Berrin Osmanoğlu yazdı: CHP’de değişim ihtimali nedir?

Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerinde, muhalefetin oluşturduğu seçim işbirliği ve seçmene sunduğu vaatler çoğunluğun desteğini alamadı. İktidar bloğu seçimi kazandı. Yenilgiden sonra, muhalefet cephesinde, önümüzdeki yerel seçimlerle ilgili stratejiler gündeme gelmeye başladı. CHP özelinde, bir yandan Kemal Kılıçdaroğlu’nun istifası, öte yandan İBB Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun CHP genel başkanlığı, İBB adaylığı veya CHP’den ayrılıp yeni bir oluşum içerisine girip girmeyeceği tartışıldı. 16 Ağustos 2023’te ise İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Başkanlığı’na aday olmak istediğini kamuoyu önünde ilan etti, ertesi gün de Özgür Özel CHP genel başkanlığına aday olabileceğini (tekrar) beyan etti. Ancak, bunları şimdilik sadece birer hamle olarak değerlendirmek gerekiyor. Ne bir kesinleşmiş adaylık var (Kılıçdaroğlu’nun genel başkan adaylığı da dahil) ne de parti içi çatışmaların ne yöne evrileceği belli ve CHP’nin kurultay süreci de devam ediyor. Bu ihtimalleri ve sonuçlarını değerlendirebilmek için partilerin geçmiş liderlik kongreleriyle parti bölünme örnekleri bazı ipuçları veriyor. 

Kongre liderlik yarışları

Türkiye’de seçim yenilgisinden sonra istifa eden parti lideri çok az. Parti örgütlerinin hiyerarşik yapısı katı, liderlik yapısı da otoriter. Vefat ve cumhurbaşkanlığı gibi sebepler dışında, liderler ancak partileri meclis dışında kaldığında görevlerinden ayrılıyorlar (Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Bülent Ecevit ve kısa süreli istifa edip geri dönen Bülent Ecevit, Deniz Baykal, Devlet Bahçeli gibi). Parti liderleri uzun süre görevde kalıyor, partileri Meclis dışında kalmadan liderlikten ayrılan (İsmet İnönü, Erdal İnönü) veya kongrede rakibine yenilen lider çok az (Yıldırım Akbulut, Altan Öymen). Ancak buna rağmen, partilerin az çok kurumsallaştığını ve önemli siyasi rant yaratan örgütler olduklarını da biliyoruz: uzun süre pozisyonunu bırakmak istemeyen bu liderler görevlerinden ayrıldıktan sonra partiler yaşamaya devam ediyor, hatta kongrelerde liderlik için sıkı yarışlar oluyor. Burada sözü edilen partilerin çoğunlukla meclise girmiş olan partiler olduğunun altını çizmek gerekiyor. Türkiye çok partili hayata geçtiğinden beri siyaseten etkin olan partilerin büyük çoğunluğu meclise girmiş olan partiler oldu, en azından başkanlık sistemine geçene kadar öyleydi. 

Partilerin genel başkanını belirleme usullerine ve kurallarına baktığımızda, 1980 öncesinde bu kararın partilere/ tüzüklere bırakıldığını görüyoruz (1965 parti kanununda da o şekilde yer alıyor). O dönemde Meclis’e giren partiler arasında büyük olanlar genel başkanlarını, erken tarihlerden itibaren, büyük kongrede delegelerle seçiyor (CHP ilk defa 1947’de, DP 1951’de, AP kuruluştan itibaren). Küçük partilerin bazıları, ilk kuruluş yıllarında, genel başkanlarını merkez yönetim/idare kurulunda belirliyorlar (Millet Partisi ya da TİP gibi; birincisi 1954’te kapanıyor, TİP sadece 2 dönem meclise giriyor); eğer bu küçük partiler siyaseten etkin olmaya devam edebiliyorlarsa, onlar da bir süre sonra büyük kongrede delege ile seçim usulüne geçiyor (MP’nin devamı olan Cumhuriyetçi Millet Partisi-Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ya da Birlik Partisi-Türkiye Birlik Partisi gibi), bazıları da baştan itibaren kongre usulünü benimsiyor (Güven Partisi-Cumhuriyetçi Güven Partisi). 1980’den sonra ise parti genel başkanının kongreyle seçilmesi kanunlaşıyor (1983 partiler kanunu). Büyük, küçük, bütün partiler genel başkanlarını büyük kongrede seçiyor. 

