TİP Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi kararını okuyan Bekir Bozdağ, kendisine yöneltilen eleştirilere “Önceden söylenmiş sözü konuşmak büyük bir haksızlık. Terör örgütü vasfı olmadığı dönemde herkesin söylediğini çıkarıp yarıştırsak neler olur?” diyerek yanıt verdi.
Ruşen Çakır, Türkiye’de her başı sıkışanın “FETÖ” deyip olayın üzerini kapatmaya çalışmasından hareketle kendisinin neden “FETÖ” değil, “Fethullahçılık” dediğini anlattı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Bu yayın ne zamandan beri aklımdaydı. Ama Bekir Bozdağ’ın en son kendisini aklamak için söylediği, “Benim Fethullah Gülen’e destek verdiğim zamanlarda o terör örgütü değildi” şeklindeki sözleri beni teşvik etti. Bir an önce artık yapmam gerektiğini düşündüm. Bu FETÖ tâbiri, biliyorsunuz, belli bir târihten îtibâren gündeme geldi. Her başı sıkışan insan “FETÖ” deyip olayı kapatmaya çalışıyor. FETÖ ne demek? Fethullah Gülen Terör Örgütü — kısaltma olarak bu. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra gündeme geldi ve bütün dâvâlar bunun üzerine binâ ediliyor ve esas olarak da devletin resmî söylemi bunun üzerine inşâ ediliyor. Devletle resmî söylemi paylaşmakta sakınca görmeyen herkes de kestirmeden FETÖ diyor. Ben demiyorum. Dememeye özel olarak dikkat gösteriyorum. Buna rağmen Fethullahçılar benim onlara yönelik birtakım eleştirilerimi karartmak istediklerinde, beni de FETÖ diyormuş gibi göstermeye çalışıyorlar. Böyle bir şey yok. Kayıtlarda da hepsi var. Ben Fethullahçılık diyorum — ki 1990’da Âyet ve Slogan adlı kitabım çıktığı zaman da orada bir bölümdü ve o bölümde de Fethullahçılık demiştim. O zamandan beri benim gözümde bu hareket Fethullahçılık hareketi. Uluslararası alanda daha çok “Gülenist” deniyor; yani “Gülenciler” deniyor. O da kullanılabilir bir kavram; ama “Fethullahçılık” terimi benim ilk göz ağrım diyeyim. Ben onda ısrarcıyım.
Bekir Bozdağ niye böyle yaptı? Anayasaya aykırı bir şekilde Meclis’te okutarak Can Atalay’ın milletvekilliğinin iptal edilmesiyle çok büyük bir hukukdışılığa ve tabiî ki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin meşrûiyetine gölge düşüren bir imza atmış oldu. Ve tabiî ki kendisine hemen, Fethullahçılıkla ilişkisi hatırlatıldı. O zaman kısa yoldan dedi ki: “Ben onlara destek verdiğim zaman onlar terör örgütü değildi.” Böyle bir mantık olamaz. Eğer terör örgütüyse dün de öyleydi, bugün de böyledir. Dolayısıyla o son moda olan, “terörle iltisaklı, FETÖ’yle iltisaklı” kavramını geçmişe de götürmemiz gerekir. Tabiî o geçmişe götürdüğünüz zaman dışarıda kimse kalmayacak gibi olduğu için belli bir mîlât saptadılar ve FETÖ dediler. FETÖ’nün gelişi aslında Fethullahçıların bir ürünüdür. Fethullahçılar da zamânında Ergenekon soruşturmalarını iktidarla birlikte yürütürken, yargıda, poliste, medyada “Ergenekon Terör Örgütü” diye bir şey ürettiler, olayı daha vahim göstermek için ve “ETÖ” dediler. Çok