Mirabal kardeşlerden, Mahsa Amini eylemlerine: Rejime, erkek şiddetine karşı kadın mücadelesi

25 Kasım, 1981 yılından beri gayriresmi, 1999 yılından beri de resmi olarak “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” diye anılıyor. Kadın mücadelesinin bir kazanımı olan bu günde Sahra Atila, şiddete uğrayan kadınların neler yapması gerektiğini, çalışma ortamında kadın istihdamını, hangi koşullarda 25 Kasım’a girdiğimizi yazdı ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi Gülsüm Kav, Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü ve Av. Tuğçe Duygu Köksal ile konuştu. 

Üç kız kardeşin mücadelesi

Haberimize 25 Kasım’ın hikâyesiyle başlamak istiyorum. Çünkü Mirabal kardeşlerin yaşadıklarını okuduğunuz zaman şiddetin, sadece birlikte olduğunuz erkekten gelmediğini, siyasi iktidardan, babanızdan, hatta tanımadığınız bir erkekten bile gelebileceğini göreceksiniz. Tıpkı İran’da 16 Eylül 2022’de başörtüsünü “düzgün” takmadığı gerekçesiyle ahlak polisleri tarafından gözaltına alındıktan sonra yaşamını yitiren Mahsa Amini gibi. 

25 Kasım’ın tarihi 1960’lara dayanıyor. Mirabal kardeşler olarak tanınan Patria, Minerva ve Maria Teresa’nın erkek tahakkümüne karşı verdiği mücadele sonucu hayatlarını kaybetmesi bugünün ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu üç kadın, yıllarca Dominik Cumhuriyeti’ni yöneten Rafael Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele veriyor ve 1960 yılında diktatörlük karşıtı mücadeleleri ülke çapına yayılıyor. 

Trujillo rejimine karşı halk arasında gizli örgütler kurulmuş ve bu örgütlerden biri de üç kız kardeşin kurduğu Clandestine Hareketi. Mirabal kardeşler ve eşleri, Trujillo tarafından terörist ilan ediliyor ve bu yüzden de sürekli hedef gösteriliyor. Trujillo 2 Kasım 1960’taki konuşmasında “Ülkenin en büyük iki sorunu Kilise ve Mirabal kardeşlerdir” diyerek Mirabal kardeşleri tekrar hedef alıyor. Trujillo’nun konuşmasından sadece 23 gün sonra yani 25 Kasım’da Minerva, Maria ve Patria Mirabal kardeşlerin arabalarının önü kesiliyor, üç kardeş ve şoförleri Rufino de la Cruz öldürülüyor. Mirabal kardeşlerin diktatörlük rejimini ortadan kaldırmak için kurdukları Clandestine Hareketi ise liderlerinin katledilmesinden bir yıl sonra, diktatörlüğün yıkılmasında önemli rol oynuyor.

1981 yılından beri 25 Kasım, kadına karşı şiddetle mücadele günü olarak anılıyor. Her yıl 25 Kasım’da kadınlar, “erkek şiddetine dur” demek için eylemler düzenliyor. Kadın dayanışmasının kazanımı olan bu günü Birleşmiş Milletler, 1999’da resmi olarak “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” ilan ediyor.

Canan Güllü

11 Kasım 2022’ye kadar 327 kadın öldürüldü

Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Kadın mücadelesi için önemli olan bu günde kadına karşı şiddet verileri hiç iç açıcı değil. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu da “25 Kasım kadına yönelik şiddet veri analizi”ni yayımladı. Bu verilere göre geçen yıl öldürülen kadın sayısı 348 iken, bu yıl 11 Kasım’a kadar 327 kadın, erkekler tarafından öldürüldü. 2008 yılından bu yana kadın cinayetleri verilerine baktığımızda ise ciddi bir artışla karşılaşıyoruz. 2008 yılında 66 kadın, erkekler tarafından öldürülürken, 11 Kasım 2022’ye kadar 327 kadın öldürüldü. Bu veriler, şüpheli kadın ölümlerini de kapsıyor. 

