Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (88): Yetmez ama evet olayı

Ruşen Çakır, Gomaşinen‘in 88. bölümünde “Yetmez ama evet” olayını anlattı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 88. bölümünde –evet, 88 olmuşuz, 100’e az kaldı; belki 100’de noktalarım artık– “Tetmez ama evet” olayını anlatmak istiyorum. Bu konuda Medyascope’ta Ağustos 2020’de uzun bir yayın yapmıştım. Ama “Gomaşinen”e bunu koymadan olmazdı. Bir anlamda iki yıl önceki yayının bir tekrârı gibi olabilir; ama bunu illâki yapmam gerekiyor. Zîrâ kaç yıl olmuş? 12 Eylül 2010 referandumu; yani 12 yıldır Türkiye’nin gündeminde olan bir şey bu “Yetmez ama evet” meselesi. Bir yere kadar olabilir, tamam; ama bu olayla hiç ilgisi olmayan birisi olarak, bana sık sık –ki bu konuda yalnız değilim bildiğim kadarıyla– “Yetmez ama evetçi” muâmelesi yapan insanlar oluyor.

Genellikle nasıl oluyor? Herhangi bir konuda sizin yorumunuzu beğenmiyorlar –herhangi bir konu, ne olursa olsun–, “Zâten sen yetmez ama evetçiydin. Sizin yüzünüzden bunlar oldu” vs. diyorlar. Bunlar daha çok kendini muhâlefette tanımlayan, AK Parti ve Erdoğan karşıtı olma iddiâsındaki kişiler. Halbuki ben “Yetmez ama evetçi” değilim. Ben sandığa gitmedim. Bunun öyküsünü anlatacağım. Bunu söylediğiniz zaman da, bu sefer önce bir duraksıyorlar, “Hadi ya!” oluyorlar. Ondan sonra, “Ama ne farkı var? Sonuçta oy kullanmadıysanız, evet demişsinizdir” anlamına gelen tepkiler veriyorlar. Benim o târihteki tavrım: Aslında son âna kadar ne yapacağımı bilmiyordum; çünkü içime sinmiyordu referandum. “Evet” vermeyeceğimi biliyordum; ama “Hayır” diyenlerin de birçok argümanı bana çok samîmî gelmiyordu.

Sandığa gitmedim. Gitseydim ne yapardım? Herhalde boş oy kullanırdım diye tahmin ediyorum. Açıkçası emin değilim; ama sandığa gitmedim. Hattâ şöyle ilginç bir olay oldu: O târihte ben Vatan gazetesinde çalışıyordum; ama aynı zamanda NTV’de de sürekli yorum yapıyordum –siyâset danışmanı titriyle– ve her seçimde ya da referandumda, ben stüdyoda konuk olarak yorum yapıyordum. O gün, 12 Eylül 2010’da da ben ve Tarhan Erdem… –Tarhan Bey çok sevdiğim birisidir. Ne zamandır artık kendini gizliyor; ama arada sırada konuşuyorum. Hâlâ çok dinç aslında– Tarhan Bey ve ben NTV stüdyosunda oturuyorduk. Oğuz Haksever de sunuyordu. Mâlûm, biliyorsunuz seçim yasakları var. Belli bir saate kadar seçim yasağı var. Sonra Yüksek Seçim Kurulu yasağı kaldırıyor ve ondan sonra siyâset konuşulabiliyor. Biz oturduk ve yasağın kalkmasını bekliyoruz. Ama bu arada yayın da başladı ve top çeviriyoruz. Yani Oğuz Haksever’le siyâset konuşmadan yayında bir şeyler konuşmamız gerekiyor. Oğuz Haksever, aldı, anlattı; işte, “Sandıklar şöyle kalabalıktı, şöyle coşkuluydu” vs.. Tarhan Bey’e sordu. Tarhan Bey kendi oy kullanma olayını anlattı. Bana sordu. Ben: “Valla bilmiyorum” dedim. “Nasıl bilmiyorsun?” dedi. “Ben sandığa gitmedim. Oy kullanmadım” dedim. Orada böyle bir karıştı ortalık. Neyse, sonra yayın devam etti. Ama öyle ilginç bir durumdu ki bu, bâzı “Evet”çiler bundan çok rahatsız oldular. Benim orada seçim yasaklarını deldiğimi iddia ettiler sosyal medya üzerinden, değişik yöntemlerle. O târihte hangi sosyal medya uygulaması vardı, bilmiyorum. Ama en azından elektronik postalar filan geldiğini biliyorum. Bayağı bir, “Ruşen Çakır boykot propagandası yaptı” diye yorumlandı. Boykot da, biliyorsunuz HDP’lilerin o târihteki tavrıydı. Ben onlarla berâber, aynı çizgide hareket ettiğim için yapmadım açıkçası. Yani HDP’nin boykotunu destekleyerek yapmış değilim. Dediğim gibi son âna kadar ne yapacağımı bilmiyordum ve sonunda gitmemeye karar verdim. Yani benimki ilgisizlikti diyelim, kayıtsızlıktı. Bir şeyi protesto etmekten ziyâde kayıtsızlıktı. Her neyse. Sonuçta boykot ettim tabii ki. Ondan sonra da bu olay Türkiye’de bayağı bir konuşulur oldu.

