Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sevilay Çelenk yazdı: Olay bitmiştir güzeller! Ve gemi batıyor

Alésia metro durağındayım. Paris’te. Fakültemizin mezunlarından bir öğrenci arkadaşımla buluşacağım. Her zamanki gibi olay yerine erkenden gitmişim. Metronun çıkışı Saint Pierre de Montrouge Kilisesi’nin hemen önüne denk düşüyor. Vakit varken kiliseyi de bir gezeyim diyorum. Müthiş bir serinlik de vaat ediyor içerisi. Kilisenin en ön kısmında, yan tarafta kalabalık bir grup görüyorum. Siyah takım elbiseli adamlar, koyu renk giysili şık kadınlar filan. Bir şeye bakıyorlar. Tam yanlarına vardığımda, kalabalık hızla bana dönüp ikiye ayrılıyor ve bir tabutu omuzlamış olan ekibe yol veriyor. Bir cenaze törenine denk geldiğimi anlıyorum ama iş işten geçmiş oluyor. Ortamdaki havanın hiç de ağır olmadığına bakılırsa sıralı bir ölüm söz konusu. Gerisin geri dönüp çıkışa yürümeye başlıyorum ben de. Manzara şu. En önde tıkır tıkır yürüyen ben, arkamda cenaze taşıyanlar ve tabutun arkasında da merhumun yakınları. Yana çekilmem, yol vermem filan da mümkün değil. Ya da zaten mahcubiyetten bunu bir türlü beceremiyorum. 

Tıkır tıkır topuk sesleri eşliğinde cenazemizi dışarı çıkarıyoruz. Orada da bekleyen küçük bir grup var şimdi. Bana doğru geliyorlar, neredeyse elimi sıkıp derin sempatilerini iletecekler. Fakat elbisemin renginden (nar çiçeği kırmızısı) ve sıvışma çabamdan bir terslik olduğu da anlaşılıyor. Orada duruyorlar. Kendimi güç bela yan tarafa atıp kalabalığı geride bırakıyorum. Rüya filan değil, bildiğin gerçek dünya. Yani şu kalabalığın kiliseden çıkışını biri fotoğraflayıp bu fotoğrafı da sosyal medyada paylaşsa ve de olay kişisi ben değil de muhalefetin önde gelen aktörlerinden biri, mesela İmamoğlu ya da Kaftancıoğlu filan olsa kimse onları Cem Küçük’ün veya Abdurrahman Dilipak’ın filan elinden kurtaramaz. Allah’tan ki arkasında bir cenaze konvoyunun yürüdüğü kişi benim… 

Abdurrahman Dilipak dedim de otuz yıldır çalıştığı Akit’e (gazete demeye dilim varmaz) “kader, rızık ve ecel” diye başlayan cümlelerle veda etmiş. Dilipak’ı şimdilerde neredeyse muhalefetten sayanlar var. İsmail Saymaz “28 Şubat’ta askerlere karşı sert kalem kavgası veren Abdurrahman Dilipak, bugün iktidara getirdiği eleştirilerden ötürü Akit’ten ayrılmak zorunda bırakıldı” demiş mesela. Ne diyeyim ben? Allah cezanı vermesin İsmail gibi senin. AKP’den bu saatten sonra ayrılmak diye bir şey yok. Gemiyi terk etmek var. Filmin adı: Ve gemi batıyor. Benim cenaze törenindeki halim gibi önden önden hızla sıvışan Nihal Bengisu Karaca ve Akif Beki’yi bile AKP’yi terk etmiş sayamayız, Dilipak’ı ya da Nagehan Alçı’yı mı sayacağız? Bu saatten sonra isteyen güverteden aşağı atlar, isteyen geminin kıç tarafına Titanik filmindeki gibi yapışır, yardım bekler. Olay bitmiştir güzeller! 

Arkaaşlar “güzeller” demişken şu hususu yazmadan geçemeyeceğim. Eğer birinden “Güzeller güzeli” filan diye söz etmiyorsanız başka hiçbir durumda “Güzeller” demiyoruz. Çiçeklerden, böceklerden, işlemeli masa örtülerinden filan “Çok güzelleeer” diye söz etmiyoruz. Yani bir yanlış kullanımdır almış başını gidiyor. Zaten çoğul eklerini yerli yerince kullanan yok maşallah da hangi birini anlatacağım. “Biberler acılar” ya da “yumurtalar sıcaklar” diyor musunuz? Diyorsunuzdur Allah bilir. Nur içinde yatsın Hakkı Devrim’i hatırladım… Tatlı tatlı kızardı bu işlere ama yazılarımı okusa, beni de kızılcık zopasıyla dövmek isterdi. Bu arada kızılcık zopasıylan adam dövüldüğünü de Kemalettin Tuğcu romanları dışında iddia edeni de bilmiyorum. 

