İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Ruşen Çakır’ın konuğu oldu. Akşener, adaylık tartışmasından Altılı Masa’nın geleceğine, Kürt sorunundan cinsel istismar davasına kadar pek çok konuda önemli açıklamalarda bulundu.
Meral Akşener, genel seçimlere ilk kez 2018’de giren İYİ Parti’nin aldığı oylar hakkında Akşener şunları söyledi:
“Seçmen kitlemizi çalışıyoruz. 2018’de aldığımız oylar önce partilerden geldi. 1,3 puan CHP’ye oy veren geçmişin seküler şehirli merkez sağ seçmeniydi. 1,5 AKP’ye oy veren özellikle İç Anadolu’da milliyetçi muhafazakâr seçmen kitlesi. Kalan 7,3’lük kesim MHP seçmeniydi.”
Akşener, aynı tarihte yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini ise şöyle anlattı: “Biz 3 adaydık. Temel, İnce ve ben. Bir muhalif seçmen kitlesi vardı. AKP’yi bırakmak istiyordu. Öyle bir gürültülü seçim kampanyası oldu ki seçmen kitlesi matematiği unuttu ve 1. turda seçimin kazanılabileceği düşünüldü. O sevinçle beraber öfke çıktı ve bize gelmesi gereken 7,5 puan MHP’ye gitti. 7,3’ün yanına MHP’ye AKP’den giden 7,5’i de biz alsaydık Sayın İnce ikinci tura çıkardı ve ikinci turda da kazanırdı. O dönem CHP’ye ittifak teklifini biz götürdük.”
İYİ Parti lideri, 31 Mart seçimlerinin avantajını muhalefetin ne kadar kullanabildiğine ilişkin soruyu ise şöyle yanıtladı:
“Biz 31 Mart’tan sonra aşırı sevince kaçmadan merkezinde seçmenin olduğu bir anlayışın kazandığını ispat ettik. Ankara’da Mansur Bey’in seçimi kazanacağı belliydi ama İstanbul imkansız görünüyordu ve ben de Sayın İmamoğlu’nu tanıyan biri değildim. İnanmak işin yarısı ama biz ‘Bunu biz sağladık’ deyip bir mal paylaşımına girseydik, olmazdı. Altılı Masa buradan çıktı. Bu başarı olmamış olsaydı Altılı Masa olmazdı.”
“Hem Kaftancıoğlu’na hem Kavuncu’ya defalarca teşekkür ettim”
Akşener, İstanbul’un kazanıldığı seçimlerde İYİ Parti ve CHP’nin sandık güvenliğini sağlamasının önemine dikkat çekti:
“İstanbul seçimlerinde gördük ki ıslak imzalı tutanaklar alınınca herkesin eli kolu bağlanıyor. Hem Sayın Canan Kaftancıoğlu hem de Buğra Kavuncu’ya defalarca teşekkür ettim. O sandıkların korunmasına dair sistemi takip etmemiş olsalardı 13 bin 500 giderdi, gidemedi.”
“Kazanacak adayı seçmek lazım”
Medyascope'un haftalık e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her çarşamba mail kutunuzda.
Akşener’in ortak cumhurbaşkanı adayının kim olacağına dair yorumu ise şöyle oldu: “Altılı Masa’nın cumhurbaşkanı adayını seçeceğini sayın Kılıçdaroğlu belirtmişti. Kemal Bey’in adaylık kriterlerine katılıyorum, bir de kazanacak adayı seçmek lazım. Kazanacak kişinin kim olacağını tespit etmenin çok kolay yöntemleri var. Aday konusunu hiç konuşmadık. Aday çıktıktan sonra arkasında kaya gibi durulur.”
Akşener, ortak aday konusundaki açıklamalarına şöyle devam etti:
“Muhalif seçmenleri taraftar etme hali çok sıkıntı bir durum. Bir arkadaşımızı aday gösterecekseniz, diğer arkadaşımızın da bilgisi olsun dedim. Herkes bu iki belediye başkan adayı cumhurbaşkanı adayı olarak lanse ediliyor. Daha sonra bunu televizyonda söyledim. Sonra Habertürk’te bunu anlattım. O günden bu güne iki arkadaşımızın da anketlere konulma eğilimi bitmedi, vatandaş nezdindeki popülaritesi arttı, böyle bir durumla karşı karşıyayız. Ben bir durum tespitiyle karşı karşıyayım.”
“Adaylık konusu benim için kapandı”
Meral Akşener, cumhurbaşkanı adayı olmayacağını ve bu konunun kendisi için kapandığını da ifade etti: “Adaylık konusu benim için kapanmış bir konu. Bu ucube sistemden kurtulmamız gerektiğine inandığım için hak feragatında bulundum. Biz kazanacağız ve sonrasında hızlı şekilde parlamenter demokrasiye geçiş yapacağız. Böyle bir durumda başbakanlık makamı kendiliğinden duruyor.”
Meral Akşener, “iktidardan hesap sorma” tartışmaları hakkında ise şöyle konuştu: “Elbette, ama siyasetçi hesap soramaz bu intikam olur. Yargıyı bağımsız objektif tarafsız hale getirirseniz zaten yargı hesap sorar. Benim evim basıldı ve beraat ettiler. Benim öfkemi hesap sormaya koyarsam olmaz.”
“Bunun takibini yapmazsam şerefsizim”
İYİ Parti lideri, 6 yaşındaki bir çocuğun “imam nikahıyla evlendirilerek” cinsel istismara maruz kalmasına ilişkin açılan davayı yakından takip edeceklerini de açıkladı: “Bunun takibini yapmazsan şerefsizim, namerdim, ahlâksızım. Bunu bizzat yapıcam. Davaya İYİ Parti olarak müdahil olacağız. Bahadır Erdem bizim adımıza katılacak.”
Kendi iktidarlarında Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’ne tekrar döneceğini de ifade eden Akşener, “Bu güruhun talebiyle Erdoğan İstanbul Sözleşmesi’nden çıktı. Gelir gelmez İstanbul Sözleşmesi’ni getireceğiz” dedi.
İYİ Parti lideri, HDP ve Kürt sorununa ilişkin ise şu değerlendirmede bulundu: “Hem HDP hem İYİ Parti, yöneticileri anlamında kurumsal olarak birbirine karşı en dürüst iki parti. Ben aşırı bir dikkat sarf ediyorum insanlar incinmesin diye ama şahsıma dair aynı dikkati göremiyorum. Siyasi partilerin yöneticileri birbirini eleştirir. Ben bu konuyu çalışmış bir insanım. Ben Kürtlere ne istediklerini soracağım ve ‘nasıl yani’ kısmını konuşacağız. Kürt’ün ve Türk’ün temel sorunları arasında çok ciddi benzerlikler görüyorsunuz.”
“Tarzan zorda”
Meral Akşener, Cumhur İttifakı’ndan gelen teklifler için, “Tarzan zorda, pek çok büyükşehirde AKP ciddi oy kaybediyor ve bir kısmı bize geliyor” dedi.
Akşener, Boğaziçi Üniversitesi’nde yaklaşık iki yıldır süren direniş hakkında ise, “Boğaziçi Üniversitesi çok özel bir ekoldür. Bu geleneğin sürmesi gerekiyor” diye konuştu.
https://open.spotify.com/episode/27hikAlkJWouqut8JGcp68?si=K6nc7SNxQ5qBPgND6oRCXw
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi akşamlar. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener stüdyo konuğumuz. Kendisine sizler de sorularınızı yollayabilirsiniz. Benim ve Medyascope’un YouTube adreslerindeki chat bölümlerinden soru ve yorumlarınızı iletebilirsiniz. Hoş geldiniz.
Meral Akşener: Hoş bulduk.
Ruşen Çakır: Sizinle yaptığımız son yayınımızın üzerinden tam 2 sene geçmiş. 12 Aralık 2020’de sizi konuk etmişiz. Ve yeni stüdyomuzda ağırladığımız ilk lider sizdiniz. 2 yıl sonra yine buradayız. Çok teşekkürler katıldığınız için. Size, izleyicilerimizden de sorular gelecek, benim de sorularım var. Bazı gazeteci arkadaşlarımdan özel soru aldım, onları da soracağım.
Ama önce 2017’ye gidelim. O dönemde siz MHP’den ayrılmak zorunda kalmıştınız. Ama siyâset yapmaya devam etmek istiyordunuz. Gündemdeydiniz ve çok ilgi görüyordunuz. 23 Şubat 2017’de, Medyascope’un eski stüdyosunda sizi ağırlamıştık ve yaklaşık 90 dakikalık bir yayın yapmıştık sizinle. Hattâ eşinizle birlikte gelmiştiniz. O yayında bir bölüm var, onu size sormak istiyorum. Bence çok iyi bir girizgâh olur. Şimdi o bölümü bir izleyelim, sonra devam edelim.
23 Şubat 2017 tarihli yayından:
Meral Akşener: Kadın örgütleri var, STK’lar. Kendilerini nasıl tanımlarsa tanımlasın, o kadınlarımız var. Çok ilginçtir; geçmişte ANAP ve DYP seçmeni veya yöneticisi olmuş, ama şu anda belki de AKP’ye veya CHP’ye oy veren seçmen kitlesi geliyor. Böyle bir insan ve seçmen profiliyle karşı karşıyayım. Başlangıçta çok genç yoktu doğrusu. Şimdi gençler çoğalmaya başladı. Bu da ilginç. Sonuç îtibâriyle, Temmuz başında yaptırttığım araştırmada, 8 puan AKP’den oy kaymıştı. Bunların hangi profil olduğuna baktığımız zaman da, merkez sağ seçmen olduğunu görmüştük. Yani, “Niçin karartma uygulanıyor?” sorusunun cevâbı, esâsında burada.
Ruşen Çakır: Evet, tarih 23 Şubat 2017. Daha ortada parti yok. Referandum öncesi. Partiniz Ekim ayında kuruluyor. Siz parti olarak seçime girdiniz. Cumhurbaşkanı adayı oldunuz. Ardından, yerel seçimde sizin desteklediğiniz adaylar çok büyük başarı elde etti. Ama ben tekrar başa dönmek istiyorum. Meral Akşener’i ve partinizi kim destekliyor? O gösterdiğimiz bölümde kadınlardan, gençlerden bahsettiniz. Ve AK Parti’ye oy vermiş, ama merkez sağda olanlardan söz ettiniz — ki o zaman daha yolun çok başıydı. O zamandan bu zamâna nasıl bir profile hitap ediyorsunuz? Kimler sizi destekliyor ve sizin başarınız için çalışıyor?
Meral Akşener: Aslında biz seçmen kitlemizi çalışıyoruz. 2018 seçimlerinde %9,97 oy aldık. Bu oy diğer partilerden geldi. “Şu partiye oy veren kişi şu görüştedir” diyemeyiz. Çok ilginçti; çünkü %1,3 oy, CHP’ye oy vermiş, geçmişin seküler merkez sağ seçmeni, sosyolojik olarak şehirli seçmenden gelmiş. İkincisi, %1,5 oy, AK Parti’ye oy veren, özellikle İç Anadolu Bölgesi’ndeki milliyetçi muhâfazakâr, ama daha mâkulün yanında olan bir seçmen kitlesinden gelmiş. Bize oy vermezden bir önceki seçimi de sordurmuştuk: Yüzde 7,3 MHP’ye oy veren seçmendi.
