Hilafet 3 Mart 1924’te bir kanunla kaldırıldı ama tartışması asla bitmedi, biteceğe de benzemiyor. Son olarak 1 Ocak Pazartesi günü İstanbul’da Galata Köprüsü’nde yapılan “Şehitlere rahmet, Filistin’e destek, İsrail’e lanet” yürüyüşü sonrasında Ege A. adlı gencin İsmail Aydemir adlı göstericiye yumruk atmasıyla birlikte tartışma yine gündemimize geldi. Gelinen noktada Aydemir’in taşıdığının “hilafet” mi “Kelime-i Tevhid” bayrağı olup olmadığının bir anlamı kalmadı: O halde kaldığımız yerden hilafeti tartışabiliriz!
Peki nerede kalmıştık? Türkiye’deki tartışma “hilafet isteyenler” ve “hilafet istemeyenler” saflaşmasının dışında bize ne gösteriyor. İlk yıllarını bilmem ama son 40 yıla baktığımda “hilafet iyi bir şeydi, geri gelmesi lazım” ile “hilafet iyi bir şey olsaydı Atatürk kaldırmazdı” ile özetlenebilecek bir durumun ötesinde pek bir şeye şahit olmadığımı söyleyebilirim.
Önce hilafet sonra saltanat
O zaman birtakım temel sorularla gitmek işe yarayabilir. Öncelikle Türkiye’de kimlerin hilafet istediğine bakalım. Kuşkusuz Atatürk’e, cumhuriyete, devrimlere antipatisi olup Osmanlı’yı özleyenler hilafetin de yeniden tesisini istiyorlar. İlginçtir, yakın zamana kadar hilafeti savunmak saltanatı geri istemekten daha kolay ve yaygındı. Cumhuriyet ile hilafetin pekâla bir arada olabileceği gibi bir önermenin rejim tarafından hazmının daha kolay olacağını düşünmüş olabilirler. Bu noktada Atatürk ve arkadaşlarının, cumhuriyeti ilan ettikten aylar sonra hilafeti kaldırmış oldukları hatırlatılıyordu. Yani “önce hilafet sonra saltanat” diye özetleyebileceğimiz bir strateji söz konusuydu.
Son dönemde “Osmanoğlu” soyadıyla sosyal medyada peyda olan bazı isimler durumu değiştirmişe benziyorlar. Artık saltanat savunuculuğuna da bir ayıp ve suçmuş gibi bakılmıyor. Bir zamanlar resmi ideolojinin “hain” olarak damgalamış olduğu Vahdettin’e bile laf söylemenin suç sayıldığı yeni bir döneme girmiş durumdayız. Dolayısıyla “önce saltanat, sonra hilafet”in yeni strateji haline geldiğini söyleyebiliriz.
Hizbuttahrir ve Cemalettin Kaplan
Lağvedildiği andan itibaren Türkiye’de hilafetin geri getirilmesini isteyenler oldu, bunların bazıları çok sert bir şekilde cezalandırıldı. İlginçtir, ülkemizde temel hedefi hilafeti geri getirmek olan ilk ciddi örgütlenme 1953’te Filistinli Muhammed Takiyuddin en-Nebhani tarafından Kudüs’te kurulmuş olan Hizbuttahrir olmuştur. Özellikle Asya’da belli bir gücü olan Hizbuttahrir’e karşı Türkiye’de 1950 sonlarından itibaren düzenli olarak operasyonlar yapıldı ve belki de bu yolla kitleselleşmesi engellendi. Yasal faaliyetleri temel alan örgütün bir süredir daha az hukuki sorun yaşar oldu ama AKP iktidarının kendilerine çok da güvendiğini söylemek mümkün değil.
Türkiye’de çokuluslu Hizbuttahrir hilafet davası yürütürken, Türkiye’nin en önde gelen İslamcı hareketi olan Milli Görüş kökenli Cemalettin Kaplan ise Almanya’nın Köln şehrinde kurmuş olduğu İslam Cemaat ve Cemiyetler Birliği’nin adını 1992’de Anadolu Federe İslam Devleti, Mart 1994’te ise Hilâfet Devleti olarak değiştirdi, ama çıtayı yükselttikçe etkisi azaldı. 1995’te öldüğünde oğlu Metin Yüksel’e “hilafet devleti” namına elle tutulur bir miras devredemedi.