rağbet görmedi, ama kendileri bunu ısrarla vurguladılar ve Ergenekon yargılamalarının terör örgütü kapsamında, terör yasaları kapsamında yapılması için uğraştılar ve başarılı da oldular. Ama ETÖ çok fazla kamuoyuna yerleşmedi. Ama şimdi FETÖ yerleşmiş durumda; çünkü burada bir devlet desteği var, devlet teşviki var ve açıkçası FETÖ demeyenlere yönelik olarak da böyle, “Kripto Fetöcü” filan gibi suçlamalar var. Buna rağmen FETÖ demeden bu olayı ele almak mümkün ve gerekli. Öncelikle, bir kere bir gazeteciyseniz –ki ben öyleyim– ya da bu konuda görüş beyan eden bir araştırmacı ya da sivil toplum yetkilisi ya da siyâsetçi, bir vatandaş her neyse; Fethullahçılığı bir sorun olarak görüyorsanız –ki öyle, doğru– bunu devletin söyleminden ayrı bir söylemle yapmanız gerekir. Devletin dilini kullandığınız zaman burada bir savaşın tarafı oluyorsunuz. Çünkü bu bir savaş. Dün birlikte hareket ettiler, başkalarıyla savaştılar; sonra kendi aralarında savaşmaya başladılar — Erdoğan ve Gülen’i kastediyorum. Burada, bu savaşta herhangi birisinin yanında olmak zorunda değilsiniz. İkisini birden eleştirmek, ikisine de mesâfeli olmak mümkün. Mesâfeler farklı olabilir; ama ikisinin bu savaş oyununa dâhil olmamak gerekir ve dolayısıyla FETÖ kullanımının doğru olmadığını düşünüyorum.
Sâdece bu değil. Burada tabiî ki FETÖ’nin artık çok sıradan bir şekilde kullanıldığı, işlevsizleştiğini de görüyoruz. Başı sıkışan, canı sıkılan –öyle diyelim– ya da birisini îtibarsızlaştırmak isteyen kişilerin hemen kestirmeden başvurdukları bir şey hâline geldi FETÖ lâfı. İyice ucuzladı. Ama bir diğer husus da şu: Fethullahçılık denen yapının iki ana gövdesi var. Ben bunu vaktizamânında “sivil olan kanat” ve “sivil olmayan kanat” diye ayırmaya çalışmıştım. Orada binlerce, on binlerce kişi, diyelim ki Fethullah Gülen’e bir şekilde sempatik bakıyor; onun kitaplarını okuyor, gazetelerine abone oluyor, bankasına para yatırıyor vs. ve onun için çalışıyor ya da kendi çalışmasından artırdığından bu yapıya veriyor, haftalık sohbetlere katılıyor, şu oluyor bu oluyor. Ve binlerce kişi var. Binlerce kişiyi siz FETÖ olarak tanımladığınız zaman çok büyük bir yanlış yapmış oluyorsunuz. Buna karşılık sivil olmayan bir yapı var. Bunlar nedir? Gizli yapılanma, doğrudan Fethullah Gülen’e bağlı olan il imamları, yok işte MİT imamı, İstanbul imamı ya da Emniyet imamı filan gibi birtakım görevlendirmeler var, abiler var. Bunlar dar bir halka oluyor ve bunlar birçok şeyi tezgâhlıyorlar. Bu tezgâhladıkları şeylerin büyük bir kısmı aslında yasal ve anayasal anlamda suç. Örneğin devlette bir paralel örgütlenmeye gidiyorlar, devlet hiyerarşisine ayrı olarak kendileri bir hiyerarşi oluşturuyorlar ve bunların suç olduğu ortada. Bunlar terör kapsamına girer mi girmez mi ayrı bir tartışma konusu. Girse dahi bunu yapanlar aynı şekilde 15 Temmuz darbe girişiminde bulundu; bir darbe girişimini siz terör kapsamında yargılayabilirsiniz, bu