Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sevilay Çelenk yazdı: Muhalefet bir heyecan yaratamazsa yine kaybederiz

Dört yıl kadar evveldi. Der Spiegel dergisi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, dönemin ABD Başkanı Donald Trump ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in yer aldığı bir kapakla çıkmıştı. Linkteki haberde göreceğiniz üzere, fotoğrafların üstünde Hitler’in Ich bin das volk (Ben halkım) sözünü koymuş, altta ise Das zeitalter der autokraten (Otokratların devri) başlığını kullanmıştı. Takvim Gazetesi artık yanlış anladığından mı -ki kanaat o yöndeydi- yoksa “Kapak kapaktır zaten kim kurcalayacak” dediğinden midir nedir, bu fotoğrafı Erdoğan’ın yeni dünya düzeninin dört liderinden biri olarak gösterildiği biçiminde yorumlayarak sevinçli bir haber yapmıştı. Daha sonra da Erdoğan kendisinin dünyayı şekillendiren liderler arasında gösterildiğinden söz etmiş ve “Elhamdülillah” demişti.

Dörtlüden biri olan Donald Trump epeyce gürültü kopararak da olsa bu fotoğraftan düştü Elhamdülillah… AKP’li yıllarımızın hayatımıza kattığı önemli “yeniliklerden” biri de dünyanın farklı köşelerindeki seçimleri, seçim tartışmalarını, yenilgileri, bırakıp gitmeleri ve ayak sürümeleri tıpkı Türkiye’de yaşanıyormuşçasına hararetle hayatımıza ve sohbetlerimize dahil etmek. Hadi ABD seçimlerini takip edersin, önceden de ederdik. Ama Macaristan seçimlerini an be an takip etmek ya da işte Sırbistan’da Vucic’in başarısını değerlendirmelere doyamamak biraz yeni bir şey sanki. Başımıza gelenleri ve gelebilecek olanları bu seçimler üzerinden de yorumluyoruz.

Kim yapmıştı bu değerlendirmeyi hatırlamıyorum, muhtemelen İlhan Uzgel’di. Mealen söylersem, otoriter liderlerin birbirini desteklediği ve birbirine güç verdiği, yeniden ve yeniden seçilerek ömrübillah tepemizden inmedikleri karanlık bir dönemin başladığını söylemişti. Cümleler tam olarak bu değilse de anlam buna yakındı. Korku filmi gibi bir süreci işaret ediyordu… Macaristan seçimleri sonrasında bu sözleri yeniden hatırlamamak mümkün değil. Seçimleri tahminlerin de ötesinde bir oy farkıyla Victor Orban yönetimindeki koalisyon kazandı. Nitekim Hürriyet Gazetesi Orban ve Vucic’in zaferlerini “Putin dostları kazandı!” diye duyurdu. Dostlar kazanıyor böyle… Orban “muhtemelen Brüksel’den hatta belki de Ay’dan bile görünebilecek bir zafer” kazandıklarını ilan ettiğinde yeni bir “balkon konuşması” düşlerine kim bilir nasıl ilham verdi.

Evet, Macaristan seçimi dünya otoriter popülist liderlerine büyük cesaret verdi. Aslında bu zaferlerin hepsi birbirinin can suyu. “Doğru yoldayız demek ki” diyorlar. Ve görünen o ki öyleler. Macaristan seçimleri sonrası, muhalefet biraz da iyice moral bozmamak adına, “Macaristan’da durum bizden çok farklı” deyip durdu. Tabii ki farklı ama benzerlikler de o kadar çok ki… Aşırı sağdan yeşillere kadar altı muhalefet partisini bir araya getiren çatı oluşumu “Macaristan İçin Birlik” adayı kaybetti… Tehlike sinyali veren benzerlik de sadece “altılı ittifaktan” ibaret değil.

