Merkez sağdaki boşluğu yine AKP ve Erdoğan mı dolduracak?

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cuma günü Ankara’da yapacağı vizyon toplantısına davet edilen gazeteciler arasında yer alan Ruşen Çakır, gazeteci Murat Yetkin’in yazısında ifade ettiği “merkez sağ görünümü” tartışmasını değerlendirdi.

Çakır, Erdoğan’ın mevcut imajının değişip değişemeyeceğini ve merkez partisi özelliklerine yeniden sahip çıkma ihtimalini yorumladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Bugün aslında şu cuma günü yapılacak olan “Türkiye Yüzyılı vizyonu” toplantısı hakkında bir şeyler söylemek istiyordum. Erdoğan’ın katılacağı, AKP’nin düzenlediği, kendi havuzlarında yüzmeyen gazetecileri de çağırdıkları bir toplantı oluyor. Uzun zamandır böyle bir şey yapmıyorlardı. Bunun üzerine dünden beri bayağı bir spekülasyon, tartışma vs. var. Benim adım geçmedi sosyal medyada, ama ben de dâvet edilenlerden birisiyim ve bir gazeteci olarak izlemeyi düşünüyorum. İzlemeyi düşünmeyenler, bunu yanlış gören, düşünenler vs. var. Olabilir. Bu apayrı bir tartışma konusu. Aslında tartışacak çok fazla bir şey yok ya. Neyse.

Meslektaşım, arkadaşım Murat Yetkin’in bu konudaki yazısına baktığımda, Murat çok güzel noktalara temas etmiş. Ama oradaki bir cümle beni bu yayına teşvik etti. Murat diyor ki: “Buradan bir merkez sağ görünümü mü çıkacak? Böyle bir şey mi var acaba?” Evet, aynen. Devam ediyor: “Günlerdir Erdoğan’ın 2023 seçimleri propaganda hazırlıklarını teslim ettiği Ertan Aydın’la, merkez sağ görünümünde basına daha ılımlı yaklaşılacağı konuşuluyordu. Buymuş demek ki.” Evet, bu ilginç bir husus. Ertan Aydın uzun bir süredir AKP’de görev yapan bir isim, sosyal bilimci. Onunla berâber hareket eden, birlikte çalıştıkları birçok arkadaşı ayrıldı. Onların büyük bir kısmı Davutoğlu’yla, bir kısmı Ali Babacan’la berâber hareket etti. Ertan Aydın kaldı ve partisi içerisinde, AKP’yi Erdoğan’a rağmen merkez sağ bir partiymiş gibi göstermeye çalışan birileri var belli ki. Murat’ın da söylediği gibi bu tür hamlelerle, yani bağımsız gazetecileri de çağırarak, sanki AKP açılıyor, Erdoğan açılıyor, yeni bir şey olacak gibi bir intibâ yaratılmak isteniyor. İmajda bir rötuş — rötuş diyorum, çünkü bu imajın artık değişmesi mümkün değil. Erdoğan’ın gittiği yoldan geri dönmesinin mümkün olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Ama birileri bir şekilde, özellikle partide varlık gösteren –yani Beştepe’de Külliye’dekiler değil de parti içerisinde– birileri, “Ya, en azından birazcık ‘mış gibi’ yapalım” gibi kaygılarla, birtakım küçük makyaj hamleleri yapmak istiyorlar ve Erdoğan da anladığım kadarıyla, “Yapın bakalım, ne işe yarayacaksa?” diyor. İşe yarasa da yaramasa da zâten bu hamlelerin hepsi Erdoğan’ın bir tek cümlesiyle berhevâ olabiliyor — meselâ geçenlerde Mehmet Ali Çelebi’nin transferinde söylediği, PKK’nın 5-10-15 çocuk yapması lâfında olduğu gibi. Hemen büyük bir panikle Anadolu Ajansı’nda o bölümler silindi, yokmuş gibi yapılmaya çalışıldı. Ama Erdoğan, uçakta kendisine sorulduğunda, “Ne var yani? Ben bunu ilk defâ söylemiyorum ki. İşte bölücüler bunu istismar ediyor” gibi bir şeye girdi. O bildiği yerden şaşmıyor. 

