İdris Baluken ile Suriye konusunda Öcalan faktörü

Suriye’de Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) liderliğindeki cihatçı. gruplar 27 Kasım’da başlattıkları “Saldırganlığı Caydırma Operasyonu” ile önce Halep’e girdi, şimdi de stratejik öneme sahip olan Hama kentini ele geçirdi.

Suriye’deki çatışmalar, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin. PKK lideri Abdullah Öcalan ile ilgili söylediklerini ve “yeni çözüm süreci” tartışmalarını nasıl etkiler? Ruşen Çakır’ın konuğu eski HDP Milletvekili İdris Baluken anlattı.

İdris Baluken ile Suriye konusunda Öcalan faktörü

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler.  Uzun süre hapis yattıktan sonra tahliye olan eski HDP Milletvekili İdris Baluken konuğumuz. Kendisiyle, Türkiye’de Devlet Bahçeli’nin başlattığı, benim de “İmralı Açılımı” adını verdiğim süreci ve Suriye’de yaşananlarla bunun ilgisini konuşacağız. İdris Bey merhaba. 

Baluken: Merhabalar Ruşen Bey, teşekkür ederim. 

Sizinle 18 Ekim’de yine böyle bir uzaktan yayın yapmıştık ve o zaman Devlet Bahçeli’nin açılımını konuşmuştuk. O zaman DEM Parti açılımıydı. Siz geçmiş çözüm sürecinde İmralı heyetinde yer alan bir milletvekiliydiniz ve o meşhur 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatında da fotoğrafta yer alanlardan biriydiniz. Ama sonra işler tersine döndü ve sizlere de cezaevi yolu gözüktü, böyle acı bir olay oldu. 

Geçen sefer yaptığımız yayın çok büyük bir ilgi gördü, tartışmalara da yol açtı. Kaldığımız yerden konuşalım istiyorum. Öncelikle biz sizinle 18 Ekim’de konuştuk ve 22 Ekim’de Devlet Bahçeli çıtayı çok yukarı çıkarttı. “Öcalan gelsin, Meclis’te DEM Parti grubunda konuşma yapsın” dedi.  Önce bu konuyla başlayalım. Üzerinden zaman geçti ama bu konuda sizin görüşünüzü merak ediyorum. Açıkçası çok şaşırtıcı, değil mi?

Baluken: Öncelikle sizin aracılığınızla bütün izleyenleri, halkımızı selamlamak istiyorum. İlk yapmış olduğumuz yayından bugüne, yaklaşık iki ayı aşkın bir süre geçti. Dediğiniz gibi Devlet Bahçeli’nin grup konuşmasında çıtayı koyduğu yer gerçekten son derece önemliydi ve bu anlamda önemli bir tartışma süreci de başladı. Ancak o günden bugüne ivmenin giderek yukarıya doğru gitmesini bekleyen, isteyen yaklaşımlar, maalesef karşılık bulmadı. Bu tarz bir meseleyi çözmeye niyetlenmişseniz, istikameti otoriterizm yerine demokratik yöne çevirmeniz gerekir. Biz söylem bazında ezberleri bozan ve gerçekten tarihi olarak nitelendirilebilecek birtakım şeyler duyduk. Ancak pratiğe baktığımızda, maalesef uygulamalar yine bildiğimiz anlamda, aynı ezberler üzerinden, otoriterizmi andıran bir istikamette gitti. Hatırlarsanız ilk yayınımızda, mevcut durumu temkinli bir iyimserlik olarak yorumlamıştım. Ama geldiğimiz aşama itibariyle bunu gerçekçi bir tedirginlik olarak ifade edebilirim. Umarım kısa sürede değişir bu. Çünkü eğer bu tarz meseleler çözülecekse, demokratik anlamda bütün toplumsal kesimleri rahatlatan ve güven ortamını perçinleyen birtakım ciddi ve samimi yaklaşımlara ihtiyaç var. Henüz onları gördüğümüzü söyleyemem. Program içerisinde bu başlıkları açarız. 

