Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Nedir şu yüzde 50+1 oy meselesi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlık seçimlerinde yüzde 50+1 oy zorunluluğundan vazgeçmeye eğilimli olması ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’yi fazlasıyla rahatsız etti. Bugünkü sürpriz Erdoğan-Bahçeli görüşmesi ve hemen ardından yine sürpriz bir şekilde Kemal Kılıçdaroğlu ile Meral Akşener’in buluşması çok şeylerin habercisi olabilir.

Yayına Hazırlayan: Tuğbanur Toprak 

Merhaba, iyi günler. Normal olarak bu saatte “Transatlantik”in olması gerekiyordu; fakat gerek Ömer Taşpınar gerek Gönül Tol’un son anda çıkan mazeretleri nedeniyle “Transatlantik”i bugün yapamadık. Belki yarına yapmaya çalışacağız. Yarına da muhtemelen ben olamayacağım, Işın Eliçin yapabilir, bir ihtimal olarak onu söyleyeyim. Ankara’da “%50+1 oy” olayı giderek büyüyor sanki. Bugün Ankara’da ilginç buluşmalar var. Beklenmedik buluşmalar var. İlk olarak, grup toplantısından bir süre sonra AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı Erdoğan Külliye’de Devlet Bahçeli’yi, yani Cumhur İttifakı’ndaki ortağını kabul etti. Uzun bir görüşmenin ardından herhangi bir açıklama yapılmadı. Saat 17.00’da –yani şu sıralarda da– Kemal Kılıçdaroğlu ile Meral Akşener görüşüyor — o da hesapta olmayan bir buluşma. Yani bugün iktidar ortaklarıyla muhalefet ortakları birdenbire zirve yaptılar, zirve yapıyorlar. Öğrendiğim kadarıyla, Kılıçdaroğlu ve Akşener görüşmesinin gündemi ekonomi. Ama anladığım kadarıyla, bu görüşmenin Erdoğan-Bahçeli görüşmesinin ardından yapılmasının siyasî bir anlamı var; ona cevâben yapılmış bir şey gibi geliyor bana ve burada bir kriz –zaten kriz hep var ama–, Cumhur İttifakı içerisinde ciddi birtakım sorunlar yaşanıyor olabilir; daha doğrusu, var olan, var olması kaçınılmaz olan sorunlar bir şekilde su yüzüne çıkıyor olabilir. Millet İttifakı’nın bileşenleri de –İYİ Parti ve CHP’nin önde gelenleri de– bunun kokusunu alıp, buna cevâben bir toplantı düzenlemiş olabilirler. Bu çok spekülatif geliyorsa da –ama galiba olay böyle seyrediyor–, bir de işin başka bir yönü var. Biliyoruz ki bir süredir gündemi artık muhalefet belirliyor; muhalefetin gündeme taşıdığı konular konuşuluyor — en son, hâlen süren helâlleşme olayında olduğu gibi.  Ve ekonomide işler çok kötü gidiyor, Türk lirasının değer kaybı inanılmaz derecede hızlı ve Erdoğan’ın bugünkü grup toplantısında tekrar o meşhur “Fâiz sebep, enflasyon netîce” çıkışını yapması, fâiz indiriminden yana olmayanların kendisinin yanında olamayacağını söylemesi –yarın Merkez Bankası’nın toplantısı var ve fâiz kararı alınacak biliyorsunuz, onun öncesinde bunu söylemiş olması– işleri iyice karıştırdı, daha da bozdu. Böyle bir olay var ve burada tabii ki muhalefet partileri ekonomiyi konuşuyor gibi yapacaklar, fakat esas olarak AKP ile MHP arasında başgösteren krizin doğurabileceği sonuçlar üzerine herhalde kafa yoruyorlardır ve hazırlık yapıyorlardır diye düşünüyorum.

