Ruşen Çakır izleyicilerle değerlendiriyor | Deprem ve siyaset

Türkiye, 6 Şubat’ta Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde meydana gelen depremlerin ardından yaralarını sarmaya çalışıyor. Ruşen Çakır, izleyicilerin soru ve yorumlarıyla deprem ve siyaset ilişkisini değerlendiriyor. Deprem, siyaset üstü bir konu mudur? CHP lideri Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti lideri Akşener arasında ne gibi farklar oldu?

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Depremde bir hafta oldu ve acımız derinleşiyor. 30 bini aşan can kaybımız var. Enkaz kaldırma çalışmaları devam ediyor ve her kaldırılan enkazda yeni vatandaşlarımızın cansız bedenleriyle karşılaşıyoruz. Olay çok büyük, ne kadar büyük olduğu her geçen gün daha da iyi anlaşılıyor. Ama zamanla birlikte tabiî ki birtakım şeyler de daha az konuşulur oluyor. Siyâsetle ilgisi konusu… öteden beri bu tür felâketlerde hep bu söylenir; ama bu tür felâketlerin hepsi siyâsetle doğrudan alâkalıdır. Neden doğrudan alâkalıdır? Tabiî ki bunlar doğal âfet, fakat siyâset işte bu tür doğal âfetlere hazırlıklı olmanın ve kaçınılmaz olan doğal âfetin ardından da olabildiğince çabuk yaraları sarmanın aracıdır ve Türkiye bu olayda, 20 yılı aşkın sürelik AKP iktidârının deprem konusunda pek de hazırlıklı olmadığını gördü. İşte bunları konuşacağız; sizlerin soruları, yorumları, eleştirileriyle. Bunu nasıl yapacaksınız: Benim ve Medyascope’un YouTube hesaplarından, oradan canlı yayının chat bölümlerinde yazacaksınız. Arkadaşlarım bana iletecek ve sizlerle berâber bu yayını yapacağız. Daha önce yapmayı düşündüm, ama açıkçası ürktüm. Çok sıcağı sıcağına, insanların duygularını kontrol edemeyip birtakım –nasıl söyleyeyim?– zor sorular, zor yorumlar yapmasından çekindim; “Biraz sâkinleşsin” dedim. Sâkinleşmek diye bir şey olamıyor tabiî; ama biraz zaman geçsin dedik ve tam birinci haftasında bunu yapıyoruz. Siyâset konuşmak lâzım. Deprem siyâset üstü bir olay değil, baştan îtibâren siyâsîydi. Bundan sonra daha fazla siyâsî olacak ve inanın herkesin aklına gelen ilk husus: “Peki şimdi seçimler ne olacak? Seçimlerde partiler depremden nasıl etkilenecek?” gibi bir dizi soru var. Bunların hepsinden bir şekilde bahsetmek istiyorum — sizlerden gelen sorulardan hareketle veya yorumları aktararak. 

Volkan Gökmen demiş ki: “Meral Akşener ittifaktan ayrılıyor dedikoduları var. Konuyla ilgili bilginiz, duyumunuz var mı?” Böyle bir duyumum yok, böyle bir iddiayı da duymadım. Ama Meral Akşener’in aldığı pozisyonla, Kılıçdaroğlu’nun aldığı pozisyon arasında fark var. Onu çok net bir şekilde görüyoruz. Kılıçdaroğlu ilk andan îtibâren çok sert bir şekilde deprem nedeniyle Erdoğan’ı sorumlu tuttu ve doğrudan Erdoğan’ı eleştiren şeyler yaptı. Meral Akşener de Erdoğan’ı eleştiriyor; ama daha ölçülü bir dil kullanmaya dikkat ediyor. Daha sonra konuşacaklarını söylüyor. Çarşamba günü grup toplantısında yapacağı konuşmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Fakat bir ayrılma, ittifaktan kopma gibi bir durumun söz konusu olduğunu sanmıyorum. Yalnız şunu unutmamak lâzım: Erdoğan ve Bahçeli değişik dönemlerde Meral Akşener’e çağrıda bulunmuşlardı ve o da reddetmişti, biliyorsunuz. Şimdi deprem vesîlesiyle İYİ Parti’nin, Meral Akşener’in kendi yanlarına gelmesini tekrardan temennî ettiklerini herhalde düşünebiliriz. Ama bu olabilecek bir şey gibi gözükmüyor, onu söyleyeyim. Dedikodu benim kulağıma gelmedi. Sizin gelmiş, ama olacağını sanmıyorum.

Metin Eksen diyor ki: “Öncelikle bu süreçte, zor şartlar altında sâhadan yapmış olduğunuz objektif yayınlar için size ve tüm ekibinize sonsuz teşekkürler. Sâyenizde konvansiyonel medya yayınlarına 5 dakikadan fazla bakmadım” demiş. Çok sağ olsun Metin Bey. Gerçekten biz ilk günden îtibâren sâhaya arkadaşlarımızı yolladık. 10 arkadaşımız, 5 yerde birden faaliyet gösterdi. Şimdi bir kısmı geri geldi, yerlerine yeni arkadaşları yolluyoruz ve Medyascope olarak en büyük hedefimiz, bu olayı sonuna kadar yerinden tâkip etmek. Tabiî sonra araya seçim de girecek. Biraz işler zorlaşacak, ama olsun. Bu deprem olayını ilk günden îtibâren yaptığımız gibi sonuna kadar, bütün yönleriyle, özellikle Hatay, Adıyaman, Kahramanmaraş gibi en çok etkili olduğu yerlerde başta olmak üzere olabildiğince tâkip edeceğiz ve olayın siyâsî yönünü de tâkip edeceğiz, liderleri tâkip edeceğiz — ettik, edeceğiz. Ben de meselâ bu hafta içerisinde gitmeyi düşünüyorum. Meral Akşener’in, Kemal Kılıçdaroğlu’nun deprem bölgesine yaptıkları ziyâretleri de yerinden görmek istiyorum. Ama bütün bunları yaparken açıkçası zorlanıyoruz. Çünkü bunların hepsi prodüksiyon olarak çok büyük işler. Bir yerden bir yere gitmek, orada kalmak; koşulları biliyorsunuz, bütün vatandaşlar çok zor koşullar altında, buna biz gazeteciler de dâhiliz. Tabiî onların çektiği acıların yanında bizim yaşadığımız zorlukların lâfı edilmez; ama yine de bunu söylemek istiyorum ve bunu da ancak sizlerin yardımıyla, desteğiyle yapabileceğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Bunu sürdürmek istiyoruz. Her halde sürdüreceğiz, her koşul altında sürdüreceğiz. Bağımsız medya olarak bunu yerinden, serinkanlı, sorumluluk bilinciyle –ki şu âna kadar bunu yaptık; çok az hatâmız oldu, onları da en kısa zamanda hızlı bir şekilde düzelttik–, olabildiğince canlı bir şekilde, doğrudan olayın tanıklarına mikrofon uzatarak vermeye devam ediyoruz. 

