Siyaset, gündelik başlıklara doğru hızla sıkışıyor. Gelişmeleri konuşmaktan, sorunları tartışmaya zaman ve alan kalmıyor. Senelerdir durum böyleydi, şimdi bu sürüklenmenin hızlandığı yeni bir aşamanın içindeyiz. Aday tartışmaları, ittifak formülleri gibi aşırı güncel konular gündem hakimiyetini ele geçiriyor. Önümüzdeki günlerde sıklaşacak hamlelerle bu atmosferin çok daha etkili olduğunu görmemiz muhtemel. İktidarın manipülasyonları ve muhalefetin arayışları süreci destekliyor hatta farklı maksatlarla beslenen ortak faaliyet haline getiriyor. Elbette –hâlâ açıklanmadığı iddia edilse bile- artık seçim senesine girilmiş olması, iklimi belirleyen en önemli faktör. Herkesi kuşatan ve bunaltan “belirsizliğin” nasıl aşılacağı (veya devam edeceği) en acil ve hayati soru olmaya devam ediyor. Böyle olduğu için, “Bizim asıl sorunumuz başka” diyen kalabalıklar bile gündelik gündemin anaforundan bir türlü çıkamıyor. İçeride ve dışarıdaki bütün güç merkezlerinden sıradan vatandaşa kadar herkes, “Belirsizliğin kaderini kim belirleyecek?” sorusuna cevap arıyor veya bekliyor.
Zorlu ve ağır hasara neden olmuş kronik sorunların uzağında oyalanmak, yapısal sorunları sadece anlık belirtileriyle ve durum tespiti sınırında konuşmak, durmadan aktörler hakkında tartışmak, gündemi olduğu kadar siyaseti de tıkıyor. Bu tıkanma, kimlik siyaseti, otoriter popülist yöntem ve yönetimler açısından gayet istenen, teşvik gören, kışkırtılan bir durum. Çünkü mevcut veya kolayca köpürtülebilecek kutuplaştırma başlıkları altında gösterilebilen her sorun, ihtiyaç, şikayet ve taleplerin belirleyiciliğinden kurtarılıp kolay çarpıtmaların enstrümanı haline gelebiliyor. Diğer taraftan katmanlı neden-sonuç tartışmalarına kapatılan zemin, ilkesel-ahlaki veya gerçekçi-mümkün çözüm arayışlarıyla her türlü irrasyonel zorlamayı ya da hamasi zırvaları kıyaslanabilir denkliğe taşıyor. Bu yaklaşımın “değişime aday olanlar” açısından avantajı ise, kullanışlı bir kestirme olması. Sorunları nedenleri ve sonuçlarıyla tartışmak, zorlu (ve riskli) olduğu kadar heyecan yaratmayan bir “hantallık”. “Kötü yapanın” yerine aday olmak ise -ikna edici olursa- çok hızlı bir yol.
Türkiye hemen her alanda, artık özel olarak işaret edilmesi, parmakla gösterilmesi gerekmeyecek çıplaklıkta ve çarpıcılıkta sorunlar yaşıyor. En baskın sıkıntı ekonomide. Ülkenin neredeyse yüzde 90’ının yoksulluk sınırı altında olduğu düşünülürse, “insanlar geçinemiyor” bilgisinin birilerine verilecek haber olması çok saçma görünüyor. Gelir adaletsizliği, özel kollamalarla, telafi yöntemleriyle saklanabilir veya yönetilebilir seviyeleri aşmış durumda. Bölgesel ya da küresel savaşlar ve savaş risklerinin büyüdüğü şartların Türkiye’yi teğet geçmeyeceğini, okur yazar olan herkes idrak ediyor olmalı. Küresel iklim krizinden küresel göç sorununa kadar pek çok mesele, Türkiye’nin tam ortasından geçiyor. Tarımdan sağlığa, eğitimden yargıya, toplumsal uyumdan kurumsal kapasiteye, kültürel erozyondan fikri kuraklığa kadar çeşitli alanlarda katlanarak büyüyen bir bozulma yaşanıyor. Milyonlarca insanı bugün ve yakın gelecekte doğrudan etkileyecek bu bozulma, açlık, derin cahillik, toplumsal çatışma ve kurumsal yıkım gibi çok hayati tehlikeler eşliğinde ilerliyor.
