Sarp Kuray son kitabı Kor’u anlatıyor

Ruşen Çakır’ın konuğu Sarp Kuray.

Kuray, Osmanlı’dan Türkiye’ye sol düşüncenin birikimine yer verdiği yeni kitabı Kor’u anlattı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Stüdyoda konuğumuz Sarp Kuray. Kendisiyle yeni çıkan Kor kitabını konuşacağız. Merhaba.

Sarp Kuray: Merhabalar.

Ruşen Çakır: Biz çok eskiden, yıllar öncesinden tanışıyoruz.

Sarp Kuray: Evet. Çok eski dostuz. 

Ruşen Çakır: Bilmeyenler için Sarp Kuray’ı nasıl tanıtayım diye düşünüyorum. Hayâtı sol sosyalist hareket içerisinde geçmiş, yıllarca cezâevi, sonra sürgün, sonra tekrar cezâevi. Kaç yıl böyle geçti?

Sarp Kuray: 13 sene. Cezâevinde 13 senem geçti. 

Ruşen Çakır: Sonuncusu da dâhil mi?

Sarp Kuray: Evet. En son yatışım 8 seneydi. Toplam 13 sene cezâevi hayâtım oldu. 

Ruşen Çakır: Türkiye’ye geldiniz? Sonra ne oldu?

Sarp Kuray: 16 yıl yargıladılar beni. Dâvâyı götürdüler, getirdiler, sonunda tek başına müebbet hapis vermeye karar verdiler. Fakat Özal Affı’na girdim. Müebbet hapisler 8 yıl, ağırlaştırılmış müebbet hapisler 11 yıl yatıyordu. Ben 8 yılı tamamladım ve çıktım. 

Ruşen Çakır: Yanlışsam düzeltin, ama siz önce yurtdışından Türkiye’ye geldiniz, bir müddet cezâevinde yaşadınız… 

Sarp Kuray: Evet 5-6 ay içeride yaşadım. Sonra bıraktılar. Sonrasında bir serüven başladı. Önce 15 sene verdiler. Yargıtay kararı beğenmedi, tekrar geri gönderdi. Önce, ağırlaştırılmış müebbet verildi. Mahkeme buna 59’u uyguladı ve müebbet hapse çevirdi. Bu dâvâ, böyle 16 sene gitti geldi. Sonunda bir karar verdiler ve beni içeri aldılar. 

Ruşen Çakır: Son kitabınız Kor kallâvî bir kitap. Yakın târih var, Cumhuriyet var, Osmanlı var, sizin ilham aldığınız Hikmet Kılvılcımlı’dan ciddî bir referans var. Nedir bu kitap? Sarp Kuray’ın bir hesaplaşması mı, yoksa kendini hayâtını anlatması mı? Yani Türkiye’yi konuşurken, aslında bu bir duruş gösteriyor, değil mi?

Sarp Kuray: Evet. Bu kitap örgütsel bir hikâyeyi anlatmıyor. O kapanmış bir hikâye. Üstüne dert konuşulmaya gerek yok. Çünkü makro boyutta soldaki duruma bakmak lâzım. Bunu, solun içinde bulunduğu durumu herhangi bir örgütle anlatmaya gerek yok. O zaman, bütün birikime bakmak gerekiyor. Yani tek başına bir örgütün birikim solu îzah etmeye yetmiyor esâsında. 1919’dan itibaren, o başlangıç konağından îtibâren bir birikim var, o birikime bakmak gerekiyor. “Türkiye’de sola nasıl bakmamız gerekir?” meselesini, kendi örgütsel çerçevem içinde değil, o birikime bakarak yazdım. Karşılaştığımız gerçekliği düzeltmek için yapılan plana teori deniyor biliyorsunuz. Ama sâdece teori, günün meselesini ilgilendirmiyor tabiî. Bir de geçmiş olaylar var. Geçmiş olaylarla birlikte bakmak gerekiyor buna. Bütün bu birikimi toplayarak yazdım bu kitabı. 