da cezâ hukukçularının tartışacağı bir şey, olabilir; ama bu darbe girişimiyle alâkası olmayan, bundan haberdar olmayan binlerce kişiyi aynı darbe girişiminin sorumlusuymuş gibi göstermek hiç de hakkaniyetli ve işe yarar bir şey değil. Bu kişilerin kazanılması, bu kişilerin âilelerinin, yakınlarının, çocuklarının topluma entegre edilmesi gibi bir sorunu olması lâzım. Böyle bir şeyi, binlerce kişiyi –ki KHK meselesi bunun çok önemli bir parçası– terör üzerinden toplumun dışına atmak çok acayip ve yanlış bir şey. Bunu özellikle vurgulamak lâzım. Burada tabiî ilginç olan bir başka husus da Fethullahçılığın da ve iktidar sâhiplerinin de kendilerini, kimliklerini tanımlarken esas olarak İslâm dinine referans vermeleri. Yani şu yaşanan 15 Temmuz sonrası –ki önceden başlamış bir şey– Türkiye’de İslâmî iddialı bir cemaate, bir harekete yönelik Cumhuriyet târihi boyunca böyle büyük bir operasyon olmadı ve bu operasyon sürüyor. 28 Şubat sürekli dillendiriliyor. 28 Şubat’ta, o dönemi yaşayan bir gazeteci olarak biliyorum; şu anda yapılanın binde biri ne kelime, yani on binde biri bile yapılmamıştır. İçeri atılan kişi sayısı kaçtır bilemiyorum; ama çok azdır, kapatılan kurum sayısı çok azdır. Ama bunun propagandası yapılmıştır. Tabiî oradaki esas mesele RefahYol hükûmetinin dağıtılması oldu. Tabiî ki ardından Refah Partisi’nin kapatılması oldu. Ama bu kadar toplumsal olarak yaygın bir operasyon yapılmamıştı –ki toplumsal operasyon da bayağı bir yapılmıştı, ona rağmen. Şimdiki kıyaslanmayacak bir şey. Evet, FETÖ dediğiniz zaman herkesi aynı sepete koymuş oluyorsunuz — ki bu son derece yanlış.
Bir diğer mesele; kimi nasıl iknâ edeceksiniz bu kişilerin terörist olduğuna? Türkiye içerisinde insanlar içeri girenleri biliyorlar, işlerinden edilenleri biliyorlar ve yakından görüyorlar, tanıyorlar. Belki onlara yakınlar, kendilerini yakın hissediyorlar, belki de karşı pozisyon alıyorlar. Ama bu Anadolu’daki öğretmenin, imamın, vaizin ya da bir başka devlet memurunun ya da öğretmenin ya da tüccarın vs.’nin terörist olduğu konusunda onları tanıyan insanları nasıl iknâ edeceksiniz? Fethullahçı oldukları doğru olabilir. Fethullah Gülen’e destek verdikleri, onu tâkip ettikleri doğru olabilir. Ama bu tek başına onları terörist yapmıyor. Bunu özellikle vurgulamak lâzım. Ama bu konu özellikle yurtdışında çok daha önemli. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, biliyorsunuz, uzun bir süredir yurtdışındaki Fethullahçılık faaliyetlerini engellemeye çalışıyor. Okulları kapattırmaya, hattâ mümkünse kapatılan okulları kendisi Maarif Vakfı üzerinden kendisine, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti denetimine almaya çalışıyor. Bunu başardığı bâzı ülkeler var. Ya da buralarda faaliyet gösteren kişilerin FETÖ kapsamında Türkiye’ye iâdesini istiyor. Bu konuda çok başarılı olmadığı muhakkak. Buna karşılık Millî İstihbarat Teşkîlâtı’nın yurtdışında bâzı yerlerde