“Evet”çiler var; “Hayır”cılar var; bir de “Yetmez ama evet”çiler var. “Yetmez ama evet”i daha böyle, sol ile alâkası olmayan insanlar çıkarttılar. Ama solun içerisinden bâzı kişiler de bunu, güzel bir sloganmış gibi bayağı bir benimsedi. Ben de o süreçte, özellikle Vatan gazetesinde yazdığım yazılarda –yanılmıyorsam iki ya da üç yazıda–, bu sloganın ne kadar kötü bir slogan olduğunu yazdığımı hatırlıyorum. Hattâ “sakil” dedim. “Sakil” lâfını ben çok severim. Türkiye’de solun bir slogan geleneği var. Güzel slogan bulma geleneği var; hâlâ her şeye rağmen böyle. “Yetmez ama evet” gibi kötü bir slogan, soldan çıkabilecek bir slogan değildi. Zâten ondan çıkmadı. Ama soldan bâzı kişiler de bunu benimsedi. Böyle bir şey, sloganın kendisi bana çok itici gelmişti. Tabii o sloganı bulanlar ve destekleyenler de solun içerisinde açıkça destekleyenler de çok sevdiğim insanlar değildi. Hâlâ öyle olduklarını söyleyebilirim. Açık söylemek gerekirse, baştan îtibâren gıcık kaptım. Ama bu gıcık kaptığım şey, yıllarca benim başıma belâ oldu. 

Burada tabii şöyle bir husus var: Erdoğan’dan, AKP iktidârından rahatsız olan –ki bu 2010, yani 12 yıl önceki olay, o sırada 8. yılı AKP’nin– ve onu alt edemeyen insanlar, sorunun kendilerinde olmadığını, sorunun başkalarında olduğunu iddia ediyorlar. Bu başkaları, öncelikle tabii AKP’ye destek verenler. Onlara göre “Yetmez ama evet” diyenler ya da “Yetmez ama evet” diyebilecek profilde olduğunu düşündükleri kişiler, aslında Erdoğancılardan daha tehlikeli. Böyle bir yaklaşımları var. Aslında, “Yetmez ama evet” üzerinden hâlâ, aradan geçen 12 yıldan sonra hâlâ bunu yapanlar — açıkçası sert gelebilir, ama gelsin: Ezikler. Gerçekten ezikler. Sonuç olarak bir şey söyleyemeyen, edemeyen insanlar. 

Ben onlardan değildim. Sandığa gitmemiştim. Bana bu yaftayı birileri yapıştırmaya çalışıyor. Beni bu şundan rahatsız ediyor: “Yetmez ama evet”in kendisinin sakil olduğunu düşündüğüm için rahatsız ediyor. Yani “Evetçi” deseler inanın bu kadar rahatsız olmazdım. “Sen zâten evet dedin” deseler, “Yok, ben evet demedim” derdim. “Evet” demiş olsam eyvallah. Ama “Yetmez ama evet” hakîkaten başka bir kategori. Her neyse. Ben böyleyim; ama meselâ “Hayır” diyen bâzı isimleri de herhâlde bu “Evet” demiştir diye damgalamaya çalışıyorlar. Meselâ en çarpıcı örneği Nuray Mert. Medyascope’ta yayın yapmaya başladı biliyorsunuz – Gökçe Çiçek Kösedağı ile berâber. Ne zaman onun bir videosunu yüklesek, o videoya YouTube’da hemen, “Bu ‘yetmez ama evetçi’yi niye çağırıyorsunuz?” diye yorumlar, saldırılar gelir. Halbuki o târihte Nuray çok net bir şekilde “Hayırcı”ydı. O kadar net bir şekilde “Hayırcı”ydı ki, “Evetçiler” ve “Yetmez ama evetçiler”in en fazla hedef aldığı kişilerden birisiydi. Dolayısıyla şu hâliyle baktığımız zaman, bu “Yetmez ama evet” lincini yapanların büyük bir kısmı aslında –ne derler?– “Sağır duymaz uydurur” kapsamına giriyorlar. Hattâ büyük bir kısmı, belki de o târihte oy verme yaşında olmayanlar, o olayları Google’dan vs.’den ya da arşivlerden tâkip eden insanlar. Bu bir tür millî spor. Muhâlefetteki bir kesimin millî sporu hâline gelmiş durumda. 