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, kadın cinayetlerindeki artışı, bu artışın nedenleri anlattı. 19 Mart 2021 gecesi cumhurbaşkanı kararı ile İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının ardından yerelde sözleşmenin maddelerini uygulatmaya çalıştıklarını söyleyen Güllü, kadın cinayetlerinde düşüş olması için sıfırlanması gerektiğini söylüyor ve önleyici politikanın öneminden bahsediyor:

“Neden bu kadar kadın cinayeti var? Kadınların gidecek yeri yok, sığınak sayı az, belediyeler kendi görevlerini yerine getirmiyor. Güçsüz kalan kadın şiddetin ortasında kalıyor. Şiddeti önleyici politikayı uygulayamadığımızı bu tablodan da görebiliyorsak, Türkiye’nin uluslararası eylem planının acilen yürürlüğe girmesi gerekiyor. Şiddetin nereden, nasıl geldiğini bilmiyoruz. Türkiye’nin şiddet tablosuna baktığımızda hep aynı illerde artan şiddet var. İlk 10’daki sıralama değişmiyor. Demek ki bu illerin bir sorunu var. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı ama biz bu sözleşmeden çıkıldı diye mücadelemizden vazgeçmiyoruz. Bu sözleşmenin maddelerini yerelde uygulatmaya çalışıyoruz. Sahada bir dönüşüm yaratmamız lazım. Kadın cinayetleri düştü diyorlar. Bunu söyleyenler, kadın cinayeti diğer aya göre düşmüşse bunu söylüyor. Ama düşme sıfırlamadır. Hangi önlemi aldın da bu veri düştü?”

Uluslararası Çalışma Örgütü ve kadın istihdamı 

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Konferansı’nda 2019 yılında kabul edilen 190 sayılı “İş Yaşamında Şiddet ve Tacizin Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi”, şiddet ve tacizden arınmış bir iş yaşamı sunuyor. Sözleşme, şiddet ve tacizi “fiziksel, psikolojik, cinsel veya ekonomik zararı amaçlayan, bunlarla neticelenen veya neticelenmesi muhtemel olan, bir dizi kabul edilemez davranış ve uygulama” olarak tanımlıyor. Sözleşme ayrıca şiddet ve cinsel tacizin yalnızca fiziksel olarak işyerinde yaşanmadığına dikkat çekiyor. Böylece işe geliş gidişlerde, işle ilgili konaklamalarda veya internette meydana gelen şiddet ve tacize karşı da hem devletlere hem de patronlara önemli yükümlülükler getiriyor. ILO 190 sözleşmesini kabul edenler arasında Türkiye yer almıyor.

Kadın istihdamının önündeki en büyük engellerden biri olan çalışma yaşamında cinsiyete dayalı taciz ve şiddetin önüne geçmek amacıyla Uluslararası Çalışma Örgütü Türkiye Ofisi Numan Özcan ve Canan Güllü, 14 Nisan 2022’de görüştü. Kadınların özellikle işyerinde uğradıkları tacizi, şiddeti önleme açısından önemli olan bu sözleşme; yalnızca resmi olarak çalışanları değil, stajyerleri, çırakları, işten çıkarılanları ve arayanları da kapsıyor. Canan Güllü sözleşmeyi şöyle anlatıyor:

“Bu 25 Kasım’da kadın cinayetlerinin yanı sıra kadının istihdamda olmayışı, ekonomik kriz nedeniyle de kaldığı noktadan bir adım öne ya da arkaya hareket kabiliyetinin olmadığı bir süreçte ben bu sözleşmeyi anlatıyor olacağım. Biz ILO ile bir protokol yaptık, Cenevre’de bu eğitimin verildiği noktada sertifikalarımızı aldık ve Türkiye’de bu sözleşmenin yaygınlaşması adına son iki yıldır ciddi bir performans gösterdik. Kadınların işte tutunamamasının nedeni -özellikle tekstil şirketlerinde- işyerinde taciz. Gidebilecek başka bir yeri yoktur, paraya ihtiyacı vardır, merdiven altı işyerinde tacize uğramaktadır. Fabrikada çalışıyordur; sesini çıkaramaz, işten atılacaktır ve ustabaşı her zaman haklıdır. Bu sözleşme, ev içinde şiddete uğrayan çalışan kadınlar için de geçerli. Stajyer olanlara da hatta işsiz olup iş için başvuru yaptığında tacize uğrayan için de geçerli. Bu olayda işyeri diyor ki ‘Ben çalışanlarımı korumak zorundayım.'”