düzenlediği operasyonlarla birilerini, Fethullahçı birilerini, o ülkelerde önemli olan, genellikle okul, vakıf gibi yerlerde üst düzey olan bâzı isimleri Türkiye’ye gizlice getirdiklerini biliyoruz. Bu ülkelerin yöneticilerini Fethullahçılığın kötü bir şey olduğuna belki iknâ edebilirler, ama terör örgütü olduğuna iknâ etmek mümkün değil. Meselâ Fethullah Gülen Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyor. Yıllardır Türkiye onun iâdesini istiyor. Tonlarca belge yollanıyor. Ama belge diye yollanan şeylerin hepsi bir terör örgütü perspektifinden sunulduğu için kimseyi iknâ etmiyor ya da iknâ olmak istemeyen kişilere çok iyi bir bahâne oluyor. Çünkü bir Amerika Birleşik Devletleri’nin, Almanya’nın, Fransa’nın, diğer ülkelerin, hele Orta Asya ülkelerinin, hattâ Afrika ülkelerinin –ki buralarda Fethullah Gülen’in çok ciddî çalışmaları var, Latin Amerika’da da var, Kuzey Amerika’da da var– buralardaki ülkelerin istihbârat servislerinin bu yapıyı tâkip etmediğini düşünmek hiç gerçekçi değil. Bir terör iltisâkı olmadığını görüyorlardı. Bu hareketlere sempatik mi bakıyorlar, onlara karşı şüphe mi duyuyorlar bilemiyorum; fakat sonuçta işlerini –yaptıkları iş genellikle eğitim faaliyeti– kitabına uydurmayı çok iyi bilen bir yapı söz konusu. Siz bu yapının faaliyetlerini terörle açıklamaya çalıştığınız zaman dünyada hiç kimseyi kolay kolay iknâ edemiyorsunuz. Çünkü oraların yetkilileri bu insanları tanıyorlar. Meselâ Amerika Birleşik Devletleri’nde çok sayıda akademisyen var Fethullahçı. Gazeteci var, kaçmış, yerleşmiş vs.. Bu insanlar gidiyorlar, lobi yapıyorlar. Birçok yere giriyorlar. Birçok kişiyi kendi yanlarına çekiyorlar, genellikle parayla yapıyorlar bunu. Ve bunlara siz terör, terörist diyorsunuz ve inandırıcı olamıyorsunuz. Aslında FETÖ demek bir anlamda bu olayı, Fethullahçılık denen olayla mücâdeleyi iptal etmek demek. Çünkü bu mücâdele esas olarak –nasıl söyleyeyim?– siyâsî bir mücâdele, ideolojik bir mücâdele, kültürel bir mücâdele. Fethullahçılığı siz terör örgütü değil de meselâ benim yakınlarda yaptığım bir yayında ve Prof. Hilmi Demir’le yaptığımız yayında olduğu gibi bir “kült” olarak tanımlasanız, bunun “kült” olduğunu gösterecek –ki çok kolay bunu göstermenin yolu– birtakım verilerle gitseniz, olaylar çok daha anlaşılır bir hâle gelebilir. Tabiî ki “kült” olmak Batı’da yasak bir şey değil. Ama “kült” lâfı daha bildikleri bir şey, daha anladıkları bir şey olduğu için ona göre bakışları değişebilir. Ama şu hâliyle bakıldığı zaman, bunlara, bu kişilere –ki birtakım sorunlar yaşamalarına rağmen yurtdışında hâlâ çok ciddî bir şekilde varlık gösteriyorlar– bunlara terörist dediğiniz zaman, aslında bu kişilerin işlerini kolaylaştırıyorsunuz. Türkiye’de yapıp ettiklerinin hepsinin iyi bir şey olduğunu anlatma fırsatı yakalıyorlar. Ve daha önemlisi 15 Temmuz olayını kendilerinin yapmadığı bir kumpas olarak târif etmekte çok zorlanmıyorlar.
