Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın izleyicilerle ortak yayını | Özel hayatın gizliliği ve kamu yararı: Nerede başlar, nerede biter?

Hafta sonu sosyal medyada yayınlanan videolar ve ses kayıtları kamuoyunun gündeminde.

Ruşen Çakır, Medyascope izleyicileriyle birlikte yaptığı yayında “Özel hayatın gizliliği ve kamu yararı nerede başlar, nerede biter?” sorusuna yanıt aradı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Bu yayını yine sizlerle birlikte yapacağız, yapıyoruz, öyle diyelim. Benim ve Medyascope’un YouTube sayfasında chat bölümünden soru ya da yorumlarınızı, eleştirilerinizi aktarabilirsiniz. Onları arkadaşlarım bana iletecekler, ben de burada bunları değerlendirmeye çalışacağım. Zor bir yayın olacak. Çünkü çok çetrefil bir konu. Çok ilgi uyandıran bir konu. Daha önce örneklerini çok gördük. Özellikle sosyal medyanın öne çıkmasıyla berâber birtakım skandallar Türkiye’nin gündemini ciddî bir şekilde meşgul ediyor. Bunların hemen hemen hepsi özel hayâtın içerisindeki olaylar. Yani birilerinin özel hayâtı, cinsel hayâtı, cinsel tercih ve yönelimlerinin gösterildiği ya da farklı kişilerin kendi aralarındaki özel birtakım tartışmaları… Ancak bunların sosyal medya üzerinden açıklanmasıyla ve ifşâ edilmesiyle birlikte çok büyük ilgi uyandırdıklarını görüyoruz. Daha önce çok oldu. Yakın dönemde de bu yayını yapmama neden olan iki olayı peş peşe yaşadık.

Bu olaylara nasıl bakmak gerekir? Özellikle gazeteci olarak bizler, bunlara kayıtsız mı kalmalıyız, ele almalı mıyız? Nasıl ele almalıyız? Bu çok hassas, tartışmalı bir konu ve farklı görüşlerin olduğu bir konu. Şimdi son olaylar; önce İstanbul CHP Milletvekili Aykut Erdoğdu’nun yaşadığı bir olay. Eski eşiyle olan bir telefon konuşmasının görüntülü bir şekilde kaydedilip sosyal medyada yayınlanması. Belli ki eski eşinin bilgisi dâhilinde olan bir şey. Her neyse. Sonuçta bu bizleri çok da ilgilendirmeyen bir kavganın kamuoyuyla paylaşılması; ama tabii burada işin içerisine CHP, CHP Parti Meclisi üyeliği gibi hususlar girince, insanlar –bir kısmı en azından– bunları bilme hakkımızın olduğunu, bunların artık özel yaşam meselesi olmaktan çıktığını, kamu yarârını ilgilendiren bir husus olduğunu iddia ettiler. Özellikle CHP karşıtı kişiler, bu videodan çok geniş bir şekilde bahsettiler, yaydılar. Daha sonra, Sedat Peker’le ilişkilendirilen anonim bir hesaptan, Cem Küçük üzerinden –çünkü Cem Küçük TGRT’de çalışıyor. Türkiye gazetesinde yazıyor– Cem Küçük’ün Sedat Peker’e yönelik olarak söylediği iddia edilen sözlerden hareketle, onun çalıştığı kurumun üst düzey bir yöneticisi olduğu iddia edilen bir kişinin, bir erkeğin iki ayrı erkekle olan çıplak görüntüleri videosu yayınlandı. Gizlice kaydedilmiş herhalde ya da en azından bu kişilerin hepsinin haberi olmadığını düşünebiliriz. Bilmiyoruz tabii ki. Bu görüntüler yayınlandı ve buradan hareketle şu söylendi: Özellikle Onur Haftası’nın olduğu ve İstanbul’da Onur Yürüyüşü’nün çok ciddî bir şekilde bastırıldığı bir dönemde, yani devlet eliyle homofobinin yukarıdan aşağı topluma enjekte edildiği bir dönemde, muhâfazakâr bilinen bir kurumun üst düzey yöneticisi –ki kendisinin AKP’den aday adaylığı da var– eşcinsel görüntülerinin servis edilmesi, yayınlanması ve buradan hareketle, bunun bir tür riyakârlığın, ikiyüzlülüğün sergilenmesi olduğunu düşünenler oldu. Böyle çok zor meseleler diyelim ve hâlâ bunlar konuşuluyor. Ama bu arada adı anılan kişinin, ilk bahsedildiği gibi bir görevde olmadığı söylendi. İlk olarak İhlas Holding’in CEO’su olarak söylendi. Daha sonra İhlas Holding içerisinde bir şirketin yönetim kurulu üyesi ve galiba genel müdür olduğu söylendi. Her halükârda AKP’den milletvekili adayı değil de aday adayı olduğu bilgisi duruyor.

