Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: O yenilince kim kaybetmiş sayılacak?

Son söyleyeceğimi en baştan yazayım: Otoriter, totaliter baskıcı iktidarları durdurmak, yenmek veya değiştirmek için üretilen ittifak formüllerini veya onları bir kez yenebilmeyi kalıcı çare saymak için yeterli nedenimiz var mı? Pek çok örnekte gördüğümüz gibi, yenilmesi zor iktidarları değiştirmek için geniş ittifaklar ve çok akıllı stratejiler gerekiyor. Bunda kimsenin şüphesi yok, zaten itirazı olan da yok. Fakat bu formüller, ister bir bozulmanın mahsulü olarak tanımlansın, ister yapısal kriz sayılsın, bu iktidarları var eden koşulları kendiliğinden değiştirmeye yetiyor mu? Yenilen bir otokratın geri gelmemesi ya da yerine yenisinin gelmemesi için bu formülleri (ittifakları) ne kadar sürdürmek gerekir? Bu soruların, “hele bir kazanılsın” denilerek –belki de kızgınlıkla- karşılanacağına hiç şüphe yok. “Milletin pek umurunda değil” denilen sistem revizyonu önerileri bile ikinci plana düşmek üzereyken, bunlarla uğraşmak iyice lüzumsuz bulunabilir. Türkiye’deki tartışmalara girmeden önce dünyadaki örneklerin kısa hikayesine bir bakalım.

Popülist otoriter küresel dalganın engellenmesi için farklı ülkelerde farklı formüller üretildi, uygulandı, bazıları sonuç aldı, bazıları başarısızlığa uğradı. Geçtiğimiz dönemde Polonya’dan İsrail’e, Macaristan’dan Malezya’ya kadar çeşitli ülkelerdeki muhalefet ittifakları ve seçim sonuçları yakından takip edildi. Bu deneylerden her yerde uygulanabilir anahtarlar bulunmaya çalışıldı. ABD ve Fransa seçimlerinden dersler çıkartıldı. Peki gelinen noktada neredeyiz? Trump’ın yeniden güçlü biçimde geri gelme olasılığından bahsediliyor. Bir seçim önce süper formül sayılan Macron, arkasından kovalayan –ve oy artıran- aşırılıkla seçmeni korkutup kazanmayı zor başarabildi. İsrail’de Netanyahu’yu yenen olağanüstü koalisyon dağılıyor.(Netanyahu’nun geri gelmesinden söz ediliyor). NATO’nun soğuk savaştan sonra en ciddi teyakkuzu sırasında Putinciliğini saklamamasına ve muhalefet ittifakına rağmen Orban ve Vucic gayet rahat kazandı. Filipinlerde önceki diktatörlerin çocukları ikinci kuşak olarak el ele iktidara geldiler. Bunların hepsi sadece taktik hataların ürünü olabilir mi?  

Dünyanın yaşadığı bu tablo, popülist otoriter dalganın yükselmeye devam ettiği şeklinde yorumlanabilir elbette. Ancak sorun, dalganın gücüyle ilgili olmaktan ziyade bu “bozulmayı” mümkün kılan zeminle ilgili sanki. Bu zemini değiştirecek kuvvetli bir karşı dalga veya cevap çabası olmayınca, zayıflamış olanları bile ayakta tutacak vasat devam ediyor. Temsili demokrasi zaten sıkıntılı bir soyutlama. Neoliberalizm siyasi mimarisi, iddiasının tam tersine temel siyasi taleplerin ifade alanlarını kısıtlarken, piyasanın ihtiyaç duyduğu “istikrar” için her türlü “otoritenin” kontrol ve müdahale imkanlarını –gizlice- genişletti aslında. Cevapsızlığa mahkum edilen talep ve şikayetler, kendilerini örgütleyecekleri organik mecralardan ve fikri canlılıktan yoksun kalmanın etkisiyle kaba popülizme açık hale geldi. Kimlikler üzerinden kurulan kutuplaştırma, anti-siyaset vasatı oluşturdu. Piyasa için gerekli istikrar yüceltmesi, güçlü endişeler eşliğinde hayatın her alanına yayılan otoriterliğin baraj kapılarını açtı. Demokrasi ve siyaset, özgürleşme alanı olmaktan çıkıp disipline edilmesi gereken hizmet sektörü haline getirildi.

Bugün hem ekonomik hem siyasi proje olarak derin bir krizin içinde olan küresel sistem, Frankenstein’ı ile yüzleşiyor. Yaşanan süreklileşmiş küresel kriz, birçok ülkede birbirine çok benzeyen iktidarlar veya siyasi hareketler yarattı. Benzerlik de öyle böyle değil, neredeyse klonlanmış gibiler. Çok alakasız gibi görünen ülkelerde neredeyse aynı evde yetişmiş ruh ikizi liderler var. Kimi yönetimde olduğu için kimi yönetimi tehdit ettiği için tehlikeli bulunuyor. Bu görüntüyü tarif için çeşitli ortak isimlendirmeler kullanılıyor. Tanımlar konusunda mutabakat yok ama bütün bunların dünyanın kadersizliği sayılacak bir rastlantı olmadığı çok açık. Küreselleşmeyle sınırlar aşan, iktisadi, toplumsal, kültürel ve siyasal krizler ve sistemin cevap verme kabiliyetinin zaafları aynı boşlukları ve o boşluklara hamle etmek için benzer imkânları yaratıyor. Benzerlik, sonuçlardan önce bunu yaratan sorunların aynılığından başlıyor. Ancak sistem, iktisadi yükü olduğu gibi siyasal sorumluluğu da mağdur olan kalabalıklara yüklüyor. Geçici bir bozulma gibi gösterdiği yapısal sıkıntısının, sorunun kaynağı olan çerçeveyi kullanarak çözülmesini öneriyor. Yeni bir istikrar /rıza denklemi yaratmayı kendi krizinden imal etmeye çalışıyor.