Erbakan’ın “Dünya İslam Birliği”= Hilafet
Türkiye’de hilafetin en güçlü savunucusunun, adını anmasa bile, Milli Görüş hareketi lideri Necmettin Erbakan olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Onun en büyük rüyası olan “Türkiye’nin liderliğindeki Dünya İslam Birliği” kurma hedefi hilafeti yeniden kurmaktan başka bir şey değildi.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Erbakan sadece siyasi değil, askeri, ekonomik, kültürel vb. alanlarında bir İslam birliği hedefliyordu ve kısa başbakanlığı döneminde, 15 Haziran 1997’de D-8 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın kurulmasına önayak oldu. D-8’de Türkiye’den başka Bangladeş, Endonezya, İran, Malezya, Mısır, Nijerya ve Pakistan yer alıyordu.
Ancak kısa başbakanlığı döneminde İran, Mısır, Libya gibi halkın çoğunluğu müslüman olan ama birbirinden farklı rejimler tarafından yönetilen ülkelerde hiç de “Dünya İslam Birliği lideri” gibi muamele görmedi.
Dünyada hilafeti kim istiyor?
Zaten hilafeti geri isteyenlerin en ciddi sorunlarından biri İslam dünyasında bu yönde bir beklenti ve arayış olmaması, olsa bile bunun için gözlerin Türkiye’ye çevrilmiş olmamasıdır. Türkiye’deki hilafet yanlıları, kendilerini bir tür “müktesep hak” sahibi olarak görüyor olabilirler. Ama belki de tam da bu nedenle İslam dünyasında sayıca çok da fazla olmayan hilafet özlemcileri bunun için ideal ülke olarak Türkiye’yi görmüyorlar.
Hilafet yanlılarının sayıca çok da fazla olmadığını söylememin birçok nedeni var. Öncelikle hilafet, daha lağvedildiği tarihte büyük ölçüde fonksiyonunu kaybetmiş bir kurumdu. Geçen yüz yıl içinde zaman zaman İslam dünyasının sorunlarından çıkış için hilafeti çare olarak gösterenler bulunmakla birlikte Müslümanların bir çatı altında birlik olması fikri iyice ortadan kalktı.
Hiç kuşkusuz bu süre zarfında siyasal İslamcı hareketler ortaya çıktı, kimileri çok güçlendi ve hemen hepsi “ümmet”i muhatap aldı ama bunların herbiri bulundukları ulus devletin ya da Müslüman Kardeşler örneğinde olduğu gibi Arapların sınırlarını aşamadılar, belki de aşmak istemediler.
Son dönemde El Kaide tüm İslam dünyasına hitap etmeye çalıştı, onun bir tür takipçisi olan IŞİD Irak ve Suriye’de kurduğu devleti “hilafet devleti” olarak tanımladı ama geriye hiçbir şey kalmadı.
Türkiye’nin şansı var mı?
Hilafetin yeniden kurulabilmesi için ortada “İslam dünyası” diye tanımlayabileceğimiz bir yapı olması lazım ama yok. İslam Konferansı gibi örgütlenmelerin ne işe yaradığı meçhul. İsrail’in son Gazze işgaline karşı bile birleşemeyen İslam devletleri hilafet gibi bir yapıyı nasıl oluşturabilsin.
Diyelim ki böyle bir ihtiyaç zuhur etti, Türkiye bu sorumluluğu üstlenebilir mi?
- Türkiye dünyanın en kalabalık İslam ülkesi değil;
- Dünya Müslümanlarında Türkler önemli bir oran oluşturmuyor;
- Türkiye dünyanın en zengin İslam ülkesi de değil, hatta ekonomik krizle boğuşuyor ve Körfez ülkelerinden finansal yardım alıyor;
- Siyasi iktidarın bizzat içerideki kutuplaşmayı tırmandırdığı Türkiye’nin dünya Müslümanlarını birleştirebilme iddiası baştan zayıflıyor.
Eğer Türkiye AB yolunda devam edip tam üyeliği yakalayabilseydi, buna bağlı olarak demokratik bir hukuk devleti olabilseydi İslam dünyasına hilafeti geri getiremese de -ki zaten gerek yok- özgürlüğe, hukuka, refaha susamış milyonlarca Müslüman, özellikle gençler ve kadınlar için bir cazibe merkezi olabilirdi.
Maalesef o fırsat kaçalı çok oluyor!
Ve biz iç politik çekişmelerimize hilafet tartışmasını da katmayı çok seviyoruz.
Sanki İslam dünyası diye bir şey varmış gibi!
Varsa bile dört gözle Türkiye’nin hilafeti yeniden ilan etmesini bekliyorlarmış gibi!