Bu krizi tetikleyen husus da sanki %50+1 oy meselesi oldu — şimdi, bazıları bunu %51 diye söylüyor ya da 50+1 oy diye söylüyorlar; bunu çok net söylemek lâzım: “Kullanılan oyların yarısından bir fazlasını alan” anlamında. Yani oyların %50’sini alacak ve en aşağı 1 tane fazlasını alacak. Çok acımasız bir kural, başkanlık sisteminde bu uygulanıyor, kim alırsa o kazanıyor. Onun dışında, tabii başkanlık sisteminde başkan seçiliyor ve %49,99 alan hiçbir şey kazanamıyor. Böyle bir sistemi Erdoğan icat etti, Türkiye’ye dayattı ve bunu dayatırken kendinden çok emindi. Zira o tarihlerde Erdoğan rakipsizdi, rakiplerin hepsini toplasanız onu yakalayamıyorlardı, Erdoğan’ın oyu partisinin oyundan da fazlaydı ve zaten MHP’yi de yanına almıştı. Türkiye’de %50+1 oyu alsa alsa Erdoğan alırdı, kendisi öyle düşündü ve nitekim öyle oldu. Fakat sonra işin rengi değişti; şimdi %50+1 oyu en son seçimde olduğu gibi alması imkânsız; bir de işin ilginç tarafı, bir sonraki seçimde, yani 2. tura kaldığında da alması çok zor. Şöyle bir olay düşünün: Normal şartlarda Cumhur İttifakı’nın adayı Erdoğan, Millet İttifakı’nın adayı –diyelim ki Kılıçdaroğlu– ve en azından HDP’nin bir adayı yarışacak ve bunun sonucunda %50+1 oyu kimse alamayacağı için 2. tura kalacak, en çok oy alan iki aday yarışacak, o zaman ne olacak? Cumhur İttifakı’nın adayıyla Millet İttifakı’nın adayı yarışacak ve dolayısıyla üçüncü, dördüncü adayların oyları seçimin sonucunu belirleyecek; orada da esas olarak belirleyici olacak olan HDP oyları. HDP oylarının da Erdoğan’a gitme ihtimâli çok zayıf, dolayısıyla rakibinin kazanma ihtimâli çok yüksek. Bu nedenle şöyle bir formülü düşündü Erdoğan — nasıl olsa her istediğini dayatabildiği, kabul ettirebildiği düşüncesiyle şöyle bir formülü düşündü: İlk turda belli bir baraj konulsun, diyelim ki %30, eğer adaylardan biri %30’u geçerse –ya da %40 ya da %35 her neyse–, orada %50+1 oy şartı aranmasın, ilk turda en yüksek oyu alan seçilsin yaklaşımını bir süredir topluma kabul ettirmeye çalışıyorlar, bunu ciddi bir şekilde dillendiriyorlar. Yani buradaki hesap da şu: Diyelim ki üç aday giriyor: Cumhur İttifakı’nın adayı, Millet İttifakı’nın adayı ve HDP adayı. Ve diyelim ki yine Doğu Perinçek, başkaları falan… İlk turda bunlardan birisi o belirlenen barajı aşarsa, en yüksek oy alan kazansın, ikinci tura kalmasın — zira ikinci tura kalırsa, Erdoğan’ın kazanma şansı iyice azalıyor. Buradaki hesap tabii şu: “Karşıma kim çıkarsa çıksın ben onu ilk turda geçerim” düşüncesi var ve dolayısıyla şansını böyle deniyor; %50+1 oydan vazgeçip şansını böyle bir şeyde denemek istiyor. Ama bunda da geciktikçe bence bu şansını da kaybediyor; hele diyelim ki karşısına Kılıçdaroğlu değil de İmamoğlu ya da Mansur Yavaş gibi daha popüler bir isim çıkarsa, ilk turda da seçimi pekâlâ alabilir. Erdoğan kendi bunu dayatırsa, yeni sistemi dayatırsa, kazanma şansı da olmayacak.
