Geçtiğimiz hafta, T24’te duayen gazeteci Cansu Çamlıbel ile kitabım üzerine oldukça ses getiren bir söyleşi gerçekleştirdik. Kitapta, ülkede yaşanan devlet-kurumlar ve değerler krizinin, kaht-ı rical (hak edenlerin hak ettikleri makamlardan mahrum bırakılması) sorununun aslında bir yönetim meselesinden öteye geçerek tüm memlekete yayılan bir ‘mahalle’ krizine dayandığını savunuyorum.
Bir söyleşinin veya araştırmanın toplumsal etkisinin etkinliğini belirleyen bilimsel birkaç kriter vardır. Bunlar kızgınlık, umut, güven, korku, sürpriz ve bıkkınlık ya da dışlanma isteği gibi duygulardır. Bu söyleşi, muhafazakar mahallede ve entelektüel çevrelerde bu duyguların birçoğunu fazlasıyla harekete geçirdi.
Söyleşide, Güre’deki mahalledeki insanların stres attığı, kendilerini bulduğu ve rahatladığı bir tesis hakkında yaptığım betimlemeler oldukça dikkat çekti. Tepkiler, kullandığım isimlerin özel alana girdiği yönündeydi. Her ne kadar bu isimleri olumlu örnekler olarak kullansam da mahalle kültüründe özel konulara girildiği düşünülmüş. Bu eleştiri haklı olabilir, daha genel konuşmak gerekirdi. Ancak bu somut örnekler de söyleşiye ilgi çekti.
Güre gözlemim, aslında bugünkü kutuplaşmış Türkiye’nin bir yansımasıydı. 90’ların sonlarında kurulan ve benim yaşadığım mahallenin tam bir temsilcisi olan tesis, Türk sağının idealist kuşakları ve ağır ağabeylerinin buluşma noktasıydı. Başlangıçta bazı ağabeyler tesise mesafeli dursa da ısrarlar sonucunda çoğu sonradan katıldı.
Kaplıca tatili, bu çevrelerde mahremiyet kaygısı nedeniyle deniz tatilinden daha çok tercih ediliyordu. Deniz tatilinde belki de sosyalleşebilecek kaplıca benzer ortamlar bulunamıyordu. Zaten balık restoran kültürü mahalleye 30 yıl önceleri farklı çağrışımlardan yerleşmemişti. Şu anda da aslında içkisiz eli ayağı düzgün müşterisine balık kültürünü sunma açısından saygılı pek restoran bulamazsınız.
Güre’de, aydınlar, tüccarlar, şeyhler ve siyasetçiler ilk kez kaplıca dışında denizde haşema ve tesettür mayolarıyla gecede büyük yuvarlak masalarda sosyalleşmeyi deneyimlediler. Bu durum yandaki komşularca bazen tedirginlik bazen de merak ile gözlemleniyordu. Akşamları bazen sabah namazına kadar süren ülke meseleleri üzerine sohbetler, iş yoğunluğundan bunalmış muhafazakar fertler için burayı cazip kılıyordu. Söyleşideki AK Parti’nin kuruluş aşamasındaki umut dolu sohbetler ve bugünkü kaygılarla ilgili betimlemelerimin nedeni de buydu.
Mahalle kültürüne dair bu gözlemlerim, bir bakıma Türkiye’nin mevcut politik durumuna ışık tutma çabası ve örneğidir. Ayrıca cemaat temelli bu mahalle anlayışının, mütedeyyin insana ailece elit beyazlardan farklı bir dayanışma ve içtenlik sunduğunu da görmekteyim. Bu nedenle mahalleliye olan dostluğum ve aidiyetim baki, ancak arada eleştirilerim de devam etmekte.
Tesisin yakınında Atatürkçü Düşünce Derneği’nin büyük çay bahçesi ve salaş balık evi vardı; burası muhafazakarların da uğrak yeriydi. Diğer komşuları ise seküler tatilcilerin kaldığı lüks tesislerdi. Atatürkçü Dernek, lüks oteller ve bizim tesis, birbirine geçişkenliği olmayan üç farklı toplumsal kompartmanı simgeliyordu. Sabah namazından çıkan bazı ağabeylerin sekülerlere ‘selamünaleyküm’ demesi ve karşılık olarak ya sessizlik ya da sert bir ‘günaydın’ alması, yıllar içinde iki tarafın da yorgunluğuyla iyice yabancılaşmaya dönüşmekte.
Son 20 yılda, tesisin müdavimleri yaşlandı ve yeni kuşaklar eskisi kadar ‘ne olacak bu ülkenin hali’ sohbetleri yapmıyor. Yeni zengin kuşağın beyaz Müslümanlığa geçişi daha olası görünüyor. Ancak ailelerin sosyalleşme ihtiyaçları açısından ülkenin sayılı köklü veya yeni zenginlerinden olsalar da lüks tesisler uygun adresler değil. Öte yandan, Atatürkçü Dernek ve seküler mahalle, muhafazakar mahallelinin kazandığı esnekliği onlara karşı pek geliştirmiş görünmüyor. Ayrıca CHP’li Edremit Belediyesi, Güre’deki tesisin ilgi alanına giren yazar veya kitapları kitap fuarlarına dahil etmeyerek bu işlerin pek peşinde olmadığını gösteriyor.
Cansu Çamlıbel, bu söyleşinin savunduğum tezler hakkında entelektüel çevrelerde bir dönüm noktası olacağını söyledi. Ülkede modernleşmenin, askeri ve diplomatik bürokrasinin görgü devrimlerine dayandığını, geleneğe bağlı gerçek bir burjuva sınıfının olmamasının modernleşmenin taklitten öteye geçememesine neden olduğunu, komploculuk ve cehaletin kaynağının teoloji değil sosyoloji ve metodolojiden kaynaklandığını ifade etmiştim. Ancak bu görüşler bu söyleşiye kadar pek dikkat çekmedi, ki bu da ilginç bir durumdu.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Memleketin krizinin çözümü, geniş grubun ‘üst kimliği-mahalle’ nin dönüşmesine bağlıdır. Bunun sorumluluğu da vicdanını değil siyaseti otorite kabul eden sermaye sahipleri ve mahallenin aydınlarındadır.