Şimdi bunlara ne yapmak lâzım? Nasıl davranmak lâzım? Daha önce Deniz Baykal kaseti vardı. MHP’lilerin değişik kasetleri vardı. 17/25 Aralık’taki birtakım gizli kayıtların –kimisi yasal kayıtlar, kimisi yasadışı kayıtlar– servis edilmesi vardı. Bütün bunlar olurken de kamuoyu bunlara çok büyük bir ilgi gösterdi, hızla tüketti, çoğalttı. Ama “Buralardan ne çıktı?” diye sorulacak olursa: Deniz Baykal parti başkanlığını bıraktı, MHP’liler zamânında görevlerinden ayrıldılar, bir daha da adlarını duymadık. Böyle bir olay oldu. Ama 17/25 Aralık’ta daha çok gündeme getirilen olaylardan hemen hemen hiçbir şey çıkmadı. Şimdi burada soru şu: Bunlar gerçekten kamunun yarârına mıdır, yoksa bunları bir şekilde yayınlayanların –ki yayınlayanların hepsi gizli hesap, kim olduklarını bilmediğimiz kişiler; bir şey atfediliyor, “şucu olabilir, bucu olabilir” diye– bâzıları hakkında soruşturmalar açıldı. O soruşturmaların bâzılarından sonuç alındı, bâzılarından alınmadı. Önemli değil. Ama bunları yayanların hemen hemen hepsi gizli kişiler ya da kuruluşlar ya da belki bir grup insan. Özellikle Fethullahçılar’ın bunu çok örgütlü bir şekilde yaptığını biliyoruz. Bu olaylardan bir tânesinde, Aykut Erdoğdu olayında; âile, eski eşi ve çevresi olabilir diye akıl yürütüyoruz. Diğeri Sedat Peker’e atfediliyor, ama ne derece doğrudan onunla ilişkili olduğunu da bilmiyoruz. Fakat bunlar çok büyük bir ilgi görüyor ve Türkiye’nin gündeminde çok ciddî bir şekilde yer alıyor.

Şimdi bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? Ne yapmak lâzım? Tabii ki yayınlanması lâzım. Çoğaltılması lâzım. Yani birisi yayınlıyor; ama ondan sonra insanlar bunu birbirlerine dağıtıyorlar ya da sosyal medyaya düşen bu şeyleri kimi haber siteleri haberleştiriyor. Televizyonlardan da yapanlar çıkmış olabilir, bilemiyorum. Bunlar çok hızlı bir şekilde, çok geniş kitleler tarafından izlenebiliyor vs.. Bunlar doğru mu yanlış mı? Bu soru çok hayâtî bir soru. Kişisel olarak açıkçası bir kere şunu özellikle söylemek istiyorum: Bu tür şeyler bana gelseydi, Medyascope‘un yöneticisi olarak ya da daha önce gazeteci olarak bana gelmiş olsaydı, kesinlikle ve kesinlikle bunları yayınlamazdım. Yani diyelim ki bu kişinin eşcinsel görüntüleri ya da ötekinin eski eşinin kaydettiği olaylar vs. falan. Bunları kesinlikle yayınlamazdım ve şimdi de Medyascope olarak, bunlarla ilgili o yayınlanan şeylerin içerikleriyle ilgili detaylar, hele o video görüntülerini vs. yeniden üretmeye kesinlikle dâhil olmuyoruz. Ama bizim dâhil olmamamız, bunların akmasını vs.’yi kesinlikle engellemiyor. Onu da özellikle vurgulamak lâzım ve bunları yayınlamayacak olmamız ve yayınlamıyor olmamız, bunların çıkarttığı tartışmaların dışında olacağımız anlamına gelmiyor. Dolayısıyla çok zor bir durum olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum. Şunu da vurgulayayım; ilk başta bunları bir şekilde kaydedenler ve sonra yayanlar –ki genellikle gizli olarak kaydediyorlar–, bâzen kaydedenlerle yayanlar aynı kişiler olmayabilir. Birileri bir şeyleri kaydeder ve birilerine pas eder. O birileri bunu yayınlar. O da olabilir. Ama genellikle kaydedenlerle yayanlar arasında, ilk yayınlayanlar arasında bir organik bağ olduğunu düşünüyorum. Ama yayanlara geldiğimiz zaman, işte burada iş çığırından çıkıyor ve genellikle sıradan insanlar, farklı farklı motivasyonlarla bunların yayılmasına vesîle oluyorlar. Düne kadar kimsenin adını bilmediği bu kişi şu anda birdenbire meşhur oldu. Herhalde ortaya çıkamıyordur. Ne yaptığını bilmiyorum. Ama meselâ ilk yazıldığında adı yanlış yazıldı. Bir harf fazla yazıldı; “oğlu” diye bitiyordu ilk yayınlandığında, ama “oğlu” değil “oğu” diye bitiyormuş meselâ soyadı. Şimdi görüntüler çok baskın olunca, oradaki bilgilerin hepsinin de doğru olduğunu varsayıyorsunuz. Yani o video yayınlanınca deniyor ki: “Şu şu kişi, şu görevdeki kişi” denince, biz zâten o görüntülerin etkisi altında, o bilgilerin de doğru olduğunu düşünüyoruz — ki doğru çıkmayabiliyor ve işin rengi çok değişiyor. Şimdi şöyle düşünelim: Türkiye’de iktidârın da yaptığı ve iktidâr yanlısı medyanın da yaptığı bir homofobi yaklaşımı var. Bunu sürekli olarak topluma yaymaya çalışıyorlar. Eşcinselliği bir hastalık olarak göstermeye çalışıyorlar vs.. Sonra gösteriler engelleniyor, insanlar içeri alınıyor ve o yayın kuruluşu da bunları, iktidârı destekliyor. Homofobinin bir parçası oluyor. Dolayısıyla o kişinin adı size, “holdingin CEO’su” olarak geçtiği zaman, o kişi gerçekten oranın CEO’suysa doğrudan bu haberlerden de sorumludur, çok açık ve dolayısıyla hem kendi yönettiği gazeteler ve televizyonlardan bunlar yapılırken, homofobi yapılırken; kendisinin yönelim olarak, cinsel yönelim olarak eşcinselliği seçmiş olmasında çok büyük bir riyakârlık var. Ama sonradan baktığımızda, o gazetelerin ve televizyonların ona bağlı olmadığı, aynı grubun başka bir şirketinde olduğu yolunda bilgiler daha baskın çıkıyor. Ama artık geçmiş olsun; o öyle gidiyor. Şimdi bu çok yaygın bir şey, özellikle eşcinsellik meselesinde, LGBTİ+ olayında. Sâdece Türkiye’de değil dünyada da genellikle birçok kişi bunu saklar. Tamam saklıyor; ama hayâtında bunu bir şekilde yaşıyor. Toplumdan saklıyor. Kimi zaman âilelerinden saklayanlar da var. Bunlar çok anlaşılır da bir şey, belli bir yere kadar. Ama bunların bâzıları, bir de bulundukları konum, statü vs. gereği burada ikiyüzlü bir politika izliyorlar ve bunların eleştirilmesi bu anlamda çok haklı olur. Dolayısıyla bu kişinin, toplumda homofobi bayraktarlığı yapmış bir kişinin eşcinsel olduğu bilgisi bir anlamda kamu yarârınadır. Gerçekten homofobinin nasıl bir aldatmaca olduğunu göstermesi anlamında kamu yarârınadır. Ama işte burada tek tek insanların öyküleri farklı farklı olabildiği için buraya kapılıp gidebiliyoruz.