Biraz önce izlediğimiz bölümde bahsettiğim 8 puanlık oy AK Parti’den gelirken, “Niçin 1,5’a düştü?” konusunu da çalıştık. O zaman ilginç bir şey ortaya çıktı. O gün öğrendiklerim sebebiyle, ben bugün “Cumhurbaşkanı adayı değilim” deyip bir haktan ferâgat ettim. Şöyle bir şey oluştu: Biz Millet İttifâkı’nın üç adayıydık. Ben, Sayın Muharrem İnce ve Sayın Temel Karamollaoğlu. Bir muhâlif seçmen kitlesi vardı. AK Parti’yi bırakmak isteyen bir seçmen kitlesi de var. Öyle gürültülü bir seçim kampanyası oldu ki, şehirli, belki sizin ve benim gibilerin temsil ettiği seçmen kitlesi –bunu siyâsî ayrım yapmadan söylüyorum– matematiği unuttu ve birinci turda geçilebileceğini düşündü. Onun getirdiği çılgın bir heyecan, sevinç ve o sevinçle berâber bir öfke de çıktı. Sonuçta, bize gelmesi gereken 7,5 puan MHP’ye gitti. 7,3 puan oradan bize geldi. Bu çok önemli bir öğrenimdir.
Ruşen Çakır: Yani AKP’den MHP’ye, MHP’den de size geldi.
Meral Akşener: Ben, kendisini şöyle şöyle tanımlayan insanlardan bahsetmiyorum burada. Çünkü bu, kişilere haksızlık olur. “Siz İYİ Parti’ye oy vermezden bir önceki seçimde hangi partiye oy verdiniz?” diye sorduğumuzda, % 9,97’yi sağlayan seçmen kitlesinin 7,3’ü… hattâ Özer Sencar Hoca’yla çalıştık bunu. Birkaç başka arkadaşla da çalıştık, ama ayrıntı Özer Hoca ile çalışıldı. Sonuç îtibâriyle ortaya böyle bir tablo çıktı. Bu arada, AK Parti’den kopmuş bir seçmen var, onlar AK Parti’de kalmadı. Ama 7,5 Cumhur İttifâkı’nın bir parçası olan MHP’ye gitti. AK Parti’ye yıllarca oy vermiş seçmen kopma karârını gerçekleştirdi. Ama oradaki o aşırı heyecan, “Birinci turda alıyoruz, aldık” sevinci, Millet İttifâkı’ndaki bir partiye; bize, Saadet Partisi’ne –Demokrat Parti de bizimle girmişti– ya da CHP’ye gitmesinin önüne geçti.
Düşünün: 7,3 puanı MHP’den, yani “Son seçimde MHP’ye oy verdim” diyen seçmenden almıştık. 7,3’ün yanına, AKP’den MHP’ye giden 7,5 da gelmiş olsaydı…
Ruşen Çakır: Bambaşka bir şey olurdu.
Meral Akşener: Sayın İnce ikinci tura kalırdı ve seçim ikinci turda da alınırdı. Biz buradan, matematiği unutmamak gerektiğini çıkardık. Bu çalışmanın netîcesinde, 31 Mart 2019 yerel seçimleri için CHP’ye gittik. Çok da çabuk moraliniz bozuluyor biliyor musunuz; yerle bir oluyorsunuz. O muhâlif, aşırı heyecanlı, matematiği unutmuş seçmen ve kanaat önderleri, “Eyvah! Gene kaybettik!” tavrıyla inanılmaz bir umutsuzluğa düştük. O umutsuzluğu ortadan kaldırabilmek için, seçmeni “Biz başarabiliriz”e getirmek için, bir başarı öyküsüne ihtiyaç vardı. Bu çalışmanın netîcesinde, ortaya çıkan bu verinin ışığında, partiyi çalıştırdım. Hepimiz ittifakla girmek gerektiğini oyladık. Sonuç îtibâriyle CHP’ye teklifi biz götürdük. Genellikle bir yanılsama oluyor. Derdim övünmek filan değil, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimi için de anlatıyorum bunları. Orada, onun oyuyla şunun oyuyla, meselâ biz İYİ Parti olarak “Bizim oyumuzla seçildi” gibi bir târifimizin olmaması gerekiyor. Orada, yan yana gelişin, farklılıklarımıza saygı duyarak, ama müştereklerimizi öne çıkarıp bir ittifak yapıldığında, o enerjinin ve o sinerjinin başarıyı getirdiğini anlatmak istiyorum.
Ruşen Çakır: O kadar çok soru var ki. İzleyicilerimiz kusura bakmasın, önce kendi sorumu sormak istiyorum: 31 Mart yerel seçimleri muhâlefet için çok büyük bir başarıydı. Ama benim şöyle bir gözlemim var: İktidarda yarattığı moral bozukluğu kadar, siz muhâlefet olarak bu başarının ekmeğini yiyemediniz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a baktığımız zaman, hâlâ İstanbul’u, Ankara’yı kaybetmiş olmanın verdiği moral bozukluğunu görebiliyoruz. Ama sizi, İstanbul’u, Ankara’yı, Adana’yı, Antalya’yı, Mersin’i almış ve âdeta meydan okumuş bir muhâlefet gibi göremiyorum. Ben mi yanılıyorum?
Meral Akşener: Onu bilemem. Ben İYİ Parti adına konuşabilirim. Meselâ biz şunu yapmadık — eğer kastettiğiniz buysa: Aşırı bir sevinç ve hırsla, “Bu iş bizimdir. Çekilin kenara!” tavrını göstermedik. Tekrar söylüyorum: Sağduyulu, sâkin ve aşırı heyecâna kapılmadan, seçmenin kucaklandığı, merkezinde insanın ve milletin bulunduğu bir anlayışın başarı getirdiğine kanaat ettik ve bunu ispatladık biz.
Ağırlıklı olarak İstanbul ve Ankara üzerinden gidersek: Seçime birlikte girildiğinde, Ankara’da Mansur Bey’in kazanacağı aşağı yukarı belliydi. Ama İstanbul imkânsız görülüyordu. Ben Ankara’daki bütün gazetecilerle, İstanbul’un alınacağına dâir iddiaya girdim. Ekrem Bey’i tanıyan, bilen biri değildim. Söylemek istediğim şu: İnanmak işin yarısı. Ama biz İYİ Parti olarak orada, “Bunu biz sağladık” deyip bir mal paylaşımına girseydik, olmazdı. Mal paylaşımı derken, paradan puldan ya da kadrodan bahsetmiyorum. Başarı paylaşımının getirdiği bir rekabetten bahsediyorum.
Ruşen Çakır: Ben daha çok, birlikte kazanılmış bir seçimin heyecânıyla, birlikte iktidârı zorlamayı kastediyorum.
Meral Akşener: Zâten Altılı Masa buradan çıktı ama. Bu başarı olmamış olsaydı, Altılı Masa olmazdı.
Ruşen Çakır: Burak Bilgehan Özpek’i biliyorsunuz. Onunla sürekli program yapıyoruz.
Meral Akşener: Evet.
Ruşen Çakır: Burak’ın son yayında söylediği şeyler bâzı çevrelerde çok büyük tepkiye yol açtı. İzleyicilerimizden Furkan Biçer benzer bir şeyi sormuş. Bu soru size çok soruluyordur ama bir daha sorayım: “Masadaki oy oranı küçük partilerin, yarınki bir iktidar yönetiminde İYİ Parti ve CHP ile aynı söz hakkına sâhip olması konusunda ne düşünüyor?” Burak buna îtiraz ediyor biliyorsunuz.
Meral Akşener: Ben size net bir şey söyleyeyim: Oy oranlarının ne olacağına seçmen karar verecek. Meselâ, programın başında İYİ Parti seçmeninin profilini sordunuz. Ben de size açıkladım. “İYİ Parti nedir?” diye sorarsanız, İYİ Parti, geçmişte ANAP’ın, Demokrat Parti’nin, Adalet Partisi’nin, DYP’nin, AK Parti’nin ve rahmetli Ecevit’li CHP’nin yaptığı, seçmen odaklı, millet odaklı ve onların değişim taleplerine eşgüdüm hâlinde onlara kulak veren, onu özneye koymuş bir siyâsî organizasyondur. Bir seçim olmuş, % 9,97 oy almışız. Şimdi anketlerde farklı farklı sonuçlar var; onları bir kenara koyalım. CHP o seçimde ana muhâlefet olarak oy almış. Millet İttifâkı’nı oluşturan dört partiydik biz. Demokrat Parti bizim listemizden girdiği için onun oyu saklı. Saadet Partisi de hem listeden hem logosuyla girmiş. Dolayısıyla onun da bir oy oranı var. Ama diğer iki parti yeni kurulmuş; henüz tartıya çıkmamış.
Ben 28 yıldır aktif politika yapan bir şahıs olarak şunu söyleyeyim: Bütün söz haklarını millet verir. Yani, o seçime girilir; o seçimde milletin vereceği karar, söz haklarını tanzim eder. Ama bizim yaptığımız şey şu — ısrarla şunu söylüyorum: Biz, farklılıklarımıza saygı duyup, ortak noktalarımızı öne çıkardığımız, birbirimizle masa altından tekmeleşmediğimiz, işbirliği içinde rekabet dediğimiz –iş insanları bilir bunu– bir sistem üzerine, bu mevcut ucûbe sistemi, seçim yoluyla sandıkta, öncelikle ondan kurtulmak üzere yola çıkmış ve bu konuda birliktelik kurmuş bir yapıyız. Bu yapının, bugünden “mal mülk paylaşımı”na giriyor veya sokuluyor olması yanlıştır. Netîcede son söz milletindir.
Sayın Kılıçdaroğlu, kendisi de dâhil, cumhurbaşkanı adayını bu 6 kişinin onayına bıraktı. O 6 kişinin onayında cumhurbaşkanı adayının çıkmasıyla ilgili bir oy var. Bu başka bir şey.
Ruşen Çakır: Bu noktada birbirine çok benzer sorular var. Diyorlar ki: “Beş lider bir isimde anlaştıysa, siz istemeseniz de ’Evet’ der misiniz? Ya da hangi isim üzerinde anlaşılırsa anlaşırsın, Meral Hanım ve İYİ Parti buna tam destek verecek mi?”
Meral Akşener: Şimdi bunların her birisi farz-ı mahal ya da farz-ı muhal. Farz-ı muhal, imkânsız olandır. Farz-ı mahal, konuşulmamış konu üzerinde olabilir olandır. Cumhur İttifâkı ile Millet İttifâkı’nın, önce o 4 parti, şimdi Altılı Masa denilen, bir akıl, strateji platformu, ortak akıl olarak kabul ettiğim o Altılı Masa meselesi birbirine karıştırılıyor. Biz son derece rasyonel, akılcı, seçmenin rahatsızlıklarını gidermek üzere, öncelikle demokrasiyi getirmek istiyoruz. Bu işin parlamenter sistemle olacağını… Bugüne baktığımızda, elbette parlamenter sistemin de eksikliği var. Onların düzenlenmiş olduğu, demokrasinin tam ve kâmil uygulandığı, adâletin, yargının bağımsız olduğu, hukukun üstünlüğü, liyâkati ve daha bir sürü şeyi sayabilirim. Parlamenter demokrasiye geçiş için bizim birinci önceliğimiz bu. Bununla ilgili çalışmalar yaptık mı? Yaptık.