Partilerin kongre geçmişlerine baktığımızda ise, her birinde tek adaylı kongreler de rekabetin çok sıkı olduğu kongreler de var. Rekabetin olmadığı kongrelerden başlayacak olursak, meclise girmiş bütün partilerin kongre geçmişlerinde tek adaylı kongreler var. Ancak bazı parti liderleri var ki katıldıkları bütün kongrelere tek aday olarak katılıyorlar. Bunlar rakipsiz, bir bakıma “mutlak” liderler. Bu liderlerin bazıları art art arda yasaklanan ve tekrar yeni isimlerle kurulan partilerin başına geçiyor, yasaklı oldukları dönemler oluyor ama yasakları bittiği anda geri dönüyorlar. Bu liderlerin başında Erbakan var; yasaklı olduğu dönemler dışında parti(leri)nin tartışmasız lideri olarak kalıyor, 1969’dan 2010’daki ölümüne kadar. Bu siyasi geleneğin bir uzantısı olan AKP’de de benzer bir liderlik yapısı var. AKP kongrelerinde Erdoğan’ın karşısına hiç aday çıkmıyor, delegelerden neredeyse firesiz oy alıyor. Hatta kendi yerine belirlediği liderler de (Ahmet Davutoğlu, Binali Yıldırım) kongreleri benzer bir şekilde nerdeyse firesiz alıyor. Milliyetçi sağın uzun soluklu partisi MHP’de de benzer bir yapı var. Alparslan Türkeş 1965’de CKMP’nin lideri oluyor (1969’da partinin adı MHP olarak değişiyor) ve 1997’deki ölümüne kadar parti(leri)nin başında kalıyor. Partinin lideri olduğu süre boyunca, parti kongrelerinde karşısına hiçbir aday çıkmıyor. MHP’den bölünüp kurulan Büyük Birlik Partisi’nin lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun da karşısına hiç rakip çıkmıyor. Ama mesela, bu milliyetçi liderlerin aksine, Bahçeli’nin karşısına zaman zaman kongrelerde güçlü sayılabilecek adaylar çıkıyor; yine de her seferinde Bahçeli kazanıyor. Siyasi yelpazenin sol tarafından olan “mutlak” lider örneği ise Ecevit. Ne 1980 öncesi CHP’nin başındayken ne de DSP lideriyken Ecevit’in karşısına kongrelerde aday çıkıyor. Tek istisna DSP’nin 2001 kongresinde, yani Ecevit siyasetten tamamen çekilmeden 1 sene önce, kongrede Sema Pişkinsüt rakip oluyor ve yeniliyor. 

Bu liderlerin karşısına herhangi bir rakip çıkmıyor ama bu “mutlak” liderler görevlerinden ayrıldıklarında kongrelerde epey sıkı bir rekabet yaşanıyor. Erbakan yasaklıyken mesela, desteklediği Recai Kutan’ın karşısına güçlü bir aday olarak Abdullah Gül çıkıyor. Gül kazanamasa da bu rekabet partinin kaderinde belirleyici oluyor. Ya da Türkeş’in vefatından sonraki kongrede o kadar sıkı bir rekabet yaşanıyor ki, rekabet çatışmaya dönüyor ve kongre tekrarlanıyor. Bahçeli ikinci kongrede ikinci turda kazanıyor. Ecevit sonrası kongrelerde ise 1987’de istifa ettiğinde 2 aday, 2002’de ise 5 aday yarışıyor. 