İki toplanma konağında topladım işi. Birincisi, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu. Çünkü o da tam bilinmeyen bir konu. Çok genel bir tanımla, “feodalizm” diyerek atlanmış bir konu. Stalin’in, meşhur “ilkel toplum, feodal toplum, kapitalist toplum, sosyalist toplum” diye adlandırdığı bir formülasyonu var biliyorsunuz. Bu formülle bakıldığı zaman, Osmanlı’nın kuruluşu, Osmanlı’nın kuruluşundaki zenginlikler atlanmış oluyor aslında. Çünkü Osmanlı’nın kuruluşu, Orta Asya’dan kopup gelmiş, ilkel komünal insan üzerinde oluyor. Zâten bilimsel sosyalizmin de bu konuda birtakım ışıkları var: “Doğu’da, buradaki formüle uymayan bir târihsel geliş var” diyor. O açıdan, tâ Osmanlı’dan bu yana, devletin kuruluşu, Yıldırım Bayezid’in yenilgisiyle berâber, o kurmuş oldukları toprak düzeni bozulmaya başladığı andan îtibâren, isyanlar başlıyor zâten.  Zâten bu, İbn Haldun’un yüzyıl ömür biçtiği târihe denk düşüyor. Fetret dönemi. Bedrettin ayaklanması oluyor. Sonra tekrar bir dirilme yaşanıyor. Arkasından Celâlî İsyanları oluyor. Sonuç olarak, bütün bunları içine alan ve bugüne kadar gelen bütün târihsel ve sınıfsal dinamikleri incelemeye çalıştım. Kitabın özeti bu. 

Ruşen Çakır: Sizi dinleyip kitaba da göz atarken, şöyle bir duygu var bende. Sonuçta ben de sol hareket içinden gelmiş birisi olarak, bunlarla çok yaşadık. Ama günümüzde sanki bunlar artık çok fazla kişinin ilgisini çekmiyor gibi, yanılıyor muyum? 

Sarp Kuray: Doğrudur, evet, ilgisini çekmiyor. Çünkü bir dönemin kapandığını, hattâ ideolojilerin bile kapandığını söylüyorlar. Ama hayat öyle değil. Bakın şimdi Cumhuriyet yok oluyor bir anda. Cumhuriyet’i konuşmak için, mecbûren yüzyıl öncesine gidiyoruz. Yani Cumhuriyet nedir? Nasıl kurulmuş? Türkiye’de Cumhuriyet devrimlerini, Kurtuluş Savaşı’nı, Atatürk’ü anlatmak için yüzyıl öncesine gidiyoruz. Onları anlatmak için de, onu anlayabilmek için de, onun târihî arka planına gidiyoruz. Hayat, târihî arka planı bize devamlı hatırlatıyor. Çünkü Avrupa gibi değil bizim ülkemiz. Avrupa’da burjuvazi, kendinden önceki üretim biçimini kökünden kazıyarak yürüdü. Artık orada Ortaçağ bir müze unsuru. Bizde öyle değil; çünkü bizde bir sosyal yorum almamış Avrupa gibi. Yani kendinden önceki üretim biçimini dibinden kazıyan bir sosyal devrim yaşamamış, târihsel devrimlerle yürümüş. Onun için mecbûren geriye dönüşlerin yapılması şart.

Ruşen Çakır: İzleyicilerimizden bilenler bilir; siz aslen askerdiniz.

Sarp Kuray: Evet, ben subaydım. 

Ruşen Çakır: Evet. Zâten bu kitabı Sema Gürcan Özcan anısına yazmışsınız. Sema Gürcan’ın babası…

Sarp Kuray: Fethi Gürcan. 

Ruşen Çakır: Evet. O da darbeci subay olarak bilinir. 

Sarp Kuray: Bence teorik olarak yapılan yanlışlardan biri bu. Bakıyorsunuz Almanya’ya, ordunun bir müdâhalesi yok; etmiyor. Ben 12 Eylül döneminde Fransa’da yaşadım. Dışarıda bir tâne subay, bir asker görmedim. Burjuvazi, bir devrimi yapmış, kendinden önceki üretim biçimi tamamlamış, kendi devletini ve kendi ordusunu kurmuş. Onlar efendisini biliyor. Ordu da biliyor efendisini, devletteki bürokrasi dediğimiz unsur da biliyor. Bizde böyle bir şey yok. Bizde târihi boyunca, “burjuva sınıfı” dediğimiz sermaye sınıfı, Avrupa’daki gibi görevlerini yapmış değiller. Ortaçağ’la bir hesaplaşmaları yok. Cumhuriyet’in kuruluşundaki pozisyonları belli. Toplumlar üretici güçlerle gidiyorlar. O zaman Doğu toplumlarında insan ve târih üretici güçleri öne çıkıyor. Bu bir sosyal olay, bu darbe filan değil. Memleket ne zaman bir sıkıntıya düşse, bu memleketi kuran ordu damarı müdâhale ediyor. Bu, tâ Türk gazilerine kadar, inanç önderlerine kadar dayanan bir olay. Amerika bu müdâhale geleneğine bakmış. 1952’den îtibâren bu müdâhale geleneğini yönlendirmiş. Sovyetler Birliği de bakmış. Sovyetler Birliği de buradan kapitalist olmayan kalkınma modellerini çıkarmış. Biz daha ülke olarak bu gerçekliği tam olarak yerli yerine oturtamıyoruz.