Elif Korhan demiş ki: “Aykut Erdoğdu kesinlikle partiden ayrılmalı. Bütün gün ahlâk satıp, nepotizmden şikâyet edip bizzat kendisi yapmış.” Burada kastedilen herhalde yeni eşinin parti meclisi üyesi olması ve bunu da onun sağladığı iddiası. Eğer böyle bir şey varsa, gerçekten CHP’de –hangi parti olursa olsun, ama CHP ana muhâlefet partisi– bir şahıs eşini ya da müstakbel eşini önemli yerlere getirebiliyorsa, bu nepotizmdir. Böyle bir boyut var işin içerisinde ve bu anlamda kamu yarârınadır denebilir. Şimdi bu sabah toplantıda konuşurken –mâlûm, Medyascope’ta hep genç arkadaşlar var, benim dışımda çok fazla yaşlı insan yok– İSKİ skandalını anlattım onlara. İSKİ skandalını bilenler bilir. SHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen –çok saygın bir isimdi; hâlâ yaşıyor, ama belediye başkanlığı anlamında söylüyorum– onun, İSKİ’nin genel müdürü olan Ergun Göknel adında bir önemli bürokratı vardı ve bir gün Ergun Göknel’in eşi, kamuoyuna kocasını şikâyet etti. O zamanlar böyle şeyler yok tabii, videolar vs. filan yok. Ama dedi ki: “Eşim beni aldatıyor. Başkasıyla evlenecek. O yeni sevgilisini paraya boğuyor. Bu parayı da İSKİ’den çalıyor” –özetle söylüyorum– ve soruşturma sonucu bu çıktı. Ergun Göknel sonra hapis yattı ve sonra çıktı. Ama o olaydan sonra, merkez sol uzun bir süre belediyelerde nal topladı ve zâten Refah Partisi’nin gelmesi de, Tayyip Erdoğan’ın seçilmesi de o olayın ardındandır. İSKİ olayı çok büyük bir skandal olmuştu. Şimdi burada biliyoruz ki ihânete uğrayan bir kadının öfkesiyle çıkmış bir şey. Ama bu olay artık, “Eşim beni aldatıyor” olayı olmaktan çıktı. Eşi onu aldatıyorsa bu onların arasındaki bir meseleydi. Ama üstüne eklediği, “Eşim beni aldatıyor ve sevgilisine İSKİ!nin yani toplumun parasını aktarıyor” dediği zaman, o bizim hepimizin meselesi hâline geldi. Bunlar hakîkaten çok ince meseleler. Sâdece, “Eşim beni aldatıyor” deseydi de toplumda çok büyük bir ilgi uyandıracaktı, eyvallah; ama bütün bu yaşanan diğer şeyler zincirleme yaşanmayacaktı. Dolayısıyla bu ortaya çıkarılan şeylerin içerisinde sâdece özel yaşam değil; özel yaşama ek olarak da birtakım ek bilgiler varsa, kamuyu ilgilendiren bilgiler varsa işin rengi değişik oluyor. Meselâ zaman zaman birtakım AKP mensuplarının uyuşturucu kullanırken –hani biliyorsunuz, “pudra şekeri” denmişti– görüntüleri çıktı. Onlar gerçekten çok ilginç görüntülerdi ve bakıyorsunuz, o konumda, o yaşta birisinin bunları edinebilmesi vs. ancak bir –ne denir?– yolsuzlukla olabilecek bir şey. Yoksa herhangi birisi pekâlâ uyuşturucu kullanabilir. Kanunlar ne gerekiyorsa yapar. Yani bir kişinin kokain çekmesi tek başına çok önemli bir toplumsal bir vaka değildir. O kişiyi ve yasaları ilgilendiren bir şeydir; ama o kişinin o hayâtı sürebilmesi için birtakım devlet imkânlarından, toplum imkânlarından yararlanıyor olması olayı gerçekten kamu yarârı meselesine getiriyor.