Çok adaylı olup ama çok rekabetçi olmayan kongreler de var. Çok güçlü olmadıkları baştan belli olsa da kongrede liderin karşısına rakipler çıkıyor. Süleyman Demirel 1964’te, AP’nin kurucu lideri Ragıp Gümüşpala’nın ölümünün ardından AP’nin başına Saadettin Bilgiç’i yenerek seçiliyor. 1980’lere kadar kongrelerde Demirel’in karşısına adaylar çıkıyor ancak oyları yüzde 10’u geçmiyor. 1980’den sonra ise, Demirel DYP’nin başına geçtiğinde, cumhurbaşkanı olana kadar, kısa bir süre, partinin başında kalıyor ve hiç rakibi çıkmıyor. Kendisinden sonra Tansu Çiller’i lider olarak işaret ediyor ama kongrede sıkı bir rekabet oluyor; Çiller kongrede ikinci turda seçiliyor. Daha sonra da Çiller’in karşısına zayıf da olsa adaylar çıkıyor. 1980 sonrası önemli bir merkez sağ partisi olan ANAP da benzer bir çizgi izliyor. Kısa süren parti liderliği sırasında Özal karşısına hiç aday çıkmıyor. Ancak, Özal cumhurbaşkanlığı için liderlikten ayrıldığında Yıldırım Akbulut’u işaret ediyor ama ona rağmen Akbulut karşısına bir aday çıkıyor (Hasan Celal Güzel) ve hatta kendisi başbakanken (bir sonraki kongrede) Mesut Yılmaz’a yeniliyor. Sonrasında da Mesut Yılmaz’ın karşısına (her kongrede olmasa da, zayıf da olsa) adaylar çıkıyor. 

Bunların dışında, kongrelerinde sıkı rekabet olan partiler de var. 80 sonrasında, DSP dışında, merkez sol partilerin kongreleri sıkı rekabete sahne oluyor. Mesela SHP’nin genel başkanı Erdal İnönü, bir defa İsmail Cem’le, üç defa Deniz Baykal’la karşılaşıyor. Her seferinde kazansa da adaylar arasında sıkı bir rekabet yaşanıyor. Ya da, Baykal SHP’den ayrılıp yeni kurulmuş olan CHP’nin başına kurucu başkan Erol Tuncer’i kongrede sıkı bir rekabetin sonucu yenerek geçiyor. Ardından da SHP ve CHP birleşmesi söz konusu olduğunda Murat Karayalçın’la rekabet ediyor ve nihayetinde Baykal kazanıyor. Baykal 1999’da istifa edince Altan Öymen geliyor (çok adaylı ve 3 turlu bir seçimin sonucunda Öymen kazanıyor), 2000’de Baykal geri dönmek istediğinde, kongrede Altan Öymen’le yarışıyor, Baykal ancak üçüncü turda kazanıyor. 2002’den sonraki CHP kongrelerinde rekabet daha zayıf, çoğunlukla tek adaylı kongreler var; 2005’te Baykal’a karşı Mustafa Sarıgül, 2014’te de Kılıçdaroğlu’na karşı Muharrem İnce yarışıyor (her ikisi de sıkı yarışlar oluyor). Yine de bu rekabetçi kongrelere rağmen, CHP’nin 1992’deki kuruluşundan itibaren iki uzun süreli lideri oluyor Baykal (1992-2010) ve Kılıçdaroğlu (2010-bugün). 