Muhalefetin yanlış yapma lüksünün olmadığını söyleyen şey sadece bu seçimlerin sonuçları da değil elbette. Geçtiğimiz hafta Ruşen Çakır’ın Özer Sencar ile yaptığı “Savaş Erdoğan’ın oylarını artırdı mı?” başlıklı programda da muhalefetin kaybetme ihtimalinin -eğer gereken tedbirler alınıp, atılması gereken adımlar bir an evvel atılmazsa- ne denli güçlü olduğu çok iyi anlatılmaktaydı. Evet, muhalefetin bu seçimin ister baskın, ister zamanında bir seçim olsun muhakkak kazanılacağına ilişkin tereddütsüz söylemi bir umut yaratmasına yaratıyor da yine de bu umudun altını oyan çok şey var.

Altılı ittifakın seçime bir yıl kala hâlâ bir ortak aday belirlememiş olması, bir erken seçim ihtimali de düşünüldüğünde, Özer Sencar’ın söylediği gibi başlı başına bir zaaf yaratıyor. Seçim ve sandık güvenliği konuları bakımından da risk artıran zaaflar. Üstelik ağırlığı sağ partilerden oluşan altılı ittifakın bir heyecan yaratmama gerçeği yanında, ittifak üyeleri olan Gelecek ve DEVA partilerinin AKP ile olan göbek bağından kaynaklı güvensizliği ve liderlerinin AKP tarafından maruz bırakıldığımız devasa kötülükler karşısında yıllar yılı sergilediği “suskunluk”, hiçbir risk almama ve müdahalesizliğe ilişkin kötü hatıraları aşma güçlüğü söz konusu. Bu hatıralar genel olarak “sağ” partileri ve özel olarak da bu iki partiyi ancak bağra taş basarak desteklemeyi getiriyor. Bir heyecan filan estiği yok kısacası.

Tabii ki bu karamsar tabloyu ayrıntılı biçimde açıklayıp moral bozmaya da hiç ihtiyaç yok diye düşünüyoruz. Zaten milletcek tek ortak mottomuz bu. “İyi düşünelim iyi olsun”. İyi niyet filan da değil, sorunlardan sorumsuzca kaçmaya dair bir şark kurnazlığı bu. Oysa bazen, hatta çoğu zaman kötü senaryoyu dikkate almadan hiçbir konuda dönüşüm sağlama imkanı yoktur. Üstelik işte otoriter liderlere yeniden ve yeniden kazandıran dünya hali de ortada. Türkiye muhalefeti buradan çıkış için gerçek bir heyecan yaratma potansiyeli olan tek seçeneğe sırtını dönmemiş olsa da üzerini kalın perdelerle örterek bu seçeneği görünmez hale getiriyor. 7 Haziran’da estirilen türden bir heyecandan söz ediyorum. HDP’yi toplumsal muhalefetin gerçek bir parçası olarak gören, etki alanını tanıyan ve HDP’nin desteklenmesinin bir bütün olarak muhalefetin desteklenmesi olduğunu söyleyen söylemin sahiplenilmesiyle yaratılan o muazzam heyecan… Muhalefete gerçek bir dinamizm, gerçek bir heyecan ve en nihayetinde 7 Haziran seçimlerinde gerçek bir başarı getiren buydu. AKP ve sonrasında AKP-MHP iktidarı bu unutturulsun ve bir daha olmasın diye “gereken” her şeyi ama her şeyi yaptı. Yapılanların en başında “HDP’nin kriminalize edilmesi” geliyordu.