Metin Bey şunu sormuş: “Parti ayrımı gözetmeksizin hatâsı olan tüm kamu görevlileri sorgulanıp cezâlandırılacak mı? Yoksa olay birkaç müteahhite yıkılıp üstü mü kapatılacak?” Şu hâliyle bakılırsa, ikinci dediğiniz gibi gözüküyor. Ancak eğer önümüzdeki seçimlerde muhâlefet kazanırsa, herhalde muhâlefetin gündemindeki konulardan birisi de bu büyük depremin sorumlularını bulup onların yargılanması olacaktır. O anlamıyla iktidar değişiminde çok ciddî bir yargılama süreci bekleyebiliriz. Ama şu hâliyle bakıldığı zaman, siyâsî iktidar bir anlamda bütün bu işlenen hatâların, suçların bir şekilde ortağı olduğu için çok fazla üzerine gitmez diye tahmin ediyorum. 

Bir izleyicimiz sormuş: “Seçim ne zaman olur?” diye. Seçimin artık 14 Mayıs’ta olmayacağı kesinleşti gibi. Meral Akşener de bunu söyledi, biliyorsunuz. Seçim herhalde normal târihinde, 18 Haziran’da olacak. Bâzıları 18 Haziran’dan da ileri atılabileceğini söylüyorlar. Bu, anayasal olarak mümkün değil. Benim anladığım kadarıyla 18 Haziran’da olacak. İktidârın bunu 18 Haziran’dan öteye atmak istemesi belki düşünülebilir; ama daha fazla geciktirerek eline ne geçeceğini açıkçası kestiremiyorum. Dolayısıyla benim cevâbım 18 Haziran, onu söyleyeyim. Artık 14 Mayıs seçeneği pek yok. 

Evet, zâten bir izleyicimiz sormuş: “Seçimlerin ertelenmesi AKP’nin başına gelecek âkıbeti değiştirebilir mi?” Bir başkası, Cengiz Abanoz da: “Seçimlerin 18 Haziran’dan öteye ertelenme olasılığını yüksek görüyor musunuz?” diye sormuş. Hayır, 18 Haziran’dan öteye ertelenme görmüyorum. Seçimlerin ertelenmesinin AKP’nin başına gelecek âkıbeti değiştirmesi mümkün mü? Bunun zamanla alâkası olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Depremin AKP oylarına nasıl etkisi olacağı konusunda tabiî ki ilk akla gelen, AKP’nin bundan olumsuz etkileneceği. Birincisi, ortada çok büyük bir zaaf var. Özellikle ilk 2 gün müdâhale edilememesi ve bu yüzden kayıpların çok yüksek olması, deprem coğrafyasının büyük ölçüde AKP, MHP ortaklığının çok güçlü olduğu bir coğrafya olması ve bunların yakınlarının da devlete karşı bakışlarında çok ciddî kırılmalar yaşaması… Bütün bunların hepsi var. Ama bir diğer yandan şu da var: Böyle büyük bir felâketin ardından devletin güçlü olması beklentisi de, Türkiye gibi sağın daha güçlü olduğu bir ülkede beklenebilir ve bu nedenle de, “Şimdi mâcerâya kalkışmaya gerek yok, hazır elimizde bildiğimiz bir iktidar var, onunla devam edelim” düşüncesi de etkili olabilir. Burada önemli olan, muhâlefetin bu fâciadan Türkiye’yi kendilerinin çıkartabileceğini gösterebilmeleri. Eğer bunu gösterirlerse –ki çok zor bir şey olduğunu sanmıyorum–, o zaman işin rengi değişir. 

Erdem de seçimleri sormuş: “Muhâlefet destek çıkar mı ertelemeye?” Yok, böyle bir şey olmaz. 

“HDP’nin Anayasa Mahkemesi’ndeki durumu ne olur?” Evet, Türkiye’nin gündemi tamâmen değişti. Meselâ HDP’nin yargılanması var, ama bunu unuttuk. HDP, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılır mı? Bu seçime yetişir mi? Bütün bunlar hâlâ ortada. Normal şartlarda HDP’nin kapanma ihtimâlinin depremle birlikte daha azaldığını varsayabiliriz. Ama şunu özellikle söyleyelim: Kapatılsa da kapatılmasa da, seçimlere çok büyük etkisi olacağını düşünmüyorum. Etkisi muhakkak olur; ama şu hâliyle HDP’nin kapatılma ihtimâlinin bütün bu yaşananlardan sonra daha düşük olduğunu kabul etmek lâzım. HDP seçmenlerinin bayağı yüksek olduğu bir coğrafya aslında; Diyarbakır da var işin içerisinde; Adıyaman’da HDP, AKP’den sonra ikinci parti, Urfa’da da öyle. Buralarda ilk günden îtibâren aktif bir şekilde oradaki dayanışmaya dâhil oldular ve çok da büyük sorunlar yaşanmadı gördüğümüz kadarıyla. HDP’nin Türkiye’nin önemli bir parçası olduğunu bu depremle birlikte ve deprem sonrasında da çok açık bir şekilde gördük. 

