Kutuplaşma ve kucaklaşmadan önce helâlleşme, hepsinden önceyse gelecek seçimi kazanma geliyor. Eğer “helâlleşme” en azından Diyarbakır’a gidebilmek için yapılmış bir çıkışsa Kılıçdaroğlu’nun anılan kentimizi ziyaretini iptal etmesi bir gösterge. Korkulan da buydu. Yok, bu “öküzün altında buzağı aramak” ise, seçimlere kadar geçecek zamanı izlemeye devam edeceğiz. İzleyeceğiz zira Kılıçdaroğlu herhalde bilerek “helâlleşme” çıkışını adeta içi doldurulacak bir kap gibi boş bıraktı. Bizlere de dileklerimizi, sanki Kılıçdaroğlu öyle söylemiş gibi yaparak, onları satır aralarına koyarak anlatmak düştü. Yaratıcı muğlaklık yaklaşımı uyarınca.
Yine dileyelim ki, niyeti halis olan “helâlleşme” çıkışının akıbeti zamanında Atatürk’ün, yakın arkadaşı Fethi Okyar’a yönelen ilginin yoğunluk ve niteliğini görünce çok partili sisteme geçiş denemesinden vazgeçmesi gibi olmasın. Ankara’dan İstanbul’a yürüyüş bu defa Edirne’ye ulaşsın. O dönemki “hicret” şimdi cumhuriyetimizi demokratikleştirmek için bir “huruç harekâtı” olsun. Kılıçdaroğlu’nun Şenyaşar ailesini ziyareti ve oradaki ifadeleri, Urfa durağını olumlu anlamda öne çıkarsın ama Diyarbakır’ın da orada durduğunu unutturmasın. Mersin de, kendinin halk olduğunu ve halkla sürekli doğrudan iletişim içinde olduğunu iddia eden bir tek adam rejimine karşı en etkin savaşım yönteminin anayasal hak olan miting yapmak olduğunu artık seçime dek bir daha unutulmayacak biçimde anımsatsın.
Özetle, ben aslında öyle büyük büyük toplumsal, tarihsel meselelere odaklı düşünmek taraftarı değilim. Doğru, Kılıçdaroğlu’nun önümüze koyduğu “cumhuriyeti yüzüncü yılında demokrasiyle taçlandırma” ereğinin ve “helâlleşme” gereğinin kapsamını “cumhuriyetin dönüşümü” olarak tanımlıyorum. Tasarlandığını varsaydığım sürecin, “kutsal emanetler” olarak adlandırdığım dış politika dosyalarına yaklaşımda “kökten paradigma değişikliği” gerektireceğini savunuyorum. Dışişleri’nin buna göre yeniden yapılandırılmasının ve öncelikle -yani yeni iktidarın hemen ilk haftalarında- müptezel militan kimlikli kimi hariciyecilerle vedalaşılarak işe başlanmasının da kaçınılmaz olacağını ileri sürüyorum.
Söz konusu ikilemi Dağhan Irak, “yeniden kurmak ile restore etmek”, Sinan Birdal ise “restorasyon ile rejans” seçenekleri arasında görüyor. Ne helâlleşme idare-i maslahat, ne liyakat devleti geri alıp iktidarı bürokrasiye bırakmak olmamalı. Gerçekle yüzleşme, uzlaşı, çözüm: Bunları yazması kolay, yapması zor. Öyle de, helâlleşme çıkışını pamuklara sarıp korumaya alan, onu dillendirip adeta programlaştıran kimileri bu kez Kılıçdaroğlu’nun TBMM’deki bütçe konuşmasından yakınıyor. Oysa bence seçmen ne ellerini şaklattı diye ondan kaçar, ne ellerini göğe açtı diye ona koşar. Mesele en dindar ve en milliyetçi olmak değil. Üstelik Türkiye yurttaşının böylesine donmuş bir kimliği de yok. Bugünün konusu adayların yarışacağı başkanlık seçimini kazanmak ve kısa erimde ekonomiyi düzeltmek, en azından düzeleceğine ilişkin bir umudu yaygın ve yerleşik kılmak.
Açık olanı yineleyelim: Gelecek seçim de başkanlık rejiminde, adaylar arasından başkanı belirlemek için yapılacak. O olası Erdoğan-sonrası yeni başkanı oraya taşıyacak Meclis çoğunluğu da kuvvetle muhtemelen değil anayasayı değiştirmeye, anayasa değişikliğini halkoyuna götürmeye dahi yetmeyecek. Öyleyse şimdinin önceliği, kurmaylıkta “ivmeyi korumak” (“pousser l’avantage”) denilen, yahut amiyane tabirle “pas verme kendin git” veya basitçe anlatmak adına “ardını getirmek” olmalı. Apartman sakinlerinin, komşuların istisnasız tamamını birbirleriyle barıştırıp, kucaklaştırmak değil. Önce apartman yöneticiliği, sonra yapısal güçlendirme çalışmaları. Yoksa kutuplaşma Batı demokrasilerinde de, başta tarihsel gelişimi ve yönetsel dönüşümü bizimkini çağrıştıran Fransa gibi ülkelerde var. Önemli olan, oralarda olup, bizde olmayan eşit anayasal yurttaşlığı, hukuk devletini, tam ifade özgürlüğünü, bağımsız medyayı, çoğulculuğu getirmek yani zemini kurmak, mıntıka temizliği.