Bu hakikatin üzerinden atlanarak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir başarı elde etme imkan ve ihtimali yok. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin bile AKP’nin oylarını artırdığı bir “otoriter dayanışma” ve güç devşirme dünyasında, muhalefetin yüzde 10-15 bandında gidip geldiği kabul gören bir kesiminin kriminalize edilmesine razı gelmek büyük bir hata. Vebali de çok büyük. Kapalı kapılar ardındaki anlaşma, görüşme ihtimali bir dinamizm yaratmıyor. Muhalefet oylarının artmasını takiben yaşanan, “Ukrayna’nın işgali” gibi tüm olağanüstü durumlar, güçlü liderlere ve iktidarlara yarıyor. Muhalefetin başarısı birçok olumsuzlukla birlikte “kırılganlıktan” kurtulmayan, risklere açık bir başarı oluyor. Oysa 2023 kaybedilemez. Kaybedilmemesi için de kesinlikle demokrasi bloğunun, HDP’yi ve sol partileri içeren en geniş demokrasi cephesinin sahiplenilmesi şart. Muhalefeti “terörist” vs. ithamlarıyla bölen, kriminalize eden bu dili en güçlü biçimde reddetmek şart. İYİ Parti’de Meral Akşener’in attığı yeni adımlar da bu dili aşmayı kolaylaştırabilir.

Umarım dikkatten kaçmaz. Altılı ittifaka HDP’nin ve sol partilerin dahil edilmesinden söz etmiyorum. AKP’nin muhalefetin söylemine sınır çizmesine son verilmesi gerekliliğinden, bir bütün olarak toplumsal muhalefeti söylemsel düzeyde sahiplenmekten, çok güçlü ve en açık biçimde sahiplenmekten söz ediyorum. Heyecan rüzgarı estirecek bir şey varsa o da budur. Bir ortak aday etrafında birleşme imkanını da bu güçlü sahiplenme yaratacaktır zaten. Bu yüzden de esas referansım HDP’nin en geniş demokrasi bloğu çağrısına…  

Bu bağlamda, geçtiğimiz günlerde küçük bir grupla yaptığımız bir toplantıda üzerine henüz çok da düşünmeden şu sözleri sarf etmiştim. Erdoğan istese HDP ile ilgili 7 Haziran 2015 seçimlerini takiben, kulağında çınlayıp duran “Seni başkan yaptırmayacağız” sözlerinin de büyük kiniyle ilmek ilmek örülmesine büyük katkıda bulunduğu HDP’yi kriminalleştiren ve terörizmle özdeşleştirmeye çalışan söylemi bir gecede söker atar. Gerçekten de istese bu söylemi bir gecede baş aşağı çevirir. Bunu da kendi tabanına iki günde benimsetir. Bu yönde bir girişimde bulunmuyor olması, her şeyden evvel HDP ve HDP tabanından bu adıma karşı işine yarayacak hiçbir karşılık alamayacağını bilmesinden kaynaklanıyor. Erdoğan çıkarını burada tanımlayamıyor. Dolayısıyla o kriminalize edici söylemi sürdürmek ve diri tutmak ihtiyacı hissediyor.

İşte “Kaşıkçı” davası gözümüzün önünde Suudi Arabistan’a devredildi. Erdoğan’ın davanın devri ile ilişkili “Verelim de bir de bunları yok mu edeceksiniz, bunlar dünyayı, insanları enayi zannediyor” dediğini istediğiniz kadar hatırlatın kaç yazar? Yüzyılın en korkunç, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından birini deneyimliyor olduğumuzu sembolik manada en güçlü biçimde gösteren cinayetlerinden biriydi. Neden böyle düşündüğümü yazmıştım. Erdoğan davanın devriyle ilgili “Bu millet enayi değil” demişti kısacası ki haklıydı…

Erdoğan’a Mavi Marmara’yı da başka birçok meseleyi de mesela Birleşik Arap Emirlikleri ile olan husumeti de istediği gibi rafa koyup istediği zaman raftan kaldırtan da bu milletin enayi olmadığına duyulan güven herhalde. Esas olarak bir “kazan-kazan” tablosuna ya da vaadine inandırma gücünü ekonomideki büyük çöküşe rağmen hâlâ elinde tutuyor. “Ben kazanırsam sana da kazandırırım” diyebiliyor ve inandırabiliyor hâlâ.