Kuzey Geliş: “Her şeyi avantajına çeviren iktidar için artık bu bir kırılım mıdır?” Aslında her şeyi avantajına çeviremiyordu. Bu büyük ölçüde sorunlara muhâlefetin yeterince müdâhil olamamasından kaynaklanan bir durumdu, bir izlenimdi. Bu sefer bunun avantaja çevrilebileceğini sanmıyorum. Çevrilebilecek olsaydı, ilk günden Erdoğan bunun işâretini verirdi. Ama ilk günden îtibâren –ki Erdoğan yaklaşık ikinci günde, ikinci günün sonlarına doğru çıktı karşımıza–, Erdoğan hiç de öyle siyâseten güçlü bir lider pozisyonu çizemedi. Hâlâ öyle, görüntülerde de görüyorsunuz. Deprem bölgesine çok gidiyor, sürekli oralarda; ama buralarda da hep aynı şeyleri söylüyor. İnsanları heyecanlandıracak, onlara “İşte, devlet bu!” dedirtecek şeyler yapamıyor. Genellikle hasârı, yani siyâsî hasârı azaltmaya yönelik bir çaba içerisinde. Bunu lehine çevirebilecek, deprem nedeniyle seçmen nezdinde azalan îtibârını güçlendirebilecek bir çıkışı şu âna kadar sergileyemedi. Bundan sonra sergileyebilmesinin zor olduğunu söyleyebilirim. Şunu bilmenizi isterim — bilenler biliyor ama: Çok öteden beri Recep Tayyip Erdoğan’ı bir gazeteci olarak izliyorum; deprem sonrası, o ilk yaptığı basın toplantısı ve daha sonra yaptığı, çadır kentlerde falan gezdikten sonra yaptığı açıklamalarda, o bir zamanların Erdoğan’ının çok uzağında bir Erdoğan görüyoruz. Bu ne zamandan beri böyleydi; ama şimdi çok daha fazla görülüyor. Ben en azından böyle görüyorum. Normal şartlarda Erdoğan, krizlerde çok daha etkili olabiliyordu; ama bu kriz o kadar büyük ki ve onu o kadar zayıf bir ânında yakaladı ki, bence çok da buradan siyâseten daha avantajlı çıkabilecek bir durumu yakalayabileceğini açıkçası sanmıyorum.

Can Bey demiş ki: “Deprem bölgesinde kayıplar ne kadar sağlıklı tâkip edilecek? Bu kayıplarla seçim güvenliği nasıl sağlanacak? Olmayan adreslerden adres tâkibi üzerinden nasıl seçim güvenli olacak?” Bütün bunların hepsinin muhâtabı muhâlefet partileri. Herhalde bunu düşünüyorlardır, düşünmeleri gerekiyor. Zor olacağı muhakkak. Ama zâten bir zorluk vardı, şimdi daha da zorlaşacağı kesin. Ama bu durumun seçimin kaderini değiştirecek kadar etkili olduğu kanısında değilim. 

Can Aslan: “Îmâr affına kabul oyu veren CHP’liler de var. CHP böylesi kambur oluşturacak adımlarla nasıl alternatif olacak?” Evet, bunu duyuyorum. Ama artık bugünün meselesinin bu olduğu kanısında değilim. Yani şöyle kanısında değilim: Yaptıkları tabiî ki yanlıştı. Önümüzde bir îmar affı daha vardı. Hattâ deprem olmasaydı o görüşülüyor olacaktı. Büyük Birlik Partisi gündeme getirmişti ve orada da destek verirler miydi açıkçası çok emin değilim. Ama CHP’nin sâdece îmar affı meselesinde değil, birçok konuda da çok tereddütlü bir muhâlefet izlediğini geçmişten biliyoruz. Fakat bir kısım CHP’lilerin de îmar affına destek veriyor olması; îmar affının bir AKP projesi olduğu gerçeğini örtbas edemez diye düşünüyorum. 

Ekmel Erkmen: “Bir daha îmar affı çıkarılmaması için siyâsîlere baskı yapılıp bu konunun anayasa konusu hâline getirilmesi gerekir diye düşünüyorum” demiş. Evet, bunu not alalım, önemli.

Aysel Güven: “Kılıçdaroğlu, Pervin Buldan’la yan yana geldi. Bunu çok önemli buluyorum. Çok mu abartıyorum?” Hayır, abartmıyorsunuz. Önemliydi. İşte bu tür doğal bir araya gelişler oluyor; ikisi de Diyarbakır’da aynı saatlerde, aynı yerlerdeydiler ve birbirlerinden kaçmadılar. Bu gerçekten güzel bir fotoğraftı. Ne zamandır beklenen bir fotoğraftı. Keşke diğer partiler de HDP ile benzer fotoğrafları verebilseler. 

Mehmet Tolgay Çırakoğlu: “Muhâbirliğin önemini bu deprem dönemindeki yayınlar daha da net gösterdi. Medyascope’a teşekkürler”. Biz de size teşekkür ederiz. Demin konuklarım vardı; çok eskiden beri tanıdığım, gazetecilikten gelip daha sonra halka ilişkiler alanında çalışan arkadaşlarım. Onlarla da konuştuk bunu. Evet, muhâbirlik… her işin başı bu. Siz olayı yerinden görmeden, yaptıklarınızın tabiî ki bir değeri var; ama esas olarak, böyle dönemlerde neyin ne olduğunu oradan, yerinden anlatmak lâzım. Arkadaşlarımız bunu çok iyi yaptılar. Bundan sonra da yapmaya devam edecekler. Evet, haber, tabiî ki yorum da önemli, ama bu durumlarda öncelik, bu işin önceliği kesinlikle haberdedir ve biz bunu biliyoruz. Elimizdeki imkânları zorlayarak, hattâ aşarak bunları yapmaya çalışıyoruz ve devam edeceğiz. Tekrâr söylüyorum: Sizlerin desteğiyle. 

