Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sevilay Çelenk yazdı: Yoksa işte toplum yaşamı dediğin şey nedir ki?

Bal kavanozu kırıldı. Durup dururken. Nasıl olduğunu anlayamadım. Mutfak masasından kalkıp bir adım attıktan sonra arkamdan tok bir ses duydum. Sonra bala saplanmış ve bir kısmı da ortalığa saçılmış kavanoz parçalarını gördüm yerde. Oysa masanın köşesinde filan değildi, en az bir karış geride duruyordu. Balla dolu bir kavanoz o bir karışlık yolu nasıl kat etti hâlâ anlayabilmiş değilim. Arkamdan mı zıpladı, ne yaptı? Yerdeki bala bulanmış cam parçalarını temizlerken çıkageldi kendisi, onun da derdi ayrı. “Nasıl kırdın ya, daha yeni açmıştık, ağzına kadar bal doluydu” dedi. Bir müddet vahlanıp durdu. Bala saplanmış iri cam parçalarına güneş vurdu… Hayır hayır güneş filan vurmadı tabii ki. Zorlamayalım. Bu manzaradan edebiyat çıkmaz. İri cam kırıklarıyla dolu bir kilo balı mutfak zemininden kazasız belasız temizlemek edebi bir manzara sunmadığı gibi hiç kolay iş de değil ayrıca. Fakat kabul edelim “Bal kavanozu kırıldı” güzel bir cümle. Halimizi çok iyi anlatıyor sanki.

Önceki gece tam uyumadan evvel Kadıköy-Tavşantepe metrosundaki bıçaklı saldırının videosuna denk geldim. Dehşet vericiydi. Uyurken aklımda, o korkunç küfürlere ve elindeki koskoca ekmek bıçağıyla tehditler savuran adama karşı sükûnetini korumaya çalışan genç kadın vardı. Yanındaki başka bir kadını boş koltuğa oturtarak korumaya alan ve saldırgana birkaç kez sakince, “Bıçağı bırak, sen bıçağı bırak” deyip duran bir kadın. Geçen gün bal kavanozunun kırılmasına, yapış yapış balı yerlerden temizlediğine filan canın mı sıkılmıştı, bak işte…

Sabah kahvesini içerken, bir Whatsapp grubuna arkadaşlarımızdan biri Müge Anlı’nın programından bir kesit gönderdi. Programa katılanları tanıyormuş. Bir kadın vefasız ve hain kocasını yerin dibine sokuyor. Öyle böyle değil. Çok ağır cümleler. Bir yandan da “Seksen milyon benim arkamda” diyor. Bağırıyor. Adamın umurunda değil fakat. Yüzünde yapış yapış bir ifade, söz sırasının kendisine gelmesini bekliyor. On beş dakikalığına ünlü olmanın tadını çıkarıyor o da. Karısından sonra kendisine söz verildiğinde, “Öncelikle kestane balının diyarı Zonguldak Gökçebey Pazarlıoğlu köyünden tüm dünyaya selamlar” diye başlıyor. Birinin arkasında seksen milyonluk bir ülke var, öteki söze bütün dünyaya selam göndererek başlıyor. Bu sefer kestane balı deneyelim diyorum izlerken. Hazır çiçek balı kavanozu kırılmışken…Tesadüf işte.

Tesadüf dedim de, aklıma bir kısmını daha evvelki yazılarımda anlattığım küçük tesadüfler geldi. Bir keresinde birkaç günlüğüne İstanbul’a gitmiştim mesela. Hızlı trende tam yanımdaki koltuğa, giderken de dönerken de aynı genç kadın oturmuştu. İstanbul’a aynı günlerde gidip dönmemiz yetmiyormuş gibi, yüzlerce yolcusu ve günde birkaç seferi olan hızlı trende de yana yana düşmek ilginçti gerçekten. Bu tesadüfü belgelemek için üşenmeyip bir de fotoğraf çekinmiştik. Bu tür rastlantılarda bir işaret arıyoruz sanırım. İyi bir şeye işaret. Fakat yine daha evvel dediğim gibi bazı rastlantılar sadece rastlantıdır, o kadar.

Bazı tesadüfler de beni tedirgin eder. Sonuncusu bir hafta kadar evvel Van’dan dönerken başıma geldi. Bir koltuk numarası ısrarla beni seçti. Kimilerini kedileri, kimilerini köpekleri, kimilerini çocukları seçiyor, bana gelince beni de ısrarlı bir uçak koltuğu seçiyor. Hem de ne ısrar. Anlatayım. Uçuştan önceki akşam check in yapayım dedim. Belki biliyorsunuzdur, artık beğendiğiniz koltuk boşsa bile onu bedavaya seçemiyorsunuz. Size bir koltuk numarası atanmış oluyor ve check in yaparken başka bir koltuk seçmek isterseniz 20 ya da 25 TL gibi bir ücret ödüyorsunuz.