İktidar, olacakları vadesi tazelenen vaatler; olmayanları da tekrarlanan bahanelerle idare etmeye çalışıyor. İlk dönemine, iktidarın kendisine verilmediği şikayeti; ikinci dönemine, iktidarın kendisinden alınmak istenmesi iddiası damgasını vurdu. Engeller aşıldığında güç, uçuş, şahlanış, bolluk vaat edildi. Vaatler eksik kaldığında bahaneler sıralandı: “Eski Türkiye engel oldu, dış güçler durdurdu, hainler sabote etti”. Sonra vaatler için yeni randevular verildi: “Vesayet yenilince, 400 vekil verilince, başkanlık gelince, saldırılar dinince”. Şahsım siyasetinin hızla yükseldiği son 10 yılda, başarı diye sunulabilir her şey Erdoğan’a atfedilirken, eksik kalmış olanların gerekçesi de onun engellenmiş –veya onun hızına yetişilememiş- olmasıyla ilişkilendi. Bazen vesayet odakları, bazen dış güçler, kimi zaman alaşağı edilmesi gereken bürokrasi, kimi zaman metal yorgunluğu yaşayan teşkilat veya nankörler. Bütün sorun öbeklerinde, olanların ve olamayanların şahsileştirilerek tarif edilmesi, Erdoğan iktidarının güç ve sorumluluk alanını çizdi, hem sığınağı hem güç kaynağı haline geldi.
Bu yaklaşımın, iktidarın kalabalıklarla ve sorunlarla ilişki kurma biçiminde nasıl kullanıldığı, ne işe yaradığı ortada. Bu sayede, “sorun varsa yine biz çözeriz” kibri veya “sabır tavsiyesi” gibi küstahlıklar hâlâ tedavülde kalabiliyor. Fakat hiç de kısa sayılmayacak bir süredir yürürlükte olan bu akıl yürütme biçimi, yaşanan sorunlara ilişkin tartışma zeminini de biçimlendirmiş durumda. Ağır sorunların önemli bir kısmı için değiştirme düğmesini çevirmenin yeterli olacağı iddiası giderek daha sık ileri sürülüyor. Çünkü hızla heyecan temin edebilecek aktör odaklı “değişim programı”, dirayet ve liyakatle meselelerin kolayca çözülebileceğini söylemek zorunda. “Verin bu kardeşinize yetkiyi görün bakın bunlarla nasıl mücadele edilir” iddiasının simetriği aslında. Birçok alanda bunun doğru olmadığını, talep eden ve vaat eden biliyor ama buraya sürüklenmekten kaçınamıyor. Bir paradoks bu ve sadece siyasetin çabasıyla aşılabilecek gibi değil. Vatandaş bir an önce dertlerine çare istiyor, siyasetçi vatandaşın talebine karşılık vermek zorunda, uzmanlar bilanço çıkartma ve danışmanlık servisiyle meşgul. Herkes sorunların heybeye atıp gelişmelerin rüzgarında sürükleniyor.
Bugün herkesin önünde –farklı biçimde sorumluluk yaratan- bir soru seti var. Yaşanmakta olan sorunların ne kadarı –asıl nedeni mevcut iktidar kabul edilse bile- iktidarın değişimiyle kendiliğinden çözülür? Böyle bir soru sorunca, sıklıkla iki tür tepki geliyor: “Bunları düşünecek lüks yok” ya da “önce bir gitsinler bakarız”. “Hepsi hemen çözülür” diyenler de var. İktidar değişmeden ve bu değişim garantiye alınmadan bir şey yapılamayacağı doğru ama Türkiye’nin sorunlarının önemli bir kısmının “sonra bakarız” denilebilecek payı kalmadığını da görmek gerekiyor. Türkiye’nin uzun süredir taşıyarak getirdiği, 20 yılda iyice derinleştirilmiş ve son yıllarda iyice şirazesinden çıkmış sorunları var. Bunların çok önemli bir kısmının derinleşmiş yapısal nedenleri ve sorunun parçası haline dönüşmüş karmaşık tarafları mevcut. Yaşanan sorunlarla iktidar arasındaki neden-sonuç ilişkisi kuran sistem tartışmaları ise seçmende yeterince ilgi ve heyecan yaratmadığı –böyle bir bağlama oturtulamadığı- için gözden düşmek üzere. Sorunları konuşmadan, nedenleri tartışmadan, çözüm önermeden ve bunlar arasında ilişkisi kurmadan yürünen yol nereye taşırsa artık.