7 Haziran 2015 seçimi de, o yıl 7 Haziran-1 Kasım arasında olanlar da, “istikşafi” koalisyon görüşmeleri zırvası da, yinelenen İstanbul Belediye Başkanı seçimi de, İBB meclisinin güncel durumu da, Erinç Sağkan’ın TBB başkanlığı seçimini 22 oyla kazanması da, ama bunlar kadar “ekmek için Ekmeleddin” faciası ve kendi konuşmayıp vantrologluğu yeğleyen Abdullah Gül’ün her ismi ortaya atıldığında kopan gürültü de bizleri epey eğitmiştir diye umuyorum. Ya Kılıçdaroğlu’nun (yarın YSK’yı düşündürerek) TÜİK’e alınmayışı, ya OHAL Komisyonu denilen garabetin AYM kararlarını uygulamaması, ya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa Birliği sandığı Avrupa Konseyi’ni yani AİHM’nin Kavala ve Demirtaş kararlarını yok sayması, ya İHD’nin 13 yıllık eşbaşkanı Öztürk Türkdoğan’a “Bu bakanla olmaz” dedirten İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun TBMM’de boşa kostaklanmaları? Hepsi ve daha fazlası bizleri epey değil yeterince eğitmiş olmalı.
İşte ceberut rejim kendini Alpay’ın havaya kalkan sıkılı yumruğu olarak gösteriyorsa çözüm ne yakınmak ne mahkemeye başvurmak. Hele donup kalmak hiç değil. Mecazi bağlamda özsavunma amaçlı bazı temel bilgiler anımsanabilir: İlk darbeyi siz vurabilir, yakına girerek çeneyi/âdemelmasını hedefleyebilir, kaval kemiğine tekme/bacak arasına diz atabilir, sağa/sola/geri çekilebilir, avuçiçi/dirsek/önkol kullanarak size sallanan yumruğu savuşturabilir veya etkisini azaltıp, hedefini şaşırtabilirsiniz. Çünkü anlık çözüm üretmek zorundasınız. Seçmen de kavga istemiyor ama yine mecazen re-aksiyonu orada, yerinde görmek istiyor. Aynı resmi daha barışçıl fırça darbeleriyle çizmeyi denersek, vücut geliştirmeye değil pilatese; büyüme, kalkınma ve uzlaşma yerine önce yapısal doğrulmaya gereksinim duyduğumuzu belirtebiliriz. Sağaltıma geçmek için doğru tanıya, doğru tanının ardından hasta olduğumuzu hiç yoktan kendimize itirafa da öyle.
Oyunda sakin kalmak mutlaka önemli. Ama atalet sükûnet ile karıştırılmamalı. Re-aksiyon göstermek gerekli. Özdenetimli gerginlik de geçerli bir taktik. Plan değil pilav yapmalı. Ne siyaset kirli, ne pazarlık ayıp; aksine! Pek kimse önemser izlenimi vermiyor, bence önemli: Yeni başkan eğer CHP veya İYİP genel başkanlarından biri olmayacaksa, bu partilerle ilişkisi nasıl olacak? Kabine nasıl ve kimlerden seçilecek? Örnekse, Milli Savunma Bakanı kim olacak? “Usul ittihaz edilmiştir” denilerek, şimdiki Genelkurmay Başkanı mı MSB atanacak? Yok, sivil bir MSB olacaksa (ki kesinlikle öyle olmalı) o MSB’nın siyasal yönergeleri, Genelkurmay tarafından şimdiki MSB Akar denli uygulanacak mı? Uygulanmazsa ne olacak? Bakan yardımcılarından, MİT, TRT, KGM vb. köşetaşı kurumlara varıncaya dek kazanan seçim ittifakını oluşturan ve belki potansiyel olarak HDP gibi dışarıdan destek veren partiler arasında bir paylaşım, dağıtım yapılacak mı? E bunlar bugünün işi değil. Pekiyi, ne zamanın işi bunlar?
Seçim sonucunu, geleceğimiz demek olan, ilk kez oy verecekler yani hayatlarında Erdoğan’dan başka lider görmemiş en gençlerimiz belirleyecek. O gençlerin yönelimi asık suratlı değil daha cıvıltılı, çoğunlukçu değil çoğulcu bir düzende, düzlemde farklılıklarımızı düzleyerek değil yücelterek yaşamaya doğru. O gençler kenar süsü değil taşıyıcı sütun. Sözü edilen gençler arasında Kürtlerin de ağırlığı olduğuna göre, Bekir Ağırdır’ın öngördüğü üzere HDP’nin de 15% oy oranını bulması gayet olası. Gündemi bütünleşik bir toplum olmak gibi soyut bir açılım yerine müfredatı, yasaları, kurumsal yapıyı ayıklamak, yönetsel dönüşüm, dış (özellikle bölgesel) politikalarda paradigma değişikliği, ekonomide kamuculuğa geçerken devletin de küçültülmesi gibi somut maddelere indirgemek bence daha akılcı. Böyle yapılırsa birbirimizi de, neden söz ettiğimizi de daha iyi anlarız gibi geliyor bana. Öyle bir dünyada Erdoğan, Bahçeli, Soylu vb. figürler bizi ancak folklorik birer uğultu olarak rahatsız edebilecektir. Özcesi, otoriteryenizmden, kleptokrasiden, nepotizmden somut ve gerçekçi bir programla kurtulalım da, birbirimizle ağlaşarak kucaklaşmasak da olur.
Aydın Selcen’in önceki yazıları:
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.