Dijital bilgi toplumunun ve onun mahsulü sosyal medyanın, hayata katılım imkanlarını artıracağı varsayılıyordu. Özgürlüklerin artacağı düşünülmüş, (doğrudan) interaktif demokrasi hayali bile kurulmuştu. Ancak süreç pek öyle gelişmedi. Teknoloji sayesinde aşırı hızlanan bilgi dolaşımı ve iletişim, insanları ve toplumu önce daha güvensiz sonra da daha bağımlı hale getirdi. (Hayata katılmayı bir şeyler satın almak sayarsak durum başka elbette) Tek tek insanlar ve toplumsal aktörler, olup bitenler karşısında edilgen seyircilere veya iradesiz kalabalıklara dönüştüler. Son derece kısa erimli, derinliksiz ama ilgi çekici veya fazla çarpıcı sloganların (tepkilerin) peşinde kolay sürüklenen sanal cemaatler, her türlü örgütlenmenin, gerçek temasın ve iletişimin önüne geçti. “Kapalı bilgi” ve kurmaca, açık olan gerçeklerden kıymetli hale geldi.
Bunun küresel bir mesele olduğuna kuşku yok. Ancak Türkiye bu süreci toplumsal-siyasal travmalar ve son derece kuvvetli fikri baskı atmosferlerinde yaşadı. Çok öğretici olabilecek travmalar, deneyim zenginleşmesine hizmet etmedi. Aksine bütün gerilimler, açık çatışmalar, zafer veya yenilgiler, her kesimin “ötekilere” karşı kullanacağı mağduriyet biriktirmesine yaradı. Giderek büyüyen kalabalıklar, bizzat içinde yaşadığı hayatı, bugününü ve geleceğini şekillendiren siyaseti, artık TV dizisi gibi dışardan seyrediyor. Sevdiği ya da hiç sevmediği karakterlerin, kimiyle özdeşleşiyorlar kiminden ölümüne nefret ediyor. Mantık ölçülerini zorlayan ve neden-sonuç ilişkisini bozan sürprizler, entrikalar, şoklar ise bu seyirlik performansın devamını sağlıyor. Yaşadığından çok seyrettiğini anlamlandırma gayreti, izleyeni de aktörü de biçimlendiriyor.
Son yıllardaki bütün politik gelişmeler, ağırlıklı olarak -“başka yerlerde” tasarlanmış- kurgusal meseleler gibi muamele görüyor. Kulis haberciliği ve komplo yorumculuğunun çarpıcı yükselişi, bunun en önemli göstergesi. Yaşanan veya gündeme gelmesi muhtemel her olay, görünen halinden, açık gerekçelerinden ziyade, “arkasındakilerin” keşfedilmeye çalışıldığı ya da bu spekülasyonlara yaslanarak açıklanan bir içeriğe doğru itiliyor. İktidar ve muhalefette, ister işbirliği ister çatışma dinamikleri için hep benzer akıl yürütme karşımıza çıkıyor. Elbette her hadisenin arkasında keşfedilmeyi bekleyen gizemler, entrikalar, komplolar olabilir. Elbette aynanın (perdenin) arkasını görmenin çok ciddi yararları vardır. Fakat arkasını merak etmekten aynada görünene bakmamak, başkalarının pozisyonlarını anlamaya çalışmaktan kendi görünüşünü idrak edememek de ciddi zaaf.