İkinci konu nedir? Biz üç konuda bir araya geldik: Seçim güvenliğinin sağlanması. İstanbul seçimlerinde, ıslak imzâlı tutanaklar alındığında, herkesin elinin kolunun bağlandığını gördük. İptal edilse dahi, hukuksuzluk olarak kabul edilen bir durumda, işte bakın 13500 yerine 805000 fark atıldığı ortaya çıktı. Ben, hem Sayın Canan Kaftancıoğlu’na hem de İstanbul İl Başkanımız Buğra Kavuncu’ya defâlarca teşekkür ettim, bir kere daha edeyim: O birlikteliği, o sandıkların korunmasına dâir sistemi dikkatle, ciddiyetle tâkip etmemiş olsalardı, o ıslak imzâlar olmasaydı, o 13 bin 500 oy abidik kubidikle giderdi. Ama gidemedi. Sonra ne yaptılar? Hukuksuz bir şekilde seçimi iptal ettiler. Ama vatandaş gereğini yaptı. Demek ki ikinci önemli iş, bütün o korkuları gidermenin yolu, ıslak imzâlar. Onun yolu nedir? Bu 6 partinin o sandıkları korumasıdır. Buradan sizin aracınızla sesleniyorum: Bu altı partinin mensupları, yöneticileri o sandıkları koruyamazsa suçludur. Biz hepimiz suçluyuz. Seçmenin görevi oy vermektir. Bunu sağlıyoruz.
Üçüncü konu ise, cumhurbaşkanı adayını seçmek. Sayın Kılıçdaroğlu’nun söylediği, adayı bu altı kişinin seçeceği şeklinde. Adayı bu altı kişinin seçmesine bir îtiraz yok; hepimiz oturduk o masaya. Bu adayın nasıl biri olacağına dâir Sayın Kılıçdaroğlu’nun ortaya koyduğu bâzı ilkeler var ve ben de onlara katılıyorum. Aynı zamanda da kazanmamız gerekiyor. Dolayısıyla, bu kazanacak kişinin kim olacağının tespiti için de çok kolay yöntemler var. Bunlar da o arada kararlaştırılıp yapılabilir. Ama bugüne kadar biz sistemi götürmeye çalıştığımız için… Çünkü pek çok komisyon kuruldu, sonuç verdi, tanıtımlar yaptık. Sistem çalışıyor. Bunun ötesinde, aday konusuyla ilgili hiç konuşmadık, ama bundan sonrasında o çıkar ortaya. Çok net olarak söyleyeyim: O aday çıktığında, onun arkasında da kaya gibi durulur.
Ruşen Çakır: Dün burada sizin oturduğunuz yerde Kadri Gürsel vardı. Benim liseden çok eski arkadaşım.
Meral Akşener: O da mı Galatasaraylı?
Ruşen Çakır: Evet. 50 yıllık arkadaşım.
Meral Akşener: Bilmiyordum. Meşhur Galatasaraylılar.
Ruşen Çakır: Dün Kadri Gürsel’le yaptığım yayında kendisine, “Yarın Meral Hanım konuk olacak. Kendisine ne sormak istersin?” dedim. Şu soruyu sordu: “Habertürk yayınında, ‘İmamoğlu veya Mansur Yavaş’tan birini önerirlerse ‘Evet’ deriz demiştiniz. Bu, Kemal Bey’e “Kesinlikle ‘Hayır’ deriz anlamına mı geliyor?” Kadri’nin sorusu bu.
Meral Akşener: Türkiye’de çok enteresan bir genelleme ve geçmişi unutma var. Ben akademi sisteminden geliyorum.
Ruşen Çakır: Târihçisiniz.
Meral Akşener: Evet. Hayâta bilim gözüyle bakarım — dolayısıyla siyâsete de öyle. Bir kadın olarak, uzun süre siyâsette sağ kalmamın sebebi bu bilim gözlüğüdür. Daha “Ben cumhurbaşkanı adayı değilim” demeden, Altılı Masa’daki siyâsî partileri ziyâret ettim ve onlarla, tek tek geleceğe dâir bâzı konuşmalar yaptım. Yani kafamızda ne olmalı, nasıl olmalı minvâlinde. Çünkü konuşmuyorduk birbirimizle. Ve bu konuşmalarda bana eşlik eden Sayın Cihan Paçacı, Sayın Koray Aydın ve Sayın Uğur Poyraz vardı. Sonra Sayın Salim Ensarioğlu’nu da yanımıza alarak, en son ana muhâlefet partisine gittik. Ben bunları sonrasında televizyonlarda da söyledim kamuoyuna. Biz 5 kişiyiz, 5 kişi de karşımızda. Sayın Kılıçdaroğlu da var. Cumhuriyet Halk Partisi’ne dedim ki: “Herkes bu iki belediye başkanı arkadaşımızı –diğerleri öne çıkmıyor– cumhurbaşkanı adayı olarak lanse ediyor. Bunların îtâ âmiri sizsiniz. Yani sizin listenizde.” Evet, berâber seçtik, bizim teklifimizdi, ama bu başka bir şey. Dolayısıyla bu arkadaşlarımızın sürekli olarak cumhurbaşkanı adayı hâlinde birbirleriyle yarıştırılmasının doğru olmadığını, seçmeni taraftar hâline getirdiğini, bunun yanlış olduğunu, bunun yönetilmesi gerektiğini, şâyet Cumhuriyet Halk Partisi bu iki arkadaşımızdan birini aday olarak gösterecekse îtirâzımızın olmayacağını söyledim. Çünkü bu taraftar etme hâli gerçekten kötü bir durum. Daha o zaman Altılı Masa filan yok. Bir buçuk sene öncesinden bahsediyorum.
Ruşen Çakır: Yani söylediğiniz şu: Aday olabilirler, ama buradan gereksiz yere sorun çıkmasın, boşu boşuna enerji tüketmeyelim.
Meral Akşener: Evet, doğru. “Dolayısıyla bir arkadaşımızı aday gösterecekseniz, o zaman diğer arkadaşımızın da bundan bilgisi olsun” dedim. Bu, 10 kişinin huzurunda söylendi. Daha sonra ben bunu bir ya da iki televizyon programında söyledim. Habertürk’te de bu konuyu anlattım ben. Ama o günden bugüne, iki arkadaşımızın da anketlere konulma eylemi bitmedi. Vatandaş nezdinde, belediye başkanlığı dışındaki popülariteleri bitmedi, arttı. Netîcede ben bir durum tespiti yapıyorum. Vatandaşa soruyorsunuz, bu iki belediye başkanına yönelik bir sempati ortaya çıkıyor.
Dolayısıyla bunu îzah ettim ben. Yani geçmişe dâir bir konuşmanın tekrârıydı; ama bu, kamuoyuna o şekilde yansıdı. Sonra baktım ki bu konuda tam anlamıyla bir adım atılamayınca, bâzı şeyleri söylemem gerektiğini, ama bunları, o Altılı Masa’nın başarılı olabilmesi ve bu seçimin kazanılabilmesi için, bâzı şeyler canı yaksa da, sinir bozsa da birinin o Masa’da söylemesi gerektiğine kanaat ettiğim için, buradaki samîmîyetin anlaşılabilmesi için de söyledim. Benim için de bir hak bu, biliyor musunuz? Ben fedâkârlık yapmadım, ama bir ferâgat yaptım. Nedir o? O masadaki insanların ya da siz de dâhil başka insanların, herkesin cumhurbaşkanı seçilme hakkı mevcut. Başarılır başarılmaz o ayrı bir şey. Dolayısıyla ben o haktan ferâgat ederek, birkaç ay sonra, Eylül 2021’de Halk TV’ye çıkıp, “Ben cumhurbaşkanı adayı değilim” açıklamasını yaptım.
Ruşen Çakır: O çok acayip bir gündü. Biz şaşırdık.
Meral Akşener: Bunun anlamı şuydu: Ben bunu söylediğim andan îtibâren, adaylık mevzûsuna, yani cumhurbaşkanı adayının kazanmasına dâir olan kısmından ve tek adayla çıkılması gereğinden bahsediyorum. 2018’i ben yaşadım, başkası yaşamadı. Dolayısıyla, o seçmenin bir daha aynı hayal kırıklığını yaşayamayacağını biliyorum. O nedenle, bunu söylediğim zaman, arkasında herhangi bir yanlış işin olmayacağını anlamanızı sağlayabilmek için, çok önceden bir ferâgatta bulundum. Bütün mesele budur.
Ruşen Çakır: Başbakanlık meselesine gelelim. Ben, sizin çeşitli il ve ilçelerde yaptığınız birtakım esnaf ziyâretlerinizi izledim. Yanlış hatırlamıyorsam üç yerde izledim, hattâ karşılaştık da. Sizi “Başbakan Akşener, Başbakan Meral” sloganlarıyla karşılıyorlardı. Ama ortada başbakanlık seçimi yok.
Meral Akşener: Olacak. Ben buna inanıyorum.
Ruşen Çakır: Peki. Sizin partinizde de birçok kişi, sorulduğunda sizin adaylığı istediğinizi söylüyor. Ben de yaptığım değerlendirmelerde, “Üç aday adı geçiyor, ama bir de buçuk var: Meral Akşener” diye söylüyorum. Bu mesele kesinlikle kapanmış bir kapı mıdır?
Meral Akşener: Benim için kapanmış bir konudur. Elbette siyâsî partiler genel başkanlarını arzu eder. Bu çok saygıdeğer bir şeydir. Şimdi ben bu ucûbe sistemden kurtulamayacağımıza inansam, başka bir yol yürürüm. Bu ucûbe sistemden behemehal kurtulmamız gerektiğine inandığım için önce bir hak ferâgatinde bulundum. Sonra da bir iddia koydum ortaya: “Biz kazanacağız”. Yani dediğim şartlar inşallah gerçekleşecek ve kazanacağız. 13. Cumhurbaşkanı o Altılı Masa’dan çıkacak ve sonrasında olabildiğince hızlı bir biçimde parlamenter demokrasiye geçiş yapacağız. Böyle bir sistem var ve onun da yol haritası çalışılıyor şu anda. Böyle bir durumda başbakanlık makamı kendiliğinden doğuyor. Ama o başbakanlık makamını, ben ne Sayın Kılıçdaroğlu ile ne diğer arkadaşlarla konuştum; herhangi bir pazarlık yapmadım. Bu bir iddiadır. Başbakanlık makamı olsun veya olmasın, sizin partiniz birinci çıktığı zaman, siz başbakansınızdır. Yani parlamenter sisteme geçiş için ilk kazanımı elde ettikten sonrasından bahsediyorum.
Ayrıca bir şeye daha inanıyorum: Bu seçim hepimiz için parlamenter demokrasiye geçişin konuşulduğu son seçim. Bir daha bunu konuşamayacağız. Gelecek seçimde, bu ucûbe sistemin gerekleri üzerinden propaganda yaparak bir kişi seçeceğiz veya aday göstereceğiz. Ben AK Partili bir birey olsam, hem de sert bir AK Partili, Tayyip Bey’i de çok seven bir insan olsam, özellikle bu Altılı Masa’nın adayına oy veririm. Çünkü Sayın Erdoğan’ın son seçimi 5 sene sonra bitiyor. Partisinde de iki damat dışında kimse kalmadı. Peki, ne olacak? İnanılmaz bir yandaş kayırma var. Demokrasi gitmiş, tek adam rejimi var. Müthiş bir rahatsızlık var. Yolsuzluklar var, israf var, haksızlıklar var. 6 yaşındaki çocukları duyuyoruz. İnsanlar öfkeli ve acılı. Bu alan büyüyecek. Haksızlığa uğramış insanların sayısı artacak ve buradan birisi seçilecek. Ben AK Partili bir birey olsam, özellikle Altılı Masa’nın adayına oy veririm ki artık bu öfke bitsin. Biz yorulduk artık. Sizinle aynı jenerasyonların dönemlerinden geliyoruz. Yorulmadık mı kardeşim?
Ruşen Çakır: Sizi bilmiyorum, ama ben çok yorgunum.