Bölünen partiler

Kongrede liderlik yarışına yansıyan ya da yansımayan parti içi muhalefet, parti içinde çözülemediği zaman parti bölünmelerine yol açıyor. Çok partili seçimlerin başladığı 1946 yılından bugüne kadar, 20 parti bölünerek kuruluyor; bunlar, partilerinden istifa eden ya da ihraç edilen (ya da ihraç edilmeyi beklemeden istifa eden) milletvekili/leri tarafından aynı meclis dönemi içerisinde kurulan partiler. Bu bölünerek kurulan partilerden ikisi, ayrıldığı partinin “kaderini değiştiriyor”. Geri kalan bölünmelerde ortaya çıkan yeni partilerin bazıları belirli bir dönem etkin olup, genellikle zayıflayarak yok oluyorlar, bir kısmı ise hiç etkin olamıyor. Genellemek zor olsa da bölünen partilerin etkinliğini açıklayan iki önemli faktör var gibi görünüyor: parti bölünürken ayrılan milletvekili sayısı ve seçim sistemi etkisi. 

Söz konusu bölünen partiler, ayrıldıkları partilerden 1 ila 63 arasında bir milletvekili sayısı ile ayrılarak kurulmuş. Partilerinin “kaderini değiştiren” bölünmeler, milletvekili sayısının en yüksek olduğu iki bölünme. İlk sırada 63 milletvekili ile 2002’de DSP’den ayrılıp kurulan Yeni Türkiye Partisi var; yeni kurulan parti nihayetinde başarısız olsa da DSP dağılıyor, seçimle beraber merkez sol oylar CHP’de konsolide oluyor. İkinci sırada 59 milletvekiliyle AKP’nin kuruluşu var (2001’de kuruluyor; kuruluşta 51 milletvekiliyle başlıyor, dönem sonunda bu sayı 59’u buluyor). Bölünme öncesinde Fazilet Partisi’nde sıkı bir liderlik yarışı oluyor, AKP’yi kuracak olan “yenilikçiler” bu yarışta yeniliyor, ardından FP kapatılınca da parti ikiye bölünüyor. 2002 seçimlerinde AKP iktidar oluyor, Kutan’ın liderliğini yaptığı Saadet Partisi ise meclis dışı kalıyor. Her iki bölünmenin (YTP ve AKP) genel seçimlere çok yakın bir tarihte gerçekleştiğinin de altını çizmek gerekir. 

Seçim sistemi etkisiyle ilgili olarak ise; bölünen partilerin, daha adil bir nispi temsil sistemi uygulanan 1960-1980 arası dönemde, zayıflayarak da olsa, daha uzun süre etkin oluyorlar (mecliste kalıyorlar). Örneğin, 41 milletvekiliyle 1970’de AP’den ayrılıp kurulan Demokratik Parti 1973 seçimlerinde 45 sandalye kazanıyor, 1977’de bir sandalyeye düşüyor; 1967’de 29 milletvekiliyle CHP’den ayrılan Güven Partisi (önce başka partilerle, daha sonra CHP’den ayrılan Cumhuriyetçi Partiyle de birleşerek) 1980 darbesine kadar, zayıflayarak da olsa (1973 seçimlerinde 13, 1977 seçimlerinde de 3 sandalye kazanarak), mecliste var olmaya devam ediyor. 

Halbuki 1980 sonrasında, ayrıldıkları partilerin “kaderini değiştiren” iki örnek dışında bölünen partilerin çoğu yaşamıyor. Örneğin 1997 yılında DYP’den ihraç edilen ve ayrılan milletvekilleriyle kurulan DTP var (milletvekili sayısı 25’e kadar çıkıyor). Parti, kurulduğu meclis dönemi içerisinde hükümet koalisyonunda bile yer alıyor, ama bir sonraki genel seçimlerde yüzde 1 bile oy alamıyor. Bir diğer örnek, 1990 yılında SHP’den ayrılan 10 milletvekiliyle kurulan HEP var. Bu ayrılmaya rağmen yüzde 10 barajından dolayı bir sonraki seçimlerde HEP adayları yine SHP listesinden seçimlere giriyor; seçilince kendi partilerine (DEP’e) dönüyorlar, bir süre sonra da parti kapatılıyor.  Önemli bir oy oranı alsa da yüzde 10 barajından dolayı ne HEP ne de devamı olan partiler, uzun süre boyunca parti olarak seçimlere katılıp Meclis’e giremiyor. Ancak, bu partiler, oylarının coğrafi konsantrasyondan dolayı yerel seçimlerde etkin olabiliyor. Nihayetinde de 2007 yılında bağımsız adaylarla, 2015’de de parti olarak Meclis’e giriyor. 

