Kızılelma, kurusoğana galip geldi.
Esnaf, maliyeciyi her zaman “döver” necip milletimiz indinde. Yine öyle oldu. Fatih-Harbiye kafasından çıkıp, bu taraftan bakmakta yarar var: Tahtakale-Mülkiye benzetmesi daha uygun belki.
Yüz yıllık CHP bir “müze-parti” yahut “yaşayan fosil” görünümünden çıkamıyor. İngiltere’de İşçi Partisi’ne daha 1990’ların ortasında Tony Blair’in yaşattığı dönüşümü adeta reddediyor. Karşısında Erdoğan ve AKP olmasa varlık nedeni kalmayacağı izlenimini veriyor.
İYİP’in seçmeni kentli merkez sağ, örgütü ülkücü, yönetimi “Şampiyonlar Ligi” kadrosu.
DEVA, Gelecek, Saadet ve DP toplam oy oranı ancak yüzde bir –rakamla 1%. Çalışmadan, önden aldıkları ödülleriyse 38 milletvekilliği.
Liberallik tül perdesi gerisine gizlenen İslâmcılık nedir: DEVA.
HDP’nin yönetimi “Kürdistani” kaldı, seçmeni çoktan “Türkiyeli” oldu. Edirne’deki siyasal tutsak Demirtaş’ın hücresinden görebildiğini, HDP Ankara’dan, Diyarbakır’dan göremedi.
Tek anlatısı “Erbakan’ın oğlunun partisi” olmaktan ibaret YRP’nin oy sayısı 1.5 milyonun üzerinde (1.529.119), TİP’in aldığı oy sayısıysa bir milyonun altında (940.230).
Hem “yeni hegemonya” adayı merkez/kitle partisi, hem sosyal demokrat olunamadığı gibi, hem sosyal demokrat hem milliyetçi olunamıyor. Milliyetçiliğe “ulusalcılık” demekse, benzetme yerindeyse “gorilin dudaklarına ruj sürmekle” eşdeğer. Denendiydi: O yolun sonu nasyonal sosyalizm.
İki başarılı cumhuriyet çocuğu hikâyesi: Köyden çıkıp, DSİ Genel Müdürlüğü’ne (31 yaşında), oradan siyasete giren (38 yaşında) Demirel ve yine köyden çıkıp, SSK Genel Müdürü olan (48 yaşında), oradan siyasete giren Kılıçdaroğlu (54 yaşında): Demirel 40 yaşında AP Genel Başkanı, 41 yaşında ilk kez girdiği seçimin galibi; Kılıçdaroğlu 62 yaşında CHP Genel Başkanı, bugüne dek kazandığı seçim yok.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
“Kılıçdaroğlu ‘taze’ bir genel başkan olarak girdiği 2011 seçimlerinde CHP’nin oy oranı 25,98%, MV sayısı 135 idi. Geçen 12 senede, iktidarın başına gelen onca olaya rağmen oy oranı, partisine aldığı İslamcı partiler dahil 25,35%. Elinde kalacak MV sayısı ise 134.” – Fatih Altaylı
TBMM’deki 600 milletvekili arasında kadın oranı beşte bir, 30 yaşın altında milletvekili sayısı beş.
Putin zaten Batı’nın her yerinde ırkçı, yerlici ve millici, demokrasileri içinden dinamitleyen radikal sağa destek veriyor. Bizde “devlet aklı” adı altında habire ısıtılıp önümüze konulan Soğuk Savaş taktikleri de hem Putin’e göz kırpıyor hem artık yeni bir aşama olarak HÜDA-PAR’ı Güneydoğu’da devreye aldığı anlaşılıyor.
Tuhaf biçimde Soğuk Savaş’ın bitmediği biricik NATO ülkesi Türkiye. Bitemeyen yahut bitmesine izin verilmeyip sündürülen bu çakma Soğuk Savaş adeta “amuda kalkarak” ülkemizde Putin’e yanlama ve müzmin ABD düşmanlığı olarak yansıyor.
Aynı oyun havuzuna giren muhalefet de “beka kaygısı” tongasına basıyor. Batı’daki benzerleri gibi kendi sağına sağ parti sokmayan (Alman CDU gibi) demokrat merkez sağ, aşırı uçlarla işbirliğini reddeden demokrat merkez sol (Yunan PASOK gibi) bizde bir türlü boy veremiyor, kitleselleşemiyor.