Burada ordu niye müdâhale eder? Darbecilikten mi müdâhale eder, yoksa Türkiye’de ordunun sosyal olaylara müdâhalesi, târihsel kökü olan bir vaka mıdır ona bakmak lâzım. Bence, burjuvazinin boşluk bıraktığı yerlerde ordu, devleti ve memleketi korumak için ileri çıkıyor. 

Ruşen Çakır: Peki bu son yaşadığımız örnek, 15 Temmuz darbe girişimi?

Sarp Kuray: O bir kırılma. Onlar zâten bu özelliği gördüler. Baktılar ki Türkiye’de, hattâ bütün Ortadoğu’da bu özellik var. Bu özelliği görünce orduyu NATO’ya aldılar. Önce tepeden kontrol ettiler bu işi. 27 Mayıs, bunlar için son bir şey oldu. 27 Mayıs Darbesi’nde ordunun içine adamlar yerleştirdiler: Alparslan Türkeş ve diğer birtakım unsurların varlığı. Ama onların kontrol edemediği bir genç subay hareketi vardı: 1961 Anayasası’nın yapılmasında etkili olan bir grup. O zaman, ordunun bu özelliğine yönelik bir tasfiye yapılması ve ordunun niteliğinin değiştirilmesine karar verildi. İlk tasfiyeler bizdik. Meselâ ben Deniz Kuvvetleri’nde teğmen iken atıldım ordudan. Beni niye attılar? Mehmet Şevki Eygi diye bir adam, komünistlerin Harp Okulları’nda mevzilendiğini söylüyor. 

Mehmet Şevki Eygi, bu ülkede siyâsal İslâm’ın Suudî sermâyesiyle berâber yerleşmesindeki en aktif isimlerden bir tânesi. Komünistlerin Harp Okulları’na yerleştiğini söylüyor. Önce Hava Harp Okulu’ndan tasfiye yapmaya başlıyorlar. Devrimleri savunan Deniz Harp Okulu’nun subay taburu buna karşı bir tepki gösteriyor. Önce atamıyorlar bizi; çünkü okullardayız, subay taburuyuz ve berâberiz. Arkasından, devletin içinde ve dışında örgütlü bir grup, öğrencileri vurmaya başladığı zaman –bugün Kontrgerilla deniyor bunlara–, “Dur!” diyoruz. “Öğrencileri vurmaktan vazgeçin. Bu meydan bize boş değildir, ineriz!” diyoruz. Bizi atıyorlar. Birinci tasfiye bu. Ordu’daki bu tasfiyeler Ergenekon olaylarına kadar gidiyor. 

Bu tasfiyeler yapılırken, planlı bir şekilde, bizim yerimize şimdi FETÖ dedikleri, Fethullah Gülen’in bütün adamları yerleştiriliyor. Sorular çalınıyor filan… Ama maalesef buna karşı bir blok yapılamıyor. Kuleli Askerî Lisesi’ne, Deniz Harp Okulu’na, Hava Harp Okulu’na yerleştiriliyorlar. Onlar bizi tasfiye etmekle uğraşırken, bunlar da ufak ufak ordunun bütün kademelerine yerleşiyorlar. Özellikle AKP’nin iktidar olmasından sonra, bunların terfîleri daha kolaylaşıyor ve ordu artık o niteliğini kaybediyor. Geri kalanını da Ergenekon’da tasfiye ediyorlar. Harp Okulları’nı, askerî liseleri kapatıyorlar. Ben askerî okullarda yetişmiş bir çocuğum. Orada ayrı bir ruh var. Memleketini seven, Atatürk’ü seven… Ben sosyalist bir adamım; ama bizim mücâdelemizin içinde her zaman, Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet devriminin bir değeri, bir saygısı, ona bir bağlılığımız oldu. 

