Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: Bu asgaride mutabık mıyız?

Türkiye, uzunca bir süredir çok yüksek enflasyonla boğuşuyor. TÜİK’in son derece tartışmalı verileri bile ağır hayat pahalalılığını, enflasyonun erittiği hayatı ortaya koyuyor. “Gerçek” veya “hissedilen” enflasyonun resmi sayılardan daha taşınmaz olduğunu hemen herkes yaşayarak öğreniyor. Yılın başında yapılan asgari ücret düzenlemesi ve maaş artışlarının yılın ilk çeyreğinde eridiği, ikinci çeyrek fiyat artışlarının refah düzeyini gerileten gelir kaybı demek olduğunu görmek için iktisatçı olmaya gerek yok. Dört işlem kayıpları hesaplamak için yeterli ama ekonomiyi biraz bilen ve vicdan sahibi (olan-olmayan) bütün uzmanlar da zaten bunun böyle olacağını söylemişti. Şimdi açıklanan asgari ücret (5 bin 500 TL), gelen/gelecek olan enflasyonu karşılamak şöyle dursun, gerçekleşmiş kayıpları karşılamaya da yetmeyecek düzeyde. Nereden biliyoruz? Asgari ücret konusunda Erdoğan ile mutabık kalmış Türk-İş’in hesapladığı açlık sınırının, belirlenen seviyenin bin lira üzerinde olmasından. Mutabık olunan, açlık sınırını karşılamaktan aciz bir seviye. Sene başında asgari ücret artışı enflasyona ne kadar dayanır diye soruluyordu, şimdi zaten daha baştan kaybın gerisinde bir rakam açıklandı. Özetle, insanların cebinden çalınan paralarla döndürülen ekonomi çarkları, hayatın asgarisini, hatta emeğiyle geçinenler için hayatın azamisini aşağı doğru yuvarlamaya devam ediyor. Özgürlükte olduğu gibi ekmekte de hayatın alt sınırı aşağı çekiliyor. “Bundan azı olmaz” denilen sınır, reel olarak daha aza doğru çekiliyorsa, tabana yayılan yoksullaşma eliyle “büyüme” en azından çarkların böyle dönmesi kararı kesinleşmiş, keskinleşmiş demektir. 

Asgari ücret, “en az”, “olabilecek en düşük” veya “minimum” ücret seviyesini ifade ediyor. Son zamanların popüler kavramıyla söylersek, ücretteki kırmızı çizgi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişen sosyal devlet dalgası sırasında pek çok ülkenin mevzuatına girmiş bu düzenleme, Türkiye’de de yarım yüzyılı biraz aşan bir zamandır uygulamada. Asgari ücreti belirleyici bir ölçü haline getiren, başta kamu olmak üzere pek çok alanda genel ücret seviyesine baz oluşturması ve çeşitli mali hesaplamalarda kullanılan bir katsayı haline gelmesi. Neticede en alt basamağı gösteren bir başlangıç noktası olması için düşünülmüş bu çıta. “Bundan aşağısı kabul edilebilir değil veya en azından bu kadarını yapın” denilen bir sınır olsun diye konmuş. (Buna da itiraz eden, “olmasın efendim” diyen var ama neyse) Ancak bir süredir Türkiye’de asgari ücret, ortalama ücret haline gelmiş durumda. Çalışan nüfusun yaklaşık yarısının (DİSKAR verilerine göre 10 milyon civarında) asgari ücret seviyesinde gelir elde etmesi, söz konusu seviyenin geçilemez alt sınırı işaret etmekten uzaklaştığını, bir ortalama haline geldiğini gösteriyor. Ayrıca, bazı emekli gruplarının ve hala önemli sayılarla ifade edilen kayıt dışı çalışanların bu seviyenin altında ücretlerle geçinmeye çalıştığı düşünülürse tablonun vahameti daha açık anlaşılabilir. Yani bugün asgari ücret seviyesi, sembolik bir alt sınırı değil, Türkiye’de dar gelirli çalışan kalabalıkların ortalama hayat seviyesini gösteriyor. “Onlar biraz sıkıntıda ama çarklar dönüyor, ülke büyüyor” denilen büyük kalabalıklar için açlık sınırının altında mutabakat oluşmuş. Giderek toplam büyümeden daha az pay alanların, refah seviyesinin azamisini de bu mutabakat çizgisi belirliyor.  

