7 Ekim’den beri zaman zaman kafama takılan bir soru bu: Herkes Hamas’ı sevmek zorunda mı? Fakat nedense bu başlıkta bir yayın yapmayı veya yazı yazmayı hep erteledim, ta ki dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın MTTB’de yaptığı konuşmadaki şu sözleri karşıma çıkana dek: “Parlamentomuzda bir siyasi partinin genel başkanı aynı Netanyahu gibi konuşuyor. Parlamentomuzda Netanyahu gibi konuşanlar olamaz, olmamalı.”
Kastettiği CHP’nin yeni genel başkanı Özgür Özel mi, yoksa İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener mi? Kimbilir, belki ikisi birdendir, belki de HEDEP’in yeni eş genel başkanlarından biridir. Kısacası Hamas’a kendisi gibi bakmayan kimsenin Erdoğan’ın gözünde Netanyahu’dan farkı yoktur. (Burada bir parantez açıp Netanyahu’nun beklenen Türkiye ziyaretinin hastalığı nedeniyle ertelenmiş olduğunu, kendisinin BM Zirvesi sırasında Erdoğan ile başbaşa görüştüğünü de hatırlatalım -ne işimize yarayacaksa!)
Başta “ılımlı”ydı
Peki Erdoğan Hamas’a nasıl bakıyor? 25 Ekim’de partisinin TBMM grup toplantısında “Hamas terör örgütü değil, kurtuluş ve mücahitler grubudur” dediğini biliyoruz. Ama 7 Ekim’den 25 Ekim’e kadarki süre zarfında Hamas’a bu kadar açık bir destek vermiş olmadığını da biliyoruz. Bunun başlıca iki nedeni olsa gerek:
- Hamas’ın 7 Ekim saldırıları Erdoğan’ın, önce Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan, ardından Mısır ve nihayet İsrail’le başlattığı normalleşme çalışmalarını alenen sabote etti. Anlaşılan Erdoğan zararı en aza indirmek ve geri dönüşü imkansız kılacak çıkışlar yapmamak için başlangıçta “ılımlı” olarak tanımlanabilecek bir çizgi benimsedi.
- Erdoğan bölgedeki dengeleri yeniden altüst etmeye aday bu süreçte hem “arabulucu”, hem “garantör” olarak etkili bir rol üstlenmek istedi. Bu nedenle de “orta yolcu” bir çizgi tutturdu.
“Yatıyorlar, kalkıyorlar Hamas Hamas Hamas…”
Fakat Erdoğan’ın hesapları tutmadı. Başta ABD olmak üzere Batılı devlet ve kurumların İsrail’e kayıtsız şartsız denebilecek ölçüde bir destek vereceğini herhalde öngörmemişti. Ayrıca Netanyahu’nun Hamas saldırılarını, İsrail’de iyice aşınmış olan itibarını yeniden kazanmanın bir fırsatı olarak görüp bu kadar acımasız bir misilleme süreci başlatacağını da galiba kestirememişti. Arap ve İslam dünyası devletlerinin ve de kamuoyularının son derece silik kalması ve Batı’daki Filistin ile dayanışma eylemlerinin geçmişteki örnekleri aratması da cabası.
Peki neden? Belki de bunun cevabını Erdoğan’ın Almanya’daki basın toplantısında bir soruya verdiği cevapta bulabiliriz: “Şu anda yatıyorlar, kalkıyorlar Hamas Hamas Hamas…”
Hamas pazarlanabilir mi?
Evet öyle. Hesapların tutmamasının önde gelen nedeni, bütün denklemlerin bir çarpanının 7 Ekim’de çok sayıda İsrailli sivili öldürüp bazılarını rehin alan Hamas olması. Yakın zamana kadar El Kaide ve IŞİD’in terör eylemlerine maruz kalan ve her an yeni saldırılar için alarm halinde olan Batı’nın gözünde Hamas’ın onlardan pek bir farkı olduğu söylenemez.
İslamcı ideolojiyi Filistin davasının önüne geçiren, İsrail devletinin varlığını kabul etmeyen, davası uğruna sivilleri katletmeyi de meşru gören bu örgütü başka dinlerden ya dinle ilişkisi olmayan insanlara, hatta kendi halindeki Müslümanlara da sevdirebilmek ya da en azından empatik bakmalarını sağlayabilmek çok zor, belki de imkansız. Kaldı ki Hamas’ın -tıpkı diğer radikal İslamcı örgütler gibi- kendisini sevdirmek diye bir derdi, çalışması yok.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ölüleri ve rehineleri yarıştırmak
Hakkını vermek lazım, Erdoğan uluslararası platformlarda bu imkansız işi başarabilmek için elinden geleni yapıyor. Bir örnek verecek olursak Erdoğan Almanya dönüşü uçakta şunları söylemiş: “Onlara ‘Ne yazık ki, Filistin’de 13 bin çocuk, kadın, yaşlı, öldürüldü. Bunları görmüyorsunuz. Bunları bir kenara koyuyorsunuz. Ama İsrail tarafındaki 100-200 ölümü, tablonun özeti olarak bize anlatmaya çalışıyorsunuz’ dedik.”
Rehineler konusundaki şu sözler de Erdoğan’ın: “Biz İsraillilerin de Filistinlilerin de esir tutulmasını istemeyiz. Daha önce de açıkladığım gibi Hamas’ın bu insanları bırakmamak gibi bir bakış açısı yok. ‘Bırakırız’ diyorlar zaten. İstedikleri İsrail tarafından hukuksuzca tutuklanan küçük yaştaki çocuklardan tutun annelerin ve babaların da aralarında bulunduğu tutsakların salıverilmesi. Düşünün İsrail yönetimi 5 yaşındaki çocukları tutuklayacak kadar insanlıktan çıkmış durumda.”
Bu türden kıyaslamalarla Batılı yöneticileri ve kamuoyunu ikna etmenin mümkün olduğunu sanmıyorum.
İç politika malzemesi olarak Filistin davası
Tekrar başa dönecek olursak: Erdoğan “zararın neresinden dönsem kârdır” mantığıyla olsa gerek, gelişmesine pek de müdahil olamadığı ve kendi hesaplarını birçok açıdan altüst eden 7 Ekim sürecini en azından iç politikada kullanmak istiyor görüntüsünde. Bundan ne elde etmeyi umuyor olabilir? Mesela yaklaşan yerel seçimlerde İstanbul, Ankara gibi yerleri yeniden kazanmada Gazze’de İsrail’in yaşattığı insanlık dramlarının ne katkısı olabilir?
Erdoğan’ın ıskaladığı çok önemli hususlar var. Örneğin dış politikada kendisinin “yerli ve milli” duruşlarına riayet etmede şaşmaz bir kararlılık gösteren muhalefet partilerinin 7 Ekim sonrasında başka türlü davranıyor olmalarında Türkiye’deki Hamas algısının pek de iyi olmaması, bunun Filistin davasına desteği de ciddi şekilde aşındırmasının etkisi olsa gerek. Kendisinin 28 Ekim’de İstanbul Atatürk Havalimanı’nda düzenlediği mitingin, yüzbinlerce kişinin katılmasına rağmen, gerek Türkiye’de, gerekse dünyada ses getirmemiş olması bunun bir kanıtıdır.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Erdoğan’ın Hamas’ı kendisi gibi sevmemeyi bir suçmuş gibi göstermeye çalışması nafile bir çaba.