14 Aralık 2022 Saraçhane silkinmesine beton dökmek, 18 Mayıs’ta “vatan elden gidiyor” çıkışını yapıp 19 Mayıs 2023’ü ıskalamak: “Yani ne yaparsın?” sorusunun sürekli yanıtsız kalması. İBB’ye kayyum atanmasına, İmamoğlu’na talimatlı yargı eliyle siyaset yasağı getirilmesine döşenen yollar.
Bir yanda “Hak-Hukuk-Adalet”, karşısında “Anayasaya aykırı AMA evet” çelişkisi: Hangisi? Yahut herkes olmaya çalışınca, hiç kimseye dönüşmek sorunsalı.
Yakın ve açık tehlike: Ekrem İmamoğlu’na verilen cezanın onanması ve hukuk yoluyla Mart 2024 seçimleri öncesi İBB yönetiminin AK Parti’ye verilmesi: Karşısında ne yapacaksın, bugünden söyle. “Ekrem harcansın da dalgamız bozulmasın” diye ellerini ovuşturan mandarinler de var mıdır?
Batı’ya yönelimi anti-Amerikanizm kisvesiyle küfür addeden çağdaşçılar ve yüz yıllık konuşma notunun pırıl pırıl güncelliği: “Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edildiği 29 Ekim 1923 günü karşısına Fransız yazar Maurice Pernot’yu alıp şu açıklamayı yapar: ‘Biz daima Şark’tan Garb’a doğru yürüdük. Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye’de asri, binaenaleyh Garbi bir hükümet vücude getirmektir. Medeniyete girmeyi arzu edip de, Garba teveccüh etmemiş millet hangisidir?” (Zafer Toprak’tan alıntılayan Hasan Cemal) –yahut “şunu DAHİ diyememek…”
Erdoğan’ın önce “anti-Atatürk” olmayı deneyip, duvara toslaması. Ardından “II. Atatürk” olduğu algısını yaratmayı başarıp, olgu ortaya koyamaması. 30 yıllık iktidarın ardından Erdoğan’dan geriye değil bir “model”, AKP’nin kendi bile kalmayacak.
İçeriye popülist milliyetçi, dışarıya egemenci taşracı olmak ve “stratejik özerklik” safsatası. Milliyetçilik ile yurtseverlik ayrımını bir türlü yapamamak, anlatamamak.
En alttakilerin, en yoksul ve yoksunların AKP’ye ve MHP’ye yöneldiği belli: “Sınıfsaldır” takıntısı olanı açıklayamıyor, eksik kalıyor.
İstanbul başta büyükşehirleri az farkla alıp, “küçük” şehirleri açık farklarla kaybederek seçimi veriyorsan, yapılacak iş yine İstanbul başta o farkı en az 55%’e çıkarmak ve İç Anadolu ile Karadeniz bölgelerinde en azından “mürekkep lekesi” alanlar yaratmak.
İstanbul’un sanayi uzantılarına dönüşmüş Sakarya, Kocaeli ve Bursa’da bile fark yememeli. İzmir’de fark atıp, Sabuncubeli’nin arka tarafında Manisa’ya inince filmin neden değiştiği iyi anlaşılmalı.
CHP; Rize, Kahramanmaraş, Diyarbakır gibi illerde uzun aranın ardından milletvekili çıkarırken, Fındıklı’da (Rize) BİLE Erdoğan önde çıktı.
Z Kuşağı “gümbür gümbür gelip” Erdoğan’a mührü basmışa benzer, başka deyişle “armut dibine düşermiş”: 18-30 yaş arası seçmende Erdoğan’ın, 65+ seçmende Kılıçdaroğlu’nun başarılı olduğu anlaşılıyor. (BETİMAR – Gürkan Duman)
Anlaşılır ve tanıdık olmak, güven vermek gerek: Bu bağlamda özellikle bkz. depremzede illerimiz. Tanıdık olmak için sürekli alanda olmak gerekiyor. Kampanya önemli ve siyasete dahil ama siyaset kampanyadan ibaret değil.