Tabii bu söylediğiniz çok önemli. Özellikle kayyumların, gözaltıların sürmesi gibi birçok olay yaşandı. Daha sonra Devlet Bahçeli gerçekleşmesi daha kolay ve daha mümkün bir şey söyledi, o da, DEM Parti grubunun İmralı’ya gitmesi. Çünkü daha önce siz HDP olarak gitmiştiniz. Sonuçta Adalet Bakanlığı’nın, daha doğrusu siyasi iktidarın vereceği bir izne bağlı bu. Daha önce yapılmış zaten. Hatta biliyorsunuz, bunu bir önceki salı günü yaptı ve salı akşamı da izin çıktığına dair haberler çıktı ama olmadı. Ben de, başkaları da öyle yorumladı. Bahçeli Erdoğan’dan adım atmasını talep etti. Bu adım henüz atılmadı, ama atılacağı yolunda haberler var. Ne dersiniz bu konuya?

Baluken: Umarız öyle olur. Bu tarz süreçlerde yöntem ve metodoloji değişebilir. Önerilen yönteme dair eğer yeterli bir kamuoyu desteği, bir toplumsal meşruiyet alanı görülmemişse, onunla ilgili değişik bir önerme ortaya konmuş olabilir. Ama onun da gereği yapılmadı hatırlarsanız. Bahçeli’nin açıklamasında aynı zamanda o görüşmenin ivedilikle yapılması söylenmişti. İki haftaya yakın bir süre geçti ve o konuda da somut bir gelişme yok. Hem DEM Parti eş başkanlarının hem milletvekilleri düzeyinde siyasetçilerin bu anlamda başvuruları var. Uluslararası birtakım kurum, kuruluş veya kişilerin başvuruları var. Sizin programlarınızı takip ediyorum, gazeteci olarak birkaç programda böyle bir röportaj yapma isteğinizin olduğunu söylemiştiniz, ama bütün bunlara yönelikhenüz somut bir adım atılmış değil. Bu süre içerisinde, sadece aile görüşü üzerinden Ömer Öcalan’ın yapmış olduğu bir görüşme oldu ve orada da gelen mesajda ilk cümle, tecridin devam ettiği yönündeydi. Bu aslında hem hukuksal hem siyasi bir tespitti. Hukuksal olarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na ve yasalarına göre, her tutuklu veya hükümlünün sahip olduğu bir hakkın kullanılmadığına dair yeniden mevcut durumu ortaya koyan, ama aynı zamanda, siyasi olarak da henüz bir şeyin değişmediğini, İmralı Adası’nda koşulların henüz aynı yerde durduğunu ifade eden bir mesajdı. Ki mesajın devamında, koşulların oluşması durumunda, meseleyi çatışma ve şiddet zemininden, siyasi ve hukuksal bir zemine çekme gücün olduğunu belirten ve kapıyı daha fazla aralayabilecek önemli cümleler de vardı. Ama dediğim gibi bugüne kadar maalesef henüz o konuda bir adım atılmadı. 

Tabii ben o konuda biraz daha ayrıksı bir yerde duruyorum. Hani sizin Devlet Bahçeli ile Erdoğan arasında veya Bahçeli’nin söylemleriyle devlet kararı arasında bir açı farkının olduğunu belirten tespitlerinizi sıkça izledim. Ben o tezin diğer tarafındayım. Ortada bir devlet kararı olduğunu, bir rol paylaşımı olduğunu, algıyı Bahçeli’nin yönettiğini ama olguyu Erdoğan’ın şekillendirdiğini düşünüyorum. Geçmiş dönemlerde bu farklıydı. Geçmiş dönemlerde hem algı hem olguyu şekillendiren siyasi özne Erdoğan’dı. Ama bugün için Bahçeli ile Erdoğan’ın hem sahadaki kayyum uygulamaları ve antidemokratik birtakım göstergeler konusunda hem Suriye politikası konusunda hem de İmralı’daki görüşmenin yapılması veya zamanlaması konusunda çok farklı yerde oldukları kanaatinde değilim. 

Bu söylediğiniz önemli. Ben biraz daha temkinliyim. Çünkü geçen salı günü yine Meclis’te Bahçeli’yi dinlemeye gittim ve orada bazı MHP kurmaylarıyla da ayaküstü de olsa sohbet etme imkânım oldu. Onların bu olaya angajmanıyla, AK Parti’nin tutukluğu arasında bir fark olduğunu görüyorum. Ama bu benim gözlemim diyelim. 