Meral Akşener: Ben de yorgunum. Bu rövanş işinden bıkmadık mı? Bıktık. 21. yüzyılın değer setleriyle, dijital dünyanın değer setleriyle, benim oğlumun, gelinimin, torunumun değer setleriyle, sizin oğlunuzun değer setleri bizden çok farklı. Dolayısıyla o çocuklara borcumuz var. Hele sizin oğlunuz, daha küçük, daha genç. Ona daha çok borcumuz var. Nefes alamıyorlar bu ülkede. Bu ucûbe sistem, bu nefes alma işlemini, nefes borusunu tıkadı. Boğazı sıkan bir el var. Dolayısıyla ne eşitlik kaldı… Siz sol cenahtan gelen bir insansınız; eşitlik kalmadı bu ülkede.
Sayın Erdoğan, “Muhâfazakâr devrimciyim” dedi. Böyle bir şey olabilir mi? Mâdem muhâfazakâr devrimcisin, yani dindar devrimcisin; kabulüm. O zaman, “Bu ülkenin aç kalmış çocuklarına bedâva yemek verelim” dedik. Reddettiniz kardeşim. Sonra Demre Belediyesi, ilkokul, ortaokul, lise çocuklarına ücretsiz, bedâva yemek verdi; Kaymakam eliyle yasaklandı. Bu nasıl bir şeydir? Siz nasıl devrimcisiniz kardeşim? Nasıl dindarsınız, nasıl devrimcisiniz? Bıkmadık mı artık? Dolayısıyla bu seçimi kazanmalıyız. Türkiye nefes almalı.
Ruşen Çakır: “AK Partililer’i de bu seçim kurtaracak” diyorsunuz.
Meral Akşener: Evet, kesinlikle.
Ruşen Çakır: Erdal Nuhoğlu çok net bir soru sormuş: “Seçim sonrası hesap sorulacak mı?”
Meral Akşener: Elbette. Ama burada bir hatâ olmasın. Siyâsetçi hesap soramaz. O zaman bu intikam olur. Onun yerine, yargıyı bağımsız, korkusuz, objektif, tarafsız hâle getirir, hukukun üstünlüğünü sağlarsınız, zâten yargı hesap sorar.
Ben kendi özelimden söyleyeyim: Benim evim basıldı ve saldıranlar da beraat ettiler. Yargının acayipliğine bakın. Eğer öfkemi o hesap sormaya koyarsam olmaz. O nedenle rövanştan bahsettim. Meselâ 6 yıldır FETÖ’cülük üzerinden bir mahkemem var. Daha ifâdem alınmadı Ruşen Bey. Oğlumun, eşimin, torunumun, benim, oğlumun eşinin, kızımın, âilemin yaşadıklarını size anlatsam çıldırırsınız. Ben çok gıcık bir insanım. Her şeyi yargıya götürdüm. O yargıdan hiçbir şey çıkmadı. Bunun öfkesi var üzerimde. Meselâ, bin yaşında bir İsmail Kahraman, bana “Meral Kılıçdaroğlu” dedi. Ne demek Meral Kılıçdaroğlu? Mahkemeye verdim, hiçbir şey olmadı. Bugün bu ülkenin bütün kadınlarına –evli veya bekâr fark etmez, ama evli bir kadın için çok daha vahim– başka bir erkeğin soyadını söylemek artık mümkün. O karârı veren hâkimin, savcının, onu savunan avukatın eşlerine bunu demek mümkün. Dolayısıyla, yargı soracak bunun hesâbını. Hukuk soracak. Elbette hesap sorulacak.
Ruşen Çakır: Demin bahsettiğiniz 6 yaşındaki çocuk meselesi gündemin en önemli meselesi. İddianâme kabul edildi. Mayıs ayında dâvâ var. Ve şimdiden, bu olayı karartma ya da önemsiz gösterme girişimleri başladı. Çok açık soruyorum: Vatandaş Meral Akşener olarak, bu dâvânın âdil bir şekilde sonuçlanacağına dâir bir hissiyâtınız var mı?
Meral Akşener: Şimdi şöyle: Seçim olacak inşallah.
Ruşen Çakır: Evet, Mayıs’ta deniyor.
Meral Akşener: Haziran diyelim, fark etmez; ama seçim olacak. İlk celsede bir şey olmuyor zâten. Ama ondan sonra bizde. Ben Meral Akşener olarak, bizzat bâzı şeyleri birey olarak yaşamış, âilesi ve âilesinin bireyleri yaşamış bir insan olarak, bunun tâkibini yapmazsam şerefsizim, nâmerdim, ahlâksızım. Bunu bizzat yapacağım. Biz bu dâvâya İYİ Parti olarak aynı zamanda müdâhil oluyoruz şimdi. Bahadır Erdem partimiz adına katılacak. Her şeyini tâkip ederiz. Ben ilkokul öğretmenliği eğitimi aldım. O öğretmen okullarında bize, o çocukların annesi, babası, ablası, teyzesi, halası olmamız öğretildi. Ben öğretmen okulunda okurken, 6 yaşında bir çocuğu ilkokula veremezdiniz; okul öncesi eğitimdi. Siz evlendiriyorsunuz. Utanmadan o çocukla karı koca ilişkisi kurabiliyor. Benim bunu anlamam mümkün değil.
Anne baba, eş diyemeyeceğim o adam, cemaat midir, tarikat mıdır, vakıf mıdır, dernek midir her neyse, her birinin ne olduğu ne bittiği mutlaka tâkip edilmeli. Bu iş hukukî prosedürde çok ince bir işçilikle tâkip edilmelidir ki caydırıcılığı olsun. Böyle bir şey olamaz. Ve bunun, dinî mânâda da konuşulmasını hiç doğru bulmuyorum. Yani bizim dinimizde de böyle bir durum yok. Ama çok uzun zamandır, kendini dinin temsilcisi îlân eden, dinin her şeyini bildiğini iddia eden bir güruh var bu ülkede. 2018’de bunu söylemiştim biliyor musunuz? Yani kız çocukla baba, erkek çocukla anne, şöyle olur mu böyle olur mu diye konuşulduğu bir ülke burası. Sayın Erdoğan, utan utan utan!
Ben 7 yaşından beri 5 vakit namaz kılarım. Benim dedem, babamın babası Rumeli’nin 5 büyük hocasından biri. Biz böyle bir dinî eğitimi almadık. Böyle bir şey yok. Dolayısıyla, yok erkek çocukları, yok 6 yaşında kız çocukları… Ama bunun merkezine dini koymak… bir kere o da çok bambaşka bir şey. Şimdi, bu sapıklığın mutlaka cezâsı verilmelidir. Öyle verilmelidir ki hukuk içinde, bir daha buna cesâret edilememelidir. Çeşitli yerlerdeki çocuklara uzanan eller kırılmalıdır.
Ama bir şey daha söyleyeyim: Şimdi anlıyorum ki İstanbul Sözleşmesi bunları engelleyen hukukî bir altyapıydı. Yani ne diyeyim ki… Sayın Erdoğan! Sayın Erdoğan! Siz bu gürûhun, bu zihniyetteki insanların talebiyle İstanbul Sözleşmesi’nden çıktınız. Biz gelir gelmez, ilk işimiz İstanbul Sözleşmesi’ne imzâ atmak olacak.
Ruşen Çakır: Konuyu değiştireceğim.
Meral Akşener: Evet değiştirelim, çünkü…
Ruşen Çakır: Beklediğiniz soruyu soracağım: HDP ve Kürt meselesi. Meselâ izleyicilerimizden Ali Akyüz, “Bir Kürt olarak size neden oy vermeliyim?” diye sormuş. Ali Bolat, “HDP’ye olan öfkesi, koca bir ülkenin muhâlefetine gönül veren halkını…” Bu sorular hep soruluyor. “Kürtler’in demokratik taleplerine, İYİ Parti’nin Kürtler’i incitmemek dışında bir çözümü yok” diyenler var. Bildiğiniz bir konu.
Siz, Kürtler’le ilgili artık bir klasik olan, “eşit ve şerefli yurttaşları” sözünü her konuşmanızda özellikle vurguluyorsunuz. Ama onun ötesinde, meselâ siz bir Diyarbakır’a gidecektiniz, hâlâ gitmediniz.
Meral Akşener: Hayır. Diyarbakır’a gittim. Yine gittim. 3-4 ay kadar oldu. Bir cenâzemiz olmuştu, gittim.
Ruşen Çakır: Esnaf ziyâreti gibi bir şeyi kastediyorum.
Meral Akşener: Esnaf ziyâretine Elâzığ’a gitmiştim deprem için, sonra Ergani’de gezdik — Salim Bey organize etmişti. Ama özel olarak Diyarbakır’da bir esnaf ziyâreti yapmadık henüz. Şimdi kongresine gideceğim muhtemelen. Ondan sonraki fasılda da Diyarbakır’da bir seçim çalışması yapacağız. Planlamalarını yapıyoruz. Yani orada bir problem yok.
HDP konusuna gelince: Bize sürekli HDP üzerinden soru soruluyor. HDP’ye İYİ Parti üzerinden soru soruluyor mu bilmiyorum. Ama hem HDP hem İYİ Parti, kurumsal olarak birbirine karşı en dürüst davranan iki parti. Birincisi bu.
İkincisi, benim anlamakta çok zorlandığım bir durum daha var, o da şu: Sayın Erdoğan’a, daha doğrusu AK Parti’nin yöneticilerine birçok şey söylüyoruz. Şu anda benim söylediklerime bir bakın. CHP de söylüyor, diğer partiler de söylüyor. AK Parti’nin 20 milyon üzerindeki seçmeni bu işten hiç rencîde olmuyor. HDP ile ilgili, HDP’nin kurumsalının, yöneticilerinin tutum ve davranışlarına dâir bir eleştiri ortaya koyduğunuzda, birdenbire 6,5 milyon seçmenin incitildiğine dâir bir vâveylâ kopuyor. Benim bunu anlamam mümkün değil. Ne bizim partinin ne de başka bir partinin seçmeni kimsenin marabası değildir. İYİ Parti’ye oy veren bir seçmen, yarın bir başka partiye oy verebilir. HDP’ye oy veren bir seçmen, yarın İYİ Parti’ye de oy verebilir. Bütün siyâsî partiler birbirinin seçmeninin oyuna tâliptir. Alabilir alamaz, o can baş üstünedir.
Mesele açısından işe bakıldığı zaman ben aşırı bir dikkat sarfediyorum. Ama bize dâir ve şahsıma dâir bu dikkati hiç kimsede görmüyorum. Ben insanlar incinmesin diye aşırı bir dikkat sarfediyorum. Bugüne kadar da buna uydum; kimseyi de dürtmedim. Özel olarak dürtüldüm. Sâir partide şahıs olarak ben dürtüldüm ve o dürtmeye gereken cevâbı vermedim. Ama Cumhur İttifâkı bileşenleri beni korkaklıkla suçladı. O kadar çok şey yaşadık ki. İnsanlar incinmesin diye bütün bu hakaretlere göğüs gerdik. Halbuki siyâsî partilerin yöneticileri birbirlerini eleştirir; birbirinin oyuna tâliptir. Burada herhangi bir şey yok.
Bakın ben ne yapacağım. Diyelim ki siz bir Kürt’sünüz. Ben iktidar olduğumda size, “Ruşen Bey, ne istiyorsunuz?” diye soracağım. Ben bu konuyu çalışmış bir insanım. Siz söyleyeceksiniz. Sonra siz bana, “Meral Hanım, siz ne istiyorsunuz?” diye soracaksınız. Ben de bir Türk’üm. Ben de size söyleyeceğim. Sonra ikimiz, “Nasıl yani” kısmını konuşacağız. En zoru budur.