Ruşen Çakır: Ama bütün sol böyle değil biliyorsunuz.

Sarp Kuray: Tabiî solda da değişik şeyler oluyor. Bizde, yani bir Doğu toplumunda Cumhuriyet kurmanın ve işgale uğramış bir ülkede birlik kurmanın ne kadar önemli olduğunu bugün görüyoruz. 

Ruşen Çakır: Siz CHP üyesisiniz. Ama bildiğim kadarıyla çok aktif değilsiniz. 

Sarp Kuray: Evet. Beni çağırdılar, dâvet ettiler. Dâvet edilmediğim bir yere gitmem zâten. Henüz tercîhimi yapmadan önce bir söyleşiye katılmıştım. Birisi elini kaldırıp, “Güzel konuşuyorsun, iyi konuşuyorsun, ama CHP içindeki ârızalardan konuşmuyorsun” dedi. Ben de şöyle cevapladım: “Hiçbir parti, hiçbir grup, hiçbir sosyal grup, tek başına Türkiye’nin bu gidişine müdâhale edemez. Ufukta bir ittifak görünüyor. Bırak CHP’yi eleştirmeyi, bu ittifâka, kendi geldiğim gelenek îtibârıyla hangi ilkelerle geleceğimi anlatayım, sen de buna göre cevap ver.” Bu, 7 sene evvel yapılmış bir konuşma. Sonra bana bir dâvet yapıldı. Ben, Cumhuriyet Halk Partisi’nin karanlığa karşı târihsel bir misyonu olduğuna inanmış bir insanım. Partinin iç işleriyle hiç uğraşmadım. Târihsel bir misyonu var, onun takviye edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zaten târihsel gidiş de bizim önümüze bunu çıkardı. “Şu parti olmazsa olmaz, bu parti olmazsa olmaz” diyorlar da, Cumhuriyet Halk Partisi olmazsa hiç olmaz. Bu, ana gövde. Ben bu ana gövdenin içindeki problemleri de biliyorum. Ama o problemlerle uğraşmıyorum. Hattâ genel olarak uğraşılmaması gerektiğine de inanıyorum. Onların târihsel misyonunun daha kuvvetlendirilmesi ve geçmişleriyle daha açık bir yüzleşme yapmaları gerektiğini düşünüyorum.

Cumhuriyet 1923’te kurulmuş. 1930’da Serbest Fırka diye bir deneme var.  Serbest Fırka denemesi bir şey göstermiş İzmir’de: Altı sene evvel bu ülkeyi kurtaran bir Başkomutan’ın, Reis-i Cumhur’un partisi, İzmir’de seçimleri kaybetmiş. Fethi Bey’in (Okyar) kaldığı otele tırmanan bir işçi, “Gazi ile berâber yürüdük. Yunan’ı denize berâber döktük. Cumhuriyet’i hep berâber kurduk. Ama açız, aç! Fethi Bey, sen tekelleri bilirsin” diye bağırıyor. 

Burada bütün denemeler dâhil olmak üzere, o tek parti denemesi, vâlilerin orada il başkanı gibi hareket etmesi, şimdi tekrar başımıza geldi. Bu gelenler bunları eleştirerek gelmişlerdi biliyorsunuz.  Cumhuriyet Halk Partisi’nin, bütün bunlarla hesaplaşarak bu tarihsel misyonu yerine getirebileceğine inanıyorum. Târihin akışı öyle. Sosyal olaylar, sosyal güçler, sosyal yönelişler, bir partinin veya bir kişinin eseri değildir. Bütün mesele, o târihsel gidişe ayak uydurmak durumundayız. 

Türkiye’de bir birikim var. 1971’den îtibâren, Türkiye’de bir gericilik dönemi yaşanıyor. 71’de tam gerçekleştiremediler bunu. Ama 80’de iyice bu toplumun üzerine çullandılar ve toplum bir birikim dönemine girdi. Şimdi bu birikim dönemi yavaş yavaş hareketlenmiş vaziyette. Bu bir sıçrama konağına mı geldi? Bana göre, henüz gelmedi. Bu târihin, bu momentin getirdiği birikim zâten Altılı Masa’yı yarattı. Bunun yanında da öbür tarafta, sol da kendine göre bir toparlanma yaptı. İki cephe yaptı burada.