Tuğçe Duygu Köksal

Şiddete uğrayan ya da uğrama tehlikesi olan kadının hukuki hakları

19 Mart 2021’i 20 Mart 2021’e bağlayan gece İstanbul Sözleşmesi’nden cumhurbaşkanı kararnamesi ile çıkıldı. Sözleşmeden çıkılmasının ardından, toplum ve hatta kolluk kuvvetleri, kanunda kadını koruyan bir madde yokmuş gibi davranıyor. Şiddete uğrayan kadınlar, karakolda “Sizi koruyan bir madde yok zaten” yaklaşımıyla karşılaşabiliyor hatta Pınar Gültekin’i öldüren katil Metin Avcı “İyi ki İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı” diyebiliyor. Peki bugün şiddete uğradınız veya uğrama tehlikeniz var, ne yapacaksınız ve Türk Ceza Kanunu kadınları ve çocukları nasıl koruyor? Bu noktada kadınların en büyük dayanağı olan 6284 sayılı Ailenin Korunmasına ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun karşımıza çıkıyor. 6284 sayılı Kanun kapsamında şiddet uygulayana karşı, evden uzaklaştırma, iletişimi engelleme, yaşadığınız veya çalıştığınız adreslerinize yaklaşmasını engelleme, yakın koruma talep etme, geçici velayet talep etme, müşterek konuta şerh koydurtmak gibi önlemler alabilirsiniz. 

6284 sayılı Kanun kapsamında “Koruyucu ve Önleyici Tedbirlere İlişkin Hükümler” yer alıyor. Şiddete uğradığınız zaman koruma ve önleyici tedbir kararı alınması için talepte bulunabilirsiniz. Bunun için kanunda çeşitli yollar bulunuyor. “Hâkim tarafından verilecek koruyucu ve önleyici tedbir kararları”nın yanı sıra “Mülki amir tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları” da kanun kapsamında yer alıyor. Peki 6284 ne kadar uygulanıyor, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması 6284 sayılı Kanun’u etkiliyor mu? Sözü avukat Tuğçe Duygu Köksal’a bırakıyorum:

“Kadına yönelik şiddet vakalarında kadınların birtakım koruyucu ve önleyici tedbirleri almak için yetkili makamlara başvurması mümkün. Bu çerçevede 6284 sayılı Kanun bizim en önemli araçlarımızdan bir tanesi. Bu kanun çerçevesinde koruyucu ve önleyici tedbirler var ancak bu tedbirler kapsamında uygulamada sorunlar yaşanabiliyor. İstanbul Sözleşmesi bu anlamda çok önemliydi. İstanbul Sözleşmesi’ndeki güvencelerin biz kanuna yansıtıldığını biliyoruz. Özellikle 6284 sayılı Kanun’un da dayanaklarından bir tanesinin İstanbul Sözleşmesi olduğunu da asla unutmamak lazım -ki halen de öyledir. Dolayısıyla bu sözleşmeden çıkılmış olması mevzuatımızda bu sayede kazanılmış güvencelerin uygulanmayacağı anlamına gelmez, bu şekilde yanlış bir algı yaratılmasından da kaçınılmalıdır.”

Mülkî amir tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları sadece şiddet gören kadınlar için geçerli değil. Şiddet tehlikesi varsa da bu, kanunun kapsamına giriyor. Ancak burada karşımıza yine aynı sorun çıkıyor. Bu kanun ne kadar uygulanıyor? Av. Tuğçe Duygu Köksal, şöyle cevapladı:

“En başta koruyucu tedbirlere başvurma söz konusu olabilir. Burada ille de kişinin savcılığa gitmesine gerek yok, kanunda kolluk kuvvetleri tarafından resen alınabilecek koruyucu tedbirler de var. Şiddete uğrayan mağdurlar en yakınlarındaki kolluk birimine başvurabilirler. Kanunda bu konuda açık hüküm bulunmaktadır. Uygulamada aile içi şiddet bürosuna yönlendirme söz konusu olabilmektedir. Ancak bunun şikayetin ilgili kolluk birimi tarafından alınmasına engel olmaması lazım. Bu konuda yeknesak bir uygulama ve koordinasyonun etkin sağlanması gerekli. Peki bu koruyucu tedbirler neler? Özellikle barınma yeri sağlanmasına ilişkin koruyucu tedbiri mülki amirin hem şiddete uğrayan kadınlara hem de çocuklara resen verebilmesi söz konusu. Kadının hayati tehlikesi bulunması halinde talep doğrultusunda ya da resen geçici koruma altına da alınması söz konusu olabilir. Ancak bu ne kadar uygulanıyor? Uygulamada sık rastlanmayan durumlar bunlar. Resen alınabilecek tedbirler bakımından fiziksel bir şiddet ve rapor aranması gerekmez. 6284, şiddet tehlikesini de korur. Bunun için şiddet tehlikesi varsa yine bu kanuna başvurabilirsiniz. Şiddet tehlikesini bilen ya da bilmesi gereken bir somut olayda devlet makamlarının pasif kalması ya da tedbir almaması pozitif yükümlülüklerin ihlalini oluşturur.”

6284 sayılı Kanun’da, “Hâkim tarafından verilecek koruyucu ve önleyici tedbir kararları” da yer alıyor. Şiddete uğrayan bir kadın işyerinin değiştirilmesini ya da evli ise ayrı bir yerleşim yeri talep edebilir veya kendi kimliğiyle alakalı gizlilik kararı talep edebilir. Bunlar korumaya yönelik tedbirler. Avukat Köksal, hâkim tarafından verilen en sık önleyici tedbirlerin yaklaşmama şeklindeki uzaklaştırma kararı olduğunu söylüyor:

“Bir de önleyici tedbirler var. Bu noktada sorunlar mevcut. En fazla gördüğümüz önleyici tedbir belli bir mesafe yaklaşmama ya da yazılı ve sözlü iletişim kurmama şeklindeki uzaklaştırma kararı. Elektronik kelepçe uygulamasının teknik altyapısı kurulmasına ve uygulanabilir olmasına rağmen, uygulamasının az olduğunu gözlemliyoruz. Elektronik kelepçeye karar verilmesinin usulü biraz daha farklı ve bu tedbir kararı açısından ŞÖNİM’ler (Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri) de devrede. Diğer taraftan, barınma açısından önemli olan tedbirler bakımından çocuklarıyla birlikte barınma ihtiyacı olan kadınlar açısından ve genel bir tespit olarak kapasitesinin artırılması ihtiyacı mevcut. Halbuki örneğin belli bir nüfusu aşan belediyelerde de barınma evi kurulması mümkün ancak uygulamada görmemekteyiz. Bu aynı zamanda kurumlar arasında ciddi bir koordinasyon gerektiren bir konu. Bunun yanında, en çok önemsenmesi gereken tedbirlerden biri de -yukarıda saydıklarımın haricinde- 6284 sayılı Kanun’un 5. maddesindeki önleyici tedbir niteliğindeki ‘tedavi tedbirleri’. Yani şiddet uygulayan kişi açısından uyuşturucu, alkol, uyarıcı madde bağımlısı olma ve kullanma durumunda tedavi tedbirine karar verilmesine olanak tanıyor. Aynı zamanda da şiddet gösteren kişinin öfke kontrolü ve şiddete başvurmayla alakalı tedaviye ihtiyacı olması durumunda da yine önleyici tedbirlere karar verilmesine bizim kanunumuz izin veriyor. Bunun başta kadına yönelik şiddet olmak üzere şiddet kültürüyle mücadele açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Doğrudan şiddeti hedef alan ve tedaviye sevk eden bir tedbir. Ancak uygulamada ne yazık ki bu tedbirlere çok istisnai karar verildiğini görüyoruz. Ancak uygulanmasını sağlamak için talep etmekten geri durmamak gerekli.”

Koruma tedbirlerin alınması noktasında hakimlerin bir belgeye ihtiyacı olmadığını söyleyen Tuğçe Duygu Köksal, şiddete uğrayan kişinin bunu bilmesinin önemli olduğunu söylüyor ve “Mağdurun beyanı da bir delildir” diye ekliyor:

“Koruyucu tedbirlerin alınması noktasında kişinin şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge sunmasına gerek yoktur. Önleyici tedbir kararı da yine geciktirilmeksizin verilir. Burada durumun aciliyeti gereği hemen aksiyona geçilmesi gerekiyor. Kadınların bilmesi gereken nokta burada bir belge sunmak zorunda değiller. Mağdurun beyanı da zaten delil niteliğindedir, yaşama ve vücut bütünlüğüne yönelik tehlikenin somutlaşmasını önlemek için, adı üstünde, tedbir alınması ve koruma sağlanması için gerekenin yapılması gerekir. Bu gereklilik devlet makamlarının kadına yönelik şiddetle mücadelede pozitif yükümlülüklerinden birini oluşturur.”

