MHP lideri Devlet Bahçeli ile AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki ilk yakınlaşma 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra yaşandı. Bahçeli, Erdoğan’ın 7 Kasım 2015 seçimleri sonrası ortaya çıkan koalisyon zorunluluğunu görmezden gelip ülkeyi 1 Kasım 2015’te yeniden genel seçimlere götürmesine örtülü bir şekilde destek verdi. Ardından Aralık 2016’da iki partinin birlikte hazırladığı anayasa değişiklikleri 16 Nisan 2017’de referanduma götürüldüğünde Erdoğan’ın en güçlü destekçisi yine Bahçeli oldu. “Türkiye İçin Evet”, “Yeminim Var”, “Şimdi Evet Haydi Türkiye”, “Zamanı Haydi” gibi sloganlarla ülkenin başkanlık sistemine kıl payı geçmesinde büyük katkısı olan MHP ileriki günlerde aynı sistemden en çok istifade eden kurumlardan biri oldu.
Ama Erdoğan-Bahçeli yakınlaşmasının dönüm noktası 15 Mayıs 2016’da yapılması gereken, Bahçeli’nin karşısına Meral Akşener, Sinan Oğan, Ümit Özdağ, Koray Aydın gibi güçlü adayların çıktığı MHP Olağanüstü Kongresi’nin yargı yoluyla ertelenmesi oldu. Siyasi iktidarın müdahalesinin açık olduğu bu süreç sonucunda Bahçeli rakiplerini partiden tasfiye edip genel başkanlığını korudu. Ardından yaşanan 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin de bu ittifakın temellerine ciddi katkıda bulunduğunu unutmamak lazım. İki partinin ortaklığının resmi ilanıysa, yaklaşan seçimler öncesi 20 Şubat 2018’de Cumhur İttifakı’nı kurmalarıyla oldu.
Nereden nereye?
Bu fotoğraf 26 Haziran 2015’te çekildi. O gün Bahçeli, makamında Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ı kabul etti. Dündar, daha sonra köşesinde Bahçeli’nin odasındaki dikkat çeken bir ayrıntıdan bahsetti: MHP liderinin hemen çalışma masasının yanında duran bir ayaklı saat…Bel hizasında bir direk üzerine yerleştirilmiş düzenek, çevrilen sayfalarla saati ve dakikayı gösteriyor. Bahçeli, saat tam 17:25’i gösterirken pilini çıkarmış. “Bunu bizzat ben yaptım” diyen Bahçeli, Dündar’a saatin öyküsünü şöyle anlatmıştı: “17.25’i gösterdiğinde pilini çıkardım. Her gün bu takvime bakıyorum.Buradan da anlayabilirsiniz ki biz, 17 ve 25 Aralık’ın hesabının sorulması vaadimizden asla geri adım atmayız.”
Bahçeli’nin Erdoğan’a yönelik muhalefetinden sayısız örnek verilebilir ama galiba en çarpıcılarından biri bu. Üstelik bu fotoğraftan kısa bir süre sonra Erdoğan ile yakınlaşmaya başladığını da unutmamak gerek. Erdoğan’ın da Bahçeli’ye yönelik büyük kısmı rahatlıkla hakaret ve aşağılama olarak görülebilecek nice sert söz ettiğini de biliyoruz.
Tarihi rekabet
Geçmişteki Erdoğan-Bahçeli rekabeti kişisel olmaktan ziyade siyasiydi ve tarihsel kökleri vardı. Tarihe bakacak olursak, özellikle İç ve Doğu Anadolu ile Karadeniz’de “milliyetçi” ve “muhafazakâr” (bir ara “mukaddesatçı” da denirdi) akımlar arasında hem sert bir rekabet, hem de geçişkenlik olduğunu görürüz. MHP hep bu bölgelerde önce Milli Selamet Partisi, ardından Refah Partisi ve Fazilet Partisi, nihayet AKP ile yarıştı. Seçimden seçime milletvekillikleri ve belediye başkanlıklarının el değiştirdiği çok oldu.
Fakat bu iki akım hep çatışmadı, 1980 öncesi Milliyetçi Cephe hükümetlerinde birlikte yer aldılar; 1991 seçimlerine MHP’nin yerini almış olan Alparslan Türkeş liderliğindeki Milliyetçi Çalışma Partisi adayları RP listlerinden girdiler.
Bahçeli’nin Erdoğan’a yönelik eleştirilerin özündeyse, AKP iktidarının ilk yıllarında AB reformlarından hareketle dile getirdiği “ileri demokrasi” vaadine ve tabiki Kürt sorununa yönelik Çözüm Süreci’ne karşı olmak vardı.
Kim kime yanaştı?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Erdoğan-Bahçeli ittifakının ilk günlerinden itibaren kimin kime yanaştığı merak konusu oldu. Özellikle muhalefet cenahında Bahçeli’nin Erdoğan’a bir tür “sığındığı” yorumları çok sık yapıldı. Hemen ardından Erdoğan’ın daha önceki müttefiklerine yaptığı gibi Bahçeli’yi de “kullanıp atacağı” söylendi ve dört gözle beklendi. Bu senaryoyu, AKP içinde hâlâ tutunmaya çalışan bazı Kürt siyasetçilerin ve “ileri demokrasi” hayalini kurmaya çalışan az sayıdaki kadronun arada sırada gündeme getirdiğini, muhalefet içinde de bunun alıcı bulabildiğini görüyoruz.
Ama geçen süre zarfında esas çizgi değiştirenin Bahçeli değil Erdoğan olduğu ortaya çıktı. Bilhassa Erdoğan’ın 2017 sonrası söylemlerine bakacak olursak MHP’nin sadece cismen değil fikren de iktidarda olduğunu görüyoruz. Öte yandan özellikle 15 Temmuz sonrası devletten Fethullahçıların (ve onlara ek olarak hoşlanılmayan diğer kesimlerin de) tasfiyesiyle birlikte, bürokraside zaten var olan ülkücü kadrolaşma daha da kesif bir hal aldı.
Kavga kaçınılmaz mı?
Son Yargıtay-AYM kapışmasının ilk günlerinde Erdoğan’ın sessiz kalması, buna mukabil bazı iktidar yanlılarının muhalefete yakın pozisyonlar alması üzerine nerdeyse altı yıldır karşımıza çıkan “Erdoğan Bahçeli’den kurtuluyor” yorumlarıyla bir kez daha karşılaştık. Ama Özbekistan dönüş yolunda Erdoğan tavrını açıkça Yargıtay’dan (dolayısıyla Bahçeli’den) yana alarak birilerinin beklentilerini bir kez daha suya düşürdü.
Bir noktadan sonra, “Erdoğan baştan beri bu çizgide miydi, yoksa sonradan mı tavır değiştirdi?” diye sormanın anlamı yok. Sonuçta Erdoğan ve Bahçeli hep birlikte, hatta yanlarına BBP, HÜDA-PAR, YRP’yı de alarak, ve belki ileriki günlerde şu an muhalefet saflarında gözüken bazı kişi, hatta partileri de devşirerek rejimi daha da otoriter bir hale getiriyorlar, getirmeye devam edeceğe benziyorlar.
Erdoğan ile Bahçeli pekâla anlaşmazlığa düşebilir, hatta kavga da edebilirler ancak muhalefetin şu anki durumuna bakıldığında, ortada herhangi bir meydan okuma olmadığı görüldüğünde, varsa anlaşmazlıklarını bir kenara atıp ittifaklarını ve iktidarlarını sürdürmenin keyfini yaşayacak, düşman çatlatmaya devam edeceklerdir.