Ruşen Çakır: Solun önemli bir kesimi HDP ile birlikte hareket ediyor. Bir başka grup da bir sol ittifak arayışında. Bu tercihleri nasıl görüyorsunuz?

Sarp Kuray: Ben HDP ile birlikte hareket edilmesi gerektiğine inananlardanım. HDP bir birikimin getirdiği bir partidir. Tabiî ki problemler vardır. Kuruluşundan bu yana silâhlı bir hareketle başlamış olmasının getirdiği bir sürü problemler var. Ama onlar da şu anda neyin tehlikeye düştüğünü ve ona karşı nasıl pozisyon alınması gerektiğini bilen bir parti. Birikimli bir parti. Seküler bir parti. Bu sekülerliğini de, din meselesini öyle âfâkî tartışmalarla değil, dini bir sosyal gerçeklik olarak alıp tartışan bir parti. Çünkü din meselesi Doğu ülkelerinde çok önemli bir problem. Ben HDP ile birlikte hareket edilmesi kanaatindeyim. HDP’nin dışlanmaması gerektiği inancındayım. Onlarda da bu damarın kuvvetli olduğuna inanıyorum. Zâten bu kitaptaki önerim de şudur: Bunu yapacak olan Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Cumhuriyet Halk Partisi bunlarla bir siyâsî forum yapmalıdır. 1921 Anayasası yapılırken, hazırlanmış halkçılık programı ile târif edilmiş 23 maddelik Anayasa’da, yeni politikanın hangi ilkeler üzerinden gideceği târif edilmiş. Fakat sonra daha ileri gitmemiş. Sonuç olarak, Türkiye’deki târihsel birikime de bakarak HDP ile birlikte hareket edilmesini ve bu gericiliğe karşı hep birlikte mücâdele edilmesi gerektiğine inanıyorum. 

Solun da, bir devrim programı ile değil… Çünkü devrim şartları yok, bunu bilmek lâzım. Bu ülkenin devrim şartlarına getirildiği iki kez düşünülmüştür. Her ikisinde bu birikimin daha henüz devrim aşamasında olmadığı, sıçrama aşamasında olmadığı görülmüştür. Birincisinde o gençlik hareketinin yarattığı öncü kadrolarımızı kaybetmişizdir — ki o büyük bir kayıptır bana göre. Mahir’i (Çayan), Deniz’i (Gezmiş), Ulaş’ı (Bardakçı), Kadir’i (Manga), Alparslan’ı (Özdoğan)… hepsini tanırım bu çocukların. Onları kaybettik. 

İkincisi de, sizin gibi, bizden daha cefâlı bir hayat yaşayanlar. Ben 78 kuşağının daha ileri ve daha uyanık bir kuşak olduğu inancındayım. 71 bir değerlendirmeye tâbi tutulduğunda, buradaki hatânın 68’den başlayarak konuşulması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü sizin kuşağınız, kayıtsız şartsız 68’lileri kabul etmiş bir kuşaktı. Mahir’in Kızıldere’deki o kahramanca ölümü… Hattâ orada biraz da Mahir’e bir haksızlık yapıldığı görüldü. Deniz’in îdam sehpasındaki o yiğitlik tavrı… bu, gençliğe yansıdı ve onlar da oradan mîras kalan, o afla çıkan herkesi de kabul ettiler bir kere. Burada daha büyük çaplı bir tekrar yaşanmışsa, aşağı yukarı benzer işler yapılmışsa, bunun tartışmasının 68 kuşağından başlaması gerektiğine inanıyorum. 

Şimdi, bu işe asgarî programlarla girmek ve Altılı Masa’nın varlığını, Millet İttifâkı’nı dikkate almak lâzım. O birikimi daha ileri götürebilir miyiz? Bu, bizim asgarî programlarımızda vardır zâten. O konuda müdâhale etmek lâzım. 