Karikatür: Yiğit Özgür
“Türkiye’de en çok üyesi olan dernekler amatör spor kulüpleri, hemşehri dernekleri ve cami yaptırma dernekleri. AKP’nin örgütlendiği yerler yani. Biz de Twitter’a giriyoruz. Siyaset sahada yapılır, sandıkta değil.” – Dağhan Irak
Kampanya dediğin bir makine: Stratejisti, konuşma notu yazarı ve profesyonel reklamcısı, iletişimcisi, tanıtımcısı. Bu sonuncular yönetici değil, verilen yönelimi en etkin biçimde aktarmak, duyurmak için projeler, fikirler geliştirmekten ibaret olmalı onların işi.
Güvenlik/İstikrar/Beka söylemi, tümüyle algıya dayalı olsa da hiçbir somut olguya dayanmasa da gerçek ekonomi sorunlarına üstün geldi. Tüm medya ve devletin olanaklarının Erdoğan’ın emrinde olduğu bahanesine sığınmak geçersiz: Zira bunun böyle olduğu biliniyordu, böyle olacağı belliydi.
Erdoğan’ın “sert” kampanyasına doğru zamanlama, yordam ve ölçekle yanıt verilmedi. Yersiz suçlamaları yanıtsız bırakmanın yapıcı ve ılımlı kampanyanın gereği olduğu yanılgısına düşüldü. Prof. Dr. Hamit Bozarslan’ın “sersemleşme”, benim kendimce “afallama” dediğim durum yine egemen oldu.
İkna edici bir anlatı sahibi olmak: Demirtaş’ın bakkal çıraklığı, Kur’an kursu, saz çalması, insan hakları avukatlığı vb. gibi İmamoğlu’nun da “40 haneli köy”, Cuma namazı, üniversite, müteahhitlik, belediye başkanlığı gibi. Oysa Kılıçdaroğlu ne memuriyetinde ne siyasetinde hiçbir makama talip olmadığını, aksine hep davet edildiğini, adaylığının da böyle gerçekleştiğini anlattı. Kendi gerçek cumhuriyet çocuğu öyküsü ise ancak 2. tura ramak kala dolaşıma sokuldu.
İmamoğlu’nu Arnavutköy veya Esenler gibi ilçeler yerine (örnekse) Trabzon’a, Erzurum’a göndermek hataydı. Yavaş’ın da aynı biçimde (örnekse) Mamak’a, Beypazarı’na gitmesi daha yerinde olacaktı. İki popüler başkanın “evlatlarım, yiğitlerim…” diye deyim yerindeyse “koltukaltına alınmaları” da yanlıştı.
Onlarca yıldır 25% oy oranını aşamadığı halde CHP, Kılıçdaroğlu’nun başkanlık kampanyasını adeta zafer turu atar, tebrikleri kabul eder bir tarzda düzenledi.
Bizde geçmiş tarih olamıyor, bizimle kalıyor. Aynı zamanda henüz dün yaşananlar bile ışık yılı gerideymişçesine yok olup, unutulup, tüketilip, yitip gidiyor. İkili bir çökme durumuyla yüzleşemiyoruz: Balkan Bozgunu ve Çerkes Kırımı vb. çökme ile Ermeni ve Rum mallarına çökme.
Biz kimiz? Kime dengiz? Başkaldıran Atatürk 38 yaşında Samsun’a ayak basmıştı, 42 yaşında cumhuriyeti kurmuştu. Savaştıklarıyla barışıp, yakın çevreyle üçgenler kurmayı, ağır sıkletlerle arayı düzeltmeyi bilmişti. Büyüklenmeden büyük adam olmuştu. Öyleydi zaten. Hep akılcı ve gerçekçiydi.
AKP değil Erdoğan kazandı ama yine en başarılı çalışan teşkilat AKP, Erdoğan’a kazandırdı.
Muhalefetin geneli için kan değişimi abartılı bir yaklaşım belki ama beyne oksijen gitmesi için herhalde kılcal olanlara dek damarlara kan gitmesi, bünyede kan dolaşımı gerekiyor. “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” artık demode bir deyim. Ama depresyonla mücadelede fiziksel aktiviteyi ihmal etmemek gerektiğini günümüz uzmanları da vurguluyor.
“Erdoğan’ın başarısının ardında muhalefetin yapamadığını yapabilmesi var: Siyaset yapmak. Muhalefet siyaset yapmayarak çoğu az ederken, Erdoğan siyaset yaparak azı çok edebilmeyi becerdi.” – Prof. Dr. Mesut Yeğen