Dün, geçmişten tanıdığım, milletvekilliği yapmış, inanılmaz saygı duyduğum, Şırnaklı bir ağabeyimizle görüştüm. İzin almadığım için şimdi ismini vermeyeceğim. Kendisi Türkiye’de müthiş bir genelleme olduğunu söylüyor. Aynı fikirdeyim. “Kürd’ün, Türk’ün temel problemleri nedir?” diye baktığınız zaman çok aynı şeyleri görüyorsunuz: Açlık görüyorsunuz, eğitime erişim sorununu görüyorsunuz, yoksulluk görüyorsunuz, doğru beslenemediği için çocuklarda bodurluk görüyorsunuz. Sorun her tarafta aynı. Yani sınıfsal anlamda baktığınızda Kürd’ün Türk’ün dertleri birbirine benziyor. Dert kısmından bahsediyorum. Başka talepler de var tabiî. Ama o, “Nasıl yani?” kısmında ortaya çıkar.
Ben 15 yıl Cumhuriyet Târihi anlattım üniversitede. “Çoğunluk” bizim dine göre târiflenmiştir, “azınlık” da öyle. Dolayısıyla o “çoğunluk” Müselman, “azınlık” da gayrimüslim. Azınlığın bütün görevleri, vecîbeleri ve hakları, çoğunluğun da onayıyla hallolur. Uluslararası alanda da, hukuk anlamında bir göz vardır. Çoğunluğun içinde etnik âidiyetler târifi vardır. Ama o çoğunluğun tamâmı, azınlığın üzerinde de söz sâhibidir. Şimdi temel soru bu: Biz bu çoğunluğun içinde miyiz, değil miyiz? Kürtler’in, oransal olarak büyük çoğunluğu bunun içinde. Eziyetleri var, problemleri var, talepleri var. Onlara saygı duyulur, o başka bir şey. Çift unsurluluk isteniyor mu istenmiyor mu? Yarın ayrı bir devlet isteniyor mu istenmiyor mu? Federasyon isteniyor mu istenmiyor mu? Abdullah Öcalan’ın fi târihinde söylediği bir şey var: “Biz büyük hatâlar yaptık” demişti. Bunlar bu ülkede konuşuluyor mu? Konuşulmuyor. Netîcede, dönüyoruz bireye. Eğer Ruşen Bey Kürt ise, “Ne istiyorsun kardeşim?” “Sen ne istiyorsun Meral?…” İşte işin “Nasıl yani?” kısmı bu.
Ruşen Çakır: Ama bu söylediğiniz seçimden önce ve sonra.
Meral Akşener: Ben bakış açımı bu netlikte söylüyorum. Türkiye’de açılım süreçleri yaşandı. Sayın Bahçeli tarafından çok önemli bir tutum ortaya konmuştur o dönemde. Ben MHP milletvekiliydim o zaman. Bakın bir hakkı teslim ediyorum. Bunların hiçbiri görülmedi. Sayın Bahçeli açılıma karşıydı. Ama sandıkta çözmek üzere bir tutum aldı ve dedi ki: “Biz karşıyız. Vatandaşımız bizden yanaysa, bu işe karşıysa bize oy verecek. Ama bu açılım ya da demokratik süreç, her neyse onun adı, ondan yanaysa da onlara oy verecek”. Ne miting yapıldı ne eylem yapıldı. Âkil adamlar Türkiye’yi rahat rahat gezdi.
Ruşen Çakır: Ufak tefek olaylar oldu ama.
Meral Akşener: Hayır, Milliyetçi Hareket Partisi organizasyonu yoktu. Peki, Sayın Erdoğan o dönemi değerlendirebildi mi? Hayır, değerlendiremedi. Çünkü Sayın Erdoğan’ın bakış açısında kavramsal bir durum yoktur. Esas mesele nedir? O masaya oturuldu. Sonuç? Erdoğan, “Ben o masaya oturdum. Siz bana ihânet ettiniz. Hadi bakalım güle güle” dedi. Bir uçtan bir uca savrulundu. Mesela Bask, IRA mevzûsunu, biz okuldayken çalışmıştık bunları. Bir iki ayda bir vatandaş bilgilendirilir; bunların hiçbiri yapılmadı, masaya oturuldu. Peki, Kürt kim Türk kim? Halbuki bunun öncesinde yapılacak çok şey vardı.
Bakın, devlet o bölgeye para ödemiştir. Her hükûmet ödemiştir. Orada hiçbir sorun yok. Ama o paranın, yatırımın vatandaşa ulaşmasını sağlamamıştır. Yani üst elitin elinde kalmasına sebep olmuştur. Başka problemler de var orada. Ben Japon sistemine inanıyorum. Küçük küçük somut adımlarla çözeceksiniz. Şu problemi burada bırakıp oraya geçtiğinizde, koca bir problemi çözemezsiniz. Benim bakış açım bu.
Ruşen Çakır: Şimdi 2 yıl önceye, 12 Aralık 2022’ye gidelim. 2 yıl öncedeki yayında yine burada oturmuştunuz. Kıyâfetiniz farklıydı. Üzerinizde yine güzel renkli bir kıyâfetiniz vardı. Çok bildiğimiz bir konu, ama tekrar yayından bir bölüm izleyelim ve sonrasında devam edelim.
12 Aralık 2022 tarihli yayınından:
Ruşen Çakır: Bu konuyla ilgili yaptığım yayınlarda, kimisi partinize üye, kimisi oy veren destekçilerinizden, “Onlar gitse bile biz gitmeyiz” tepkilerinin geldiğini görüyorum.
Meral Akşener: Hiçbir siyâsî parti genel başkanı, seçmeni hakkında böyle bir tanım yapmaz. Ben seçmenimizi tanıyorum. Hattâ bir televizyon programında, “Bırakın Cumhur İttifâkı ile el ele tutuşmayı, şöyle küçük bir bakış atsak bile, ayakkabısını ayağından çıkarıp, başta ben olmak üzere hepimizi eve kadar kovalar” demiştim. Bir de böyle eylemci bir kitlemiz var bizim.”
Ruşen Çakır: O târihte bunları söylemiştiniz. Teklifleri de açık açık reddettiniz.
Meral Akşener: Hâlâ reddetmeye devam ediyorum.
Ruşen Çakır: Teklifler hâlâ geliyor. Hattâ bununla ilgili bir soru sorulduğunda, “Vallahi Sayın Erdoğan’ın neden çağırdığını, neden bu teklifi yaptığını bilemedim” dediniz. Ama şöyle bir ikilem var, daha doğrusu seçenek var. İzin verirseniz biraz açarak sorayım: Birincisi, Erdoğan gerçekten sizi yanında istiyor, çünkü size ihtiyâcı var. İkincisi, Altılı Masa’yı sabote etmek istiyor. Ben birinci seçeneğe inanıyorum. Yani benim görüşüm o, bunu hep söylediğim için tekrarlayabilirim. Erdoğan, Cumhur İttifâkı’nın öyle yürüyemeyeceğini ve takviyeye ihtiyâcı olduğunu görüyor. Bu anlamda da, Altılı Masa’da, yani rakibinde en kritik partinin İYİ Parti ve liderinin de siz olduğunu görüyor; size ihtiyâcı var.
Meral Akşener: Doğrudur. Bir de çok zordalar. Meclis’te, daha bütçe görüşmelerinin başlangıcında yaşanan hâdiseleri gördünüz. Bunlar olmazdı. Ben 8 yıl Meclis’i yönettim. Bağırırlar, çağırırlar, kavga da ederler — yorgunluğun netîcesi olur. Şimdi Tarzan zorda. Birincisi bu. İkincisi, bizim partimiz AK Parti’den oy alıyor.
Biz 6-7 şirkete grup üyesiyiz, özel bir şey yaptırmıyoruz. Onlar yayınlanıyor, siz de onları görüyorsunuz. Bir de küçük bir butik şirketle, ilçe ilçe, il il çalışıyoruz. Yani Türkiye genelini, şu kadar oy oranı şeklinde çalışmıyoruz. İlçelerden nereye nasıl bir dille, nereye ulaşmamız gerektiğini çalışıyoruz. Meselâ bu ay 51 il için anket yaptırıyoruz. Büyükşehirler tamam, küçük illerden de var. Enteresan bir biçimde 45 bin civârında denek oluyor. Ekonomik açıdan devamlı yaptıramıyoruz tabiî, ama düzenli aralıklarla yaptırıyoruz. Meselâ İzmir’i söyleyeyim: İzmir’de AK Parti 10 puan düşmüş, bize gelmiş. Antalya’da benzer bir durum var. Bunların rakamını hatırlamadığım için söyleyemiyorum. Meselâ Adana’da şu anda CHP birinci parti; az bir farkla biz ikinci partiyiz, AK Parti üçüncü sıraya düşmüş. Aramızdaki fark az. Yani öyle çok değil. Fakat AK Parti çok yüksekti buralarda. Hele İç Anadolu’da, Kayseri’de, Konya’da, ciddî mânâda oy kaybı yaşıyor. Bunların bir kısmı Araf’ta, bir kısmı da bize geliyor.
O kadar büyük bir oy almış bir siyâsî yapı ki bu. Altılı Masa’da bulunan altı siyâsî partinin altısına da oy gelebilir bir durum var. Onun için, biz birbirimizin rakibi değiliz. Şimdi en fazlasını doğal olarak biz aldığımız için… Çünkü biz merkeze insanı koyduk. AK Parti 2001’de kurulduğu zaman oy veren o seçmeni adam yerine konuyordu. Bugün gelinen nokta ne? “Ceketimi koysam kazanırım” hikâyesi. Sayın Erdoğan o gün “Milletin Adamı”ydı, bugün “Reis” oldu. Reisin merkezine masa kondu, koltuk kondu, ama insan yok merkezinde. Bizde “Milletin Kürsüsü” diye bir kavram var. İnsanlar gelip dertlerini anlatıyor Meclis’te. Çünkü aslî unsur millet, biz vekiliz. Geziyoruz, o bilgileri alıyoruz, onlara çözümler üretiyoruz. Bu yaptığımız kabul gördü. Biz oradan oy alıyoruz. Bu dâvetlerin arka planında, o giden oyu durdurmak ve mümkünse kendilerine döndürmek yaklaşımı var.
Ruşen Çakır: Merkezden bahsettiniz. Ben birkaç yayında sizin merkez konusunda sorunlu olduğunuzu, sorun yaşadığınızı söyledim. Siz MHP’den ayrıldığınız andan îtibâren benim kafamda, sizin de geçmişiniz olan Doğru Yol Partisi geliyor. Siz tabiî hepsine, ANAP’a, Adâlet Partisi’ne sâhip çıkıyorsunuz ama…
Meral Akşener: Doğrusunu söylemek gerekirse, ben siyâsetin nasıl yapılabileceğini DYP’de öğrendim. Bu gerçeği söylemem lâzım.
Ruşen Çakır: Ben İYİ Parti’den yeni bir Doğru Yol Partisi çıkma potansiyelinin çok yüksek olduğunu düşündüm, dile getirdim ve hâlâ böyle düşünüyorum. Ama MHP’den kopmuş olmanız ve kadronuzun birçoğunun MHP’den gelmiş olması nedeniyle, ikinci MHP olma ihtimâlinin de hep sanki masada olduğu yolunda bir şey var. O defter kapandı mı?
Meral Akşener: Ben şu veya bu parti gibi söyleyemeyeceğim. Çünkü “Z kuşağı” diye bir kavram girdi hayâtımıza. Onların gözünde X, Y, Z diye bir târif yok. Dolayısıyla, siyâsetbiliminin yeni kodlarına baktığınız zaman, merkez sağ târifi bambaşka bir şey, merkez sol târifi bambaşka bir şey, merkez târifi bambaşka bir şey. Biz kurumsal olarak kendimizi milliyetçi demokrat ve kalkınmacı olarak târif ettik. Bizim partimizde her görüşten insan var: Milliyetçisi var, yani kendisini Türk milliyetçisi olarak târif eden var, kendisini ülkücü olarak târif eden var, sosyal demokrat olarak târif eden var, kendisini merkez sağ, muhâfazakâr, dindar, Atatürkçü diye târif eden var. Çünkü seçmen şu anda birey birey ayrılıyor; asıl mesele bu. Hani biz geçmişte böyle setler hâlinde ayırırdık ya? Şimdi, yaş gruplarına göre ayrılıyor. Bir de ekonomik ve sosyal alanlar üzerinden ayrılıyor.