Şimdi böyle bir sorgulama başladı. Sanki %50+1 oyu kendileri getirmemişler gibi, birden “Bize kumpas yapıldı” havasına bağladılar –durumdan vâzife çıkartan AKP’nin bazı isimleri; hatta işi Soros’a kadar bağladılar, Türkiye’de birçok şeyin oraya bağlandığı gibi– bunu da oraya bağlamaya çalışan, komiklikler yapanlar oldu. Erdoğan ile Temel Karamollaoğlu’nun son görüşmesinin ardından Saadet Partisi çevreleri ve Karamollaoğlu’nun kendisi de, Erdoğan’ın başkanlık sisteminden memnun olduğunu, ama %50+1 oydan memnun olmadığını söylediler. Görüşmede böyle söylediğini söylediler ve bu da tabii Bahçeli’yi çok kızdırdı. Şimdi Bahçeli kime kızıyor? Erdoğan’a mı kızıyor? Bunu söyleyen Karamollaoğlu’na mı kızıyor? Orası biraz karışık. Bahçeli niye %50+1 oy dayatmasının kalkmasını istemiyor? Bu soru çok ciddi bir soru. Yani Erdoğan diyelim ki “İlk turda %30’un üzerine geçen, en yüksek oyu alan kazansın” diye bir şeyi talep edecek olursa, birçok şeyde ona kayıtsız şartsız destek veren Bahçeli neden bundan rahatsız oluyor olabilir? Birincisi böyle bir seçenekte Erdoğan’ın MHP’ye çok da fazla ihtiyaç duymayabileceği ihtimâli var. Zira %50+1 oyda Erdoğan ne yapıp ne edip oy toplamak için kendine müttefik bulmak zorunda, ilk akla gelen de MHP -o da yetmiyor ama MHP olmazsa olmaz. Fakat %50+1 şartı kalkarsa MHP’ye pekâlâ ihtiyaç duymayabilir, MHP’de böyle bir kaygı var. Bir diğer husus da “%50+1’den vazgeçiyorum, artık şöyle şöyle olsun, %30’un üzerinde en yüksek oyu alan ilk turda seçilsin” dediğiniz andan itibaren %50+1 oyu alamayacağınızı kabullenmiş oluyorsunuz. Siyasette sembolizm ve psikoloji kimi zaman çok şeyi etkiliyor, hatta belirleyebiliyor. Baştan kaybettiğinizi kabul ediyorsunuz, Diyorsunuz ki: “Ben eskiden %50+1’i nasıl olsa alıyordum, bunu getirdim, şimdi alamıyorum çünkü artık bana seçmen o kadar oy vermiyor, ben bunu indiriyorum” dediğiniz zaman, birçok insan, “Erdoğan artık o kadar oy alamıyor” diye düşünecek. Oy vermeyenlerin sayısı artabilir. Zira ülkemizde –birçok ülkede de böyledir herhalde– insanların, seçmeni önemli bir bölümü oy verdiği kişinin güçlü olmasını tercih ediyor, güçlü olanı tercih ediyor, ona oy veriyor. Erdoğan %50+1 oydan vazgeçmesi durumunda güçsüzlüğünün itiraf etmiş olacak ya da bizim söylediğimizi o da kabul etmiş olacak. Çünkü gücünü kaybeden bir Erdoğan var. Bir diğer husus da, tabii bu %50+1 tartışmasının bugünden gündeme gelmesi, tekrar erken seçim meselesini gündeme getiriyor. Bugünkü buluşmaların ardından hemen ilk akla gelen soru: “Yoksa ülke seçime mi gidiyor?” Bir de, biliyorsunuz, Devlet Bahçeli’nin ülkeyi erken seçime götürme konusunda daha önceki deneyimleri var. “Yoksa yine Bahçeli erken seçim çağrısında mı bulunacak?” diye bir düşünce var. Ama onun ötesinde MHP’lilerin bir endişesi olabilir; %50+1’den vazgeçmek ve başka bir seçeneği gündeme taşımak, yakında seçim olacağı düşüncesine yol açabilir ve bu da zaten tepetaklak giden ekonomiyi iyice kötü bir hâle götürebilir.