Neyse efendim, uçmaktan nefret ederim ben, hele ortada ya da cam kenarında oturuyor isem daha çok nefret ederim. Koridor bir nebze iyi. Baktım bana 22-C numaralı koltuk atanmış, “Eh koridor sonuçta” dedim. Önlerde olsam daha iyiydi ama hazır koridora denk gelmişken üstüne para verip başka koltuk seçecek değilim. Van’a Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin (DİTAM) düzenlediği bir medya çalıştayı vesilesiyle gitmiştik. Ankara’ya bir gazeteci arkadaşımla aynı uçakta döneceğiz. Ertesi gün birlikte havaalanına doğru giderken, acil çıkış sırasındaki koltuklarda yer kaldıysa benim koltuğu da değiştirip birlikte acil çıkışta oturalım dedik. Bu konuda esprimi de yaptım. Bir aksilik olursa çabucak kendini kurtarsın diye, acil çıkışları öncelikle uçuş fobisi olanlara veriyorlar dedim. Şaka tabii. Kendimi biliyorum zaten, bir sorumluluk üstlendiğimde ne fobi kalır bende ne bir şey. Acil çıkışlarda oturduğumda da anında bütün gerginliğim gider.

Acil çıkıştan bir koridor ve bir cam kenarı olmak üzere koltukları seçtik. Uçuşa neredeyse bir buçuk saat var. Kapıdan geçip bekleme salonuna girdiğimde yanıma yaklaşan bir genç, “Kürtçe biliyor musun abla?” diye sordu. Bilmiyorum dedim. Oradaki yaşlı bir teyze yana yakıla bir şeyler anlatmaya çalışıyormuş ve o da anlayamıyormuş. Onu soracakmış. Teyzeye yanaştım, konuşmuyor olsa bile Türkçe’yi epeyce anladığından emindim. Beklemesini ve birazdan Kürtçe bilen arkadaşımın geleceğini söyledim. Gülümsedi. Bizim gençle konuştuk. Üniversiteyi bu sene kazanmış. Kıvırcık saçlı, simsiyah gözlü, uzun boylu, şeker gibi bir genç. Gazeteci arkadaşım yanımıza gelmezden az evvel teyze de uçuş kartını ve kimliğini elime tutuşturup hızlı hızlı mescide seğirtmişti. Neyse ki gecikmedi. Dertleşmek istiyormuş sadece. Başka bir isteği yokmuş. İnşaat işçisi oğlu bir inşaatın yirminci katından düşerek hayatını kaybetmiş. Üç çocuğu varmış oğlunun. Şimdi de bir süreliğine Ankara’daki diğer oğlunun yanına gidiyormuş.

Uçağa doğru yürürken artık evlat edinmeye tam olarak karar vermiş olduğum kıvırcık kafa, “Koltuk numaran kaç abla” diye sordu. 16 numaradan sonrakiler kuyruk kısmından binecekmiş uçağa. Ben 22-C dedim çocuğa. Çocuk elindeki uçuş kartına bakıp tuhaf bir ifadeyle “Ama 22-C benim koltuğum” demez mi? Şaşkınlıkla ben de elimdekine baktım 16-F yazıyor maalesef. “Allah Allah” dedim ya, “Dün gece yaptım check in’i koridor tarafında oturayım diye uğraştım, nasıl olur bu” dedim. Acil çıkış sırasındaki koltuklarla yer değiştirme olayımız anında uçup gitmiş aklımdan. Sonra hatırladım tabii… Çocuk “İsterseniz değişelim, bana fark etmez” dedi. Tabii bu benden vazgeçmeyen, dönüp dolaşıp -oğlunu kaybetmiş yaşlı bir teyze vesilesiyle- havaalanında tek sohbet etiğim kişinin eline ve tekrar bana geçen 22-C numaralı koltuk beni tepeden tırnağa ürpertti. Üstelik doğum günüm bir ayın 22’si, evlilik günüm de başka bir ayın 22’si. “Eyvah” dedim, “eyvah”, kader ağlarını örüyor. Herhalde bu koltuk artık bir şekilde bu uçaktan kopup gidecek. Bir şey olacak. Ne yapmalı? Fakat çocuk genç… Kıyamam. Olacaksa bana olsun, zaten ben iade etmesem 22-C ona denk gelmeyecekmiş. Kaderime razı oldum ve 22-C uçuş kartını çocuktan aldım. Kendi elimdekini de ona verdim. Geçtim oturdum ve kemerimi sımsıkı bağladım…