Necla Çatak: “Erdoğan’ın bu kadar öfkeli ve ruhsuz durumunu neye bağlarsınız?” Demin bahsettim: Çok büyük bir olay yaşanıyor ve tam da Erdoğan’ın yavaş yavaş toparladığı söylenen bir dönemde. Biliyorsunuz burada da yapıyoruz, yayınlarda, kamuoyu araştırmalarında MHP’nin değil de AKP’nin ve Erdoğan’ın toparlanma içinde olduğu; muhâlefetin çok hamle yapamadığı söyleniyordu ve özellikle yurtdışındaki siyâsî çevreler, ekonomi çevreleri, Erdoğan’ın yeniden kazanmasını satın almaya başlamışlardı. Tam önünü görür gibiyken yaşanan bu büyük felâket Erdoğan’ı çok ciddî bir şekilde zorladı, zorluyor — görüyoruz. İlk günden îtibâren yetişememek de zorluyor; hasârın büyüklüğü, kayıpların büyüklüğü… Rakamlar her geçen gün artıyor, daha da artacak ve bu enkazın kaldırılması her anlamda zor — yani şu anda 10 binlerce kişi deprem bölgesini terk etti. Onlar ne yapacak? Geri mi dönecek? Nasıl dönecekler? Gittikleri yerlerde nasıl yaşayacaklar? Bunların her biri devletin kıta sahanlığına giren işler ve önünü göremiyor. Zâten ekonomik bir kriz vardı ve Erdoğan siyâsî krizini ekonomik krize rağmen seçim ekonomisi uygulayarak atlatmaya çalışıyordu. Şimdi seçim ekonomisi uygulama imkânı da elinden büyük ölçüde kaçıyor deprem nedeniyle. Dolayısıyla şu anda kendini çok sıkışmış hissediyor, yalnız hissediyor. Birkaç yayında söyledim bunu, tekrar söyleyeyim, çok önemli bir husus, görülmek istenmiyor ama: Uluslararası destek konusunda Erdoğan umduğunu bulamadı. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nden ve Avrupa Birliği’nden bulamadı. Tabiî ki yardımlar geliyor, kurtarma ekipleri geliyor; ama dünya Türkiye için seferber olmuş durumda değil. Amerikan Başkanı ilk gün kalktı bir şeyler söyledi; ondan sonra bir daha ortada gözükmedi. Bütün bunların hepsi Erdoğan’ı çok daha stresli hâle getiriyor diye düşünüyorum.

Namık Özbek: “Bu depremde asıl sorumlu olarak hükûmeti mi göstermeliyiz? Muhâlefet belediyelerin suçu yok mu? Bence hükûmetle berâber muhâlefet de sorumlu. Hükûmetten ve muhâlefetten onurlu davranarak istifâ eden yok.” Muhâlefetin de suçu vardır, belediyelerin de suçu vardır; ama bu belediyelerin içinde benim bildiğim bir tek Hatay, daha önce de AKP’deydi. Burada meselâ Adana AKP’de değildi. Onun dışındaki belediyeler zâten muhâlefetin değil. Diyarbakır’da da kayyum var. Onların da muhakkak sorumluluğu vardır. Ama esas sorumluluğun siyâsî iktidâr olduğunu kabul etmeniz lâzım. 20 küsur yıldır ülkeyi yöneten bir iktidardan bahsediyoruz. Depremin Tükiye’nin en önemli sorunlarından birisi olduğunu bilen, kabul eden ve bunun için de halktan para toplayan bir iktidardan bahsediyoruz ve sonuçta gelinen nokta bu. 

Ruken Kaya: “Depremin ilk gününde Erdoğan, Akşener ile iletişim kurdu, ama Kılıçdaroğlu ile aynı iletişimi kurmadı. Akşener’i hâlâ kendisinde çekebileceğini mi düşünüyor?” Evet, başta da söyledim. Öyle düşünüyor ve Kılıçdaroğlu’yla bunu yapmıyor. Yapmaması da zâten başından îtibâren olayın ne kadar siyâsî olduğunu bize gösterdi. Erdoğan o ilk yaptığı konuşmada tüm muhâlefete, “Gelin berâber bu enkazı kaldıralım” demedi. Tüm ülkeye de demedi aslında, çok acâyip bir konuşmaydı o. Yani Bahçeli’nin bir gün önce yapmış olduğu, salı günü yapmış olduğu konuşmadaki, “Siyâsî meseleleri bir kenara atalım. Artık hepimiz berâber kader birliği edelim” mesajını Erdoğan çarşamba günü o konuşmasında vermedi. Kılıçdaroğlu’na zâten vermedi ve ondan sonra da Kılıçdaroğlu’nun çektiği videoları bir şekilde, doğrudan olmasa bile dolaylı olarak cevapladı. 

Tayfun Tufan: “Bahçeli neden sessiz?” Yarın grup toplantısı yapacak ve orada konuşacak. Çok fazla konuşacak bir şeyi olmadığındandır. Salı günü söylediklerinin yettiğini düşünüyordur. Tabiî orada bir de “Neden bölgeye gitmedi?” sorusunu da sormak lâzım. Liderlerin neredeyse hepsi gitti, Bahçeli gitmedi. Kendince bir nedeni vardır; ama meselâ bir Adana, Osmaniye, Kilis, Kahramanmaraş, Malatya… bunlar ülkücü hareketin öteden beri çok güçlü olduğu yerler. Gidip oralarda bir şekilde vatandaşla konuşması, onların yanında durması beklenirdi. Yarın bakalım ne söyleyecek?

Can Bey demiş ki: “Hatay Erzin’in hiçbir hasar görmemesi diğer belediyeleri suçlu mu gösteriyor sizce?” Tabiî ki öyle. İstenirse olabiliyormuş dedirtiyor. Erzin’in birtakım coğrâfî özellikleri de olabilir, bilmiyorum; ama öyle bir deprem yaşadık ki herkes bir şekilde etkilendi. Erzin’nin burada etkilenmemesi kesinlikle belediyenin bu işi çok ciddîye almasından dolayı. Demek ki ciddîye alınırsa bu işler olabiliyormuş. Burada önemli olan siyâsî bir irâdenin konulmasıymış.

Gül Hanım demiş ki: “Yurttaş olarak suçumuz yok mu? Yatırım olarak inşaat sektörü siber finans varlıklarından daha fazla kazanç sağladı” demiş. Olabilir. İnsanlar oraya yatırım yapmış olabilir. Ama inşaat sektörünün bu kadar “başıbozuk” bir şekilde diyelim, denetimsiz bir şekilde örgütlenmesinin, bu inşaatların yapılabilmesinin sorumlusu da yurttaşın kendisi değil. Yurttaş, “Çürük yapın” demiyor. Bir sistem var, o sistem işliyor ve burada belediyeler ve merkezî irâdenin rolü birinci derecede belirleyici.