Ben 1,5 yıl Z kuşağı çalıştım. Büyükşehirlerde oto sanayide çalışan çocuklar var. Araştırmacılar onlara, “mahalle delikanlısı” diyor. Onların değer setleri ile sizin çocuklarınızın değer setleri farklı. Bir de ortak noktaları var: İkisi de vicdanlı, merhametli, ama keyifçi çocuklar. Sizin çocuklarınızla –sosyoekonomik durumdan bahsediyorum– o yerlerde bulunan çocukların ayrıştığı alanlar da var; talepleri de farklı. Sâdece gençler için konuşuyorum. Taleplerin bu kadar farklı olduğu, bakış açısının bu kadar farklılaştığı bir yerde… Ben çok uzun süre aktif politika yapmış bir siyâsetçi olarak, öznenin insan olduğu, merkezine insanın konduğu, milletin konduğu siyâset yapma biçimini doğrusu DYP’de öğrendim. Her bir seçmen baş üstüne konurdu. Meselâ çalışma biçimim, yani esnaf gezmenin öznesi oradan geliyor. Ama bu târiflerin çok doğru olmadığını düşünüyorum artık. Belki yıllar sonra, ileride, sosyalbilimciler, siyâsetbilimciler bizi bir yere konduracak. Ama bugün ne olduğunu gerçekten söyleyemem size. Ama biz mâkulün peşinden giden bir partiyiz.
Çok basit bir şey söyleyeyim: Meselâ ben Doğru Yol Partisi’nde politika yaparken de, bir televizyona çıktığımızda, benim gibi herkes de, en azından Genel Başkan’a haber verirdik ve “Söyleyeceğiniz bir şey var mı?” diye sorardık. Sonraki aşamalarda da aynı şeyleri yaşadık, izne tâbi olan dönemleri de yaşadık. Ama bugün bizim partimizde, sizin programınıza veya bir başka yere çıkan arkadaşlarımızı, ancak partinin sosyal medyasına baktığımda görüyorum hangi programda olduklarını. Ne haberim olur, ne izin alınır, ne de “Var mı bir söyleyeceğin?” denilir. Doğrusu da budur.
Ruşen Çakır: Ama bâzen size sorun çıkartıyorlar.
Meral Akşener: O olabilir. Ama ben bunun da saygı duyulması gereken bir durum olduğunu söylüyorum. Ama insanlar sözünün sorumluluğunu üstlenmelidir. Her şeyin sorumluluğunu üstlenmelidir. Yetkiyi kullanıp sorumluluktan kaçarsanız olmaz. İşte orada problem olur.
Ruşen Çakır: Sakarya’yı çok iyi hatırlıyorum. Sakarya’da ilk ilçede, adını şimdi hatırlayamayacağım, kusura bakmasın, bir milletvekiliniz…
Meral Akşener: Halil İbrahim Oral Bey.
Ruşen Çakır: Evet. Kılıçdaroğlu’nun Alevîliği ile ilgili bir şey söylemişti. Ben, inanın sizden öğrendim. Siz çıktınız, orada…
Meral Akşener: Çok net özür diledim.
Ruşen Çakır: Özür dilediniz, adını verdiniz.
Meral Akşener: Hem dindarlığın, Sünnî dindarlığın çok yüksek olduğu bir ilçede. Çok büyük alkış almıştım.
Ruşen Çakır: Hattâ ben size,“Burada Alevî yok, niye söylüyorsunuz?” diye sormuştum. Siz “Mesajım başka yere” demiştiniz. Meselâ o olayı çok net bir şekilde gördüm. Üstünü kapatabilirdiniz.
Meral Akşener: Halil İbrahim Bey bizzat gitti ve Sayın Kılıçdaroğlu’ndan özür diledi. Söylemeye çalıştığım şey şu: Bir, sorumluluğunuzu alacaksınız. Özgürlüğün, demokrasinin bir diğer alanı da sorumluluktur. Yetkileri tam kullanıp sorumluluktan kaçarsanız olmaz. Dolayısıyla bizim partimizde, gerçekten demokrasiyi içselleştirmeyi öğreniyoruz. Yani insanların irâdeleriyle, bakış açılarıyla, ama partinin genel çerçevesini, genel ilkelerini bozmadan, fikirlerini rahat söyleyebildikleri bir alanı oluşturuyoruz.
Bir de şöyle bir fark oldu, bu da güzel bir şey oldu. Önce olmamıştı, ama şimdi çok iyi olduğunu anlıyorum. Ben milletvekili değilim. Bir grubumuz var. Şimdi meselâ Meclis Grubu’nda bir karar alınacağı zaman, “Şunu yapın” diyemiyorum, biliyor musunuz? Ahlâkî olarak diyemiyorum. Sebebini söyleyeyim: Ben el kaldıramıyorum ki, milletvekili değilim. Herhangi bir konuda o insanlar evet ya da hayır diyecek. Dolayısıyla gittikleri memleketlerinde seçmenle onlar karşı karşıya kalacak. Ne yapıyoruz? En küçücük bir konuyu üç gün tartıştığımız oluyor. Ben de orada bulunuyorum. Sonra bana, “Senin fikrin nedir?” diye bâzen soruyorlar.
Ruşen Çakır: Bâzen mi?
Meral Akşener: Bâzen soruyorlar, ben de fikrimi söylüyorum. Ama oyluyoruz. Yani tezkereleri hep öyle yaptık, biliyor musunuz?
Ruşen Çakır: Dün,Kadri Gürsel’in dışında Can Selçuki ile de bir yayın yaptım. Kendisi çok genç bir araştırmacı, “Türkiye Raporu” direktörü…
Meral Akşener: Beğendiğim araştırmacılardan biridir.
Ruşen Çakır: Evet, Altılı Masa için çok güzel bir şey söyledi: “Henüz el ele halay çekmeye başlamadılar” dedi.
Meral Akşener: Doğru.
Ruşen Çakır: “Halay çektikleri andan îtibâren kampanya da gerçek anlamda başlamış olacak” dedi.
Meral Akşener: Şimdi, kampanyaya kadar yapacaklarımız var, o yapılıyor. Herkes çok telâş yaptı. Tekrar söylüyorum: Cumhur İttifâkı’nın bileşenlerinin, birbirleriyle olan rasyonalitenin dışında, mânevî, hissî, duygusal bir iletişimi yok. “Mezara kadar” diyorlar ya? Böyle bir şey olur mu? Bu alt tarafı siyâset. Vatandaşa hizmet bu. Tabiî çok önemli bir şey, ama hizmet yani. Ama “Pazara kadar değil, mezara kadar…” Bizimki öyle değil. Bizimki o sandalyede rasyonel biçimde bir oturuş. Sizlerin, seçmenin, milletin, bireyin taleplerine cevap verebilmek için de bir aradayız. Ama bu arada, her birimiz farklı farklı gelenekleri de temsil ediyoruz orada.
Şimdi size bir soru: Bakın, 2017 Referandumu’nda biz “Evet” için çalışsaydık, 2018’de Millet İttifâkı kurulmazdı. Bunları unutmayın. Farklılıklarımıza saygı duymayı öğrendik. Biz orada katalizördük. Aynı şekilde İYİ Parti kurulmasaydı, biz o Millet İttifâkı içinde yer almazdık. Millet İttifâkı içinde yer almadığımız için de, Demokrat Parti, Saadet Partisi, CHP ile bir arada olamazdı. Arada bir katalizöre ihtiyaç var. Çünkü merkez sağ, mâkul. Adını ne koyarsanız koyun, bir alışkanlıklar silsilesi vardır. Oradaki şey bu.
Bu ülkede Saadet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin o masaya oturması, geçmişin birlikteliklerini hatırlattı ve bu aradaki derin fay hatları doldurulmaya başlandı. Sonra, biz 2017’de o referandumun geçmemesi için çalışmasaydık, Cumhuriyet Halk Partisi ile bizler –yani sâdece ben değildim; Koray Bey de vardı, Sinan Bey de vardı, Ümit Bey de vardı; orada “Hayır” için çalışan, yani bu referandum geçmemesine çalışan pek çok insan vardı– ve doğal olarak ana muhâlefet partisi ile irtibatlarımız oldu. Yine ben kendi özelimden söyleyeyim: Meselâ Ankara’nın oyları, Türkiye’nin oylarıyla çalıştık. Ben çalıştım, arkadaşlarımla berâber. Meselâ Urfa’da, Saadet Partisi’nin kartlarıyla, Cumhuriyet Halk Partisi’nin insanları sandık başına gitti. O irtibâtı biz sağladık. Şimdi sonuçta o olmasaydı, bizi seçime sokmama tavrı olduğunda, benim aklıma Sayın Kılıçdaroğlu’ndan gidip 15 milletvekilini istemek gelmezdi. Ya, Türkiye bir yere gidiyor. Allah aşkına telâş yapmayın! Sonra, biz o partiyi kuramamış olsaydık…
Ruşen Çakır: Ya da seçime girememiş olsaydınız…
Meral Akşener: Bugün muhâlefet çok sesli, çok çeşitli. Sâdece Gelecek ve DEVA’dan bahsetmiyorum. Pek çok siyâsî parti kuruldu; onlar kurulamazdı. Biz hep berâber, arkadaşlarımızla berâber çok acılar çektik.
Ruşen Çakır: Aslında bunları anlattığınız zaman, az zamanda ne çok şey olduğunu görüyoruz.
Meral Akşener: Elbette. Şimdi aynı masada altı siyâsî parti oturuyor ve birliktelik daha öne geçmiş durumda, müşterekler çoğalmış durumda. Ve en önemli şey, farklılıklara saygı duymak. Israrla bunu vurguluyorum, bâzıları anlamamakta direniyor. İşte burada sorulan birçok gıcık sorunun da öznesi bu. Ben farklılıklara saygı duyulmasının çok önemli bir kazanım olduğunu düşünüyorum. Hoşgörüden saygıya geçtik arkadaş!
Ruşen Çakır: Peki. Siyâsetbilimci Edgar Şar, bizde de program yapıyor, yayından önce, yarınki yazısıyla ilgili bana tüyo verdi. İki kavram söylüyor: “Altılı Masa, yönetebilirliği gösterdi” diyor. En son, Altılı Masa’nın anayasa önerisi açıklaması vardı, ben de yerinde izledim. Ve devam ediyor Edgar: “Ama kazanabilirlik konusunda hâlâ eksikler var” diyor.
Meral Akşener: Kazanacağız Edgar hocam, kazanacağız. Emin olun. Söz! Ka-za-na-ca-ğız! Bilim insanlarına saygımız sonsuz.
Ruşen Çakır: Pazartesi günü anayasa değişikliği önerisini Bilkent Otel’de sundunuz. Ben pazar günü İstanbul’da, AK Parti’nin Galatasaray stadındaki “Büyük İstanbul Buluşması” toplantısını izledim. Yıllarca o hareketi izleyen birisi olarak çok merak ettim, gittim. Dâvet de ettiler, hoşuma gitti. Açıkçası tahminimden daha başarılı buldum. Siz de bir şekilde haberdar olmuşsunuzdur. Orada şunu gördüm ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan zâten verdiği seçim kampanyası startını çok ciddî bir şekilde sürdürüyor. Tâlîmatlar veriyor. Meselâ: “Her üye Ocak ayına kadar bir üye daha getirecek” diyor. Yeni tâlîmatlar da gelecek herhalde.