Yerel seçim gündemindeki pek çok olayda bu kırılmayı açıkça gördük. İttifak hikayesinin bitişi ve “gıcıklık siyaseti”, herkes tarafından “ötekilerin” sorumlulukları veya hesapları üzerinden yorumlandı. Kimse, aynanın arkasındakini konuşmaya harcadığı enerjinin birazını, aynada beliren kendi aksine kafa yormak için kullanmadı. Her hamle her tutum alış veya çıkış, arkasında nasıl bir pazarlığın olduğu veya neyin su yüzüne çıkmış hali olduğu üzerinden tartışıldı, tartışılıyor. Mesela Demirtaş hadisesindeki yorum acelecilikleri, son derece komik boşa düşmelere neden oldu. “Kandil’in rolü”, “Demirtaş’ın niyeti ya da önemi” veya kimin faydalanacağı tespitleri, bir iki hafta içinde adeta topaç gibi döndü. Adaylığı da vazgeçmeyi de “Kandil’e” veya AKP’ye bağlayanlar oldu ve bol müşteri buldular. (Hatta iki zıt iddianın aynı kişilerce inandırıcı bulunduğuna bile şahit olundu)
Başak Demirtaş’ın adaylığı konusunun, “hem 31 Mart hem de 1 Nisan” açısından, hem DEM hem diğer bütün aktörler için açıklanmaya muhtaç tarafları var ve hala önemli boşluklar doldurulmuş değil. Fakat siyaset sahnesindeki gelişmelere, başkalarının olası niyetlerini anlamak yerine, kendi pozisyonunu sorgulama -en azından gözden geçirme- imkanı olarak yaklaşmanın yine pek söz konusu olmadığı ortada. Selahattin Demirtaş’ın yoğun spekülasyonlara cevap olması için yaptığı paylaşımdaki, “Yaptığımız her siyasi hamlenin altında illaki bir hinlik, bir cinlik arayanlar herkesi kendileri gibi zannediyor” sözleri hiç dikkate alınmayıp, hala hangi pazarlığın işaretini verdiğini tespit etmeye çalışanlar epey fazla. Hem hamlede hem açıklamada kendileriyle ilgili göndermeleri üstlerine alınmayanlar, kendileri dışında kime ne mesaj verildiğinin listesini çıkartıyor. Aktörleri, tabanları, seçmenleri iradesiz ve inisiyatifsiz görme inadı devam ediyor.
“Başak Demirtaş’ın adaylık iradesi, DEM Parti’nin ısrarla kurmaya çalıştığı üçüncü yol siyasetini görünür kılmak içindi. ‘Biz koltuk, makam, rant için değil, halkın acil ihtiyacı olan demokrasi, adalet, barış için siyaset yapıyoruz’ demek içindi. ‘Hayır, bu değerler benim belediye koltuğumdan kıymetli değil’ diyen varsa bundan sonra adaletten, demokrasiden dem vurmasın (…) Başak Demirtaş’ın adaylık iradesi sıkılı yumrukları açmak, tokalaşmayı hatırlatmak içindi. Bunun kıymetini anlayamayanlar bundan sonra yumruk yediklerinde ah vah etmesinler…” Demirtaş’ın bu sözleri, “Gündemi kaçırmayın, seçim var” önceliğine de cevap içeriyor. Dolayısıyla arkasında her ne olursa olsun ortaya çıkan bu gelişmenin yarattığı aynada, herkesin bakıp kendisiyle ilgili başka bir hakikati görmesi mümkün. Ancak neredeyse bütün seçimlerden sonra kullanılan “ders çıkarma” iddiası, başkalarıyla yürütülen taktik pazarlıkları tazeleme ve basit aritmetiğin sınırlarını bir türlü aşamıyor.
Demirtaş’ın adaylığı hadisesinin arkasında her ne olursa olsun (veya nasıl sonuçlara yol açarsa açsın), aynaya akseden somut görünümlere dikkat etmek gerek. Kürt siyaseti hareketi ve DEM tabanı açısından, senelerdir sürdürülen “Siyasette kilit rolde olma avuntusu”, artık pek yatıştırıcı değil. Kazandıran veya kaybettiren aktör olma -kanıtlanabilir- iddiasına rağmen, senelerdir yürünen yolda hala açık (meşru) muhatap haline gelememek, açıklanması zor bir başka sorun. Aritmetik etkinliğe denk bir siyasi etkinliğin kurulamaması ve kapalı pazarlıkların tatmininin fazla aşağılara inememesi de cabası. Bunun Kürtlerin, kendi aralarında çözmeleri gereken bir problem olduğu düşününler kalabalık. “Türkiyelileşmenin” tek taraflı bir sorumluluk olduğunu sananlar da az değil. Fakat bütün aktörlerin suretlerinin yer aldığı bu aynada, kendi görüntüsüne bakmayı reddeden (bunu kapatmak için aynanın arkasına dair hikayelere abanan) herkes, bir şeyleri eksik görmeye devam ediyor ve buradaki sorunu fark etmiyor demektir. Oysa hayatta olduğu gibi siyasette de her yeni durum, kendi pozisyonunu değerlendirmek ve değiştirebilmek için fırsatlar sunar. Tıpkı “Başkasını bulamadık” dediğiniz adayla birlikte yuhalanmak gibi.