Baluken: Ben de bunu köşeli bir parantezle kapatmış olmayayım. Bir şerh koyarak bunu söylüyorum. Çünkü şöyle bir handikapla karşı karşıyayız: Yürüyen süreçte bir şeffaflık yok. Bu tartışmalardan sonra Erdoğan ve Bahçeli’nin birkaç kez yapmış olduğu temaslar da vardı. Ama biz oradan da görüşmenin içeriğine dair şeffaf bir şekilde bilgi sahibi olamadık. Böyle kapalı süreçlerle ilgili bağlayıcı, köşeli cümleler kullanmak insanı yanılgıya götürebilir. Ben sadece kişisel bir yorum yapıyorum ve geçmiş deneyimlerimden yola çıkarak kendi bireysel fikriyatımı ifade etmiş oluyorum.

Tabii ki hepimiz onu yapıyoruz. Söylediklerinizden programlarımızı izlediğinizi anlıyorum, çünkü Öcalan’la röportaj yapma talebimi orada dile getirmiştim. Geçen hafta DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ile çok güzel bir yayın yaptık. Açıkçası biraz şaşırdım da. Tuncer Bey çok direkt cevaplar verdi ve siz de fark ettiyseniz, çok net bir şekilde Bahçeli’nin yapmak istediği şey konusunda pozitif şeyler söyledi. Benim şöyle bir gözlemim var: Kürt siyasi hareketinin, en azından DEM Parti ayağının diyelim, bu konuyu oldurmak için elinden geleni yapmaya hazır gördüm. Gerekçeler ve ayak sürüme görmüyorum. Pek ‘ama’lı cümle kurmuyorlar. Genellikle öyle olur ya, bir şey söylersiniz, ‘’ama’’ diye devam edersiniz ve ilk söylediğinizi çöpe atmış olursunuz. Çok net bir şekilde onu görüyorum. Birazdan konuşacağımız Suriye meselesinde dahi, her ne kadar birtakım açıklamalar olsa da gaza çok fazla basmıyor gibi görüyorum, katılıyor musunuz?

Baluken: Evet. Sayın Bahçeli’nin ortaya koyduğu o söylemleri ben de çok kıymetlendiriyorum. Bu iki aylık süreçte, pratik alanda, sahada onun gereklerini yerine getirmemiş olması, o söylemin kıymetinden bir şey kaybettirmiyor veya öyle bir çaba ve iradenin ortaya konmasını değersizleştirmiyor. Bu son derece önemli. Tabii DEM Parti’nin de bu konuda kapıyı daha fazla aralamak isteyen ve yaşanan tartışma sürecini barışa doğru bir iklimle taçlandırmaya ve buna evirmeye çalışan tutumu da son derece kıymetli. Sizin yapmış olduğunuz o yayını da izlemiştim. Sayın Bakırhan’ın ortaya koyduğu tutum veya DEM Parti’nin, kurumsal olarak bu tartışmanın başladığı günden bugüne dek ortaya koyduğu politik tavır, önemli bir tutarlılık içeriyor. Çünkü HDP’nin veya öncesinde olan diğer siyasi partilerin de genel olarak temel meselesi, barış, demokratikleşme ve temel özgürlük alanlarının genişlemesiydi. Bu anlamda çaba nereden gelirse gelsin, irade ve niyet beyanı hangi yöntemle ortaya konarsa konsun, buna katkı sunmaya hazır olduğunu belirten bir tutum, dediğim gibi 30 yıllık bir tutarlılık siyasetinin bir kez daha politik alanda gösterilmesidir. Bu açıdan da önemli buluyorum. DEM Parti, Sayın Bahçeli’nin “Heyet bir an önce İmralı Adası’na gitsin, Sayın Öcalan’la görüşsün” tutumunu da olumlu karşıladığını ve buna hazır olduğunu, böylesi bir görüşmenin sürece son derece olumlu katkılar sunacağını ifade etti. Bu tutumlar çok kıymetli. Ama işlemeye başlayan bir çark varsa, onun biraz daha hızlandırılması gerekiyor. Bir saatin mekanizmasını düşünelim. Dişliler eğer yavaş çalışıyorsa, o saat günün sonunda doğruyu göstermez. O nedenle, bizim bu mevcut söylemleri, tartışmaları veya buna dönük adımları biraz hızlandırarak, bunu, en azından beklentinin olduğu yere çekebilmemiz gerekiyor. 