Mustafa Kemal diyor ki: “Bundan AKP zarar görmez. Çünkü direkt AKP bağlantılı biri değil; ama öncekiler direkt parti bağlantılı insanlardı.” İşte şimdi bu da meselâ, Mustafa Bey’in söylediği de işin bir başka boyutu. İnsanlar bu tür olaylar söz konusu olduğu zaman, kime yarar, kime yaramaz, kime zarar verir, kime yarar getirir gibi bir perspektiften bakıyorlar ve burada ortak ilkeler geliştirmek mümkün olmuyor. Hatırlayın: Deniz Baykal olayı olduğunda, Erdoğan’ın söylediği, “Ne özeli? Genel” sözü vardı, kasetin çıkmasından sonra. Ama yıllar sonra da, Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştirmek için, “Kılıçdaroğlu kaset kumpasının ürünüdür” diye bir siyâsî söylem tutturuldu. Meselâ o anda belli ki işlerine geldi böyle bir şey, CHP’nin yaşadığı bu deprem. Ama bu depremin ardından CHP’nin başına Kemal Kılıçdaroğlu gelip, geç de olsa belli bir şeyleri toparlamaya başladığı zaman, pekâlâ bu bir kumpas olarak görülebiliyor. Yani insanlar bu tür olaylarda, ilkelerden ziyâde kendi çıkarları üzerinden bakıyor.

Atalay Mete: “Eşcinsellik seçilen bir şey değil.” Bunu neden söyledi, çok emin değilim; ama değil tabii ki. Seçilen bir şey değil; bir yönelim. Onu özellikle vurgulayalım.

Şimdi bir başka yorum – ki önemli: “Devlete, devletten aldıkları güce ve iktidârın sonsuza kadar devam edeceğine nasıl inanmışlarsa, bu tür kayıtların ortaya çıkmayacağına da inanmışlar.” Evet, bu doğru. Birçok kişi, özellikle AKP iktidârında, her şey serbest gibi hareket etmiş olabilir. Sakınımsız hareket etmiş olabilir. Kayıtların ortaya çıkmasından ziyâde, kayıt altına alındıklarını düşünmemiş olabilirler. Ama biliyoruz ki artık günümüzde bu işler alabildiğine kolaylaştı. Çok daha zor dönemlerde bile yapılabilen bir şeydi. Meselâ Türkiye’de bu konuyu en çok yapan Adnan Hocacılar’dı. Vaktizamânında, böyle cep telefonları filan yokken de kravat iğnesi şeklinde kameralar vs. ile insanların özel hayatlarını kaydedip şantaj yaparlardı. Her zaman bunun yolu bulunabiliyor; çünkü alabildiğine kolaylaştı bu iş. Ama bâzı insanlar güç sâhibi oldukları anda –değişik kademelerde olabilir bu güçler–, kendilerine bir şey olmayabileceğini sanıyorlar. Ama sonra bir bakıyorsunuz ki hiç ummadıkları yerden, “çalışmadıkları yerlerden” geliyor. Şunu iddia ediyorum ve emin bir şekilde iddia ediyorum: Bu daha başlangıç; seçime bir yıldan az bir zaman var. Bu tür olaylardan ülke kafasını kaldıramayacak diye düşünüyorum. Çünkü bunca süre içerisinde farklı farklı odaklar tarafından istif edilmiş, birbirinden farklı nice kaydın olduğunu ve şu anda iktidârı paylaşan farklı kesimlerin de birbirlerine karşı bu tür tedbirler aldıklarını ya da –nasıl söyleyeyim?– cephâne stokladıklarını tahmin ediyorum. Bir şey bildiğimden değil; ama daha önceki yaşanmışlıklardan. Meselâ hatırlayın: Fethullahçılar 17/25 Aralık’ta yağdırdılar. Her şeyi yağdırdılar. Bir yasal olarak dinlenenler, bir de yasadışı kaydedilenleri yağdırdılar. Halbuki AKP’yle araları iyiydi. Ama bütün bu süre içerisinde, ellerine geçen her fırsatı değerlendirmişler ve her türlü, o zamanki ortaklarının zaaf olarak gördükleri şeylerini kayıt altına almışlar ve onlar içinde de, “Türkiye’de bu işleri en iyi bunlar yapıyor, Fethullahçılar yapıyor. Onlarla da bizim aramız iyi. Nasıl olsa bana dokunmaz” diye düşünen olmuş belli ki ve sonra acayip sayıda şeyi piyasaya sürdüler ve hâlâ, bütün yedikleri darbelere rağmen, Fethullahçılar’ın ellerinde bu tür cephânelerin bulunması ihtimâlinin çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Hele bu süreçlere birtakım yabancı odaklar da, istihbârat servisleri falan da girecek olursa –ki en kolay girilebilecek alanlar bunlar–, o zaman tam bir yangın yerine dönüşebilir ülke — şu anda iki tâne nispeten zayıf olay üzerinden bunca kıyâmet kopuyorsa. Çünkü insanların çok büyük merâkı var. Hatırlayın: “Fuat Avni” diye, ne olduğu belli olmayan bir hesap, Türkiye’yi aylarca avucunda oynattı ve sonunda bir şey olmadı. Fuat Avni diye bir kişinin olmadığı, bir grubun olduğu söylendi, birileri yargılandı vs.. Ama bütün o süreç içerisinde, Fuat Avni aşağı Fuat Avni yukarı gidildi. İnsanlar böyle şeylere daha meraklı; böyle bir, “Esrârı ortaya çıkartıyor” iddiasına daha meraklı.