Muharrem Palaz: “YÖK’ün aldığı karar konusunda geri adım atabilirler mi?” Atsalar iyi olur. Çok iyi olur. Çok saçma bir karar. Yani üniversitelileri niye online yapıyorsunuz, ne geçecek elinize? Yani akıl alır gibi değil. Çok kişi buna îtiraz etti. Hayâtın bir yerde normalleşebilmesi lâzım. Üniversitelileri siz online yaptığınızda, Anadolu’nun dört bir tarafında yurtlarda okuyan öğrencileri oradan çıkardığınızda, “Memleketine dön” diyorsunuz, “Evinde otur, bilgisayardan bağlan” diyorsunuz — bu acâyip saçma bir şey. Olay sâdece Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun yurtlarını deprem mağdurlarına açmak mı hakîkaten? Ona başka formüller de pekâlâ bulunabilirdi. Çok abes bir karar. Umarım geri dönerler, yumuşatırlar, bir şey yaparlar. 

Serkiz Kaprilyan: “Muhâlefetin bundan sonra olabilecek depremler için oluşturacağı sağlam, bilimsel ve ekonomik çözüm önerileri seçimi kazanmalarını sağlar mı?” Bakın, zâten muhâlefetin seçimi kazanması zor bir şey değil. Zâten kazanır, işini ciddîye aldığı zaman kazanır ve bunlardan birisi de depremdir. Tek başına deprem konusunda çözüm öneriyor diye kazanmaz; ama zâten kazanacağı seçimi deprem konusundaki inandırıcı önerileriyle daha bir garantiye alır. 

“ ‘Erdoğan, depremle geldi depremle gidecek’ söylemine katılıyor musunuz?” Hayır, katılmıyorum. Çünkü Erdoğan zâten çoktan gitti. Kaç kere söyledim, yazdım. Erdoğan zâten kaybetti. Bu, onun kaybını daha fazla uzatmasını engelleyecek bir şey olabilir. Tabiî ki depremin ardından yapılacak bir seçimde kaybetmesi hâlinde ne denecek? “Deprem oldu ve kaybetti” denecek, orası muhakkak. Ama bu, gerçeği tam görmemek olur. “Zâten Erdoğan için işler iyi gidiyordu, ama deprem önünü kesti. Deprem ona siyâseten çok büyük bir kötülük etti” diye bir şey söylemenin anlamı yok. Erdoğan’ın daha fazla bu oyunu uzatamayacağının depremle berâber ortaya çıktığını düşünüyorum.

Ali Meral: “Liderler içinde oradaki halka kim güven veriyor sizce?” Bilmiyorum vallahi. Yani bunu oradaki halka sormak lâzım. Tahminimce şu anda kimse güven vermiyor. Çünkü çok haklı bir öfkeleri olduğunu düşünüyorum: Yakınlarını kaybettiler, sâhipsiz olduklarını düşündüler ve bu anlamda da sadece iktidar değil muhâlefete de, her türlü siyâsetçiye de kızmış olabilirler. Kendilerine söyleyecek hiçbir sözü de yoktur herhalde bu siyâsetçilerin. 

“Ümit Özdağ’ın yaptığı çıkışlarla körüklediği ırkçılık, yaşanan olaylar, popülerliğini nasıl etkiler? Tutuklama gibi bir durum bekliyor musunuz?” Bir kere milletvekili olduğu için böyle bir şey olamaz. Ama yaptığının doğru olmadığı muhakkak. Tam da böyle bir ortamda, yani Suriyeliler’le Türk vatandaşlarının birlikte hayâtını kaybettiği, birlikte mağdur olduğu bir yerde; bu olayı mülteci, sığınmacı karşıtlığını pazarlamak için bir fırsat olarak gördüğü anlaşılıyor. Bunun onun işine ne kadar yarayacağından da açıkçası şüpheliyim. Ama esas olarak Türkiye’nin hiç işine yaramadığı muhakkak. Onu da özellikle vurgulamak lâzım. Yanlış yapıyor, yanlış yapmaya devam ediyor. Belli bir karşılığı var; ama onun da bir yerde o tür ayrımcı yaklaşımların, sığınmacı karşıtı yaklaşımların zamanla –bunu en çok sosyal medya üzerinden yapıyorlar, biliyorsunuz– kendi kendini tükettiğini düşünüyorum. 

Meselâ bir izleyici sormuş ki: “Mülteci karşıtı çıkış Zafer Partisi’ni yeniden yükseltir mi?” Yok. Benim gördüğüm kadarıyla deprem konusunda mülteci karşıtlığına oynayanlar, birtakım yalan yanlış haberlerle –kimisi doğru da olabilir, önemli değil– bunu tırmandırmaya çalışanlar var; ama çok başarılı olduğu kanısında değilim. İnsanlar her şeyden önce kendi canının derdine düşmüş durumda. Deprem bölgesinde olmayan insanlar da bir ülke olarak burada nasıl var kalabileceğini endîşeli bir şekilde düşünüyor. Tabiî ki sığınmacılar meselesini düşünenler de var; ama bu olayın birinci derecede ilgilisinin sığınmacılar olmadığı ortada. Dolayısıyla Zafer Partisi’nin buradan bir çıkış yakalama ihtimâli olduğu kanısında değilim. 

“Devlet korunmaya devam ettikçe bu olaylar tekrarlanacak diye düşünüyorum. Sizce Akşener ile Kılıçdaroğlu’nun beyânatlarını ‘devlet öncelikli’ ve ‘halk öncelikli’ olarak okuyabilir miyiz?” Evet, okuyabiliriz. Akşener’in devleti koruma refleksinin çok güçlü olduğunu burada da gördük. Kılıçdaroğlu da devleti Erdoğan’la eşitleyerek bu olayda yetersizliğini ve işin millete, topluma düştüğünü söylüyor. Aralarında öyle bir fark olduğu muhakkak. Akşener tabiî ki Erdoğan’ı eleştiriyor; ama Erdoğan’ın dışında bir devletin var olduğunu düşünüyor ve o devlete yardımcı olmaya çalışıyor — öyle bir devlet varsa. Bence yok; ama ona göre var. 

“Îmar affı genellikle torba yasayla geçirildi. Muhâlefete ders olsun. Millet yarârına yasanın içine atılan kötü maddeye direnmeliler” demiş bir izleyicimiz. 