Çok geç kalmadan, İmralı’ya birileri gidecek gibi bir hava var, beklenti de bu yönde. Bu konuda, Ankara’daki deneyimli gazeteciler de epey haberler yazmaya başladılar. Siz de görmüşsünüzdür, eş genel başkanlar yerine, Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve Sırrı Sakık’ın adlarının çok öne çıktığı söyleniyor. Her halükârda DEM Parti adına birileri gidecek gibi duruyor. O zaman ortaya “Öcalan ne der” sorusu çıkıyor. 

Biraz önce siz, Öcalan’ın, yeğeniyle yaptığı görüşmeden bazı şeyler aktardınız, onlar önemli. Hatta ben bu konuyu pazar günü yazmayı da düşünüyorum. Günlerdir, Öcalan’ın 2015’te Diyarbakır’daki Nevruz kutlamalarında okunmak üzere gönderdiği mesajını tekrar tekrar okuyorum. Ben o sırada Diyarbakır’daydım, muhtemelen siz de oradaydınız diye hatırlıyorum. Orada, o metni Pervin Buldan Kürtçe, Sırrı Süreyya Önder Türkçe okumuştu. Mesajın tam metni şu anda önümde duruyor. On bir yıl sonra, o mesajda söylediklerinin üzerine çok fazla bir şey koyması gerekmiyor aslında. O mesajdaki en önemli anafikir ‘’Silah devri bitti, artık kucaklaşma, helalleşme ve siyaset zamanı.’’ Öcalan, ‘’Bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor” demişti. Siyasi sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor, demokratik hakları, özgürlüğü, eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor’’ diyerek, silahlı güçlerin geri çekilmesi çağrısı yapmıştı. 

Bundan birkaç gün sonra Murat Karayılan, Kandil’de, biz gazetecilerin de olduğu bir yerde, Öcalan’ın bu çağrısını yerine getirmişti. Ancak burada şöyle bir fark var: Türkiye topraklarında artık devletin şikâyetçi olduğu kadar geri çekilebilecek bir silahlı güç, pek de söz konusu değil. Dolayısıyla bir şey söylemesi lazım. Bu anlamda, Bahçeli’nin silahsızlanma talebinin ya da dayatmasının, Öcalan tarafından biraz daha yumuşatılmış bir şekilde bir ifadesini bekliyorum. Çok mu abartmış olurum?

Baluken: Ömer Öcalan’la gönderilen ilk mesajda öyle bir içeriğin olduğu kanaatindeyim ve bunun da 20 yılı aşkın bir süredir ortaya konan tutum ve söylemle tutarlılık gösterdiğini düşünüyorum. Sayın Öcalan’ın Kürt meselesine ve bölgesel meselelere genel yaklaşımına baktığınızda, radikal demokrasiyi önceleyen, demokratik siyasi çözümü ve barışı hedefine koyan bir tutumu uzunsüredir var. Bölgeyle ilgilenen bütün aktörler veya politik yorumcular bunu bilirler. O nedenle ben, gelecek olan yorumun içeriğinin bu anlamda az çok tahmin edilebileceğini düşünüyorum. Bunun, şu anda hem içerideki mevcut duruma hem Suriye’deki gelişmelere de son derece katkı sunucu, ufuk açıcı yeni bir tartışma düzlemi açabileceği fikrindeyim. 

Evet, şimdi tam da onu sormayı düşünüyordum, siz de onu söylediniz, Suriye bahsi önemli olacak. Şu anda Suriye’de, Kürtlerin seyrettiği bir süreç yaşanıyor. Her şey çok hızlı gelişiyor. Önce Halep, sonra Hama düştü. Şimdi Humus’un düşmek üzere olduğu söyleniyor. Bayağı bir şeyler değişeceğe benziyor. Kürtleri ilgilendiren birtakım gelişmeler de var, ama bunlar diğer yaşananların yanında çok silik kalıyor. Yine de Suriye’nin geleceğinin ne olacağı konusunu tartışmaya başlayacak taraflar, Kürtleri de mecburen konuşmak zorunda kalacaklar. Öcalan, yine aynı mesajında ve sonra yolladığı Nevruz mesajlarında da sürekli Suriye ve Irak göndermesi, hatta Mezopotamya göndermesi yapmıştı. Siz doğrudan kendisiyle görüştüğünüz için daha iyi bilirsiniz, Türkiye’nin öncülüğünde, himayesinde ya da merkezinde yer aldığı bir Ortadoğu’da, Kürtlerin yeniden şekillenmesi gibi bir perspektifi var, yanılıyor muyum?