Salih Soyat diyor ki: “Aykut Erdoğdu görevinden alınırsa, CHP bu konudaki hassâsiyetini ve samîmîyetini gösterir.” Evet, bu başlı başına ilginç bir konu. Onun için bilmiyorum, açıkçası CHP’nin işi de çok zor. Aykut Erdoğdu da CHP’nin en parlak yüzlerinden birisi olarak çıkan birisiydi ve böyle bir olaya bir şekilde dâhil olmuş olmaktan, parçası olmaktan dolayı herhalde çok kötü durumdadır diye tahmin ediyorum. Baktım, en son yaptığı açıklamadan sonra sosyal medyada herhangi bir şey paylaşmamış. Evet, kritik bir konu.

Serkan Özdemir demiş ki: “Mine Kırıkkanat’ın Nokta TV’deki röportajını izlediniz mi? CHP yönetimi hakkında söyledikleri…” Mine Kırıkkanat, “Allah bir” dese inanmam. Bana da; “Ülkeyi ya sev ya terk et” demiş birisidir. Beni hapse atacağını filan söylemişti. Onun için onun ne dediğinin çok bir anlamı yok. En azından benim açımdan. Siz isterseniz izlemeye devam edin.

Naci Güneş Güven: “Bu videoların, seçmen davranışında ya da seçmenin iktidâra duyduğu ilgide bir azalmaya sebep olacağını düşünüyor musunuz? Yoksa herhangi bir şeyi değiştirmez mi?” Evet, bu çok önemli bir soru. Daha önceki olaylarda, meselâ 17/25 Aralık tapeleri vs.’de, şunlar bunlarda da gördük. Bir yerde öyle şeyler çıkıyor ki ortaya, “Artık bundan sonra çok şey değişir” diyorsunuz; ama pek de bir şey değişmiyor. Belki de bu olaylar insanların birtakım îtirazlarını, protestolarını vs.’yi başka yerlere aktarmalarına vesîle oluyordur. Bunu ciddî bir şekilde düşünmek lâzım. Buradan bir politizasyon çıkmıyor. Yani bunları izleyen insanlar “bilinçlenmiyor” — çok eski tâbirle söyleyelim; “eski” derken, sol hareket içerisinde, böyle gerçekleri görüp insanların bilinçlenmesi gibi bir perspektif vardır. Burada başka bir şey oluyor. Çünkü işin içerisinde çok ciddî bir şekilde dedikodu, başkalarının hayâtı hakkında bilgi sâhibi olmak, tabii cinsellik çok kullanıldığı için pornografi gibi birçok şey bir arada gittiği için; buralardan, bu tür yayınların sonucundan, bu tür yapılan şeylerin sonucundan topluma genel bir yarar çıkacağı konusunda çok emin değilim. Tabii ki bâzılarında ânında sonuç alınıyor. Demin verdiğim örnekteki gibi: CHP ve Deniz Baykal ya da İSKİ skandalı, ya da MHP’lilerin ânında görevlerini kaybetmeleri vs.. Ama bâzıları da hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edebiliyor. Bâzıları da unutuluyor. Şimdi düşünün, Google’a girin, neler varmış yakın zamanda diye. Bunların bir kısmını çoktan unutmuşuz bile.

