Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Elif Gökçe Aras yazdı: Şahsımın devleti

Zaman zaman AKP seçmeni ile ilgili bir serzeniş duyuyorum. 

“Hala inanıyorlar. Hala uyanmadılar. Ahh, bir uyansalar!!” 

Ancak uyanmazlar çünkü uykuda değiller. Belki de kendilerinin hemen herkesten uyanık olduklarını düşünüyorlar. Bir süre önce fark ettiğim üzere Erdoğan kitlesini kandırmıyor. Kitlesi bizatihi Erdoğan ile aynı pencereden bakıyor hayata. İşlerin onun yöntemleriyle kestirme yoldan halledilmesi gerektiğine inanıyorlar. Kuralları, kamusal düzeni ayak bağı olarak görüyorlar. Geçen hafta size onlardan bahsedeceğimi söylemiştim.

İşte Erdoğangiller:

AKP her ne kadar 2002 model bir parti olarak kurulmuş görünse de kökeni çok eskidir. 7 Ocak 1946’da kurulduktan dört yıl sonra 27 yıllık tek parti dönemini sona erdiren Demokrat Parti ile başladı bu macera. Liberal muhafazakârlık, ekonomik liberalizm, sağ popülizm gibi ideolojilerin temsili olan bu parti, doğduktan kısa bir süre sonra boğdurularak Türk siyasi tarihinin derinliklerine gömüldü. Ancak gömüldüğü toprakta halkın gözyaşlarıyla sulanan tohum çatladı ve 80 yıldır Türk siyasi tarihinin göbeğinde yeşerip koca bir çınara dönüştü. Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve şimdi Recep Tayyip Erdoğan hep aynı partinin üyeleridir. İnanmıyorsanız her devrin adamı birkaç siyasetçiye bakın. Sırasıyla bu partilerde sürdürmüşlerdir siyasi hayatlarını. Hani şu, her devirde testideki suyu biraz daha fazla kirletenler. Her devirde temel hedefi adaleti işlemez hale getirip bir şekilde onları her daim payidar kılacak olan tüccarların “işini görmek” olan bu partilerin vurgusu hep demokrasi ve adalettir. İlk hedefleri ise seçmeni manipüle ederek demokrasiyi felç etmek ve ardından hukuku satın alarak adaleti ortadan kaldırmaktır. Ortak noktaları cumhuriyet ilkelerini beğenmemeleridir. Bu ilkeler fakir halkın önünü açmakta ama Türkiye’nin önünü kapatmaktadır. 

AKP’nin ilk kuruluşunda karma bir yapı vardı. Erdoğan bunu özellikle istiyordu. O kapıdan benzer hayallerle giren herkes aynı lambanın etrafında birleşecek, lamba zamanla kirlense dahi bu herkesin günahı olacak, böylece parti kolay kolay dağılmayacaktı. Herkes kendi işine bakacaktı. Başardılar mı? Başardılar. Erdoğangiller tanımını taşıyan kitlenin dönemini son on yıl diye daraltmamın sebebi, partinin çoğulcu görünmesini sağlayan kişiler partinin nihai hedefinin çoğulcu bir yönetim olmadığını anlayıp ayrılmaya zorlandığında bir vakıa çıktı ortaya. Hatırlar mısınız, 2014 yılında Erdoğan isminde bir logo yapıldı. Logo adeta bir cenneti vaat ediyordu. Mevzu netti çünkü. Bu yeni logoyla AKP, niyetini açıkça ortaya koyuyordu. Diğer herkes lüzumsuzdu. Ülkenin Better Call Saul’u Erdoğan’dı ve AKP de sadece onun partisiydi. Devlet de yalnızca onun devletine dönüşecekti.

Aman yanlış anlaşılmasın sadece yöneticilerden bahsetmiyorum, halkı ve yönetimi bir bütündür Erdoğangiller’in. Aynı şey için yıllardır mücadele etmişlerdir. Türkiye’nin taşı toprağı altındır ve bu ülke iyi “değerlendirilememektedir”. 

Bu yüzden ayaklarına bağ olan, bu ülkeden pay almak isteyebilecek olan Ermeniler’i ve Kürtler’i başta olmak üzere tüm etnik grupları ya kovmuş, ya sindirmişlerdir. Taşı toprağı altın olan bu vatan bizim!! 