Sonra, Altılı Masa’nın anayasa değişikliği önerisi toplantısına gittim. AK Parti’nin toplantısında gördüklerimi orada da anlattım. Bana anayasa değişiklik önerisi hakkındaki görüşlerimi sordular. Ben de onlara, “İyi güzel de anayasayı değiştirmek için seçimi nasıl kazanacaksınız?” diye sordum. Şimdi siz, “Kazanacağız” diyorsunuz, o konuda bir eminlik var. Ama yine insanlar onu merak ediyor. Yani bir mobilizasyon şu anda görünmüyor ya da var da biz mi görmüyoruz?
Meral Akşener: Burada neyi kastediyorsunuz? Vallahi anlamıyorum.
Ruşen Çakır: Meselâ AK Partililer, oradaki ilçe yöneticileri büyük bir heyecanla, Erdoğan’dan tâlîmat alıp tek tek bakıp bütün kapıları dolaşıyorlar.
Meral Akşener: O, kendi partisine bu tâlîmâtı verebilir. Ben birey olarak ve bir genel başkan olarak o kapıları kendim çalıyorum. Pek öyle bahsedildiği gibi değil. AK Parti teşkilâtları kapı zili çalamıyor. Çünkü büyük bir tepki var. Ellerinde devlet gücü var, para var, başka şeyler var. Devlet gücü üzerinden bâzı adımlar atabilirler. EYT’yi çıkarabilirler, 3600’ü yerine getirebilirler, asgarî ücrette keşke bizim önerdiğimizi yapabilseler. Önerdiğimiz, çocukların açlığını giderebilecek sabah kahvaltısı ve öğle yemeğini ücretsiz olarak verebilseler… gibi bâzı adımları atabilirler. Keşke bunları atsınlar. Saygımız sonsuz. Burada bir problem yok.
Ama o evlere ben giriyorum kardeşim. Tayyip Bey o evlerde oturacağı yeri bilemez. Onların teşkilâtları da artık oturacağı yeri bilemez. Çantaları pahalı, ayakkabıları pahalı, o evleri de unuttular…
Bakın, tekrar söylüyorum: Reis oldu Reis! Siz benden daha iyi biliyorsunuz, Edgar Hoca daha iyi bilir. Saray, bir paralel evren yaratır. Saray, bambaşka bir hayat tarzıdır. Saray, her şeyi birbirinden koparır. Ben Sayın Erdoğan’ın sokağı tamâmen unuttuğunu düşünüyorum. Verdi tâlîmâtı, gitti. Biz tâkip ediyoruz. Ama bakın geçmişin Refah Partisi’nin yaptığını yapamıyorlar. Ondan evvel de, “Acayip çalışıyorlar” diye gördüğümüz şeye bir baktığımızda, o devirde bâzı cemaatlerin onlar için cansipârâne çalıştığını, o kapıların başka bir heyecanla çalındığını fark ediyorum bugün ben.
Ruşen Çakır: Sizi tahmin ettiğimden daha emin gördüm.
Meral Akşener: Dolayısıyla ben, kendi adıma ve partim adına, İYİ Parti adına şunu söyleyeyim: Arkadaş, bir buçuk kere Türkiye’yi dolaştım. Bir kere tamam, şimdi ikincinin yarısı… Dolayısıyla o esnaf dükkânlarında neleri görüyoruz biz. Siz de şâhit oldunuz.
Ruşen Çakır: Evet. Bir de provokasyon girişimleri var.
Meral Akşener: Onlar önemli değil, olacak. Ama biz neleri görüyoruz. O dükkânlara girebilen AK Partili milletvekili yok. Hiç gelmiyorlar diye şikâyet ediyor insanlar. Dert dinlemeye alışkın değiller.
Ruşen Çakır: Gittiğiniz yerlerde, benim de izlediklerimin önemli bir kısmında, meselâ Sakarya’da, AK Parti’nin çok güçlü olduğu yerlere gittiniz ve çok sayıda da AK Partili esnafla konuştunuz.
Meral Akşener: Dertlerini anlattılar. Hattâ size dönüp anlattılar, “Yaz!” diyerek. Farkında mısınız? Size dönüp anlattılar. İlk çıktığım zaman, 20 Ocak 2020’de, ilk Antalya’dan başlamıştım. Bizim insanımız kadına çok iyi davranıyor; o hakkı teslim edeyim. Sıkı AK Partili… Nasılsın, iyisin, hoş geldiniz filan filan… Ben bugüne kadar, iktidar partilerini veya bir başka partiyi yermedim, kendi partimi de övmedim; onları dinlemek üzere gittim. Bu kurallar üzerinden gidiyoruz. Başta şöyle yapıyorlardı: “Ay, Allah Reis’ten râzı olsun” diyor. Önlem alıyor, anlıyorsun. Ama tam çıkarken, basın ya da bizim kendi video çeken arkadaşlarımız çıkıyor, dönüyor bana, “Abla, bir gelir misin?” diyor. Gidiyorsun, kulağıma eğiliyor, derdini anlatıyor. Bakın bu başka bir şeydi.
Sonra, yavaş yavaş hafiften şunlar denmeye başladı: “Ya abla, Reis’in yanında ol. Ona yardım et.” Ama şu anda, AK Partililer’den bahsediyorum, size doğru dönüp, “Yaz yaz bunu!” diyor. Şimdi böyle bir değişime şâhit oldum. Bu değişim, bu dönüşüm, tamâmen bu paralel evrenin, paralel dünyanın, yeni bir hayat tarzının, vatandaştan uzaklaşmasının getirdiği bir sonuç.
Ruşen Çakır: Ben bu gezilerde şunu gördüm: Bir kere siz özellikle kadınlarla, ama sâdece kadınlarla değil, insanlarla çok yakın temas kuruyorsunuz.
Meral Akşener: Ben oradayım, oradan geliyorum.
Ruşen Çakır: Ve özellikle kadınların kulaklarına bir şeyler söylüyorsunuz. Yani kulağına söylediğinize göre, herhalde özel şeyler söylüyorsunuz ama, ana hatlarıyla ne konuşuyorsunuz? Nedir yani sır paylaşır gibi?
Meral Akşener: Bakın, esas ne biliyor musunuz? Görerek baktığınızda, o gözlerde bir şey görüyorsunuz. Kadınlar isteyemiyor. Siz ona şâhit oldunuz. Ben eğiliyorum, kulağına, “Bir derdin mi var?” diyorum. Söylüyor, sonra da hiç belli etmeden, ben işâret ediyorum ve oradan yürüyüp gidiyorum. Bağırmadan, çağırmadan, başkaları bunu görmeden, onuru zedelenmeden… O gözü görüyorum ben… Hastası oluyor, çocuğunun çantasını alamamış oluyor, o gözü görüyorsunuz. İşte şimdi o paralel evren, o saray, o göze baktığı zaman onu görmeyi engelliyor.
Ruşen Çakır: Yani özel dertlerini, sıkıntılarını anlatıyorlar.
Meral Akşener: Evet.
Ruşen Çakır: Çok şey konuştuk, daha çok konuşacak şey var. Meselâ ben, bir ara işi gücü bıraktım sizin grup konuşmalarınızda kelime saydım. Haberiniz var mı ondan?
Meral Akşener: Yok.
Ruşen Çakır: Yok mu?
Meral Akşener: Hayır.
Ruşen Çakır: Meselâ bir konuşmanızda 50 küsur kere “devlet”kelimesini kullandınız. Ben de “Devlet Abla” diye bir yayın yaptım.
Meral Akşener: Aa, onu biliyorum.
Ruşen Çakır: Ondan bir sonraki konuşmada “demokrasi” kelimesi vardı. “Yoksa Meral Hanım bana nazîre mi yapıyor?” diye düşündüm.
Meral Akşener: Olabilir.
Ruşen Çakır: Soldan gelen birisi olarak, sağda olan, sizin gibi milliyetçi kökenli birisini de anlıyorum ama, burada yayın boyunca anlattıklarınızda toplum çok önde. Ama o konuşmalarınızda “devlet” vurgusu çok fazla.
Meral Akşener: Ama sopalı bir devlet değil, ciddî bir devlet. Tek adam sistemi, devlet denilen o kavramı koruyan, kollayan, saygı duyan, açını doyuran, çıplağını giydiren o anlayışı yok etti. Eşitlik o kadar önemli ki… Bunu devlet sağlardı, bu kayboldu ülkeden.
Hep kendimden örnek veriyorum, ama mecbûren öyle oluyor. Benim köyümde doğan bir kız çocuğu –ki şimdi ekonomik olarak daha iyi durumdalar–, benim doğduğum zaman, ilkokul 3 sınıf bir arada, 2 sınıf bir aradaydı. Ben orada okudum. Bugün, bir siyâsî partinin, hem de grubu olan siyâsî partinin genel başkanı, Türkiye’nin ilk kadın içişleri bakanı ve bir üniversite hocası olarak oturuyorum karşınızda. Ben o köyden çıktım. Küçük bir memurun kızıyım. Bu Cumhuriyet eşittir devlet, aslında ”paşa dede” ihtiyâcını ortadan kaldırdı, eşitledi. Hadi sol jargondan gidelim, solculuğu bilen bir adamın eşiyim. Ben de onu kafalayayım diye çok okudum. Şimdi, bu sınıfsal geçirgenliği, sosyal adâleti kim sağladı? Eğitim yoluyla Cumhuriyet; eğitim yoluyla o devlet anlayışı sağladı. O sınavlardan hiç şüphe ettik mi Ruşen Bey? Sizin âile geçmişinizi bilmiyorum. Galatasaray’ı kazanmışsınız, okumuşsunuz, bitirmişsiniz.
Ruşen Çakır: Çağlayan’dan kazandım.
Meral Akşener: İşte, buyurun. Bugün, üniversite mezunu bir anne, üniversite mezunu bir baba, üniversite mezunu iki dede, üniversite mezunu bir anneanne ve bir babaannenin torunu, yani benim kız torunum ve erkek torunum, o köyde doğmuş Meral’in şansına, eşitlik anlayışına sâhip değil. Büyük şehirlerde okulların ne halde olduğunu, öğretmenlerin ne durumda olduğunu siz biliyorsunuz. Paranız varsa okutabildiğiniz bir sistem doğdu. Yani: “İşçisin sen işçi kal, köylüsün sen köylü kal”. Siz yıllarca buna îtiraz etmediniz mi? Devleti öne çıkarırken, ceberrut, elinde sopa vuran bir devletten bahsetmiyorum. “Kerim devlet” diyorum. Şimdi sizi izleyenlerin belki de “Bunlara ne gerek var?” diyebileceği bir şeyi söyleyeyim. “Kerim” çok önemli bir kavramdır. Kadim ve kerim… Kerim, kapsayıcıdır, eşitlikçidir, Allah’ın bir sıfatıdır. Dolayısıyla söylemeye çalıştığım, bununla demokrasi birbirine çok yakışır. Bugün devlet yok, bir adam var.
Ruşen Çakır: Eğitimden bahsettiniz. Geçenlerde yaptığınız grup toplantısında açıkçası şaşırdım. Boğaziçi Üniversitesi’ne çok geniş yer verdiniz. Ben, her ne kadar atılsam da, aynı zamanda Boğaziçili’yim.
Meral Akşener: Onu bilmiyordum.
Ruşen Çakır: Ama orada çok ciddî bir direniş var ve siz ona çok geniş bir yer verdiniz. Hattâ Boğaziçililer de bu konuda tekrar bize soru da yolladılar. Pozisyonunuzu biliyoruz, aldığınız pozisyonu biliyoruz. O konuda kısaca bir şey söylemek ister misiniz?
