artık bir yerden sonra bunu yapmak, artık kişisel olarak bir şeyler söylemek gerektiğini düşünüyorum. En son yaptığı açıklamada, “Evlenmek isteyen yabancılardan 100 bin TL alacağım belediye olarak” dedi. Neye istinâden? Evlenmesinler ya da Bolu’yu terk etsinler diye. Daha önce de, kullandıkları elektriğe, şuna buna, sıradan insanlardan çok daha fazla ücret kesmek istedi. Aleni bir şekilde, “İstemiyorum bunları” dedi. Zaten seçim dönemindeki kampanyasında da bu konuyu işlemişti ve sürekli olarak da gündemde yer alıyor. Bu konunun dışında başka konularda da sözleri var, onlara birazdan değineceğim, ama esas olarak sığınmacılar konusundaki tutumuyla dikkat çekiyor ve burada tribünlere oynuyor. 

Bu meselede aslında daha önce Batı’da örneklerini gördüğümüz yabancı düşmanlığı meselesine çok benzer bir profil söz konusu. Kendisinin CHP’den olması çok şaşırtıcı değil aslında. Şundan şaşırtıcı değil: Dünyadaki örneklere de baktığımız zaman, bu tür kişiler illâki aşırı sağdan çıkıyor değil. Aşırı sağ bir yerden sonra herkesi kendisine benzetiyor; sıradan insanın kolaylıkla kanabileceği, “doğru” diyebileceği tezleri kullanıyor ve buna da merkez partileri –sağda ve solda– bir şekilde uymak zorunda hissediyorlar kendilerini — hemen olmasa bile daha sonra, zamanla. Dünyada bunun örneklerine baktığımız zaman, ilk ortaya çıktığında –aşırı sağın yabancı düşmanı söylemleri ortaya çıktığında– merkez partilerin konumuna ve bugünkü konumlarına baktığımız zaman, bayağı bir aşırı sağa yönelmiş olduklarını, onların çizgisine doğru yaklaşmış olduklarını görüyoruz.

Tanju Özcan aslında Türkiye’deki siyasetçi ortalamasına göre genç sayılabilecek birisi. 1973 doğumlu, siyasete de çok genç yaşta atılıyor, bir avukat kendisi. İlk olarak 2009 seçimlerinde CHP’den Bolu belediye başkanı adayı olmuş ve AKP adayına karşı kaybetmiş — AKP olması lâzım, ama birden tereddüt ettim, ama kaybetti. Sonra 2011’de CHP’den milletvekili seçiliyor, 2019’a kadar. Bolu’dan milletvekiliyken belediye başkanlığına adaylığını koydu ve kazandı. AKP’den bunu aldı ve bu CHP için çok büyük bir başarıydı; yıllar sonra bu olayı kazanmış olmak. Orada ilginçtir, şöyle bir şey anlatılıyordu: Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan İstanbul’a yaptığı Adalet Yürüyüşü’nde başladığı yer Ankara, bitirdiği yer İstanbul ve ortadaki Bolu, bunların üçü de CHP’ye geçti yerel seçimlerde deniliyordu. Ankara ve İstanbul, mâlûm, biliyoruz, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu ayrı ayrı belediye başkanlığı performanslarıyla bayağı dikkat çekiyorlar ve ilk andan itibaren de cumhurbaşkanlığı adaylığı için adları geçiyor. Esas olarak da belediye faaliyetleriyle dikkat çekiyorlar. Tanju Özcan da belediye faaliyetleriyle dikkat çekiyor; ama belediyede ne yaptığı ne ettiğinden ziyade, sığınmacıları ya da göçmenleri Bolu’dan –hangi tâbiri isterseniz– “uzaklaştırma” çabasıyla dikkat çekiyor. Bunu da ısrarla yapıyor. Bir yapıyor, sonra bir müddet duruyor, sonra yeniden yapıyor ve hepsinin de genel kamuoyunun ilgisini çekmesini bekliyor ve de çekiyor. Sığınmacılara yönelik olarak, göçmenlere yönelik olarak maddi birtakım cezalandırmalar yapıyor — ne suçları varsa? Niye birisinin bir lira ödediği elektriğe bir başkası iki lira ödesin, bunun herhangi bir açıklaması olabilir mi? Evrensel insan hakları konseptine ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na, her şeye baktığımız zaman, bunun hiçbir açıklaması olamaz. Mesela, evlenecek olan kişiden, yerli ise şu kadar, yabancı ise şu kadar istemek –ve arada çok büyük farklar var–; bir de tabii orada ilginç bir şey daha var: İlk evlilikse şu kadar, ikinci evlilikte, evlilik sayısı artınca fiyat da artıyor. Yani insanların özel hayatına da müdahil olmuş oluyor. İnsanlar istedikleri kadar evlenirler; belediye başkanı, yani diyelim ki üçüncü evliliğini yapandan daha çok para alma hakkına nereden sahip? İşte burada acayip bir popülizm var.