Şimdi, bugün Cumhur İttifakı’nın iki lideri toplandı. Belli ki kritik bir şey var. Herhangi bir açıklama yapmamış olmaları da bir sorun olduğuna delâlet ediyor bence. Normal şartlarda her yerde olduğu gibi, çok kısa da olsa bir açıklama yapılır, bir şeyler söylenirdi, bunu göreceğiz. Anladığım kadarıyla Millet İttifakı’nın ana ortakları da o kriz havasını alıp, kendileri böyle bir toplantıyı koydular. Ekonomi konuştuk diyecekler, ama her şeyden önce kamuoyunun karşısına çıkacaklar, anladığım kadarıyla Bahçeli ve Erdoğan’ın yapmadığını yapacaklar. Medyanın karşısına birlikte çıkıp, ekonomi vesaire diyecekler ama güç gösterisi yapacaklar. Artık bundan sonra Ankara’dan bu tür haberleri daha sık görülür olacağız ve bir anda muhalefetin inisiyatifi aldığını, yeni yeni konularda gündemi belirlediğini görüp, öte yandan iktidarın bileşenleri arasında her kafadan bir sesin çıktığına daha fazla tanık olacağız. Mesela en son “Emeklilikte Yaşa Takılanlar”da benzer bir olay olmuştu; bakanın söylediğini, kendi bürokratları, Cumhurbaşkanı Yardımcısı, herkes sırayla yalanladı — öyle oldu ki, sonunda bakan kendisi de yalanladı. Fâiz konusunda ekonomiden sorumlu bakanın açıklamalarını Cumhurbaşkanı yalanladı. Artık bir iktidarın –güleceksiniz, bende artık söylerken gülüyorum– yönetememe krizinin bu kadar ciddileştiği bir dönem olmamıştı ve bu çok hızlı birtakım sonuçlara yol açabilir. Dolayısıyla iktidar ortaklarının %50+1 oyu bu şekilde gündeme getiriyor olmaları, iktidardan alabildiğine hızlı bir şekilde uzaklaştıklarını bize gösteriyor. Şurası bence artık kesinleşiyor: İster %50+1 devam etsin, ister başka formüller olsun, Erdoğan’ın ya da Cumhur İttifakı’nın göstereceği başka bir adayın Türkiye’de yapılacak zamanında ya da erken –erken olma ihtimali her geçen gün artıyor– bir seçimde kazanma şansının olduğunu düşünmüyorum; kendileri de bunu gördükleri içinde can havliyle birtakım şeyler yapmaya çalışıyorlar, kamuoyunu ikna edemediklerini gördüklerinde de birbirleriyle sorun yaşamaya başlayacaklar, öyle gözüküyor. Bir not düşeyim, dünkü yayında helâlleşme meselesinde söylediklerimin bugün bir yansımasını gördüm: Erdoğan’ın grup konuşmasında söyledikleri kendisi açısından çok hazindi: Kılıçdaroğlu’nun yapamayacağı, edemeyeceği.. işi Deniz Baykal kasetine kadar da getirerek, “başörtülü bacılarım, helâlleşme”, vs… Yeni hiçbir şey söylemedi ve ne yaptı? Kılıçdaroğlu topluma bir helâlleşme çağrısı yaparken, Erdoğan döndü Kılıçdaroğlu’na “Sen bunu yapamazsın” dedi, ama topluma bir şey söylemedi. İşte burada da artık kazanan ve kaybedenlerin nasıl değiştiğini görüyoruz.
Kişisel bir not ile bitirmek istiyorum; yarın uzun süredir ertelediğim bir diş tedavisi sürecine başlayacağım ve bunun sonucunda bir süre video yapamayabilirim. Diş hekimim bana söyleyecek ve tabii ki benim hâlimden anlaşılacak. Yarın sabaha belki bir yayın yaparım, ama cuma günkü “Haftaya Bakışéı yapamayacağım kesin, onu şimdiden söyleyeyim. Umarım en kısa zamanda tekrar sahalara dönerim; ama Cuma’dan itibaren bir süre video yapamama ihtimalim çok yüksek. Belki eski göz ağrım yazıya dönerim geçici bir süre için, Medyascope’ta birtakım görüşlerimi yazarım, onu şimdiden söyleyeyim. Yani bir yere kaybolmadık, kolay kolay da kaybolmamaya niyetliyiz Allah izin verirse, onu da özellikle söyleyeyim. Hele Türkiye’de siyasetin bu kadar dalgalandığı bir zamanda, gazetecilik tam işte böyle zamanların işi. Kendimi ilk toparladığım anda da Ankara’ya gidip, Ankara’da Meclis’ten, doğrudan oradan yorumlar yapmayı da düşünüyorum. Herhalde önümüzdeki ay. Evet, bugün saat 20.00’da “Adını Koyalım”da Burak Bilgehan Özpek hastalığı nedeniyle olmayacak, ama Kemal Can ve Ayşe Çavdar ile helâlleşme meselesini konuşacağız; onu da izlemenizi öneririm. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.