Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sevilay Çelenk yazdı: Yüzyıllık deneyim – Paraşütten gelinlik, semaverden tencere

Çiğdem Mater’in Bianet’teki yazısı günlerdir aklımda. Herkes okuduğu şeyde mutlaka aynı şeyi okumuyor. Hepimiz başka bir şeye odaklanıyoruz. Ben yazıdaki bir süreklilik durumuna takıldım. Neşede, içtenlikte, yaratıcılıkta ve dayanışmada süreklilik. Aslında yemeklerin berbat olması da en az elli yıllık bir süreklilik gösteriyor. Yine de cezaevlerinde yemek pişirme konusunda bu denli yaratıcı fikirlerin kuşaktan kuşağa çeşitlenip zenginleşerek aktarılması, sadece karın doyurmakla, iyi bir şeyler yemekle ilgili değil. Korkunç bir riya ve hukuksuzluk düzeni tarafından kapatılmış olsan da kapatılmak bir yere kadar demekle ilgili. İnsan evladı direnmenin bir yolunu buluyor. Kadınlar çok yaratıcı yollarla buluyor bunu. Çiğdem çok içten ve çok güzel yazmış. Renkli bir insan zaten. Sinemacı sonuçta. Yazıda görsel bir boyut beliriyor okurken. Onun, Mücella Yapıcı’nın ve diğer kadınların neşesi saçılıyor etrafa. Ağızlarının tadını bozdurmama inadında çok etkileyici bir şey var. İnsanın içi umutla doluyor. Evet, mesele basitçe karın doyurmakla ilişkili bir şey değil. Bir kokuyu, bir tadı, dışarıdaki hayatı hafızanda canlı tutmakla ilişkili bir şey. Her şeyini birden çalamayacaklarını filan kanıtlamak da istiyorsun sanırım.

Sevgi Soysal’ın Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu kitabında Siyasallı incecik bir kızın, Ülker’in, Mahirlere pasta götürdüğü için işkenceden geçirilmesi olayını mesela. “Ülker de, haklarında itlaf hükmü çıkmış avlara pasta getirerek, avcıları, işkencecileri takmamış olmuyor mu? Pasta götürmek de pasta yemek de yılgınlığa fazlasıyla ters düşüyor. ‘Sizi takmıyorum’un daha açıkçası olur mu?” (s.107).

Peki ya Mücella’nın kettle’da içli köfte yapmasının, süt kutularından tava yaratmasının ve de semaverden tencereyi bu derece geliştirmesinin? Çok daha evvelinden cezaevinde Kürt Siyasetinin Mor Rengi’ni yazmanın? Kadınların kulağına küpe olamıyorsunuz işte. Sizi hiçbir şekilde takmıyorlar!

Kadınlar böyle. Yıllardır o koğuşlardan dışarıya umut yanında neler ilettiler. Kitaplar, yazılar, mesajlar… Yeri gelmişken, Çiğdem’in yazısı vesilesiyle Figen, Gültan, Sebahat, Aysel ve Leyla’ya selam olsun. Mücella ve Mine’ye ve şu anda adlarını hatırlayamadığım ya da bilmediğim bütün kız kardeşlerime bin kez selam…

Kaç zamandır oturup birer kart yazayım istiyorum hepsine. Sonra bir türlü doğru bir kart seçemiyorum. Güzel bir manzara, güzel bir ev, güzel bir pencere içi, hepsi ayrı ayrı batıyor. Nasıl göndereyim bilmiyorum? Bir zaman önce göndermiştim. O dönem Çiğdemler dışarıdaydı. Aysel Tuğluk’a ve HDP’li diğer siyasetçilere göndermiştim. Saçma sapan kartlar seçtim diye düşünmüştüm, içim içimi yemişti. Aysel Tuğluk’un durumu böyle kötü değildi o günlerde… Oysa dün yine acil servise kaldırıldı… Yıllar birbiri ardınca geçti. Ömürlerini çalıyorlar güzelim kadınların. Çiğdem’e de aylardır seçemediğimden bir kart gönderemedim. Mektuplara başlayıp başlayıp yarım bıraktım. Şimdi, hiç değilse buradan “Bu günler geçecek diyeyim” istedim. “Her şey bittikten sonra” daha evvelce dediğim gibi “Bir duruşun haysiyeti kalacak” ki ne güzel duruyorsunuz…