Nasıl bir 25 Kasım’a girdik?

Tuğçe Duygu Köksal’ın da anlattığı gibi Türkiye’de 6284 ile kadına karşı şiddet durdurulabiliyor ancak kadınlar uygulamada pek çok sorun ile karşı karşıya kalıyorlar. İran’da da 16 Eylül’de 22 yaşındaki yaşındaki Mahsa Amini, başörtüsünü düzgün takmadığı gerekçesiyle ahlak polisleri tarafından gözaltına alındıktan sonra yaşamını yitirdi. Amini’nin ölümü, ülke çapında bir isyan dalgası başlattı. “Diktatöre ölüm”, “Hamaney’e ölüm” ve “Jin, jiyan, azadi” (Kadın, hayat, özgürlük) sloganlarının sık sık atıldığı protesto gösterileri dünya geneline yayıldı. 

Türkiye’de bir yandan Masha Amini için eylemler yapılırken diğer yandan LGBTİ+ karşıtı “aile mitingleri” düzenlendi. İlk “Büyük Aile Buluşması” Eylül 2022’de düzenlendi ve ardından çeşitli illerde bu eylemler devam etti. Yesevi Alperenler Ocağı Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği’ne bağlı Fikirde Birlik ve Mücadele Platformu’nun öncülük ettiği toplantıda LGBTİ+’ların aile kurumunu tehdit ettiği öne sürüldü. Tıpkı İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının gerekçesi olarak gösterildiği gibi. 

Halihazırda mevcut hakları ellerinden alınan LGBTİ+’lar, bir yandan cinsel yönelimleri dolayısıyla şiddete maruz kalırken bir yandan da iktidarın anayasa düzenlemesiyle karşı karşıya kaldı. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başörtüsüyle ilgili kanun teklifi çağrısına yanıt veren Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yasal düzenleme kapısını kapatarak, anayasa değişikliğini işaret etti. Anayasa değişikliği tartışmalarında gelinen noktada iktidarın hedefinde yine LGBTİ+’lar var. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çekya ziyaretinden dönerken LGBTİ+’ları hedef aldı ve “Son zamanlarda topluma LGBT’yi soktular. LGBT’yle birlikte de bizim aile yapımızı bunlar dejenere etmenin gayreti içerisine girdiler. Öyleyse biz olması gereken ne ise onu yapacağız. Biz kimlerin LGBT’ci olduğunu biliyoruz zaten” dedi. Erdoğan açıklamasının devamında, başörtüsünün yanı sıra anayasa değişikliğiyle aile yapısı ve LGBTİ+’lara yönelik de düzenleme yapılacağını belirtti. 

Gülsüm Kav

Türkiye’nin 25 Kasım’ı

Siyasi liderler özgürlük arayışını bastırmaya çalışırken, baskılara ve polis şiddetine rağmen kadınlar ve LGBTİ+’lar sokakta. Mahsa Amini protestolarında görüldüğü gibi rejime karşı direniş sadece Türkiye’de değil dünyada da yayıldı. Peki kadın cinayetlerinin günden güne artmasının, LGBTİ+’ların hedef gösterilmesinin arkasında ne var? Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi Gülsüm Kav, 25 Kasım’a hangi koşullarda gittiğimizi şöyle anlattı:

“LGBTİ+’lara karşı yürüyüşler düzenlendi, bu saldırılar sahne kıyafetlerine kadar uzandı. Bir müzisyen cezaevine girdi. Bütün bu yaşadıklarımız arkasında ne var? Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada yükselen otoriter sağ dalga var. Kendileri kadın olsa dahi, kadınların haklarının savunmayan kadın liderlerin seçildiği, salgın sonrasında ekonomik krizin kendini çok hissettirdiği dönemdeyiz. Bu noktada sağcı otoriter iktidarlar çareyi böyle görüyor. Haklarını arayan kişilerin karşısına da aile ve ahlak kavramını koyuyorlar.”