Türkiye’deki güncel tartışmalarda izlerini göreceğimiz biçimde, “bu bozulmanın” düzelmesi için bazı varsayımlar ileri sürülüyor. İlk varsayım “liyakat meselesi”. İddiaya göre devletin kurumsal kapasitesini dağıtan popülist otoriter iktidarlar, karşı karşıya kaldıkları sorunları çözme kapasiteleri yetersiz olduğu için zaman içinde kendiliğinden güç kaybederler/kaybediyorlar. Bunun ekonomik rasyonalite veçhesi, hukuku ve özgürlükleri ortadan kaldırdıkları için yabancı sermaye başta olmak üzere nazlı ve tedirgin paranın onlardan uzaklaşması ihtimali. Açıkçası bu varsayımlar, çok kullanılan ezberlere dönüşmüş olmasına rağmen hayatın gerçekleriyle pek doğrulanmıyor. Bir diğer varsayım ise bu iktidarların karşısında (dışında) olanların tamamının ittifakıyla yenilgiye uğratılabileceği. Yapıları gereği seçim galibiyetine ihtiyaç duyan popülist otoriterlerin önüne sayısal barajlar kurulabilir. Ancak burada da en başta sorduğumuz soruya tosluyoruz: Bu baraj, ne kadar süre mecburiyetlere yaslanmış, “defansif”  ittifaklarla devam ettirilebilir? Cevap olarak ileri sürülecek, “bunlar yenilince dağılır” iddiasının güvenilirliği, benzer örnekler dikkate alındığında epey tartışmalı görünüyor. En azından yenilenmişini engelleyeceğin ne olacağı belirsiz.

İktidarın (Cumhur İttifakı) gerilediği en düşük rakamları gösteren anketler bile, 35-45 civarında bir bloktan bahsediyor. Böyle bir sayısal tablo karşısında seçimi kazanmak için muhalefet ittifakının hayati önemini tartışmak şöyle dursun, dışında kalma cesareti göstermek de çok zor. Zaten bunun meraklısı da yok. “Her ne yapılacaksa önce bu iktidarı bir yenmek lazım” fikrinin haklı ve karşısında durulmaz bir üstünlüğü var. Ancak bu yüksek teyakkuz, ittifakın –kendi iddiasında da olan- araçsal vasfını silikleştiriyor. İttifakı kendi başına bir hedef hatta çare halinde görmeye, göstermeye neden olabiliyor. Güçleri birleştirerek sonuç almak, birleşildiği için güç haline gelme umuduyla sık sık karışıyor. Son zamanlarda, sayısal tablo muhalefet lehine geliştikçe, iç güç koalisyonu heveslerinin biraz daha arttığını izliyoruz ama hala baskın eğilim, güçlerin ittifakı yerine ittifakın gücünün peşinde. İktidar gibi gayet somut bir rakip söz konusu olduğu için, muhalefet ittifakının tam olarak neye karşı olduğu ve neyi değiştirmek istediği konusu fazla konuşulmuyor. Üzerinde çok oyalanılmış ve yaşanan sıkıntılarla bağı çok sağlam biçimde kurulamamış “sistem revizyonu” da çok çabuk gözden düştü.  

Baştaki soruya geri dönersek, dünyada veya Türkiye’de çok başarılı taktiklerle ve geniş ittifaklarla seçim kazanmak, hem yaşadığımız derin sorunlar hem de bu duruma gelinmesini yaratan sistem krizini çözmeye yetecek mi? Bugün mevcut iktidarın ideolojik biçimsizliğine alternatif iddiasındaki ve en az iktidar kadar biçimsiz “merkez (makul) siyaset” iddiası, anayasal çerçevenin halledilmesi ve sistem revizyonuyla sağlanabilir mi? Eğer öyle olsaydı, birbirinden tamamen farklı sistem ve anayasal çerçeve içeren çok farklı ülkelerde aşırı benzer örnekler görmezdik. Bu benzerlik bize olayın yol kazası sayılamayacak yapısal yönünü gösteriyor. Dünyada ve Türkiye’de yaşanmakta olan siyasi kriz, balonla açılacak bir damar tıkanması gibi bir şey sayılamaz. Hadi açıldı diyelim, aynı metabolizma ve aynı yaşam biçimiyle devam edildiğinde, yaşanan hasarın nasıl giderileceği ve yeni krizleri neyin durduracağı belirsiz. Bu yüzden ittifaklarla sağlanacak seçim yenilgisinin (galibiyetinin), iktidarı değiştirmekten daha fazla, durumu yaratan koşullara dair vaat içermesi gerekiyor. Hem küresel krize hem bunu besleyen geleneksel zemine nasıl yaklaşıldığı, kaybedenin kim ve ne olduğunu belirlemek açısından önemli. “Almanya yenildiği için yenik sayılma” hikayesindeki gibi, iktidar yenildiğinde Erdoğan’dan daha fazla mağlup çıkması ancak böyle mümkün olabilir. Son günlerde Kılıçdaroğlu’nun helalleşmenin yanına hesaplaşmayı koymaya çalışması örnek gösterilebilir. Belki aday tercihi de bir başka gösterge olur.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.