Ruşen Çakır: Siz bu Altılı Masa’yı çok zikrettiniz. Ben hafta sonu Meral Akşener ile berâber Diyarbakır ve Şanlıurfa’daydım. Akşener çok kritik kongreler yaptı orada. Sonuçta Altılı Masa’ya baktığımız zaman, bir tarafta CHP var, bir tarafta da İYİ Parti — ki partinin çoğunluğu, MHP kökeninden gelen kadrolar tarafından kurulmuş. Millî Görüş kökenli olduğunu varsayabileceğimiz 3 parti var: Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi. Bir de Demokrat Parti var. CHP dışındakilerin hepsi, Türkiye’deki solun bir şekilde rakip, hattâ düşman olarak ilişki kurduğu yapılar. Bu anlamıyla, sol perspektiften bakınca, Altılı Masa nasıl bir fırsat sunuyor ve ne tür riskler de içeriyor?

Sarp Kuray: Öncelikle halkın talebi ne?  Halkın talebi önemli. Biz halkın talebinin bir devrim olduğunu düşündüğümüz noktada, bu işler olmadı. Halkın talebi üzerinde, gerek insanlık hayâtında gerek ulusların ve ülkelerin hayâtında birikim süreçleri var, bunlara “evrim” deniyor. Bir de sıçrama konakları var. Bunlara da “devrim” deniyor. Biz halkı dikkate almadan, o birikimin, kendi gerçekliğine, öğrenci gerçekliğine göre bir devrim sürecine girdiğini düşündük ve yenilgiye uğradık. Doğrudur, Altılı Masa’nın içinde, o altılı grubun birlikteliğinde, Cumhuriyet Halk Partisi birikiminden daha geride veya daha farklı birikimler var.  

Osmanlı’nın kuruluşunda, o ilk devletin oluşturulmasında ve aşağıda toprak düzeninin oluşturulmasında –bunlar çokça Kayı Boyu ve benzerlerinin amblemlerini kullanıyorlar– nasıl bir toprak düzeni kurulmuş? Özel mülkiyetin olmadığı, kamusal mülkiyetin olduğu, köylünün tasarruf hakkına sâhip olduğu bir düzen. Bu iki toplanma konağında, hem Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunda hem Atatürk’ün Milli Mücâdele’de izlediği yöntemde, nasıl bir strateji izlemişler ona bakacağız. Belli bu. Yani Kürtlere karşı tavır ne olmuş? Erzurum Kongresi’nden îtibâren yazdığı bütün telgraflar, onları bu mücâdeleye çağrısı, mücâdele bittikten sonra Eskişehir’de, İzmit’te yaptığı konuşmalar… Hattâ kendi hazırladığı notları başyâverine vererek, “Bâzı notlar tuttum, bunlardan bir anayasa hazırla” diyor. O anayasada hâlâ muhtâriyetten bahsediyor olması, hattâ Cumhuriyet Halk Partisi’nin 11 maddelik genelgesi. Bunların hepsini kitaba koydum. O yüzden târihi hatırlatıyorum zâten burada. Yani bilecekler ki Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunda hiçbir etnik grupla uğraşılmamıştır. Kimse zorla Müslüman yapılmamıştı bu ülkede. Hiç uğraşılmamıştı. Kimsenin kültürel birikimiyle, diniyle uğraşılmamıştı. 

Onun için, eğer Türk unsurunu temsil ediyorlarsa, Türk unsurunun târihsel süreçlerde aldığı tavırları açık konuşacaklar bir kere. Hem ekonomik toprak düzenindeki tavrı… Bizim kolhozları sovhozları konuştuğumuz dönemde, bu ülkede Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunda… Ki bunu bilimsel sosyalizm tâ 1800’lü yıllarda görüyor. “Doğu’nun özelliği, özel mülkiyetin olmayışı ve kolektif mülkiyetin oluşu” diyor. Kolektif mülkiyeti determine eden olay nedir? Orta Asya’dan kopup gelen ve henüz daha yerleşikliğe geçmemiş… Çünkü yerleşikliğe geçmeden mülkiyet ilişkisi olmuyor biliyorsunuz — ille yerleşikliğe geçeceksiniz. Biz bunları da söyledik. Târihin derinliklerinde, Türk unsurunu, kırılma noktalarını doğru târif etmek lâzım. Bakın, bu kadar iteklediler bu halkı, ama halk birbirine girmedi. Kürtler’le çatışmanın en yoğun olduğu noktada, hiçbir şekilde bir vatandaş harbine dönüşmedi. Çünkü târihin bütün arka planında berâberlik var. Tâ Alparslan Gazi’den beri bu berâberlik var. İkinci günü Mervânî Kürtleri gelmiş, 25 bin atlıyla berâber girmişler. 