Şimdi olay ne? Bir vizyon belgesi hazırlandı, hazırlanıyor. Cuma günü bu duyurulacak ve büyük bir iddiayla bu vizyon belgesi “Türkiye Yüzyılı vizyonu” olacak ve oradan Erdoğan’la, “Güçlü liderle Türkiye Yüzyılı” olacakmış. Bunu “2023 Vizyonu ve 2073 Vizyonu” olarak adlandırıyor Erdoğan ve burada sanki herkesi kucaklayacak, o kutuplaştırıcı politikasından vazgeçecek gibi bir hava verilmeye çalışılıyor. Ama bunun olmayacağı her hâlinden belli. Meselâ dün kabine toplandıktan sonra bu konuda yaptığı açıklamalara baktığımda, şöyle bir cümle: “Dünya, geçtiğimiz asrın ortalarına doğru faşizmin sultasından, 30 yıl önce de komünizmin hezeyanlarından kurtulmuştu. İnşallah bu dönemde de dünyamız parıltılı kavramların ambalajı içinde önümüze getirilen ve insan fıtratını bozarak onu yeniden felâketin eşiğine sürükleyen sapkın dayatmalardan kurtulacaktır.” Burada kastettiği, son dönemde yoğun bir şekilde dile getirdiği bu LGBTİ+ bireylere yönelik –bu konuda anayasa değişikliği de yapma iddiasında, içine başörtüsünü de katarak– böyle bir şeyi söyleyen bir liderin, siyâsetçinin, tüm toplumu, tüm ülkeyi kapsaması diye bir şey asla söz konusu olamaz. Zâten Kürtler söz konusu olduğu zaman çok sayıda çocuktan bahsediliyor ve demografik yapının olumsuz etkilendiği düşünülüyor. Buna karşı bir zamanlar Millî Güvenlik Kurulu, biliyorsunuz, Kürtler’deki çok çocuk sâhibi olma olgusuyla baş etmek için –çünkü bunu bir sorun olarak görüyorlardı– orada, Güneydoğu’da özellikle âile planlamasını bir şekilde teşvik ve dayatma gibi bir yol denediler. Pek başarılı olamadılar. Belli ki Erdoğan bunun yerine Kürt olmayanların da çok çocuk yaparak bu dengeyi kurması gibi bir başka politika söylüyor. Bunun ayrımcı bir yaklaşım olduğu gün gibi ortada ve burada da gördüğümüz “sapkın dayatmalar” sözüyle –ki kimin neyi dayattığı tartışılır– burada da toplumun bir kesimini yine karşısına aldığını görüyoruz. Yani burada Erdoğan’ın bir açılıma, herhangi bir şekilde kutuplaşmadan vazgeçmeye, tüm toplumu kucaklama ve merkez partisi olma, merkez partisi özelliklerine sâhip çıkma ya da yeniden sâhip çıkmaya yöneldiği gibi akıl yürütmeler var. Bunların olma ihtimâli bana göre yok. Erdoğan geri dönülmez bir yere geçti, artık döneceği yok. Ama buradaki sorun şu: Merkezde hâlâ çok ciddî bir boşluk var. Özellikle merkez sağda çok ciddî bir boşluk var. O boşluk olduğu müddetçe de Erdoğan’ın “yapıyormuş gibi yaptığı”, ama aslında yapmadığı hamleler merkezi yeniden kuşatma hamlesi olarak görülebiliyor. Dolayısıyla burada aslında bakmamız gereken Erdoğan değil; Erdoğan’ın dışındaki aktörler, özneler. Bunlar merkezi, özellikle merkez sağı doldurabiliyor olsalardı, biz böyle şeyleri asla gündeme getirmeyecektik. Erdoğan’ın bütün bu çıkışlarını nâfile çıkışlar olarak, son çırpınışlar olarak görecektik. Ama işin acı tarafı, öteki tarafta merkez sağı tutmaları söz konusu olan, orada bir güç oluşturmaları söz konusu olan yapılarda çok ciddî zaaflar var. 