Fakiri, zengini, memuru, tüccarı, kobisi, holding patronu. Her kesimden ciddi bir kısım onları desteklemiştir. Onlar için üç tarafı denizlerle çevrili cennet vatanımız bitmek tükenmek bilmez bir kaynaktır. Devletin malı deniz, yemeyen domuzdur. Malumunuz domuz İslam dininde de murdar bir hayvandır, makbul değildir. Bu yüzden Erdoğangiller yani Reisçiler için en ideal düzen muhafazakârlıktır. Çünkü muhafazakâr sorgulamaz, karşı çıkmaz, isyan etmez, sadece muhafaza eder. Devletin uslu çocuğudur o. Üç günlük dünyada uzun vadeli düşünmez. Ne de olsa onlar sonsuz hayattaki cennet için yaşamaktadır. Bu dünya bir sürgün yeridir ve bu yüzden sürgün yerini yarını düşünmeden talan edebilirler. Bu yüzden “Benden sonrası tufan” diye düşünürler. Bu dünya yalnızca onlar için yaratılmıştır. Dağ, taş, hayvan, bitki hep onlar içindir. Hatta aynı dinden olmayan, hadi biraz haddi aşsınlar onlar gibi düşünmeyen insanlar bile onlar içindir. Var olan her şey onlar içindir ve sonuna kadar “değerlendirilmelidir”. 

Bu yüzden ahlaki değerleri yoktur. Etik lüzumsuzdur. Devlet kurumlarına adam alırken de yerleşirken de torpili sorun etmezler. Ancak onlardan olanlar anlayabilir onların yüksek ideallerini çünkü. Devlet arazisini “değerlendirmek” için alan vatandaş da veren bürokrat da razıdır durumdan. Bir adam savunmasız bir kadına tecavüz mü etmiş? Yani adam onu “değerlendirmiş” mi? Aferin ona o zaman. Onlar adamın arkasındadır çünkü tecavüzdür muteber olan. Hiçbir varlık özgürlükle var olamaz o ülkede. 

İtina ile tecavüz edilir.

Malumunuz taşı toprağı altın olan güzide ülkemizin topraklarının altında bulunan cevherler yıllardır yabancılar tarafından gizli maddelerle öz yurdunun evlatlarından saklanmaktadır. O cevherler saklandıkları yerlerden yabancılar tarafından çıkarılıp, yurdun öz evlatlarıyla birlikte “değerlendirilmelidir”. 

Bu ülkede taş, cevher, su, bitki, hayvan, insan olarak yaşıyorsanız sizi “değerlendirmek” isterler. Yaylada kendi halinde akan bir dere misiniz? Tebrikler, Reisçiler’in ilgisini çektiniz. Derhal üstünüze bir HES kurulup iliğinize kadar sömürülürsünüz. Kendiniz için ağlayacak bir damla suyunuz bile kalmaz. Ormanda akan bir akarsu musunuz? Derhal üzerinize bir köy kahvaltıcısı kurarlar. 

Çünkü bu ülkede bir su öylece kendi halinde akıp gidemez, mutlaka “değerlendirilmelidir”. 

Yüksek rakımlarda ancak eşeklerle çıkılan bir yayla mısınız? Yöneticiler hemen size bir yol döşer çünkü muhteşem doğa manzarasını turistler de görebilmelidir. Halkı da bir yandan oteller yapar gelen turistlerle yöreleri kalkınsın diye. Sonra bir bakmışsınız çiğnenmekten üzerinde ot bitmeyince çamur deryasına dönüşen Ayder Yaylası’nda çamurun üzeri plastik çim halılarla kaplanmış ve boşluğa salınan dev bir salıncak kondurulmuş, tutamakları suni sarmaşıklarla sarılmış. Öyle olur çünkü doğada. Hatta bir de etrafına ferforjeden dev bir kalp yaparlar. Muhteşem oldu!!

Belediyeler doğanın ortasına bir tesis yaptı mı Reisçiler zevkten dört köşe olurlar, sonunda başıboş duran bu alan “değerlendirilmiştir”. Devlet ara sıra teşvikler verir, fabrika kurun, ekonomiye katkı sağlayın diye. Derhal fabrikanın temelini atıp o teşvikleri “değerlendirirler”. Sonra yıllarca bir arazinin ortasında anlamsızca duran beton temele bakar ve anlamaya çalışırsınız neden o alanın “değerlendirilmediğini”. 