“Muktedirler zâten kendilerini, koydukları ahlâkî baskılardan muaf tutmazlar mı? Bu neyi değiştirir insanların iktidâra yönelik bakış açısında?” Özellikle riyakârlık konusunda, yani topluma başka şey söyleyip sonra kendilerinin özel hayatlarında başka bir şey yapmaları konusunun net bir şekilde ortaya çıkmasında, tabii ki birileri buradan birtakım dersler çıkartır ve bunun bedelini de kendi çaplarında o kişiye ödetir. Ama izleyicimizin dediği gibi muktedirlerin iktidârının buralardan sarsılması çok mümkün değil. Fakat şöyle bir şey olur, onu özellikle vurgulamak istiyorum: Zâten iktidâr gidecektir, zâten iktidârı kontrol edemiyordur, işte o iktidâr kaybında bu tür birtakım yayınlar etkileyici olabilir. Bu nedenle söylüyorum ki, seçime kadar ortalık çok hareketli olabilir. Çünkü AKP’nin ve Erdoğan’ın artık kazanmasının mümkün olmadığını düşünen kişiler, onlara karşı ellerindeki birtakım malzemeleri, iktidârın değişik yerlerindeki insanlar hakkındaki malzemeleri pekâlâ servise sokabilirler ve o süreci hızlandırabilirler. Ama bunlar yayınlandı diye iktidar gitmez; iktidar gittiği için bunlar yayınlanır ve o da iktidârın gidişini belki de hızlandırır.

Mehmet Yurga demiş ki: “Seçime giderken, belki 5 ay belki zamânında, muhâlefet ne zaman aday çıkaracak?” Konumuz şimdi bu değil. Belki adayı son âna bırakmayı düşünüyor olabilirler; ama çok gecikeceğini sanmıyorum.

Mahir Demirci demiş ki: “Bu beyefendi,  –herhâlde kastedilen o videodaki kişi– Süleyman Soylu gibi ‘LGBTİ+ sapkınlıktır’ filan deseydi; bir ikiyüzlülüğün ifşâsı için yayınlanması normaldi. Diğer türlüsü bizi ilgilendirmez.” Evet, doğru. Ama ilk başta bu kişinin –onu tekrar söylüyorum– İhlas Holding CEO’su olarak sunulmasında bu duygu oldu. Yani, “İhlas Holding’in yayınları LGBTİ’yi bir sapkınlık olarak sunuyor; ama en üst düzey yöneticisinin yönelimi bu şekilde. Burada ikiyüzlülük var”. İlk verilen tepkiler öyle oldu. Ama sonra ona atfedilen pozisyonun, yani CEO’luk gibi en üst düzey bir yönetici olduğu doğru çıkmayınca işlerin rengi biraz karıştı. Ama dediğim gibi, bu arada atı alan Üsküdar’ı geçmiş oldu.

Mustafa Ünal demiş ki: “Balyoz dâvâlarında asılsız iftirâlar atıldı. Şimdi ise kendi çevrelerinin kanıtlı videoları, ses kayıtları çıkıyor. Elbette ki özel hayâtın gizliliği esastır. Ancak, etme bulma dünyası.” Evet. O etme bulma dünyası meselesi gerçekten önemli. Yani bugün rüzgâr bir yerden estiği zaman birilerinin özel hayâtı didiklenir; yarın rüzgârın yönü değişir ve sonra o kişilerin, yani didikleyenlerin özel hayatları didiklenir. Buradaki mesele, işte, bunun bir yöntem olarak kullanılmasının doğruluğu yanlışlığı konusunda toplumsal bir arayışın, tartışmanın ve mutâbakatın olup olmadığı meselesi. Şu hâliyle bakıldığı zaman, sırası gelen herkes, başkasının, ötekinin özel hayâtını didik didik etmeyi kendisine hak görüyor ve burada tekrar vurguluyorum: Özellikle ilk kaydeden ve servis edenlerin anonim olmasının çok ciddî bir mesele olduğunu vurgulamak istiyorum. Bunu tüketenlerle, bunu üretenlerin amacı aynı olmayabilir. Siz pekâlâ bunu, diyelim ki, “Hem bir taraftan ‘eşcinsellik sapıklıktır’ diyorsunuz, ama aynı zamanda kendiniz eşcinsel yönelime sâhipsiniz” şeklinde okuyup yayarsınız; ama bunu üreten kişinin derdi, o kişinin eşcinsellik hakkında ne düşündüğü filan değildir. O kişi ve o kişinin temsil ettiği çevrenin etkisizleştirilmesidir. İşte burada bu tür konularda çok ciddî yönlendirmelerin olacağı kanısındayım. “Üzümünü ye, bağını sorma” yaklaşımı çok baskın bu tür konularda. Ama bağı da sorgulamakta çok ciddî bir şekilde yarar var. Kimler bunları niçin servis ediyor? Bunların çoğalmasına katkıda bulunduğumuz zaman, biz birilerinin teşhir edilmesine katkıda bulunuyor olabiliriz; ama onu teşhir ettirmek isteyen insanların, onları tasfiye etmek isteyen insanların beklentisiyle benim beklentim aynı mı? Oralar, işte en kritik hususlar bunlar. Meselâ Fethullahçılar’ın umurunda mı, kim kiminle, nerede, hangi ilişki içerisinde olmuş? Zâten bu tür şeylerin hepsi onlar için bir malzemedir. Bunları yayınlıyorlar; ama diyelim ki biz bunu izlerken birtakım ahlâkî, siyâsî kaygılarla, beklentilerle bunları tüketiyoruz ve Fethullahçılar’ın da burada aslında dertleri, AKP’lileri tasfiye etmek, etkisizleştirmek — beceremediler, o ayrı.