Tanju Özcan’ın popülizminde din meselesi de bayağı bir yer tutuyor. Örneğin belediye başkanı seçildiğinde kendi isteğiyle Kur’an’a el bastı, öyle yemin etti. Zinânın tekrar Türk Ceza Kanunu’na girmesini talep edecek kadar muhafazakâr bir duruş sergiliyor; ama sonra ne oluyor? Armağan Çağlayan ile yaptığı videoda –kendisiyle yapılan röportajda–, “Komik bir anınız var mı?” sorusu geldiğinde, ilk aklına gelen, başörtülü bir vatandaşla başından geçen ve o vatandaşı, tüm kadınları, herkesi aşağılayan bir anısını gülerek anlattı ve bundan sonra da şöyle cümleler etti: “Ya, işte, ağzımdan o an öyle çıktı, çok üzgünüm”vs. dedi. Şu anda da CHP’de bu konu nedeniyle, uyarı talebiyle disiplin kurulunda savunmasını verdi, karar henüz çıkmadı. Bu arada mültecilerle ilgili yaptığı çıkışlarla ilgili herhangi bir disiplin kovuşturması altında değil, CHP içerisinde süren herhangi bir davası yok. Birçok konuda durumdan vazife çıkaran insanlar, iktidar yanlıları, bu konuda çok da fazla bir şey yapmıyorlar. Yalnız bir ara şunu gördüm: Sığınmacılar konusundaki ilk çıkışlarının ardından, iktidar medyası Tanju Özcan’a bayağı bir yüklenmiş ve A Haber ve Akit TV vs., “Evinde sigortasız mülteci çalıştırdığı” yolunda haberler yapmışlar. 

Evet, değişik bir profil ile karşı karşıyayız. CHP’nin içerisinde ve tüm belediye başkanları içerisinde sivriliyor, CHP içerisinde de sivriliyor. Buradan ne yapmak istiyor? Mültecileri Bolu’dan attınız diyelim. Bolu ne kadar fazla olabilir? Zaten Türkiye’nin mütevazı illerinden biri, 2020’deki en son rakama göre 314 bin, baktım öyle gördüm. 300 bin civarında nüfusu olan bir yer, olsa olsa ne kadar mülteci olur? Bir Gaziantep ile, bir Hatay vs. ile kıyaslanacak bir şehir olmadığı muhakkak. İstanbul’dan önceki son durak olması hasebiyle yabancıların ilgisini çekiyor olabilir. Bu arada bildiğim kadarıyla, varlıklı yabancıların da ilgisini çeken bir yer, coğrafyası nedeniyle — çok zengin yabancıların, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan kişilerin Bolu’da mülk edindiği bilgisini de, röportaja giden arkadaşlarımız aktardılar bana. Her neyse; Türkiye’nin en çok mülteci alan şehri de olsa –ki değil–, yine de bir belediye başkanının bu konuda daha dikkatli, daha ölçülü olması gerekir.  Zira kamuoyunda da zaten birtakım çözemediği, edemediği sorunları ya da yapamadığı yüzleşmeleri yabancılara, mültecilere, göçmenlerin üzerine atma gibi bir alışkanlık var. Dolayısıyla belediye başkanlığı mevkiindeki birisi bu tür çıkışlarla tam anlamıyla yangına körükle gidiyor. Bu çok açık ve asla tasvip edilmemesi gereken bir husus; ama o devam ediyor. Bitti sanıyoruz, yine bir şey buluyor.