Şimdi orada şöyle bir şey oldu tabii ki. O târihte Erdoğan’a, Erdoğan yönetimine, daha doğrusu AKP yönetimine angaje olmuş olan, dışarıdan çok sayıda insan vardı. Kimisi liberal, kimisi soldan, kimisi sağın başka kesimlerinden; ama bir şekilde, özellikle sistemle hesaplaşma iddiasıyla destek veriyorlardı. Zâten Erdoğan ve arkadaşları, çok “cinlik yapıp” diyelim, referandumu bir pazara denk gelen 12 Eylül’e koydular ve referandumun içerisinde 12 Eylül sorumlularına 12 Eylül Anayasası’yla verilen hakların iptali de vardı. Böylece 12 Eylül ile hesaplaşma isteyenleri tavlamaya çalıştılar. Böyle bir özelliği vardı. Kimileri bunu gerçekten çok önemsedi. Kimileri de bunu vesîle ederek ya da bahâne ederek Erdoğan’a burada destek verdiler. Ama Erdoğan’ın o târihte bu referandumu kutuplaşma stratejisinin bir enstrümanı olarak kullandığına da tanık oldum. Bugün artık kutuplaşma, Erdoğan’ın en önemli silâhlarından birisi. O târihte buna yeni yeni başlıyordu ve bizim referandumdan önce NTV’de yapılan, Erdoğan’ın konuk olduğu yayında ben de sunuculardan birisiydim. Erdoğan, “Hayırcılar”ı, “Evet” vermeyecek olanları, dolaylı bir şekilde 12 Eylül darbesine destek vermekle suçluyordu önceki konuşmalarında. Ben doğrudan kendisine yayında sordum: “Yani siz ‘hayır’ diyenlere darbeci mi diyorsunuz?” Bu soruya cevâben: “Evet, darbeyi destekliyorlar” diye açık açık söylemişti. Halbuki oradaki esas hikâye, Fethullahçılarla birlikte yapılmış olan bir anayasa değişikliği tezgâhıydı. Özellikle yargıdaki örgütlenmeyi meşrulaştırmanın temellerini atan bir hikâyeydi. Birçok kuruma ek olarak yargının iyice Fethullahçılar tarafından ele geçirilmesinin düzenlemesiydi. Öyle ki zâten burada, bu referandumda en büyük çabayı da Fethullahçılar gösterdiler. Fethullah Gülen’in kendisi şunu söyledi: “Ölüleri mezarlarından kaldırıp ‘evet’ oyu kullandırtmak lâzım” diye açık açık destek vermişti. Benim bu referandumda “Evet” vermeyi asla ve asla düşünmememde, tek başına bu bile yeterli olabilirdi. Yani Fethullah Gülen’in bu kadar angaje olması, bu şeyi bu kadar çok istiyor olması; o şeyin iyi olma ihtimâlini ortadan kaldırır. Buradaki esas tezgâhın, yargıyı ele geçirmek, yargıyı tamâmen yürütmenin kontrolüne almak olduğu bârizdi ve bu anlamıyla kabul edilebilecek, alkışlanacak bir düzenleme değildi. Fakat bâzıları –tanıdığım, sevdiğim çok insan da vardı– bir şekilde bir efsûna kapıldılar. Kimi zaman Erdoğan’ın, kimi zaman AKP’deki diğer aktörlerin, kimi zaman da tabii Fethullah Gülen’in ve Fethullahçılar’ın etki alanına girip, buna “Evet” diyenler oldu.

Ben demedim. Ne “evet” dedim ne “hayır” dedim ve çok da rahatsız değilim. Ama bu yapılan şeylerin, günümüzde “Yetmez ama evet”in ucuz bir silâh olarak kullanılmasının Türkiye’ye hiçbir hayrı olduğunu düşünmüyorum. Bunu aslında daha da fazla uzatmak istemiyorum. Burada buna noktayı koymak istiyorum. Bu bir âcizlik gösterisinden başka bir şey değil. Şöyle söyleyeyim; “Yetmez ama evet” diyen insanların bir kısmı bugün –biliyorum– pişmanlar, ya da “Aslında doğrudan ‘evet’ deseydim daha iyi olurdu” diyen de var az sayıda. Çok sayıda, “Keşke boykot etseydim” diyen var. “Hayır” deseydim diyen de herhalde vardır. Ama bu târihin, bir konjonktürün bir paranteziydi. O parantez bir şekilde kapandı. Kapanması gerekiyordu; ama birileri onu sürekli açık tutmak ve buradan hoşlanmadığı kişileri yaftalamak için bir araç olarak kullanmaya devam ediyorlar. Çok hoşlarına gidiyor. Halbuki bu silâh aslında kendilerinin aczini gösteriyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.