Bugüne kadar bu hep devlet üzerinden târif edildi. Bir de halk üzerinden târif edelim. Selçuklu derebeyleşmesine karşı ayağa kalkan Babaî İsyanı’na bakalım, Rifâî Tarîkatı’nı bir târif edelim. Rifâî Tarîkatı’nın başındaki insanla berâber, orada da Kürt halkıyla Türk halkı, derebeyleşmeye karşı yine berâber oluyor. Kurtuluş Savaşı’na bakıyorsunuz; yani bu sâdece devlet çapında bir berâberlik değil. “Kız aldı kız verdi” işinden öte, bütün bu coğrafyada bir kader birliği olmuş. Bir kere bunu bilecekler.  

Ben Akşener’in Urfa ve Diyarbakır’daki konuşmalarını okudum. Bence cumhurbaşkanı adayının daha rahat hareket etmesi için. Çünkü o partide bir baskı var. Ben cumhurbaşkanı adayının Kılıçdaroğlu olmasını istiyorum. Çünkü hak onun. Çünkü bütün bu birikimi yan yana getiren Kılıçdaroğlu aslında. O yüzden onun olması gerektiği inancındayım. Ben şöyle yorumladım o konuşmayı: Kılıçdaroğlu’nun yarın cumhurbaşkanlığı adaylığı için yapacağı harekete bir rahatlama getirme anlamında bir potansiyel taşıdığı inancındayım. Meral Hanım’ın bir merkez sağ bir parti yaptığı düşüncesindeyim. Aşağıda bir baskı olduğunu da görüyorum. Bu bir târihî süreçtir aslında. Zâten bunu yaptığı takdirde muvaffak olacaktır. Yapmadığı takdirde, o aşağıda baskı yapanlar, biraz yakın târihimize bakarlarsa, temsil ettikleri çizginin kavga ve boğuşmadan başka hiçbir şey getirmediğini görürler. 

Ruşen Çakır: Peki bu seçimden ne bekliyorsunuz?

Sarp Kuray: Ben kazanacaklarını düşünüyorum. Kitapta da yazdım. Politika, siyâset bir meslek değil. Siyâset, vatana karşı olan borçtur. Şimdi bir meslek oldu bu siyâset. Herkesi de dışladılar. “Siyâseti bizden başka kimse konuşamayacak” diye marka koydular yani. Siyâset vatan borcu ise, herkesin konuşma hakkı vardır. 

O partilerin birbirleriyle olan kavgaları bu kadar açığa çıkmasa, bugün eldeki potansiyelin daha yüksek olacağına inanıyorum. Ona rağmen, derli toplu bir program yapılırsa…

Ruşen Çakır: Önümüzdeki pazartesi aday açıklanabilir.  

Sarp Kuray: Adanmış insanların varlığı yetmiyor. Mustafa Kemal Atatürk bu ülkeye bir şey öğretmiştir: Adanmışlık yetmiyor. Arkada bir program gerekiyor. Cumhuriyet bu program sonucunda oluşmuştu. Eğer bir program yaparlarsa –bunu artık uzatmalarına gerek yok– ben seçimleri sıkıntısız kazanacakları inancındayım. Târihin akışı bunu gösteriyor. Ben târihin akışına, târihsel determinizme inanan bir adamım. Târihsel determinizm bize şunu göstermiştir: Siyâsal İslâm’ın mîâdı dolmuştur. Onların toplumu ayağa kaldıracak potansiyelde olmadığı görülmüştür.  