Demirtaş’ın yazısından bu yana evdeki kettle’a ayrı bir sempatim vardı zaten, Çiğdem’in yazısından sonra şimdi evdeki kettle’a dantel örüp giydiresim, baş köşeye oturtasım var. Buzdolabı poşetlerini tek tek çıkarıp okşayasım…

Sevgi Soysal Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nu yazalı 45 yıl olmuş. Bu kadar mı hiçbir şey değişmez bir ülkede? Erdoğan Türkiyesi’nde, erken cumhuriyetin çoğumuzun inkar etmediği ve eleştirip durduğu günahları dillere pelesenk edildi. Ama bu yüzyılda bunca imkan, bunca taban desteği ile hiçbir şeyi değiştiremedikleri gerçeğini de ülkenin tarihine kör bıçakla kanata kanata yazdılar. Hiçbir noktada bir milim ileri götüremediler ülkeyi. Hepsinde eskiden de beter bir yere dönüldü. Buna başörtüsü mücadelesi de bir şekilde dahildir desem abartı olmaz. Başörtüleri zorla çıkartılırken, başını yere eğmeyen birçok kadının başını AKP yere eğdi. Başörtüsü mücadelesi o kadınların kendilerinin verdiği onurlu bir mücadeleydi. Bu kadınların zaferini çalmaya kalktılar. AKP, başörtüsünü bayrak yaptı, her türlü istismar etti. Bütün günahlarını başörtüsüyle kapatmak istedi. Yılların mücadelesinin üzerine bir anlamda çöktü ve siyaseten içini boşalttı.

Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’ndaki Sevgi Soysal’dan bugüne, cezaevlerindeki kadınlara, 45 yıllık bir hat çiziliyorsa, bu hattın 20 yılında AKP iktidardaydı. İkna odalarını dilinden hiç düşürmedi. Oysa ondan evvel de bu odaları konuşuyorduk zaten. Peki ya işkence odaları? Sevgi Soysal’ın da çok öncesinden bugüne… Yerli yerinde duruyor. Bu niye konuşulmuyor? Aysel Tuğluk’a reva görülen işkence işte orada…

Çiğdem’in yazısı üzerine daldığım düşünceler, karıştırdığım kitaplar… Bu ülkenin kadınları… Birçoğumuz kafa üstü dalıp durduğumuz memleket gündeminden başımızı çıkardığımızda, biraz nefes almak için olmadık işler, olmadık ilgiler icat ederiz zaten. Marangozluk yapan, bahçecilikle uğraşan, patchwork yapan, fotoğraf çeken NFT’ye sardıran var. Şahane işler hepsi. Bu tür meziyetlerim pek yok. Paraşütçülük ya da dalgıçlık gibi işler zaten hiç bana göre değil. Gerçi dalgıçlık demişken daldırdığım konulara iyi daldırırım. O dalgıçlıklardan çıkardığım iyi ganimetlerim de var. Vivian Maier yazısı gibi. Sonracığıma Buckingham ve kraliçe yazıları gibi…

Buckingham dedim de dün gece kraliçe öldü biliyorsunuz. Bu yazının da gidişatını biraz etkiledi bu ölüm. Arkadaşlarımın isteği üzerine Gazete Duvar’daki kraliçe tefrikasına şimdilik bir sezon sonu yazmam gerekti. Telefonlar durmak bilmedi yeminle. Mesela Nesrin Nas bile kraliçenin ölümünden çok benim olayı duyunca üzüleceğime üzülmüş. Mehmet Altan’la yaptığı programın başında bunu söylüyor. Ayşe Çavdar da Berlin’den katılmış programa, “Toplaşıp Sevilay’a başsağlığına gidelim” diyorlar. Olaya bakar mısınız şu linkten. Onlar böyle konuşurken Mehmet Altan da yüzlerine bakıyor, “Kim bu acaba” diye. Bence programdan sonra “Bu Sevilay kim, kraliçenin nesi oluyor” diye Nesrin Hanım’ı epeyce arayıp soran da olmuştur. Hay Allah ya, bu saray ve kraliçe zaafının üzerime yapışacağı belliydi. Neyse konuma döneyim ben.

Kafamı boşaltmak için daldırdığım alanlardan biri de dünyanın farklı köşelerindeki kapalı Facebook grupları. Bir hikayesi olan gruplara çok özel bir ilgim var. Gruba üyelik talebinde bulunurken gerekçemi de açık yazıyorum. Hikayelerinin çok ilgimi çektiğini ve takip etmek istediğimi söylüyorum onlara. Üyeliğimi kabul ederlerse bir köşede sessizce bu hikayeleri okuyorum, dinliyorum. Konuyu dağıttığımı düşünmeyin, buradan kadınların yaratıcılığı meselesine çok dokunaklı bir hikayeyle bağlayacağım. Merak etmeyin. Başlıkta “Paraşütten gelinlik” diye boşuna demedim.