Buradaki esas sorun altılı ittifakın bunu güçlü biçimde söyleyememesi. Bu tür bir muhalefet kapasitesinin olmaması. Çünkü bu altılı muhalefet, HDP ile açık ve demokratik bir ilişki kuramadıkça toplumsal muhalefetin de gücünün bir kısmını inkar etmiş oluyor. Bakmayın HDP ile birlikte verilen her türlü resmin muhalefetten oy koparır dendiğine, bunu söyleyenler kendi zihinlerindeki “dışlayıcılıktan” kurtulamadığı için böyle söylüyor. Hiç de öyle olmayacağını 7 Haziran’ın çalınmış başarısı bize gösteriyor.

Kendimize sormamız gereken sorular var. AKP-MHP iktidarı HDP’yi dışlamak temelinde kurduğu siyaseti, beka siyaseti olarak benimsetmeyi başarırken muhalefetin bunun bir istismar siyaseti olduğunu anlatmayı neden bir türlü başaramadığı sorusu en önemli sorulardan biri. Muhalefet neden tabanını bu istismar siyasetini deşifre etmeyi de içerecek biçimde genişletemiyor?

Bunu yapmaya kendi aşamadığı ayrımcı önyargıları da izin vermiyor sanırım. Bu yüzden hep kaybediyoruz ve korkarım yine kaybedeceğiz. Muhalefet öyle bir noktaya geliyor ki otoriterleşmenin müsebbibi olarak “Kürt sorununu,” “Kürt çıkmazını” işaret etmeyi bu çıkmazı aşmaya tercih ediyor. Oysa Macaristan ve Sırbistan seçimlerinden ders alınmalı. Oralarda Kürtler mi vardı? Hatta olsaydı belki de oralardaki sonuçlar da bambaşka olurdu. Kürtlerin varlığının muhalefetin en büyük desteği olacağı gerçeğine yönelik ezeli “körlük” geleceğimizi karartıyor.

Otoriter sağ popülizm sadece Türkiye’nin sorunu değil, dünyanın sorunu. ABD’de Trump gibi bir isim başkan olabildi, unuttuk mu? Fransa’da seçmen bu pazar cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turu için sandık başına gidecek. Aşırı sağcı Ulusal Birlik Partisi lideri Marine Le Pen’i anketler ikinci sırada gösteriyor. Fransızların yüreği ağzında. Bağırlarına taş basıp ilk turda bile kendi adayları yerine Macron’u desteklemek gerekebileceğini düşünen sol muhalifler var…

Neyse işte, bu topluma daha fazla güvenmek lazım. “Açlığımı bastırmak için kendimi geliştiriyorum, bol bol su içiyorum” diyen 13 yaşındaki bir çocuktan sonra, “Aç yatıyorum midem yanmasın diye bol bol su içiyorum” diyen üniversite öğrencisini duyduk dün. Binlerce çocuk, binlerce genç aç yatıyor. Bu ülkede yıllar yılı sürdürülmüş çirkin hamasetle bu açlık örtülmek isteniyor. Bu açlığı unutturmak için mütemadiyen Kürtleri işaret eden istismarcı beka siyasetini cesaretle aşmak muhalefetin elinde. Yeter ki bir demokrasi bloğunun bu toplumun önünü sular seller gibi açacağını görmeyi başarsın. Bunun müthiş bir heyecan ve dinamizm yaratacağını görsün. Hamaseti hamasetle, beka siyasetini beka siyasetiyle, sağcı lideri sağa kayan ya da düpedüz sağcı bir ortak aday çıkararak aşmaya kalkmasın. Her şeyden önemlisi de kendi bekasını da anti demokratik bir toplum düzeninde görüyor olmasın…

Kısacası ancak ve ancak sözün ve söylemin dönüştürücü gücüne inanan, gerçek sorunların istismar siyasetiyle üstünün örtülmesini açık seçik reddeden bir muhalefet bir umut ve heyecan yaratabilir. Seçim başarısının başka da bir formülü yok… Belki apaçık ortada ama bir kez daha anlatmak istedim.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.