Bu arada arkadaşım da ön kapıdan girmiş ve 16 numaralı koltuğun yamacından bana sesleniyor. “Bizim yerimiz burası” diye. Ona bir el işareti yaptım. “Otur sen” dedim. İçimden “Sen kendini kurtar, benimki buraya kadarmış” da dedim. Uçağa binerken konuştuğumuz ve hatta, “Vanlısın niye Kürtçe bilmiyorsun” diye hafif bir fırçaladığı çocuğun yanına geldiğini görünce, bir nedenle koltukları değiştiğimizi zannetti sanırım ve üstelemedi. Uçuş boyunca hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden akıp durdu. Fakat bir şekilde yolculuk bitti. 22-C numaralı ısrarcı koltuk bir maraz çıkarmadı. Peki neydi bu saçmalık diye düşünmeyi de bıraktım. Bazı tesadüfler sadece tesadüftür. Çok kişi bunları fark etmez bile. Ben sadece fazla fark ediyorum. Anında senaryomu yazıyorum. İki karışlık yerde heyecan fırtınaları koparmada üstüme yok.

Bugün Medyascope hafta sonu ekindeki ilk yazım. Eski ekibin bir kısmıyla burada yeniden buluştuğumuz için çok mutluyum. Birçok şey yazabilirdim. Ama yazmadım. Günlerce evvel durup dururken kırılan bal kavanozu aklıma geldi. Gün boyu Sibel Oral’ın “İşitiyor musun Memet?” kitabı elimdeydi. Yarıladım. Bitirdiğimde onun üzerine de bir şeyler yazmak isteyeceğim sanırım. Fakat sanırım kitapta eşyalara, kişilere, olaylara bakıştaki bir duyguyu çok çok yakın hissettim kendime. Mesela kırılmış bir bal kavanozu deyip geçmeyen, hayatın küçük tesadüflerini yoklayıp duran, bir şeyleri bir şeylere yoran bir duygu… Bu yazı da ardından böyle dökülüverdi. Hiç değilse günün en güzel cümlelerini buraya koyarak konuyu bağlayayım. Kadıköy-Tavşantepe metrosunda dehşete yol açan bıçaklı saldırgan yakalandı. Yirmiden fazla suç kaydı varmış. Bıçak karşısında bile sağındaki solundaki insanlara sahip çıkmaktan vazgeçmeyen, sükûnetini korumaya çalışan genç kadını bulup konuşturdular. Ne güzel konuştu.

Günün en anlamlı sözleri de Savcı Fatmagül Yörük’ten geldi. Bir savcıdan uzun süredir bu derece manalı sözler duymamıştık. Üstelik bunları tam da 25 Kasım günü söylemiş oldu. Kadına şiddete karşı uluslararası mücadele gününde. Sözlerinin bir kısmını aşağıya kopyalıyorum ama siz şu linkten tamamını okuyun lütfen.

“…Sokaklar, metrolar korku dolu değil, güven dolu olmalıdır. Şiddet ise önce dilde başlar, sonrasında eyleme döner, olayda en çok dikkat çeken şeylerden biri de şüphelinin küfürleridir. Küfür, şiddettir. Şiddeti yasaları uygulayarak engelleyebiliriz; kadınların yaşam hakkına sahip çıkmak ve kız çocuklarına güvenli bir gelecek bırakmak tüm toplumun asli görevidir. Bireylerin toplum yaşamının akışına duydukları güvenin örselenmesi ceza, adalet sistemi ve sosyal açıdan onarılması güç zararlara yol açacaktır.”

Bireylerin toplum yaşamının akışına duydukları güven örselenmemeli. Nokta. Gündeliğin ritmine duyulan güven örselenmemeli. Tesadüflerin tekinsizliğine teslim olurken derinden derine hissedilen o tuhaf güven…

Yoksa işte toplum yaşamı dediğin şey nedir ki, uçurumun kıyısına yaklaşmışsa kendini beklenmedik bir anda aşağıya da bırakabilir. Bal kavanozu gibi.

Bal kavanozu kırıldı mı kırılır…

Sevilay Çelenk’in yazısını Gamze Elvan seslendirdi:

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.