En önemli meselelerden birisi –dönüp dolaşıp ona geleceğim– “FETÖ” dediğiniz zaman binlerce insanı dışlıyorsunuz, karşınıza alıyorsunuz, düşmanlaştırıyorsunuz. Bu hiç insânî bir tavır değil, hiç doğru bir tavır değil. Ama ülke demokrasiyle yönetilen, hukukla yönetilen bir ülke olmadığı için; otoriter bir rejimle yönetildiği için bu tür düşmanlaştırmalar, bu tür kriminalize etmeler aslında çok bildik bir şey. Fakat bu otoriter perspektife esir olmayıp, Fethullahçılığı, köklerini İslâm’dan ve Nurculuktan alan, genişlemesini büyük ölçüde buna borçlu olan; ama bir “kült” yapı olarak, bir istihbârat servisi gibi örgütlenmiş, en azından üst seviyesi, sivil olmayan kanadı bir istihbârat servisi gibi örgütlenmiş bir yapı olarak ele alıp tartıştığınız, eleştirdiğiniz zaman işin rengi değişiyor. Ve Fethullahçılar da emin olun bundan hiç hoşlanmıyorlar. Başıma gelenlerden, benzer durumda olan kişilerin başına gelenlerden biliyorum. Eleştirdiğiniz zaman, FETÖ demeden bu hareketi bir kült olarak görüp eleştirdiğiniz zaman, size yaptıkları ilk şey, “istihbârat elemanı”, “Ergenekon’un tetikçisi” vs. gibi nitelemelerle sizi devlete yapıştırmaya çalışıyorlar. Ama onlar da çok iyi biliyorlar ki devletin pozisyonu böyle bir pozisyon değil. Burada şunu özellikle vurgulamak lâzım: Sivil bir duruş sergilemek gerekiyor. Fethullahçılık Türkiye’nin çok ciddî bir sorunu. Yaşadıklarımız bize bunu gösterdi. Devletin operasyonlarıyla bu yapılanma büyük ölçüde zarar görmüş olabilir. Ama sonuç olarak devlet bununla yüzleşmedi, yüzleşmek istemiyor. Çünkü yüzleştiği zaman kendisini de görecek aynada. Dolayısıyla bu olayı sâdece tek bir boyutuyla bize göstermeye çalışıyorlar. Tek boyutlu bakmamak, çok boyutlu bakmak, işin içerisinde geçmişteki işbirliklerini, 12 Eylül’den bu yana, belki de daha önceki bir târihten îtibâren… Meselâ Fethullah Gülen’in 12 Eylül’de aranıyor olup da yakalanmamış olması meselesi ortada. Fethullah Gülen’in yıllarca Pensilvanya’da yaşıyor olması ortada. Fethullah Gülen’le hemen hemen tüm siyâsî partilerin birlikte kol kola durmaları ortada. Türkçe Olimpiyatları diye yaptıkları şeye siyâsetçiler tarafından nasıl çok büyük bir katkı verildiği, paralar basıldığı, bunun için hâtıra paraları basıldığı ortada. O kadar çok örnek var ki. O kadar çok şey var ki. Silinen sosyal medya paylaşımları, vs., şunlar bunlar… Dolayısıyla burada Fethullahçılığı başından îtibâren, belli bir târihten îtibâren değil; başından îtibâren devletin bize dayattığı terörle mücâdele perspektifi dışında sivil bir perspektiften, bu hareketin, sivil toplum içerisinde güçlenen bu hareketin nasıl aynı sivil topluma zarar verdiği perspektifinden değerlendirmek gerekir. Ben elimden geldiğince bunu yapmaya çalışıyorum. Bunu yapmaya çalıştığım için de Fethullahçılar tarafından çok şükür ve tabiî ki Fethullah Gülen’in kendisi tarafından da sevilmiyorum. Bunu bir gurur ve onur vesîlesi yaptığımı söyleyerek noktayı koymak istiyorum.
Bu tür sivil duruşları sergileyebilmemiz için sizlerin desteklerinize ihtiyâcımız var. Bize YouTube’dan ve Patreon’dan lütfen destek olun. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.