Meral Akşener: Sâdece şunu söyleyeyim: Boğaziçi Üniversitesi, çok özel bir ekoldür. Ben Edebiyat Fakültesi’nde Târih bölümünde okuyordum. Yani Türkoloji, târih bir tarafta, felsefe bir tarafta, filoloji daha ortada, birbirimizle dövüşüyorduk. Benim eşim, ODTÜ menşeli, Boğaziçi’ne not transferiyle geldi. Biz de o zaman sevdik birbirimizi, âilelerden gizli bir şekilde çıkıyoruz. Tez yazdığım zamanlarda, onların kütüphanesinden faydalanmak üzere Boğaziçi Üniversitesi’ne giderdim. İki şeyleri vardı: Biri, sol ağırlıklı ama siyâsî bir kantin, bir de daha normal. Aynı dönemde Sayın Davutoğlu orada okuyordu. Ben kaş çatıldığını görmedim. Birbirlerine kaş çattıklarını görmedim… Enis Berberoğlu da oradaydı.
O günkü şartlarda ben de Edebiyat Fakültesi’nde “faşikeyim”. Sonra yeğenim okudu, ablamın kızı okudu. Abimin bir kızı Marmara İlâhiyat Fakültesi’nde, bir kızı da yine Edebiyat Fakültesi’nde, Târih bölümünde. Benim 28 Şubat döneminde başörtüsü konusundaki tutumum biraz da âilevîydi. Ben insanların tercihlerine, isteklerine, birbirine zarar vermemek kaydıyla çok saygı duyarım. Bu “saygı” kelimesi çok önemlidir benim için; ama biraz da âilevîydi. İki yeğenim başörtülü, ablamın kızının da başa açık. Galatasaray da aynıdır biliyor musunuz? Galatasaray Lisesi de öyledir. Başörtüsü konusunda da Boğaziçi Üniversitesi’nde kimseye çemkirme olmadı. Beğenin beğenmeyin, bu geleneğin, bu ekolün, bu saygılı tavrın sürmesi gerekiyor. Bu sâdece bir tutum. Bir de işin bilimsel tarafı var. Sayın Erdoğan çok fazla bilimsel işleri sevmediği için, vasatlığı, vasatlaştırmayı seviyor. Ben işin bir de öyle bir tarafı olduğuna inanıyorum. O bilimsel üstünlüğün devam etmesi lâzım; şüphesiz, “ama”sız, “ancak”sız.
Ruşen Çakır: Siz Türkiye ortalamasının çok üstünde, Boğaziçi kökenli Bilge Yılmaz’ı aldınız, ekonominin başına getirdiniz. Bayağı bir şey yapıyorlar. Henüz açıklamadığı bir ekibi var. Açık söyleyeyim, parti olarak o potansiyeli kamuoyuna tam yansıtabiliyor musunuz çok emin değilim.
Meral Akşener: Ben o arkadaşlarımızı bir örtü altına almıyorum. Anlatmaya gayret ediyorum. Meselâ şöyle bir şey yaptık: Bizim elimizde sosyal medya dışında çok fazla iletişim imkânı yok. İşte sizler dâvet edeceksiniz, yer bulacağız, yol bulacağız falan filan… Herkes için söylüyorum. Devletin verdiği, var olan o hakkın dışında da çok fazla ekonomik imkânımız yok. Şimdi durum böyle olunca, meselâ ne yaptım? Şu anda Anadolu’da hepsi çok ciddî tanınıyorlar. Önce kendi kendime esnafları gezerken bir şey fark ettim. Esnaf dükkânlarına giriyorum, oradaki insanları görüyorum, ama bir de oranın iş insanları var. Sanayicisi var, şusu var, busu var. Ben her ilde gündüzleri geziyorum. Bilge Hocam, Ümit Özlale, Erhan Usta, şimdi Birol Aydemir geldi, geçmişte İsmail Tatlıoğlu vardı, Can Paçacı, Ayfer Yılmaz, onları da çalıştırıyorduk. Ama şimdi İsmail Bey grupta, Erhan Usta grupta, zaman buldukça geliyor. Ama bu üç arkadaşımız sâbit olmak üzere, biz akşamları basına kapalı olarak toplantı yapıyoruz. Ama ne bir kayıt alıyoruz ne bir resim çekiyoruz.
Ruşen Çakır: Biliyorum, beni sokmadınız.
Meral Akşener: 30 kişilik bir alanda, ucu açık, nutuk atmadığımız, insanları dinlediğimiz, sorularını cevaplandırdığımız bir toplantı yapıyoruz. Ağırlıklı olarak Bilge Bey, Ümit Hoca, Birol Aydemir ve Erhan Usta’yı –ki onlar birbirinden farklı ekspertizleri olan arkadaşlarımız–, onları tanıtıyorum, anlatıyorum. Çünkü insan kendi kendini anlatamıyor. Ben bâzen, “Biz siyâsete hiç uymuyoruz” diye düşünüyorum. Rahmetli annem, “Sen sakın övünme, el övsün” derdi. Şimdi küçük yerlerden gelen insanların böyle şeyleri var. Ama ben bir başkasını övmeyi, hak edeni övmeyi çok severim. Bu arkadaşlarımız şu anda Anadolu’nun gittiğimiz her yerinde tanınıyorlar. Ben gündüz esnaf gezerken, onlar STK geziyor. Böyle bir yol bulduk. Sizin gibi arkadaşlarımızın medya kanalları ve sosyal medya, dijital dünya derken… Ben sâhada hâlâ konvansiyonel metotların çok önemli olduğuna inanıyorum.
Ruşen Çakır: Peki. Artık toparlayalım Meral Hanım. Başka işleriniz de var, biliyorum. Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul’da yaptığı “İkinci Yüzyıla Çağrı” vizyon toplantısını Medyascope olarak biz de izledik. Sunum ekonomi ağırlıklıydı. Hem bir Amerikalı hem yurtdışında yaşayan Türkler ve Türkiye’den katılımlarla, bütün bir günü orada geçirdik, Nasıl buldunuz?
Meral Akşener: Ben çok değerli buldum. Kılıçdaroğlu’nun Amerikalı danışmanı için genel bir eleştiri oldu. İlginç bir şekilde, bu eleştirileri dile getiren de AK Partililer oldu. Ama bildiğim kadarıyla, 2 yıl evvel, damat bakan, hem de kurumsal olarak bir Amerikalı sistemle çalışmayı istemişti. Bu da bana derin bir çelişki gibi geldi. Onu da bir not olarak söyleyeyim. Yani bir siyâsî partinin yaptığı bu çalışma, Altılı Masa başka, ama Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurumsalı başka. Dolayısıyla değerli buldum.
Ruşen Çakır: Sonuçta bütün partilerin ayrı ayrı ekonomi politikaları var. Çok benzeyen noktalar da var, ayrı noktalar da var, isimler var. Peki, ne olacak? Bir taraftan Altılı Masa’da bir Ekonomi Komisyonu da var.
Meral Akşener: Yol haritasını çalışan bir çalışma grubu var. Bizden Ümit Özlale var. Diğer siyâsî partilerin de birer genel başkan yardımcısı var. Onların arkasında da, bütün Altılı Masa’nın siyâsî partilerinin ayrıca ekonomi grupları var. Bunun içinde, aynı zamanda eğitim, hukuk, kalkınma, dış politika, göç gibi konularda çalışma grupları var. Her siyâsî parti çalışıyor. Bunun ortaklaştığı alanlar da oraya yazılıyor. 9 ana madde, 72 de alt madde olmak üzere.
Ruşen Çakır: Bu maddeleri ne zaman göreceğiz?
Meral Akşener: En son aldığım bilgi, sanırım Aralık sonu gibi. Herhalde yılbaşından hemen sonra ve biz bunu kamuoyuyla paylaşacağız.
Ruşen Çakır: Yine lansman mı olacak?
Meral Akşener: Tabiî, bu tarzda olacak. Ben şunu da söyleyeyim: Ben kendi partimi övmek durumundayım, ama onu yapamıyorum. O Altılı Masa’daki her siyâsî partinin ekonomik kadrosu birbirinden iyi. Bu hakkı teslim edelim. Dolayısıyla, bu demektir ki, biz ekonomiyi uçuracağız. Burada bir sorunumuz yok. Ama bu yapılan politikalar çalışması, yani bir politikalar metni çalışması, aynı zamanda, aday göstereceğimiz kişi için de yapılıyor. Anlamı şu…
Ruşen Çakır: Ona hazır bir şey vereceksiniz.
Meral Akşener: Kendisi ona bakacak. Yani “Bizim ortaklaştığımız noktalar budur” diyeceğiz. O da bakacak, fikrini söyleyecek. Ondan sonra hepimiz bunun altına imzâ atacağız. O da atacak. Ben seçim çalışması yaptım. Herkes karmakarışık bir durum olduğunu söyledi. İşte onun için tek aday lâzım. O tek adayın anlattığı konuları, biz de onun adına savunacağız. İşte kaya gibi arkasında, yanında, yöresinde durabilmenin yolu bu. Ama aynı zamanda da, biz kendi partilerimize de oy isteyeceğimiz için, sâhada bâzı çalışmalar yapacağız. Zor ama yapılacak. Yani sistem onu getirdi.
Ruşen Çakır: Peki sizi ne zaman bir mitingde berâber göreceğiz? Ben meselâ CHP’nin Maltepe mitingini izledim. Açıkçası çok başarılı buldum.
Meral Akşener: Evet, öyleydi.
Ruşen Çakır: “Burada Meral Akşener de olsa, Ali Babacan da olsa, Temel Bey de olsa herhalde bu alanı birkaçla çarpmak gerekiyordu” diye düşündüm.
Meral Akşener: Bunların hepsi olur. Muhtemelen aday belirlendikten sonra olur. Meselâ biz Mersin’de Sayın Kılıçdaroğlu ile berâber bir mitingde konuşma yaptık. 31 Mart’ta, çok başarılı olmuştu meselâ. Özellikle hem bizim aday gösterdiğimiz hem onların aday gösterdiği, ortak adaylarımız olan yerlerde, ortak mitingler yaptık. Dediğiniz doğru. Onlar epeyce özgüven getiriyor. Bunların hepsi yapılır, nitekim yapılacak da. Yani orada bir sorun yok. Ama şu telâş gerçekten eli ayağı birbirine dolandırıyor. Beklentileriniz var, haklısınız. Hem seçmen anlamında hem basın anlamında. Çünkü orada bir tek parti hâline dönmüş, çok duygusal, çok hissî, “mezara kadar” diye giden bir sistem var. Dolayısıyla oranın ilkeleri ile burası târif edildiği zaman olmuyor. Biz biraz daha farklı, rasyonel bir yapıyız.
Ruşen Çakır: Anlayış bekliyorsunuz.
Meral Akşener: Evet. Yani telâş yapmayın, bizi de telâşlandırmayın. Kazanacağız arkadaş!
Ruşen Çakır: Çok sağ olun. Çok keyifli bir yayın oldu.
Meral Akşener: Bence de.
Ruşen Çakır: Açık söyleyeyim, bir gazeteci olarak sizinle yayın yapmaktan çok memnunum. Yayından önce arkadaşlarla konuştuğumda da öyle söylemiştim: Siz doğrudan konuya giriyorsunuz ve işimizi çok kolaylaştırıyorsunuz. Gerçekten çok da manşet veriyorsunuz. Farkında değilsiniz, ama verdiniz. Çok sağ olun.
Meral Akşener: İyi, peki.
Ruşen Çakır: Çok teşekkür ediyorum.
Meral Akşener: Ben teşekkür ederim.
Ruşen Çakır: Daha görüşeceğiz. Sizi de tâkip edeceğiz. Evet, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’le bir buçuk saat konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi akşamlar.