Hızlıca geçelim: Bana göre belli bir aşamada, Altılı Masa’nın ilk zamanlarında –belki biraz daha öncesinde, Gelecek ve DEVA partilerinin ilk kuruluş zamanlarında meselâ–, DEVA Partisi sanki yeni bir ANAP, Turgut Özal’ın ANAP’ı gibi olacak gibi bir intibâ vardı. Meral Akşener’in İYİ Partisi’nin de yeni bir Doğru Yol Partisi –yani 80 sonları 90 başlarında Demirel’le yeniden bir çıkış yapıp merkez sağı kontrol eden Doğru Yol Partisi– yeni bir Doğru Yol Partisi olacağı intibâı vardı. İkisi de ayrı ayrı güç topluyorlardı. Hattâ ortada şöyle de bir soru vardı: “Niye ayrı ayrı yapıyorlar? Daha baştan birlikte hareket etseler İYİ Parti ile DEVA Partisi daha başarılı olamazlar mı?” Çünkü sonuçta, geçmişlerine bakarsak birisi MHP’den birisi AKP’den kopmuş; ama bugünkü MHP ve AKP birlikte ittifak yapabiliyorlarsa, bu partilerden kopmuş olanlar da bugün pekâlâ karşı tarafta bir ittifâka girebilirlerdi — olmadı. Olmadığı gibi, ikisinin de yükselişi birden durdu. Önce çok ilginç, DEVA Partisi yarattığı çok büyük ilgiyi birden kaybetmeye başladı — şu ya da bu nedenle, onlar ayrı bir tartışma konusu. DEVA Partisi’nin kaybetmesinin ardından belki de eşzamanlı bir şekilde İYİ Parti’nin bir yükselişe geçtiği görüldü kamuoyu yoklamalarında. Hattâ öyle bir hava oluştu ki, İYİ Parti neredeyse %20’lere varacak ve CHP ile %20’lerde yan yana duracak gibi bir havaya büründü. Yani DEVA’nın gerilemesiyle berâber İYİ Parti’nin önü alabildiğine açıldı ve sonra bir baktık: İYİ Parti’nin de garip bir şekilde yükselmesi durdu, kamuoyu araştırmalarına göre yine tam tersine bir düşüşe geçti. Bunları neden yapıyorlar? Meselâ bugün Meral Akşener, yine siyâsetçi olmayan birilerini suçlamış İsmail Küçükkaya’nın Halk TV’deki yayınında. Muhâlefet liderlerinde bu da bir alışkanlık hâline geldi. Kılıçdaroğlu da bunu yapıyor, Meral Akşener de bunu yapıyor. Birbirleriyle olan sorunlarının nedenini siyâsetçi olmayan az sayıdaki birtakım gazeteci, yorumcu vs.’ye atmaya çalışıyorlar. Neyse; ama benim gördüğüm kadarıyla İYİ Parti’nin ve DEVA Partisi’nin merkez sağda alabilecekleri oyu alamamalarının ya da doldurabilecekleri yeri dolduramamalarının nedeni kendileri. Kimseyi suçlamasınlar, kimsede bir şey bulmasınlar. İktidârın çıkarttığı ve çıkartacağı engelleri de gerekçe göstermesinler. Önleri son derece açıktı. Ayrı ayrı açıktı. Birlikte gitseler çok daha fazla açık olacaktı. Ama bunun yerine ayrı ayrı gittiler ve ayrı ayrı tökezlemeye başladılar. İşte hal böyle olunca tekrar insanlar Erdoğan’ın yaparmış gibi yaptığı birtakım hamlelere bile –ki bunlar hamle bile değil– “Yeniden Erdoğan açılım yapıyor, Kürt açılımı yapacak” gibi şeyler söylemeye başladılar. Meselâ Alevîler’e açılım olduğu söylenen cemevleriyle ilgili düzenleme, Alevîler’in kendi kendilerine inşâ ettikleri, kazandıkları şeylerin önemli bir kısmını onların elinden alıp devletleştirme oldu. Yani bir açılım filan değil; tam tersine Alevîler’in kendi açılımlarının, kendi ayakları üzerinde durmalarının önüne devlet eliyle set çekme girişimi oldu ve bu günlerde bu yasalaşacak — öyle gözüküyor. Alevîler’e bir açılım yapmış gibi gözüküp, tam tersi söz konusu oldu. Kürtler’le ilgili hâlâ birileri, “Bir şeyler yapacak galiba” diye bekliyor. Ama en son Diyarbakır’da yaptığı konuşmadan da görüyoruz ki Kürtler’in varlığını kabul etmenin ötesinde yaptığı bir şey yok. Selahattin Demirtaş’ın ya da Mithat Sancar’ın Kürt olmadığını söyleyerek –ki Mithat Sancar Kürt değil bildiğim kadarıyla, ama Selahattin Demirtaş Kürt–, böyle polemiklerle olayı götürmeye çalışıyor. Olayı bir terör, terörle mücâdele ekseninde götürmeye çalışıyor. Kürtler’e herhangi bir vaatte filan da bulunmuyor. Ama diğer merkezde, merkezin özellikle sağında hamle yapması gerekenler hamle yapmadıkları için, hattâ tam tersine yapmamanın dışında yanlış hamleler yaptıkları için, sonuçta Erdoğan bir şey yapıyor, yapabilir gibi bir hava yaratılıyor.