Bizim Anadolu İslâm’ı, onların temsil ettiği bir İslâm değildir. Hz. Muhammed’in temsil ettiği İslâm anlayışı, aşağıdaki iktidar toprak düzeniyle berâber, Medîne’de kurulmuş o basit devlet Muâviye tarafından bozulduğu anda –“basit” derken küçültmek anlamında söylemiyorum, bürokratik mekanizmaları anlamında konuşuyorum– o coğrafyada büyük isyanlar oldu biliyorsunuz. Tasavvuf denildi buna. O coğrafyada yaşam sıkıştığı zaman da bunlar Horasan’a doğru geldiler. Ahmet Yesevî gibi insanlar, Orta Asya’dan kopup gelen Türk unsuruna, İslâm’ın bu anlayışını, tasavvuf anlayışını aşılamıştır. Bizim Anadolu insanı başkadır. Bunların anlattığı İslâm’la alâkası yoktur. Bizim Anadolu İslâm’ı, o ata kültürünü de içinde barındıran –çünkü onlar ata kültürlerini berâber getirdiler– ve Hz Muhammed’in İslâm anlayışına yakın bir anlayıştır. Bunların İslâm anlayışının buraya uymadığı görüldü. Bunlarda merhamet yok, insaf yok, hiçbir şey yok. Hırsızlığa bile gerekçe bulunmaz artık; öyle bir şey yok. Bu kadar gaddarlık olmaz. Millet neredeyse “Kenan Evren bile daha iyiydi” demek üzere. Ben henüz daha demiyorum, ama millet bu noktaya gelmiş vaziyette. Türkiye bunu taşıyamaz. 

Ruşen Çakır: Kaç yaşındasınız?

Sarp Kuray: 78 yaşındayım.

Ruşen Çakır: Maşallah. 

Sarp Kuray: Ben Ankara’dan ayrılıyordum; o zamanlar Deniz’lerle berâber yatıyoruz. Saflarımızda ciddî ve tutkun bir kardeşlik vardı. Zaten DEV-GENÇ’in kuruluşu da bu. Siz o mîrâsı devam ettiren nesilsiniz. Sizin damarınız odur esâsında. Sizin damarınız kadar saf ve güzel damar yoktur. Sizin insanlarınızı çok severim ben yani. O dönemde büyük uğurlamalar oluyor. O zamanlar, böyle gruplar daha yeni kurulmuş. Büyük bir uğurlama yapılıyor. Biz 10 metreyi bir saatte yürüdük. Deniz benim sevdiğim bir çocuk. İyi de bir arkadaşım. Mahir’i severim. Sonra İstanbul’a geldiğim zaman, onu da Maltepe’den uğurlayan grubun içindeydim ben. Deniz kapıda bana dedi ki: “Bak Aga. Kimi asarlarsa, asılmıştır; o, delikanlı gibi gidecek ipe. Yaşayan, isterse 80 yaşına kadar gelsin, bu devrimciliği bırakmayacak. Söz mü?” dedi. “Söz” dedik. Şimdi bizim bunu bırakmamıza imkân yok.

İkincisi, bize bırakılan mîras Kızıldere’dir. Kızıldere’de iki örgüt var: THKO var, THKP var. O Kızıldere kasabasında, hiçbir örgütün ismi yukarı çıkmadı. İki örgüt, kardeşçe ölmesini bildiler ve bize dediler ki: “Birbirinizle bu örgütlerin getirdiği kısır, surlarla çevrilmiş sınırlarda kalmayın. Kardeşliği de hiç unutmayın”. Ben bu iki mîrâsa sâhip çıkmaya çalışıyorum. Türkiye’nin târihini doğru okumak gerektiğine inanıyorum. Çünkü toplumun üretici güçlerle yürüdüğüne inanan bir insanım. Eğer teknik üretici güç, yani sermâye sınıfına tekabül eden bir üretici güç, bir ülkede görevini yapmıyorsa, insan kolektif aksiyonunun ve târih gelenek göreneklerinin ileri çıktığı inancındayım. Onun için Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı Cumhuriyet Devrimi ve Kurtuluş Savaşı’’ın çok önemli olduğunu inanıyorum. Eğer ona bir kuşatma yapıldıysa, sınıfsal dinamiklerin iyi incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de problem sınıftadır. Bizde problem yok esâsında. 

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Sarp Kuray. 

Sarp Kuray: Ricâ ederim. 

Ruşen Çakır: Evet, Sarp Kuray’la son kitabı Kor’u konuştuk. Güzel bir sohbet oldu. Kendisine çok teşekkür ederiz.

Sarp Kuray: Ben size teşekkür ederim, sağ olun.

Ruşen Çakır: Bizi izlediğiniz için teşekkür ediyoruz, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.