 Bu arada şöyle bir cümlesini gördüm: Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çağrı yapıyor, “Doğu sınırlarımızı koruyamıyoruz. O zaman biz de Batı sınırlarımızı öyle üç beş gün değil sürekli açalım ve ABD’nin hain planına ağır bir darbe indirelim” diyor Tanju Özcan. Yani nedir? Suriyeliler geliyor, Afganistanlılar geliyor; şuradan geliyorlar, buradan geliyorlar engelleyemiyoruz. O zaman ne yapalım? Biz de bırakalım gitsinler. Nasıl bırakacağız? Batı ile olan sınırları açacağız. Sanki bizim Türkiye’nin sınırlarını tek başına açmamız, onların gidebilmesine imkân sağlayacakmış gibi. Haydi diyelim böyle oldu, burada şunu unutmamak lâzım: Muhalefet partisinin bir mensubu olarak Tanju Özcan’ın şunu çok iyi bilmesi lâzım ki yabancılar, ülkeye sığınan, sığınmak zorunda kalan ya da Türkiye’ye yerleşmeyi tercih eden yabancılar kadar –hatta onlardan belki de fazla– Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan, özellikle gençlerde çok sayıda insan –ve özellikle eğitimli kesimde sayılarının her geçen gün arttığı söyleniyor– bu ülkeyi terk etmek istiyorlar. Bir muhalefet siyasetçisinin “Kapıları açalım, bütün mülteciler gitsin” derken, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının somut realiteleriyle hiçbir şekilde ilgilenmiyor olmasını ayrı bir not düşmek lâzım. 

Erdoğan ile ilgili yaptığı birçok açıklamada, ona sahip çıkıyor, bazı eylemlerini tasvip ettiğini söylüyor ve bunu da sürekli olarak söyleme ihtiyacı hissediyor — bunu biliyoruz. Son olarak, Osman Kavala konusunda büyükelçilerin yaptığı açıklamaların ardından Erdoğan’a açık bir destek verdi ve “Bütün bunların istenmeyen kişi ilan edilmesi lâzım, bunlara ders vermek lâzım” diye bir çıkış yaptı. Bu çıkış bile başlı başına bu kişinin, değil merkez sol, merkezde bile siyaset yapmasının aslında yadırgatıcı olduğunu bize gösteriyor. Bunun ardından tabii çok basit bir Amerikan karşıtlığı, emperyalizm karşıtlığı, arada sırada “NATO’dan çekilelim” çıkışları falan da var. Bunların hepsine birden baktığımız zaman, karşımıza aslında –şimdi “tehlike” lâfı yanlış bir lâf, çünkü bu tür kişiler tek başlarına ülkede bir şeye tehlike oluşturacak kişiler değil ama– belediye başkanı olarak onlar böyle yapıyorsa, bu böyle yapıyorsa, o böyle yapıyorsa, bir başkası, kendi halinde vatandaş da “Neden olmasın?” der, böyle bir kötü örnek olduğu kesin. Zaten var olan birtakım yanlış eğilimlerin tetikleyicisi olduğu kesin. Aynı zamanda da bu tür siyasetçilerin çok da uzun ömürlü olacağını açıkçası sanmıyorum. 