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmasının ardından ikinci 25 Kasım’a giriyoruz. Sözleşmeden çıkılmasını ardından sivil toplum kuruluşları, kadın örgütleri ve barolar, yürütmenin durdurulması ve kararın iptali talebiyle Danıştay’da dava açtı. İstanbul Sözleşmesi Danıştay’da dört kez savunuldu hatta mahkeme başkanı duruşmayı, “Danıştay tarihinde bir ilk. Bu kadar kalabalıkla ilk kez duruşma yapacağız” sözleriyle başlattı.

LGBTİ+’lar ve kadınlar 25 Kasım’da erkek şiddetine karşı sokaklara çıkarken, polis şiddetiyle karşı karşıya kalıyorlar. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun aylık verilerine göre, 2022’in ilk 10 ayında 280 kadın, erkek şiddeti sonucunda hayatını kaybederken 202 kadın ise şüpheli bir şekilde ölü bulundu. Ancak hem kadın cinayetlerine hem de İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik mücadele hâlâ devam ediyor. Gülsüm Kav konuyla ilgili şunları söylüyor:

“Şüpheli kadın ölümlerine, kadın cinayetlerine karşı mücadelemiz devam ediyor. Bizim için 25 Kasım, İstanbul Sözleşmesi’nden sonra daha farklı bir önem taşıyor. Türkiye’nin dört bir yanında kadınlar, bu sorunları dile getirmek için çalışıyorlar. Tüm yıl boyunca kadınların korunması, 6284 uygulanması kapsamında ihlaller gerçekleşti. Şüpheli kadın ölümleri arttı, takip ettiğimiz davalarda ceza indirimleriyle ve cezasızlıklarla karşılaştık. Ancak boş durmadık ve yargıda cinsiyetsizlik raporu hazırladık, İstanbul Sözleşmesi’nin olmamasının etkilerini, cezasızlıkları o raporda yayımladık. Kimliklerin ortadan kalktığı, herkesin eşit yaşadığı bir ülke için mücadele ediyoruz. Bu 25 Kasım bizim için bütünsel, çok yönlü mücadele günü. İstanbul Sözleşmesi’nin savunulmasında da çoğulcu ve kararlı bir şekilde Danıştay davaları tarihe geçti. Danıştay bir karara vardı ama sözleşmeyle ilgili mücadele devam ediyor.”

Gülsüm Kav sözlerini umutla bitiriyor. 6284 sayılı Kanun’u hatırlatan Kav, “Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nin çekilmesi umutsuzluk yaratmasın, kadınların hakları kaybolmadı” diyor. 

İktidar, İstanbul Sözleşmesi’nden neden çıktı?

Türkiye’de her ay yaklaşık 20 kadın öldürülürken, kamuoyunda “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nden çıkıldı. Sözleşme, imzalandığı ve yürürlüğe girdiği günden bu yana siyasetin gündemindeydi. Ancak 2020’nin Temmuz ayında AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkabileceğinin sinyalini vermiş ve “Bu metnin içinde iki tane önemli husus var dikkat çekmemiz gereken ve bizimle asla uyuşmayan. Bunlardan birisi toplumsal cinsiyet meselesi, bir de cinsel yönelim tercihi. Şimdi bunlar ve başka şeyler de var ama bu iki meselenin demin konuştuğumuz çerçevede tam da bu LGBT vs. gibi unsurların, marjinal unsurların ekmeğine yağ sürecek kavramlar olduğu ya da onların arkasına sığınarak faaliyet yapabilecekleri alanlar olduğu görülüyor. Halkımızda böyle büyük bir beklenti varken AK Parti olarak biz buna bigâne kalmayız” demişti. Kurtulmuş’un o gün hedef gösterdiği LGBTİ+’lar, iktidarın bu kararının bahanesi olmuş ve 19 Mart’ı 20 Mart’a bağlayan gece yarısı cumhurbaşkanı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmıştı. 1 Temmuz’da Türkiye açısından yürürlükten kalkan sözleşmenin maddeleri, sözleşmenin kadınlarını nasıl koruduğunu anlatıyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.