Mehmet Ali Bozkurt: “Bu durum, CHP yönetimindeki tüm kadınları zan altında bırakmaktadır. Neden hiçbir CHP’li kadın bu duruma karşı çıkmıyor? CHP’deki bütün kadınlar iddia edilen yollarla mı yönetilmelidir?” Bu çok aşırı bir tepki bence. Yani öyle genellemenin çok doğru olduğu karşısında değilim.

Mehmet Yürüker: “TÜSİAD’ı arkasına almayan iktidar muktedir sayılır mı?” Olayın TÜSİAD’la bir alâkası yok. TÜSİAD’ı zâten Erdoğan bir tür kum torbasına çevirmiş durumda. Yani o olayla çok fazla ilgisi olduğunu sanmıyorum.

Bir izleyicimiz demiş ki, bu çok önemli: “Kamuyu ilgilendiren konulardaki kayıtların hiçbir sonuç vermemiş olup (yolsuzluk vs.); kamuyu ilgilendirmeyen konulardaki kayıtların (cinsel ilişki vs.) sonuç vermiş olması çok acı şeyler söylemiyor mu?” Evet, söylüyor. Zâten iş dönüp dolaşıp burada düğümleniyor. Cinsel yönelim üzerinden yapılan ifşâların, bu tür sızdırmaların vs. tamâmen artniyetli olduğunu düşünüyorum. Ne olursa olsun artniyetli. Zâten siz birisinin ilişkisini kaydettiğiniz anda, iyi bir insan olmanız mümkün değil — görevlendirilmiş olsanız dahi. Yani diyelim ki bir yerde çalışıyorsunuz, bir şirkette ya da birine bağlı olarak çalışıyorsunuz. Size bunu kaydetmeniz tâlîmâtını verdi ve kaydediyorsunuz. O da her insanın, ahlâklı insanın yapabileceği bir şey değil. Böyle bir görev, iş olamaz. Yolsuzluk meselesi bambaşka bir mesele. İşin içerisinde, meselâ rüşveti verirken gizlice kaydetmek, rüşvet görüşmesini kaydetmek, bunlar çok eski yöntemler. Bunlar aslında hiç de yanlış şeyler değil. Burada doğrudan, baştan îtibâren düşünülen bir şey var ve yapılan bir şey var. Ama burada kim söz konusu oluyor? Genellikle şöyle oluyor: Rüşveti vermesi söz konusu olan kişi, ilgili merciye gidiyor, diyor ki: “Şu şahıs benden şu işi yapmak için para istedi”. Onun üzerine, onunla anlaşılıyor. İşâretli paralar ya da dinleme cihazıyla gidiliyor, kaydediliyor. Baştan îtibâren bu biliniyor ve genellikle de yasal çerçeve içerisinde yapılıyor. Ama bir de şöyle bir şey var: Gözünün önünde yaşanan bir yığın yolsuzluk var, kayırmacılık var, şu var, bu var. Birileri bunlara hiç müdâhil olmuyor. Ama elinden geldiği kadar bunları istifliyor. Sonra diyor ki: “Nasıl olsa ben bunları bir gün değerlendiririm” ve o gün geldiği zaman da –ki Fethullahçılar’ın yaptığı bu–, geldiği zaman da bunları sanki çok büyük bir ahlâk mücâdelesi veriyormuş gibi servis ediyorlar. Şimdi burada işte çok ilginç bir durum var. Onların ifşâ ettiği olaylar, sâhici olaylar — işte, paraları alıp gidiyor, ayakkabı kutuları vs., şu bu, bunlar sâhici olaylar. Yani burada söz konusu olan kişilerin yasalar tarafından kesinlikle cezalandırılması gerekiyor ve bu görüntüler de sonuçta bir anlamda kamu yarârına oluyor. Ama bu, bizim o kayıtları yapanların niyetini sorgulamamıza engel olmamalı. Benim zamânında söylediğim bir lâf var. Fethullahçılar bunu dönüp dolaşıp tekrar tekrar sözüm ona benim aleyhime kullanıyorlar. Şöyle dedim, hâlâ diyorum: “Oradaki görüntülerin doğru olması, Fethullahçılar’ın iyi niyetli olduğu anlamına gelmez. Kötü insanlar da başka kötülükleri ortaya çıkarabilirler — kendi kötülüklerini sürdürebilmek için. Biz onların ortaya çıkardığı şeyleri kamu yarârına değerlendirebiliriz; ama bunlara bir pâye vermeyiz, veremeyiz. Onu verdiğimiz zaman, işte o zaman kendimizden çok ciddî bir şekilde kaybetmiş oluruz.”