Nereden çıktı bu “Dil yâresi”? Dilerseniz onu da anlatayım. Nihayet Ahmet Altan’ın Hayat Hanım romanını elime aldım. Altan’ın muhtemelen şimdiye kadar okuduğum en güzel romanı bu. Fakat daha ilk sayfalarda bu “-ler” “-lar”ın yanlış kullanımından başım döndü. Dakka bir gol bir. Necmiye Alpay hocamızı arayıp teyit edecektim ama bence romanın ilk cümlesi yanlış. “İnsanların hayatları bir gecede değişiyordu.” Dilbilgisel olarak yanlış değilse bile fonetik olarak yanlış. Kulağa hiç güzel fonelemiyor. Şöyle yazılsa ne kadar şahane bir ilk cümle olacak halbuysam: “İnsanların hayatı bir gecede değişiyordu.” Hatırlayın, “İnsanların hayatını mahvettiler” diyoruz, AKP’den için. Hayatın biricikliğini hissettiriyor böyle yazınca. Doğrusu da bu. “İnsanların hayatlarını mahvettiler” demiyoruz. 

Ayrıca biraz inisiyatif kullanmak lazım. Dil dediğin kurallara öyle yüzde yüz bırakılacak bir şey değil. Zaten kurallar da yanlış biliniyor. Gelelim şu “güzeller” meselesine. Kelebeği, çocuğu, çiçeği çoğul kullanıyorsun diye, “güzel” yerine “güzeller” demezsin. “Kelebekler çok güzel.” Nokta. O çoğul özne o cümleye yeter. Her şeyi ne çoğultuyorsun? “Personeller” filan deyip duruyorlardı. Bu kesmedi, şimdi yeni yanlışlar icat ediliyor. İşi gücü yazmak olan insanlar bile bu hataları yapıyor. Cık cık cık.

Kısacası, Ahmet Altan’ın Hayat Hanım’ındaki “insanların hayatları” o kadar vahim olmasa da yanlış bence. Arkaaşlar diye başlayıp dil yanlışlarından söz eden bir şuursuzluk filan demeyin. Hocanın dediğini yapın yaptığını yapmayın. “Özne çoğulsa, yüklem de çoğuldur” bir kural olabilir. Fakat eğer çoğul ekleri cümlenin ahengini bozuyorsa, ağırlaştırıyorsa ve fazlalık gibi hissediliyorsa kullanmayın gitsin.

Kısacası, öznenin çoğul olması yükleme de çoğu yerde sıfata da yeter de artar bile. “AKP’liler birbirlerinin gözlerini oymaya başladılar” nedir Allasen? “AKP’liler birbirlerinin gözünü oymaya başladı” dersin, olur biter. Bana inanmıyorsanız buyrun şuradan okuyun, olur mu güzeller? Özellikle “Ne mutlu Türküm diyene” kesiminin, hiç değilse, Türkçeye biraz estetik, denge ve ahenk bakımından da kafa yorması gerekir. Sayelerinde babaannemizin dilini tek kelime öğrenmemişiz. Kürdüne, Çerkezine, Lazına “Vatandaş Türkçe” konuş denmiş. Konuşmuşuz. O zaman bir zahmet onlar da Türkçeyi doğru konuşacak. Olur olmaz her yere kesme işareti de koymayın, görüntü kirliliği oluyor.

Bu dil meselesinde biraz debeleneceğiz bugün. Kaybettiğim mizah damarımı da bulurum belki. Geçenlerde “kendisi” on yıllık bir arkadaşıyla konuşurken, her nasılsa o güne kadar hiç gelmeyen laf, Duvar ve Medyascope yazarı Sevilay Çelenk’e gelmiş ve bu arkadaş yazılarını sevdiği Sevilay Çelenk’in “kendisinin” eşi olduğunu duyunca şaşkınlıktan öleyazmak bir yana hiç inanmamış. Kendisinin de “kendisi” olduğuna inanmamış. Çünkü soyadlarımız bile tutmuyor. Bir feminist olduğum, kendi soyadımı kullandığım filan da aralarda kaynıyorsa demek. Benim için esas şaşırtıcı olan da iki erkeğin on yıllık arkadaş olup birbirlerinin eşi çoluğu çocuğu hakkında hiçbir fikir sahibi olmaması. “İş arkadaşlığı, konu gelmemiş demek ki” diyor. On yıl, 10 yıl konu bana gelmemiş! Gelmesin bakalım… Hayat Hanım her şeyi not eder… Neyse işte bu arkadaş bu hakikate ikna olduktan sonra “artık HDP üzerine mi yazacak hep, mizah yazıyordu ne güzel” filan da demiş ki geçen haftaki kallavi HDP yazısından sonra ben de biraz ciddiyete ara vereyim dedim. Hatta cenazenin ön sırasından dosdoğru kraliçenin sarayına dalıverecektim ama yolumu son anda çevirdim. Ertelediğim dil meselesine bir değineyim dedim. Zaten sarayda da pek bir olay yok şu sıra.