Bunların dışında, 1980 sonrasında az milletvekiliyle kurulan ve hiç etkin olamayan partiler var; yani hiç seçim kazanamayan partiler. Bu partiler 1 ila 6 milletvekili arasında değişen sayılarla kuruluyor; örneğin SHP’den ayrılıp 1991’de kurulan Sosyalist Birlik Partisi, 1994’te de Yeni Demokrasi Hareketi, Yusuf Bozkurt Özal’ın ANAP’tan ayrılıp 1993’te kurduğu Yeni Parti, DSP’den ayrılan Değişen Türkiye Partisi, 2009’da AKP’den ayrılan Türkiye Partisi ve CHP’den ayrılan Anadolu Partisi. Buna bir istisna olarak yakın zamanda 5 milletvekiliyle kurulan ve şimdilik etkin bir parti gibi görünen İYİP var. Ama İYİP’in kurulduğu siyasal koşullarla ilgili, hatırlatmak gerekir ki, seçim sistemine getirilen değişiklikler de (ittifakı kuralı, seçim barajının düşürülmesi) partinin yaşamasını kolaylaştırdı. 

Bu geçmiş örneklere bakarak, gündemle ilgili çıkaracağımız ilk sonuç Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP liderliğinden istifa etme ihtimalinin düşük olduğu. Halbuki bugünkü otoriter başkanlık koşullarında partinin meclise girmesi partinin seçimde başarılı sayılması için yeterli olmamalı; cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çoğunluğu alamamak bir başarısızlık olarak değerlendirilmeli. Dahası da eski kongrelere baktığımızda, lider ayrıldığında, ardından parti içi muhalefetin açığa çıktığını ve nihayetinde partilerin yaşamaya devam ettiğini görüyoruz. Çıkaracağımız ikinci sonuç ise, Kılıçdaroğlu’nun istifa etmediği durumda, parti kongresinde lideri değiştirmenin zor olduğu. Ekrem İmamoğlu’nun CHP genel başkanlığına aday olmayı tercih etmeyişinde bu zorluk muhtemelen etken olmuştur. 

Yeni parti veya hareket kurmayla ilgili olarak geçmiş örneklere baktığımızda; yeni bir partinin, ancak ve ancak CHP’nin yerini alacak kadar güçlü bir parti olarak ortaya çıkması durumunda başarılı olabileceği sonucu çıkıyor. Bunun için de CHP’den İmamoğlu’nu takip edecek milletvekili sayısının yüksek olması gerekiyor. Parti değil de aday/ lider etrafında oluşacak, seçim odaklı yeni bir hareket kurmakla ilgili ise, eski örneklerden bir çıkarım yapmak mümkün değil. İmamoğlu konuşmasında CHP’den İBB adaylığının partinin alması gereken bir karar olduğunun altını çizse de adaylık isteğini kamuoyu önünde kendisi ilan ederek bu sürecin iplerini elinde tutmak istediğini de göstermiş oldu. Genel seçim yenilgisinden sonra, CHP’de siyasal dengeleri değiştirmeden, kazanmanın zor olduğunun farkında. Ama muhtemelen yerel seçimlerde partilerin yerel örgütlerinin kapasitesi ve desteği olmadan koordinasyonu sağlamanın da zor olduğunun farkında. Bu sebeple de yeni bir harekete girişmek çok ince hesaplar gerektiriyor. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.