Bu arada CHP’den bir açıklama geldi. Evet, CHP’den Aykut Erdoğdu açıklaması: “Kendisi ve partimiz açısından en doğru kararı vereceğine inanıyoruz”. CHP sözcüsü Faik Öztrak öyle söylüyor. Yani herhalde istifâsını istiyorlar. Atılma ya da ihraç, disipline verme değil de, “En doğru kararı vereceğine inanıyoruz” dediğine göre, istifâsını istiyorlar. Eğer istifâ ederse de herhalde böylece konu kapanmış olacak — buradan çıkarttığım bu.

Evet. Gerçekten yayın boyunca da kelimelerimi seçerken zorlandığımı herhalde fark ediyorsunuzdur. Gerçekten zor, çetrefil bir konu. Bir de insanların bu kadar meraklı olduğu, bu kadar –evet kelime bu:– “şehvetle tükettiği” şeyler hakkında soru işâretleri koyduğunuz zaman, sanki siz de o ifşâ edilen şeyleri onaylıyormuşsunuz vs. gibi bir izlenim çıkabiliyor. Ama şunu unutmamakta fayda var; bâzen araç amacı belirler. Siz ne kadar iyi niyetli olursanız olun, eğer yanlış birtakım metodlara başvuruyorsanız, bu sizin için kötü bir şeydir. İstediğiniz kadar deyin ki: “Ben böylece kamuoyunu aydınlatmak istiyorum” vs. şu bu… Ama birinden izinsiz, onun özel hayâtına dalmışsanız, bu sizi hiçbir zaman haklı çıkarmaz. Böyle zor bir konu. Evet, çok da uzatmayalım.

Bir izleyici diyor ki: “ ‘Eşini aldatan, bizi niye aldatmasın?’ diye düşünmez mi vatandaş? Böyle ifşâlar bu açıdan önemli değil mi?” Yok öyle bir şey değil. Özel hayat ayrı, kamu hayâtı ayrı. Yani eşini aldatan vs… bu konu çok tartışmalı bir konu. Yani insanlar eşleriyle geçinemezler, ayrılırlar. Başkalarıyla birlikte olurlar. Bunları kendi aralarında çözerler ya da çözemezler, o ayrı. Bunun kuralı, bilmem nesi filan yok. Ama siyâsetçinin toplumla kurduğu ilişkinin birtakım kuralları var. Yasalar var ve siz de vatandaş olarak siyâsetçiyi o kurallar içerisinde değerlendirirsiniz. Eğer size verdiği vaatleri yerine getirmiyorsa, sizi kandırmışsa; “Sen beni kandırdın, bir daha sana oy vermeyeceğim” dersin ya da başkalarına da, “Bu seçimden önce şunu demişti; ama şimdi bunu yapıyor” dersin, aleyhine çalışırsın vs. vs.. Ama, “Bu kişi eşini kandırdı, bizi de kandırır” falan… bunlar çok doğru akıl yürütmeler değil. Eşine çok sâdık olanların sizi kandırmayacağının garantisi mi var? Dolayısıyla bunlar iki ayrı husus, birbirleriyle karıştırılmaması lâzım.

Bir örnekle bitireceğim. Bu, yıllar önce gördüğüm bir haberdi, gerçek bir haber. ABD’nin Kaliforniya eyâletinde, yerel mecliste, yanılmıyorsam bir muhâfazakâr milletvekili hakkındaydı. Bu muhâfazakâr milletvekili de eyâlette en homofobik isimlerden birisiymiş. Tanıdığımız yok; ama haberi okuyunca görüyoruz: Çok meşhurmuş. En homofobik kişi o ve bir erkek eskortla yakalanıyor polis tarafından; herhalde fuhuş kapsamına girdiği için. Orada kendisine soruyorlar: “Ya, siz homofobiksiniz ve toplumda bu konularda en sert lâfları sizden işitiyorduk. Nasıl oluyor bu?” diye sorulduğunda, hiç unutmayacağım bir cevap vermişti: “O benim resmî görüşüm, bu da benim özel hayâtım” demişti. Şimdi bunu anlatarak ne demek istiyorum? İnanın ki bilmiyorum; ama böyle ilginç bir anekdotla bitireyim.

Son bir soru: “Bu ifşâcı tutum neden daha çok muhâfazakâr tarafta görünüyor?” Çok emin değilim. Şu günlerde onlar iktidarda olacağı için, oradan yürüyecek gibi gözüküyor. Çünkü bu tür şeyler iktidâra yönelik olur ve kaybeden iktidâra yönelik bu tür şeyler daha çok çıkacak. Bu arada Aykut Erdoğdu olayı gibi başka şeyler de karışabilir. Ama önümüzdeki dönemde, bu konuda bir yığın birbirinden farklı, yolsuzluk şu bu her türlü ve tabii ki bol miktarda cinsellik olan, uyuşturucu, uyuşturucu kullanımı olan görüntülerle, herhalde seçime böyle gireceğe benziyoruz. Evet, bugün saat 20:00’de Chicago Üniversitesi’nden Ufuk Akçiğit’le bir yayınımız olacak. “Türkiye ekonomisinin yarını nasıl kurtulabilir?” diye, dünya çapında ünlü bir ekonomist, genç bir isim. O yayını da izlemenizi şimdiden öneririm. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.