Türkiye’de, bazılarının gözünde böyle keskin çıkışların çok iş yaptığı sanılıyor. Anlık olarak bunların etkili olduğunu görüyoruz, birçok olayda görüyoruz. Ama sonra bu kişiler çok kolay yok olup gidiyorlar, etkileri kalmıyor. Örneğin şu anda Zafer Partisi diye bir parti var, Ümit Özdağ kurdu, İYİ Parti’den koptular, birkaç tane de arkadaşı kendisiyle beraber hareket ediyor. Tanju Özcan’ın söylediklerini çok daha örgütlü, disiplinli ve ideolojik temelini de inşa etmiş bir şekilde siyaset yapıyor, ama çok da fazla başarılı olma şansı yok. Ya da Muharrem İnce ve taraftarları ya da onunla beraber hareket eden Memleket Partisi üyeleri ve kurucuları bu tür söylemleri sahiplenir gibi oldular, çok da fazla bir etki yaratmıyor. Şimdi bunların anlık etki yaratıyor olması, gazetelerde birinci sayfalara girip ya da benim gibi birtakım insanların eleştirmek için dahi olsa onu konuşuyor olmaları bir yerden sonra çok da fazla anlam ifade etmiyor. Çünkü benim bildiğim kadarıyla, benim gördüğüm kadarıyla, Türkiye’nin ortalama seçmeni sâkinlik istiyor. Belki yabancılardan, sığınmacılardan rahatsız; belki söylediği gibi NATO’dan rahatsız, büyükelçilerin bildirisinden rahatsız, ya da aklınıza ne geliyorsa, zinâdan rahatsız mı bilmiyorum ama, yani Tanju Özcan ve benzerlerinin dile getirdiği birtakım argümanlara kendilerini yakın hissedebilirler; ama bunun böyle bir “Vur kurtul” mantığıyla çözülmeyeceğini bilecek kadar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve bir ülke olarak Türkiye’nin anlık hareketlerle yol almayacak kadar önemli bir ülke ve önemli bir devlet olduğunu idrak etmiş bir kamuoyu olduğu kanısındayım. 

Bunu bazıları İngilizce tâbiriyle “wishful thinking” olarak görebilirler, yani benim temennim gibi görebilirler — sanmıyorum. Dönem dönem Türkiye’de radikal birtakım çıkışların –ırkçı, şu, bu çıkışların– etkili olduğu vâki, doğru; ama bakıldığı zaman genel olarak merkeze doğru bir eğilim, daha sâkin bir şekilde yol almak üzerine kurulu bir eğilim var. Dolayısıyla Tanju Özcan ve benzerlerinin, bu tür popülistlerin, ister kendilerini sol diye bilinen partilerde ister sağ diye bilinen partilerde konumlandırsınlar, ister yeni hareket kurmaya çalışsınlar, çok fazla ömürlerinin olacağını sanmıyorum. Ama bunların bu süre içerisinde dikkat çekmek için, popüler olmak için –yani bir popülistin öncelikli arayışı tabii ki popüler olmak, böyle bir husus var–, popüler olmak için yaptıkları sonunda kendilerine ödemeleri gereken bir fatura olarak çıkacak diye tahmin ediyorum. Bu sonuçta çok klasik bir atasözü: “Keskin sirke küpüne zarar verir”. Bu da öyle olacak; ama bu arada bu sirke yüzünden çok ağzımız ekşiyecek — şu anda olduğu gibi.

Şimdi tekrar bakıyorum: Niye 100 bin lira istiyorsunuz yabancıdan, yani mülteciden? Bugün yayına girmeden bir arkadaşla konuşurken birbirimize sorduk: İki Alman Bolu’da evlenmek istese ondan da 100 bin lira talep edecek mi? Yoksa bu 100 bin lira ya da neyse, Afganistanlı, Suriyeli ya da Iraklılar için mi geçerli? Bütün yabancılar için mi? Bunun mantığı ne? Bir taraftan ülkeye turizm olsun, yabancılar gelsin vs. diye reklam yaparken, bir diğer taraftan “Türkiye Osmanlı bakıyesi, bütün kültürlerin birleştiği bir yer” vs. diye söylerken, ondan sonra hiçbir temeli olmadan yabancılara, mültecilere, sığınmacılara daha fazla elektrik parası, evlilik parası… 

Bunlar çok basit, çocukça şeyler; ama maalesef tüm ülkeyi meşgul ediyor. Evet, bugün yaklaşık 40 dakika sonra Kemal Can ile“Haftaya Bakış”ta tekrar karşınızda olacağım. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.