Onur Cenk Balçık: “Nihat Hatipoğlu’nun, ‘Depreme kader diyemeyiz’ çıkışı muhâfazakâr kesimde bir yönlendirmeye sebep olur mu?” Nihat Hatipoğlu bahşetmiş, yani lütfetmiş. Ona mı kaldık yani? Depreme kader diyemeyiz demek için Nihat Hatipoğlu’na ihtiyâcı yok Türkiye’nin. Türkiye’nin dindarları bunu zâten biliyorlar. Ama birileri, olayın siyâsî iktidârı zorlamaması için bunu bir kader ekseni üzerinden vermeye çalışıyorlar ve siyâsî bir şey yapıyorlar. Dolayısıyla, “Nihat Hatipoğlu dedi, demek ki kader değilmiş” diyecek insan yoktur. Ama tabiî ki Nihat Hatipoğlu’nun bunu demesi de iyi bir şey. Tabiî bunu demek zorunda kalması da iyi bir şey. Onu da söyleyeyim.

Halil Kartal: “Biz çabuk unutan bir milletiz. 4-5 ay sonra TV’lerde medya aracılığıyla, yapılan çalışmaları seçim propagandası olarak kullanıp insanlara, milletimize depremzedeleri unutturabilirler mi?” Bu kolay kolay olabilecek bir şey değil. Çok büyük bir yıkım yaşıyoruz. Neyi pazarlarsanız pazarlayın, bu yıkımın gerçeğini örtmeniz mümkün değil. Ne oluyor? Biliyorsunuz: “Asrın felâketi” diyor iktidar, iktidar medyası bunu kullanıyor. Evet, doğru, asrın felâketi; ama bunu neden kullanıyorlar? Diyorlar ki: “Ya, bu öyle bir felâket ki kim olsa altında kalırdı.” Ama insanlar, “Asrın felâketi, ama devlet daha etkili olmalıydı” düşüncesindeler. Dolayısıyla bu, kolay kolay telâfî edilebilecek bir mesele değil. Hani sorular var ya? “İktidar bunu lehine çevirebilir mi?” diye. Böyle büyük bir yıkımın ardından hızlı bir şekilde hayat kurtarmalar olsaydı, şu andaki rakamın yarısı bu kadar süre içinde gelseydi ve ânında görseydik; Kızılay burada, AFAD burada, vinçler vs. şurada ya da seyyar tuvaletler, seyyar yemekhâneler… bunları ânında görseydik, o zaman iktidar derdi ki: “İşte görüyorsunuz, asrın felâketini yaşadık, ama gördüğünüz gibi devletiniz size ânında elini uzattı.” Bunu diyemiyor devlet. Bunu diyemediği için buradan siyâseten güç devşirmesi bana pek kolay gelmiyor. 

“Erdoğan adaylıktan vazgeçer ve yerine başkasını aday gösterir mi? Seçim 18 Haziran’da olacaksa aday olamama durumu var. YSK, Erdoğan iktidârının gidici olduğunu fark ederse adaylığını onaylamayabilir mi?” Arkadaşlar, bu tür spekülasyonlara girmenize gerek yok. Erdoğan’ın aday olacağını varsayalım. YSK’yı filan da bir kenara koyalım, öyle düşünelim. Onun dışındaki şeylerin hepsi üzerine ne desek boş. Dolayısıyla bu spekülasyonlar bugünün üzerinde, hani muhabbeti edilecek bir spekülasyon olduğu kanısında değilim. 

Tolga Akpınar: “Hatay’da yaşanan sıkıntılar diğer illere göre daha çok gündem yapılıp ‘CHP de alternatif değil’ havası yaratılabilir mi?” Neden böyle olacak? CHP’li belediye olduğu için mi? Yok. Bu çok daha köklü bir şey. CHP’li belediyenin de kusuru vs. olabilir. Birçoklarının var. Ama yani buradan hareketle Hatay üzerinden CHP’yi, ötekisi de Maraş üzerinden AKP’yi, diğer bilmem ne üzerinden MHP’yi; bu pek böyle olacak bir şey değil. Zâten baktığımız zaman, 10 ilden 2 tânesinin belediyesi CHP’de; bir tânesi kayyum, bir tânesi MHP, geri kalanlar AKP. Ve hepsi çok kötü felâket yaşadı. Yani en çok felâketin yaşandığı yerler: Hatay, Adıyaman ve Kahramanmaraş. Baktığımız zaman Adıyaman ve Kahramanmaraş da AKP. 

Yunus Özen: “Mimar evraklarının bulunduğu binânın yıkılması hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir şeyler gizlenmeye mi çalışılıyor?” En son yapılan açıklamaya göre oradaki bilgiler dijital ortama geçirilmiş zâten. Öyle söyleniyor. İnsanların tabiî ki çok ilgilerini çekiyor bu tür haberler, ama bunlara genellikle şüpheyle yaklaşmakta yarar var. Yani Hatay’da evraklar gizleniyor; Maraş’ta da mı gizleniyor, öteki yerde de mi gizleniyor? Tabiî ki bunlar önemli ama –ki bu haberin çok da doğru olmadığı yolunda birtakım açıklamalar var–, dikkatli olmak lâzım. Bir de şunu unutmayalım: Eğer sorumluları bulup cezâlandırmak isteyen bir irâde varsa, elde hiç evrak olmasa bile bunu yapar, bunu yapabilir. Onun için buradaki olayın öneminin biraz abartıldığı kanısındayım. 

“Muhâlefet şu anda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndaki deprem bölümünde Naci Görür ve Celâl Şengör gibi isimlerle çalışacağını söylese, halk iyi karşılamaz mı?” Karşılar da, yani şunu söyleyeyim: İsimlere gerek yok. Bilimi temel alacağını söylemesi ve halkı iknâ etmesi lâzım. Bunun da önemli olduğunu söylemesi lâzım. Halk da, aslında seçmen de depremden depreme bunun önemli olduğunu görüyor farkındaysanız. Bunu iyice bir şekilde benimsetmesi lâzım. 