Bu ülkeye yurtdışından gelen bir mülteci misiniz? Halkıyla, yöneticisiyle hemen “değerlendirir” sizi. Sigortasız çalışır, karın tokluğuna hayatta kalırsınız. Hayatınız öyle değerlidir ki, bunun için gözü yaşlı Avrupa fonlarından sizler için milyonlarca euro alınıp sizin için barakalar, kamplar kurulur. Daha ne istiyorsunuz, ölmek mi? E gidin bedavaya ölün o zaman. 

Şahsım Devleti’nde kendi halinde bir su, kayaların arasında bir maden, köyünde sakince yaşayan bir insan olamazsınız. Mutlaka ekonomiye katkıda bulunmalısınız. Kırat daima koşmalı, yurdun dört bir yanını dolaşmalı, nerede “değerlendirilmesi” gereken bir yer varsa keşfetmelidir. Ancak yıllar içinde kırat yetersiz kaldı. Devir teknoloji devri. Artık öyle ufak tefek keşifler yetmiyor Reisçiler’e. Bu yüzden her eve elektrik ve yalnızca elektrikle çalışan bir ampul verildi ki her bir köşe iyice “değerlendirilsin”.

Reisçiler’in dedesi zamanında devlet arazisine bir gecekondu yapar. Devlet onu görmezden gelir. Seçim zamanı bir koz geçmiştir çünkü eline, o hanenin içinde yaşayan her bir kişinin oyuna taliptir. Ve onlar gibi olmak isteyen daha nicelerinin. Sonraki nesil gecekonduyu yıkıp derhal üç katlı bir apartman diker. Çünkü bilir, önceki dönemin yöneticileri dedesini affetmiş, “olmuş bi kere” deyip tapusunu, elektriğini, suyunu vermiştir. Allah’ın sevgili kuluysa o dönemin yöneticisi de onu affedecektir. Affeder de. Böyle böyle nesilden nesile çürüye çürüye, pardon gelişe gelişe büyür ülkemiz.

Dile kolay 70 küsür yıllık bir talan. Hani diyoruz ya 17-25 Aralık’ta neler gördü bu halk, yine de gıkı çıkmadı. Sedat Peker neler anlatıyor, başka ülkede olsa ortalık birbirine girerdi ama bu ülkede kimsenin çıtı çıkmıyor. Çünkü günah bir kişinin değil ki! Nesiller boyu süren ve normalleştirilen bir günahın vebalini kim ödemek ister? Neden Erdoğan’ı terk etmiyorlar hala? Çünkü iktidarda olan Erdoğan değil. Reisçiler. O kendilerinden biri. Ülkelerini tam olarak onların değerlendirmek istediği gibi değerlendiriyor.

Kaçak kat çıktığında affeden, birinin malına çöktüğünde payını alıp gözünü yuman, karısını öldürdüğünde sırtını sıvazlayan, gazeteciyi öldürdüğünde askere yollar gibi arkasına bayrak asan oydu. İşyeri kurduğunda geri ödeyebilir mi diye bakmadan kredi veren, engelli aracı gibi gösterip aldığı aracı denetlemeyen, Suriyeli çocuk gelin aldığında çocuğunu doğurtan oydu. Sadece bir partiye üye olup bedava taşındığı toplantılarda devletin parasıyla yemek yiyip bir de üzerine çocuğunu işe sokan oydu. Hastanenin randevu sistemi dolduğu halde bir telefonla hastanede onun için randevu alabilen, trafik borcunu sildirebilen, sistemi delip geçebilmesine yardımcı olan dostu oydu. En tepeden aşağı doğru azala azala dağıtılan bir iaşe vardı. Gözleriyle görüyordu, kimler nerelere geliyordu, belli mi olurdu belki bir gün o da oralara gelebilirdi. Şşşşt, şimdi zamanı değil. Hala bekliyor. Hala inanamıyor, nasıl çöktü bu sistem? Nasıl çöker? Herkes payını alıyordu. İktidarının tehdit altında olduğunu her gördüğünde “Allah imandan kurandan ayırmasın, Allah kötüye fırsat vermesin” diye bitirir Reisçiler sözünü. Buradaki kötü diğer partiler. Onlar din ve vatan düşmanı çünkü küçük büyük bütün günahların bedelini ödeteceklerini vaat ediyorlar. Hem de bu dünyada!!