Bir dostumla bu yayından önce sohbet ettik. Onun söylediği çok önemli bir şey var –ki sürekli söylediğimiz şeyin daha özlü bir ifâdesi–, o da şu: Önümüzdeki bakacağımız yer Erdoğan’ın doğruları değil, muhâlefetin yanlışları. Burada bütün yapılan şeylerde Erdoğan’a atfedilen, “hamle” gibi atfedilen şeylerin hepsi, aslında içi boş, aldatıcı, uzun süreli olmayan, ağza bir parmak bal çalmaktan ibâret ve her an yıkılabilecek şeyler. Erdoğan bunu çok yaptı. Çok şey söyler gibi yaptı, ondan sonra ânında üzerine çarpıyı attı. Kaç tâne açılımı böyle bitirdi. Kaç tâne çıkışı böyle berhevâ etti. Ama önemli olan, muhâlefetin bir şeyler yapması, bir şeyler söylemesi ve Erdoğan’ı sıkıştırması. Dolayısıyla benim bir yayında söylediğim, “Muhâlefetin bu seçimi kaybetmesi mûcize olur, ama muhâlefet bu mûcizeyi gerçekleştirmek için elinden geleni yapıyor” olayıyla tekrar karşı karşıya bulunuyoruz. Erdoğan’ın yaptığı bir şey yok. 

Başladığımız yere dönelim. Cuma günü ben o toplantıya gideceğim. Büyük bir ihtimalle bizi öyle arkalarda bir yere atacaklar. Çünkü benzer bir vizyon açılımını ya da sunumunu 2014 yılında yapmıştı Erdoğan. Orada da gazeteciler bir yerlere atılıp, sanatçıları –onun sanatçıları var biliyorsunuz– hemen yanına almıştı. Bu sefer zâten olay spor salonu gibi bir yerde olacak. Bayağı bir kalabalık olacak herhalde. Ama bir gazeteci olarak o havayı da görmek, uzun bir süre sonra o havayı da görmek ve nasıl AKP’nin kendini yeniden üretmeye çalıştığını, Erdoğan’ın iktidârını koruyabilmek için neleri nasıl yaptığını görmek için bir fırsat olacaktır. Gazeteci her türlü haber ve yorumun çıkabileceği fırsatı değerlendirmekle yükümlüdür ve herkes kendinden mes’uldür. Kendinden emin olduktan sonra herkesle, her zaman, her yerde röportaj da yapılır, toplantı da izlenir vs.. Buradan çok büyük bir gazetecilik faaliyeti çıkmasının imkânı yok. Ama şunu özellikle vurgulamak lâzım: Adalet ve Kalkınma Partisi yönetiminin yok etmek için elinden geleni yaptığı, her türlü engeli çıkarttığı, yok saydığı, üzerine trollerini, şunları bunları, yargısını, polisini saldığı gazetecilerin şu ya da bu nedenle varlıklarını kabul etmek zorunda kalıyorsa, burada kazanan tarafın kim olduğu bellidir. Kazanan taraf, özgür bir şekilde gazetecilik yapmakta ısrar edenlerdir. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.