Can Aslan: “Muhâlefetin bu belirsizlik içerisinde aday açıklama meselesi ne olacak?” Evet, böyle bir meselemiz vardı sâhi. Tekrar dönüp dolaşıp bu mesele gündemimize gelecek. Normalde bugün toplanıyordu Altılı Masa ya da Millet İttifâkı. 12. toplantıyı bugün Saadet Partisi’nde yapacaklardı. Bildiğim kadarıyla Saadet Partisi Genel Merkezi depremzedelere açmış kapısını. Orada insanlar barınıyor. Bir dahaki toplantının ne zaman yapılacağı henüz belli değil. Tabiî deprem nedeniyle gecikebilir. O toplantıda depremin de etkisiyle adaylık meselesi gündeme gelecektir; ama ne kadar hızda belli olur. Çok daha önemli başka gündem maddeleri de olacak. Bakalım. Evet, dönüp dolaşıp aday meselesine geliyoruz.

“Sizce İstanbul depreminde durum ne olur?” Kötü olur yani. İyi olması için neye güveniyoruz, ne yapıyoruz çok emin değilim. İyi olmaz yani. 

Emin Özdemir: “Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin ilk günden îtibâren deprem bölgesi alanına gönderilmemesinin sizce nedeni nedir?” Bunun siyâsî bir nedeni olduğu kanısında değilim. Tamâmen devletin o anlamda bir aczidir. Sadece askeri göndermemek değil; kimse doğru dürüst gidemedi ve buradan hareketle birtakım siyâsî şeyler yapılmış olabilir. Ama zamânında EMASYA diye bir protokol vardı ve Ergenekon döneminde o kaldırıldı. O kaldırılmamış olsaydı herhalde askerin kendi irâdesiyle müdâhale imkânı olabilirdi. Bu tür olaylar ikili olaylar. Bu olayda askerin müdâhalesinin ne kadar yerinde olduğunu gördük. Ama bâzı durumlarda da askerin üstüne vazife olmayan şeylere müdâhil olduğunu da görmüştük. Dolayısıyla burada keşke ilk günden asker müdâhil olabilseydi tabiî ki. Ama olamadı ve bu da bilançoyu ağırlaştırdı. 

“Demirtaş, Erdoğan için ‘Her türlü çılgınlığı yapabilir’ dedi. Sizce Erdoğan’ın çılgınlık yapacak gücü kaldı mı?” Ne yapabilir? Zâten bundan daha çılgın bir şey ne olabilir? Yani bu depremden sonra kim ne yapacak ki? Bunun ötesinde ne yapabilir? Çok da fazla hareket kabiliyeti kaldığı kanısında değilim.

“Dünya Bankası’nın yardımı direkt belediyelere yapacak olması haberini nasıl değerlendiriyorsunuz?” Bu habere de iyice bir bakmak lâzım. Çok emin değilim açıkçası. Ama her hâlükârda bu tür olaylarda doğrudan belediyelerle çalışmak çok daha rasyonel bir şey. Onu kabul etmek lâzım. Ama haberin, yani olayın böyle, “Biz iktidâra güvenmiyoruz. Sâdece belediye ile çalışırız” gibi bir kestirip atma tavrı olduğu kanısında da değilim. Ama olayın detaylarına çok hâkim değilim, onu söyleyeyim. 

“İnsanların bu felâketten sonra cesâretleri çok arttı. Artık herkes çekinmeden her şeyi söylüyor. Bu durum biraz soğumaya başladığında iktidar kara kaplı defteri açabilir mi?” Zâten Erdoğan çarşamba günü yaptığı açıklamada bunu söylemişti: “Hepsini not ediyoruz. Cezâlandıracağız” dedi. Ama ne kadar yapabilir? Meselâ bir Twitter yasağı koydular, çok da fazla sürdüremediler ya da AHBAP’ı hedef gösterdi birileri, ama çok büyük tepki alınca onda da geri adım attılar. Tek tek kişileri gözaltına aldılar vs.. Meselâ bir soru var: “Oğuzhan Uğur’a açılan soruşturma hakkında yorumunuz nedir?” diye. Şöyle söyleyeyim; Türkiye Cumhuriyeti’nin şu son döneminde Oğuzhan Uğur’a açılan soruşturma çok normal. Kimler neler yaşadı. Durup dururken kimler tutuklandı, gözaltına alındı, ev hapsine mahkûm edildi vs.. Oğuzhan Uğur’a atfedilen suçlama, “asılsız söylenti, halkı paniğe sevk etme” vs.. Bunlar doğru mudur yanlış mıdır bilmiyorum açıkçası. Kendisinin, birilerinin kalkıp deprem bölgesine gitmesi –tabiî ki herkesin gitmesi çok iyi–, orada olması, orada yardım çalışmalarına katılması, elinden geleni yapması çok iyi. Ama oradan bir gazetecinin, bir de bu kadar tâkipçisi olan, insanların tanıdığı bir ismin söylediklerine dikkat etmesi gerekir. Söylediklerine dikkat etmesinin gerekmesi, bu yüzden yargılanması gerektiği anlamına gelmiyor. Ama iyice düşünmeden birtakım lâfları etmemek gerekiyor. Kendisine atfedilen suçlamaya baktım. Orada denilenler doğruysa yanlış yapmış. Ama bu bir soruşturma gerekçesi değil. İnsanlar daha dikkatli olmalı. Bunu çok yapan var, farklı farklı kesimlerden; iktidar yanlıları da yapıyor, başkaları da yapıyor. Olabildiğince serinkanlı olmak lâzım. Kimsenin böyle aceleye getirmemesi lâzım. Zâten insanlar son derece duyarlı, duygusal, endîşeli, kaygılı. Bu duyguları daha da kızıştıracak çıkışlar, açıklamalar –ki hele bir de bunlar doğru değilse– yapmanın çok da fazla anlamlı olduğu kanısında değilim. 

“Batılı liderler geçmiş olsuna gelirler mi?” Marmara depreminde Clinton gelmişti. Bir bebekle fotoğrafı vardı, çok meşhurdur. Öyle bir olay olur mu? Olur herhalde, ama bayağı geç olacağa benziyor. Kimlerin geleceği önemli. Biden gelir mi? Macron gelir mi? Almanya Şansölyesi Scholz gelir mi? Miçotakis gelir diye düşünüyorum. Tabiî, biz “bir gece ansızın” onun ayağına gidecektik; şimdi o bir sabah vakti gelebilir. Dışişleri Bakanı gelmiş meselâ, onun fotoğrafını gördüm Mevlüt Çavuşoğlu’yla. Daha üst düzey de gelebilirler. Şu âna kadar dünyadan gelen tepkiler ölçülüydü. Dünyanın önde gelen liderleri çok büyük bir angajman içerisine girmedi açıkçası. 