Hani birçoğumuz diyoruz ya “Ah şu hükümet bir değişse”. Değişsin inşallah değişmeye de ben ekonomi kaç yıla düzelir diye düşünmekten çok bu halk yeniden nasıl daha ahlaklı görünür diye düşünüyorum kara kara. Evet, görünür. Çünkü o da bir aşamaydı. Yine ahlaklı değildi bir kısmı ama hiç değilse utana sıkıla bir bahaneyle yerdi o herzeyi. Şimdi herkes her şeye şahit oldu. Her şeye ama. Sadece hırsızlığa değil. Sosyal hizmetler yurtlarında kalan kız çocukları satıldı, kâr kaldı. Kızılay’da halka dağıtılması gereken etler satıldı, kâr kaldı. Çocuklara tecavüz edildi, kâr kaldı. Başlar kesildi, kâr kaldı. Ağır silahlarla pozlar verildi, kâr kaldı. Ölüm tehditleri yapıldı, kâr kaldı. Bir bakan kendi bakanlığını dolandırdı, kâr kaldı. Halen daha “Eriyorlar, gidiyorlar” derken bile “Vay orayı da sömüreyim, vay Boğaziçi’ne de çökeyim” derdindeler. Bu dünya hırsı onların haricinde hiçbirimizde yok. Bu yüzden bu kadar sınırsızca kemiriyorlar. Çok sevdiğim yönetmen Denis Villeneuve’nün bir kısa filmi vardır Next Floor. Youtube’da bulabilirsiniz. Açlar yedikçe ağırlaşır, ağırlaştıkça yerler, yedikçe bulundukları kat tartamaz olur ve aşağı düşmeye başlarlar. Yemeyi bırakırlar mı? Asla. Tam tersi, aşağı düştükçe servis daha da hızlanır ve onlar daha da hızlı yemeye çalışırlar.

Bakın tüm bu AKP benzeri partilerin yıkılma süreçlerinin başlaması ne haklarını gasp ettikleri insanlardan oldu, ne doğa talanından. Reisçiler’in cebinde parası olduktan sonra gazeteci hapse atılmış, birileri işkence görmüş, insanlar suikaste kurban gitmiş, yanlış hesaplarla yüzlerce şehit verilmiş, Ayasofya açılmış, kapanmış, vız gelir. Cebinde parası olmadığı an hassasiyetleri nükseder mi? Hayır. Parasını ona yeniden kim verebilecekse ona yönelir, o kadar. Ve o kişinin ona iaşesinden başka ne vaat ettiğini önemsemez. “He” der geçer. İaşesini sağlayacak kişi Ayasofya’yı ister açsııın, ister müze yapsın, o kendisini avutacak bir bahane bulur. Çoğunluk büyük çoğunluk mu? Hayır, yüzde 60’a 40 gibi bir şeye kadar düştü bence. Bu iğrenç hesaplara tanık olarak yetişen nesil Papalagi’yi okudu ve betonun yenilen bir şey olmadığını biliyor. Ancak 40 hiç de az değil. Eridi iyice yüzde 25 oldu demeyin. Refleksleri daha yavaş olanlar en az pay alıp en sabırlı olanlar. AKP’den gidenler “Lanet olsun bu düzene” diyerek gitmedi. Burada yenilecek bir şey kalmadı diye gitti.

Hiçbir şekilde hiçbir suça bulaşmamış olsak dahi bu kadar pisliğe şahit olduktan sonra biz nasıl yeniden sade ve temiz vatandaş olabileceğiz, onu düşünüyorum kara kara. Ben insanın insafına güvenmem. Vatanı temizleyen kanun ve o kanunları koruyan sistemdir. Yeni kurulacak hükümetten tek beklentim de çok katmanlı bir denetim mekanizmasıyla devletin her bir kademesini ve vatandaşını defalarca denetleyebilmeyi vaad etmesi. Kişilerin insafına kalmasın işlerin nasıl yürütüleceği. İnsanların vicdanına ve insafına kaldığımızda eşkıya dünyaya hükümdar oluyor çünkü.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.