Dünyanın dört bir yanındaki kadınları birbirine bağlayan yüzyıllık deneyimler var. Savaşlar, işkence, göçler ve cezaevi bu deneyimlerin ortak alanları maalesef. Takip ettiğim WhatsApp gruplarından biri Estonyalılar’ın kurduğu bir grup. Çok sayıda grup üyesi, dünyanın dört bir yanından yazıyor, fotoğraf paylaşıyor. Köklerini arayan, Eston mirasına ve hafızasına sahip çıkmak isteyen Estonyalılar kurmuş. Birkaç gün evvel tam ben Çiğdem’in mektubunu okuduktan sonra oradan bir düzine fotoğraf eşliğinde bir paylaşım yapıldı. İnsanın tüylerini diken diken eden güzel bir tesadüf mü desem, acı bir anı mı desem, ne diyeceğimi bilmediğim bir şey.

Fotoğrafları paylaşan kişi, bu fotoğrafların 1923 doğumlu annesine ait olduğunu söylüyor. Annenin 7-8 yaşlarından itibaren çekilmiş fotoğrafları ve birkaç da düğün fotoğrafı var. Dedesinin, ninesinin, teyzesinin ve dayısının adını veriyor. Dayısının, yani annenin tek erkek kardeşinin Estonya’da Rus işgali sırasında öldürüldüğünü yazıyor. Teyze, ailesiyle birlikte İsveç’e kaçıyor. Anne de çok daha sonra Almanya’ya geçiyor. Alt Garge’da, yerinden edilmişlerin kaldığı bir kampa yerleştiriliyor (Displaced Person Camps) ve orada babasıyla tanışıyor. Bu kampların ilk yerleşenleri toplama kamplarından sağ kurtarılanlar. Baba da orada görev yapıyor. Annesinin kendilerine Estonya’daki hayatından çok az söz etmiş olduğunu, belli başlı olaylar hariç detaylara ilişkin neredeyse hiçbir şey bilmediklerini yazıyor. Annenin Estonya’da doğduğu ve yaşadığı şehrin adını veriyor vs. Annesini ve ailesini tanıyanlar var mı bilmek istiyor.

Geniş bir ağa sahip bu grupta sık sık olduğu gibi çok kısa süre sonra şu cevap paylaşılıyor. “Mektubunuzu ve paylaştığınız fotoğrafları görünce gözlerime inanamadım” diyor başka bir kadın. “Alt Garge kampında bu fotoğraf çekildiğinde ben de oradaydım. 8 yaşında bir çocuktum. O günü çok iyi hatırlıyorum. Çünkü daha evvel hiç gelin görmemiştim ve annen çok güzel bir gelindi. Çünkü annenin gelinliğini benim annem paraşüt kumaşından dikti. O gün kampta herkes eğleniyordu ve en azından onlar için çok mutluydu” diyor. İlk mektubun sahibinin cevabı da yine çok dokunaklı. O da annesinin gelinliğinin kamptaki bir kadın tarafından paraşüt kumaşından dikildiğini heyecanla doğruluyor. Anne ve teyzesinin otuz yıl evvel, 1990’ların başında birbirini yeniden bulduğunu da ekliyor. Belki yeni bir şey duymuyor ama dünyanın bir yerinde “yerinden edilmiş ailesini” tanıyan, deneyimlerine tanıklık eden birilerinin olduğunu öğreniyor. Daha da önemlisi paraşüt kumaşından gelinliği diken kadının kızını buluyor.

Demem o ki kadınlar kadınları her yerde buluyor Çiğdem… Zaten sen anlattın. Cezaevlerinde, süt kutusundan tava yapıp içinde soğan kavuruyor, semaverden tencerede içli köfte pişiriyorlar birlikte. Birbirlerine paraşütten gelinlik dikiyorlar. Keşke gelinin fotoğrafını paylaşabilseydim. Çok güzel bir gelin gerçekten… Acının ve deneyimin evrensel dili kadınları birbirine yaklaştırıyor. Dünya küçülüyor… Çıktığında yine bu güzel, bu küçük dünyanın sinemasını yapacaksın… Yakında.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.