Mutabakat meselesinin, belirlenen ücretin seviyesi kadar kimler arasında ve nasıl biçimlendirildiğinin de tartışmaya muhtaç olduğu anlaşılıyor. Son asgari ücret açıklamasında bunu net gördük. Türkiye’de asgari ücret belirlemesinde devlet ile iş ve işveren sendikalarının temsil edildiği bir komisyon görevli. Uzun yıllardır, sendikaların da bir biçimde devrede olduğu bir pazarlık süreci yaşanıyormuş gibi yapmak, en azından şeklen böyleymiş gibi davranmak adettendi. İşçi ve işveren sendikaları, hatta farklı konfederasyonlar ücret önerileri ortaya atar, bunlar basına yansır, defalarca toplantılar yapılır ve sonra sanki pazarlıkta bir ortak noktaya varılmış gibi sonuç açıklanırdı. Süreç tam olarak öyle işlemese bile bu seremoniden bir fayda umulurdu. Şimdilerde her şeyde olduğu gibi asgari ücret belirlemesinde de Erdoğan tek söz sahibi, ayrıca tek söz sahibi olduğunun altı da kalın kalın çiziliyor. Prof. Aziz Çelik’in söylediği gibi komisyon üyelerinin bazıları rakamı televizyondan öğreniyor. En büyük konfederasyonun başkanı cumhurbaşkanına gidiyor, “Zam olur da demedi, olmaz da demedi” diye çıkıyor. Basın toplantısında Erdoğan yanlış yüzde veriyor, kimse “Öyle değil” diyemiyor. Ancak kulağına söyleniyor ve düzeltmeyi yine kendisi yapabiliyor. Hayatın her alanındaki seviye, ekmek ve özgürlük herkes için son derece doğal bir hak olmaktan çıkıp, özel bir lütuf malzemesi haline gelmiş durumda. Bir hakkın verilmesi ile otobüsün üzerinden atılan çay paketi arasında pek bir fark yok. Mutabık kalınması istenen sadece açıklanan rakam değil, Erdoğan’ın yanında oturanlara sorarken gayet açık biçimde gösterdiği gibi, bu irade biçimi. Mutabık kalmak için masaya oturtulmuşların mutabakatı. Ve onu gösterme mecburiyetleri.

Solcu aşağılamak, reel sosyalizm veya Küba örnekleriyle alay etmek için, “yoksullukta eşitlik” demagojisine sık başvurulur. Eşitlik talep etmenin, sınıfsal perspektifin fukaralığı bölüştürmek istediği, zenginleşmenin ancak bunları aşmakla mülkün olacağı idda edilir. Marksizm eski yüzyıllarda kalmış bir akıl yürütme biçimi olarak etiketlenirken, insanlığı tarihin sonuna taşıyan kapitalizmin sürekli tazeliğinden dem vurulur. Kronoloji açısından solcuları eski sayanların yaslandıkları kaba iddiaların hemen hepsi çok daha eski ve tükenmiş aslında. Geçelim bunu, başkalarıyla “yoksullukta eşitlik” suçlamasıyla alay etmeye kalkanların, tüm dünyada ve Türkiye’de tarihin en dramatik gelir adaletsizliklerine imza atarak eşitliği nereye yerleştirdiklerini birlikte izledik. İnsanlığa tarihin sonu diye sunulan aç gözlülüğün gezegeni nereye getirdiği de ortada. Büyük kalabalıkların yoksulluk, güvencesizlik ve örgütsüzlük cenderesine sokulup nasıl fukaralıkta eşitlendiklerini, sonra onlara işin de ücretin de lütuf olarak sunulduğunu gördük. Bugün yoksul emekçi kalabalıkların asıl problemi ve elbette mücadelesi, sadece daha fazla ücret almak değil. Birilerinin onlara daha fazlasına lütfetmesi hiç değil. Buna karar verecek iradenin gerçek öznesi olmak, hak ettiklerini alamamaları yanında hak etmediğini alanlara da hesap sorabilmek. En önemlisi de açıklanan rakamla ilgili bir onaydan ibaret olmayan mutabakatı, bütün tarafları ve süreciyle birlikte tartışmaya başlamak. Bu yüzden, “Erdoğan işçiye ne verdi?” sorusu üzerinden söylenecekler, en sert yetersizlik eleştirilerini içerse bile mutabakatı devam ettirmeye yarıyor. Sistem tartışmalarını soyut mesele olmaktan çıkartacak olan, “Bu asgaride mutabık değiliz” demek olabilir. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.