Şimdi Hayat Hanım’dan bir iki örnek daha vereyim. “Kiracılar yemeklerini mutfakta pişiriyorlardı. Malzemelerinin üstlerine adlarını yazıp buzdolabına koyuyorlardı.” Olacak iş mi bu? Ahmet Altan böyle yazıyorsa olacak iş değil. Editör çoğul eklerini böyle düzeltiyor ya da hiç düzeltmiyorsa o da tam zopalık. Bilemiycem. Yeni baskılarda bu konunun dikkate alınmasını talep ediyorum naçizane. “Kiracılar yemeklerini mutfakta pişiriyordu. Malzemelerinin üzerine isim yazıp buzdolabına koyuyorlardı.” En az üç yerden “-ler” “-lar”ı attık, şahane bir cümle olmamakla birlikte eli yüzü biraz düzelmiş oldu. Hayat Hanım gerçekten de çok güzel bir roman ama. Bitirince onu da yazacağım. 

Başkalarında da rahatsızlık yarattığını bildiğim bir-iki dil yanlışından daha söz edeyim. Geçtiğimiz ay Ankara’da bir ayakkabı mağazasından basit bir terlik aldım. Bütün alışveriş on beş dakika filan ancak sürdü. Ertesi gün bir telefon, “Sizlere mağazamızdan yaptığınız alışverişle ilgili memnuniyetinizi anlamak için erişim sağlıyoruz” diyor. Teşekkür ederim, sorun yok diyorum ama bir “Sizlerdir,” bir “erişim sağlamaktır” bir “memnuniyettir” gidiyor. “Hanfendi” dedim, “Burada ‘bizler’ yok, alışverişimi kendim yaptım, terliğimi kendim aldım. Çoğul bir durumum yok. Lütfen şu ‘sizlere’ bir son verebilir miyiz? Ayrıca bir terlik alıp çıkan müşteriye memnuniyet anketi uygulamak da nedir? Sizi anlıyorum, işinizi yapıyorsunuz. Fakat bence basitçe ‘Sizi şu nedenle aradım’ demelisiniz” filan dedim. “Anlıyorum. Sizlere teşekkür ederiz” dedi. “Biz’ler HDP, Biz’ler Meclise” diyecek oldum. Hiç zaman tanımadı. Telefonu kapattı. Diyeceğim o ki arkadaşlar “erişim sağlamak” diye bir şey de yok. Yok gerçekten ya. Don’t provide access to me. Please yani… Banka şubesi değilim ben, masasında bir başına çalışan biriyim. Kocamın on yıllık arkadaşı adımı duymamış. Ne “sizleri,” “ne erişim sağlaması” ayol? 

Lütfen yazının dağınıklığını mazur görün. Bu sahalara açılmasam Süleyman Soylu’ya sardıracaktım. Yüzde yetmişimi içimde zor zapt ediyorum. Yüzde otuzla da bu kadar oluyor. Öğretmenleri hedef gösteriyor. LGBTİ+ları hedef gösteriyor. Bırakın estetiği fonetiği ve dilbilgisini düpedüz pis bir dil kullanıyor. Fakat kötü dil sahibine aittir… Yöneldiği kişi ya da gruplarla ilgili hiçbir şey söylemiyor bu kötü dil, ancak ve ancak sahibinin tıynetini ve tabiatını açık ediyor. Evlerden uzak bir tıynet ve tabiat… Bir arkadaşımız sosyal medyada yazmış, buraya da kopyalamak istiyorum. “Süleyman Soylu ‘Biz sizin gibi LGBT çocuğu değiliz, biz Ayetel Kürsilerin çocuğuyuz’ demiş. Benim çocuğum da bir LGBTİ+ çocuğudur, kimseye zararı dokunmayan vicdanlı ve iyi bir insandır, çok şükür bir Süleyman Soylu değildir. Ne mutlu bana!” Gerçekten de ne mutlu ona, ne mutlu evladına…

İşte böyle Hayat Hanım, zaten zordun. Tıynet tabiat yoksunlarının devlet olduğu yerde iyice zor oldun… Biz bize tekilliğimize, dilimize ve birbirimize sahip çıkacağız. Zaten nerede çokluk orada…

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.