Mayıs ayından beri cep telefonuma gelen dolandırıcı SMS’lerini saklıyorum. Şu an sekiz tane var ve beşi kripto para kullanıcılarını avlamaya yönelik, çok heyecan verici değil. Birisi, hesabım olmayan bir bankadan gelmiş gibi gözüküyor ve e-posta bilgimi güncellememi istiyor. Bir başkası günde 3 bin liralık iş teklifi. En çarpıcısıysa şu: “Merhaba. Kız kardeşime kibar, dürüst ve motive bir erkek arkadaş bulmasında yardım ediyorum. Ablam iyi bir insan ama biraz utangaç. O yüzden bu yöntemi buldum, umarım sakıncası yoktur. Önce birbirinizi tanıyabilirsiniz. Bu kız kardeşimin WhatSapp’ı: +90….. (Lütfen samimi ve kibar olun).”
Daha önce de sayısız dolandırıcı mesajı almıştım, herhalde bu yazıyı okuyan herkesin de başına benzer şeyler gelmiştir. Bunların en çarpıcısı galiba, yanlışlıkla gönderilmiş gibi gelen “gömü bulma” SMS’leriydi. Daha doğrusu ilki öyleydi de bir süre sonra ikincisi gelince (hep İç Ege’de bulunur altın paralar ve toplam sayı asla yuvarlak değildir, mesela 289 adettir…) aynı heyecanı tabii ki yaşatmadı.
İnternetle ilk tanıştığımız yıllarda da bozuk İngilizceyle yazılan Afrika’dan -genellikle Nijerya’dan- gelen e-postalar meşhurdu. Sayıları azalmakla birlikte sürüyorlar ve artık bozuk İngilizce yerine bozuk Türkçeyle yolluyorlar.
“İyi” dolandırıcı
Dolandırıcılık konusu oldum olası ilgimi çekmiştir. Bunun nedeni bir dolandırıcılık olayında zekâ, iyilik, kötülük, saflık, açgözlülük, korku, hayalcilik gibi birçok olgunun hepsi olmasa da bir kısmının bir arada bulunması olsa gerek. Örneğin Türkiye’de “Belalılar” diye oynayan 1973 yapımı The Sting’i Beyoğlu’nda sınıf arkadaşlarımla seyredip acayip etkilenmiştik, finalinde ağzımız açık kalmıştı. Benzer heyecanı Patricia Highsmith’in “Becerikli Bay Ripley” romanlarında da -bazıları filme de çekildi- bulabilirsiniz.
Bay Ripley için “iyi” denemez, fazlasıyla kötü ve acımasızdır ama zekasına şapka çıkarırsınız. Buna karşılık “dolandırıcılar kralı” olarak nam salmış olan Sülün Osman’ı (Osman Ziya Sülün) “iyi” kabul eder sempati duyarız. Çünkü hakkında anlatılan hikayelerin çoğunda Sülün Osman, kendilerini zeki sanan ve kestirmeden hak etmedikleri çıkarlar elde etmeye çalışan açgözlülere hadlerini bildirir.
Fatih Terim fonu
Ancak “açgözlülere had bildirmek” bir dolandırıcıyı tek başına “iyi” kılmayabiliyor. Örneğin “Fatih Terim fonu” olarak bilinen, çok sayıda Galatasaray’dan geçmiş spor insanının milyonlarca dolarının buharlaştığı olayda Denizbank şube müdürü Seçil Erzan’a “helal olsun” diyene pek rastlamadım. Bunun esas nedeni Erzan’ın görünürdeki isim olduğu, arkasında daha güçlü bir şebekenin bulunduğu ve hatta bankasının da o kadar masum olamayabileceği gibi düşüncelerin yaygın olması.
Evet, ortada bir dolandırıcılık olduğu, paralarını kaptıranların açgözlülüklerinin kurbanı oldukları, dolayısıyla acınacak bir halleri olmadığı kesin ama gerçek fail(ler)in kim olduğunun belli olmadığı böylesi durumlarda tarafların hepsine mesafeli ve antipatik yaklaşmak en doğrusu olsa gerek.
“Kötü” dolandırıcı
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Dolandırıcının en kötüsü, güçsüz, zayıf, yaşlı, yalnız insanları kandıranlar olsa gerek. Yakın çevremde çok sayıda yaşlı dul kadının telefonla nasıl kandırıldıklarıyla ilgili, her biri nefret uyandırıcı hikayeler dinledim. Onların paralarını, altınlarını, hatta tapularını kapanlar her türlü cezayı hak ediyor.
Bir de korkutanlar var. Son yıllarda kendilerini polis, savcı, istihbarat elemanı olarak tanıtıp insanları PKK, FETÖ gibi örgütlerle ilgili soruşturmalardan kurtarma iddiasıyla dolandıran o kadar çok kişi var ki!
Mesela çok yakın bir arkadaşımın hep kurnazlığıyla övünen emekli albay babası -tavla oynadığımızda bize bile hile yapardı!- böyle bir tuzağa gelip çok şeyini kaybetti ve kısa süre sonra belki de kahrından öldü.
Az kalsın kanıyordum…
Geçenlerde benzer bir olay benim de başıma geldi. Hâlâ kendime hayret ediyorum, o kadar hikaye dinledikten sonra o telefon konuşmasının o kadar uzun sürmesine nasıl izin verdim diye. Olay şu: Telefonumda bir cevapsız çağrı gördüm ve geri aradım. Gürültülü bir ortamda kendisini polis olarak tanıtan kişi adımı, soyadımı ve açık adresimi söyleyerek neden tebligata rağmen karakola ifadeye gitmediğimi sordu. Normalde biz gazetecilere bu sık oluyor son dönemde. Olur olmaz suçlamalarla ifadeye çağrılıyorsunuz. Son olarak İçişleri Bakanı olduğu dönemde Süleyman Soylu hakkımda suç duyurusunda bulunmuştu, ifademi verdikten sonra bir şey çıkmadı.
Neyse, kendisine polis diyen şahıs bir çifti gözaltına aldıklarını ve çantalarında benimle ilgili bilgiler bulduklarını söyledi ve TC kimlik numaramı okuyarak bununla bir bankada adıma hesap açıldığını ekledi. Çok hızlı konuşuyor ve sizin fazla konuşmanıza izin vermiyor. Bir yerde “sizin gazeteci olduğunuzu biliyoruz” diye de bir cümle kurdu.
Uzatmayayım olayı, FETÖ’ye bağlayınca bende jeton düştü. Fethullah Gülen’in en nefret ettiği gazeteciler listesinde belki de birinci sıradaki biri olarak dayanamadım, “Ben hapis yatmış adamım, nerede ifade vermem gerekiyorsa söyleyin ve uzatmayın” dedim, karşımdaki de “sizin hapis yatmış olmanızın konuyla alakası yok” deyince burada yazamayacağım bir cümleyle suratına telefonu kapattım.
Unutmadan, aynı kişi benden önce oğlumu arayıp benim numaramı kontrol etmiş. Ali Deniz de adamın dolandırıcı olduğunu anlayıp kapatmış ve bana haber vermek için aramış ama ben o sırada malum konuşmayı yapıyormuşum. Yani kendimizi o kadar görmüş geçirmiş sayıyoruz ama bir Z kuşağı gibi akıllı olamıyoruz.
Neyse, siz siz olun, küfür edip telefonu suratlarına kapatın çok iyi oluyor. Bir de benim gibi pazar yazısını kurtarmış oluyorsunuz!