“Arama-kurtarma konusunda uluslararası çapta yeteneklerle donatılmış Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun mâden işçilerini depremden iki gün sonra ve otobüsle âfet bölgesine intikal ettirilmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?” Zâten sormuşsunuz. Ne diyeyim yani? Bu geç, yöntem yanlış vs.. Sabah, Nihat’ı dinliyordum Kafa Radyo’da. O da şey dedi: “İlk günden Türk Hava Yolları Zonguldak’a uçak yollayıp onları pekâlâ götürebilirdi.” Tabiî işte, devlet böyle anlarda bu tür düşünceler için var, bu tür akıl yürütmeler için var. Ama yürümedi bu akıllar. Gelen haberlerde, bugün meselâ Kahramanmaraş’ta arkadaşlarımız çok çarpıcı röportajlar yaptılar mâden işçileriyle. Onların ne kadar koca yürekli olduğunu o söylediklerinde de görüyoruz. Gerçekten ben öteden beri, oldum olası çok severim. Bir de rahmetli teyzem ve eniştem Zonguldak’ta mâden bölgesinde yaşarlardı ve ben de çok gitmişimdir Fener bölgesine. Eniştem mâden mühendisiydi. Çok severim öteden beri Zonguldak’ı, mâdencileri. Ve bu olayda da gördük. Allah onlardan râzı olsun. Onların ne kadar gönüllü olduklarını; ama devletin bu konuda en azından ne kadar beceriksiz olduğunu gördük. Keşke ilk andan îtibâren öyle bir mekanizma olsaydı ki herkes, işe yarayacak kişiler, kurumlar, malzemeler aynı anda 10 ile dağılabilmiş olsaydı. Geciktik. Gecikmenin karşılığında da çok büyük bedeller ödüyor insanlarımız. 

“Depremden hemen önce konsoloslukların kapatılmış olması sizce tesâdüf olarak açıklanabilir mi?” Tabiî ki açıklanabilir. Ne olacak yani? Öbür dünyayla trans iletişim hâlindeler ve depremin olacağını mı bildiler? Bakın, böyle komplo teorilerine filan îtibâr etmeyin. Bu bir deprem ve Türkiye de deprem kuşağında. Konsolosluklarla filan alâkası yok yani bunun. Konsolosluklar, o ülkeler, böyle büyük şeyleri becerebiliyor olsalardı, şu âna kadar Ukrayna’daki savaşı da çoktan istedikleri gibi sonuçlandırırlardı. 

Evet, genellikle seçimler ertelenir mi soruları geliyor. Onlara başta verdiğimiz cevâbı söyleyelim. Yok, anayasal olarak yok. Cihat Yaycı’ydı değil mi? O da bunun büyük bir Amerikan komplosu olduğu yolunda videolar yapıyormuş. Yani izleyen izlesin tabiî, herkes özgür; ama böyle şeyleri bir kenara bırakıp daha serinkanlı bir şekilde sorumluları bulmak, bir daha bu olayların yaşanmamasını sağlamak gerekir. Tabiî ki depremi engelleme gücümüz yok. Ama depreme karşı daha sağlam binâlarda kalmamız, daha az hasar görmemiz ve görülen hasarlarla daha hızlı bir şekilde baş edebilmemiz lâzım. Enkazları kaldırmaya, daha çok insan hayâtı kurtarmaya… bunun için motive olmamız lâzım. Bu tür komplo teorileri bunları örtmek için ortaya çıkıyorlar. Yani olayın gerçeğiyle yüzleşmenizi engellemek için bu komplo teorileri ortaya çıkıyor. Meselâ bir tânesini gördüm: Türkiye’de depremin olduğu bölgelerdeki Amerikan üslerinden bahsediyor. Diyelim ki tamam ve bir komplo teorisi yapıyor, tamam. Ama Amerikan üssü diyemiyor: “Amerikan üstü” diyor. Daha “üs” ile “üst” arasındaki farkı bilmeyen insanın yaptığı komplo teorisinden ve o komplo teorisini “Amerikan üstleri”ne dayandırmasından ne hayır gelir? Yani şöyle bir şey: “Amerikan üstleri nedeniyle oluyor.” Kim bu üstler, nedir üstler? Yok. “T” harfi var yani. Halbuki “t” harfi yok; üs üs. Yani bunu bilmeden yazan insanlar ondan sonra size kalkıp; “Olay aslında şöyle oldu, böyle oldu, şu yaptı, bu yaptı” diyor. İnanmayın. Safsatalar vs.. Bu deprem, doğal âfet. Burası zâten deprem bölgesi. AFAD 2019’da burada olabilecek bir depremle ilgili test de yapmış. Yani kimsenin şaşırdığı, “Burada nasıl deprem olur?” dediği bir yer değil. Uzmanlar söylemiş. Prof. Naci Görür ağlıyor artık yani. Kaç kere söylemiş, etmiş. Artık bunun dış mihrakla, “Amerikan üstü” vs. ile alâkası yok. Bunun bizimle alâkası var. Bunun siyâsetle alâkası var. Bu siyâset üstü bir olay değil. Bu, siyâsetin tam içinde olan bir olay. Dolayısıyla bu olaya siyâsî olarak bakmak lâzım. 

Evet, çok sağ olun. Yine çok yoğun bir yayın oldu. Çok teşekkürler katkılarınız için. Maalesef çok acı bir olay yaşıyoruz ve yayın boyunca da belirttiğimiz gibi biz bu olaya Medyascope olarak alabildiğine serinkanlı bir şekilde sâhadan, yerinde yapılan gözlemlerle, habercilikle ve uzmanların yorumlarıyla bu olayı başından îtibâren bir sorumluluk duygusuyla ele almaya çalışıyoruz. Bunu yapabilmemiz için sizlerin desteklerine çok ihtiyâcımız var. Onun için bunu da özellikle belirteyim ve şimdiden tekrar çok teşekkür edeyim. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.