Baluken: Doğru. Güncel gelişmeleri de göz önünde bulundurduğumuzda şunu söyleyebiliriz: Bireyler gibi, meseleler de aslında düştükleri yerden doğrulurlar. 2013-2015’teki çözüm sürecide Suriye ve Rojava eksenli gelişmelerden ötürü büyük oranda akamete uğramıştı. Suriye’de yaşanan gelişmeler, aslında Tam da o düşülen yerden süreci kaldırıp doğrultma fırsatı da sunuyor. Sayın Öcalan’ın Ortadoğu denklemi ile ilgili ulus-devlet çözüm modelini aşan, radikal demokrasiyi ve halkların kolektif haklar temelinde bir aradalığını savunan tezleri, bugün Ortadoğu’nun genelinde yaşanan birçok meseleye katkı sunabilir. Türkiye’nin deKürtlerle birlikte hareket etmesi, sizin de söylemiş olduğunuz 11 yıl önceki o perspektifin gerçekleşmesi durumunda, aslında şu anda yaşadığı sıkıntılardan tümüyle azade, çok daha rahat bir pozisyonu olabilirdi. Ama maalesef, Suriye, Rojava ve genel olarak Ortadoğu denklemine, barışçıl diplomatik çabaları önceleyen tarafsız konumunu, bütün taraflara ve kesimlere güvenilir bir adres olarak göstermeye çalışan bir yaklaşımdansa, meselelere taraf olup, merkezineKürt karşıtlığını alan veya Kürtlerin talep ve arayışlarını beka sorunu olarak çerçeveleyen bir dış politika şekillendi. Aslında bu dış politika önemli oranda da hem içeride hem dışarıda bir enerji kaybına yol açtı. 

Hatırlarsanız, ilk yaptığımız programda da “Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gidip tokalaşarak başlatmış olduğu o tartışma zemini de aslında biraz bu içeride ve dışarıda yaşanan sıkışmışlığın bir yansıması olarak hayat buldu” demiştik. Bugünsizin belirtmiş olduğunuz çerçeve veya bizim öngördüğümüz, tahmin ettiğimiz, Sayın Öcalan’ın, Türkiye’nin Kürtlerle birlikte hareket etmesi, barışçıl bir model üzerinden bir demokratik cumhuriyetin şekillenmesi, bunun aynı zamanda Ortadoğu halklarıyla birlikte barışçıl bir temelde bir model olarak ortaya konması yaklaşımı, bugünkü kaotik süreçte bence son derece ön açıcı olur. 

O zaman biraz daha somutlaştırarak gidecek olursak, Suriye’de, sizin Rojava dediğiniz kuzeydoğu Suriye’de bir Kürt oluşumu var. Kimisi kanton diyor, başka isimler de söyleniyor. Ama sonuçta Suriye’de birçok şey değişeceğe benziyor. Burada oluşacak yapının, Türkiye ile işbirliği ve mutabakat içerisinde varlığını sürdürmesi gibi bir ihtimalin, şu anda masada olabileceğini ya da olduğunu söyleyebilir miyiz? Hatta şöyle de ileri gideyim: Bahçeli’nin yaptığı bu açıklamanın en önemli ana merkezinin Suriye olduğunu, siz de ben de başkaları da söyledi. Bunu daha önce de söylüyorduk ama Suriye’de bu kadar somut gelişmeler yoktu. Şimdi yaşanan bu olayda, Öcalan’ın da pozisyon almasıyla beraber, orada Ankara’yla Rojava yakınlaşması ve anlaşması gibi bir süreç mümkün olabilir mi? Biliyorsunuz, oradaki güçlerin temsilcileri, doğrudan SDG ya da PYD’nin sözcüleri Öcalan’ın söylediklerinin kendileri için çok değerli olduğunu da belirttiler.

Baluken: Bu zaten hep böyleydi. Öcalan’ın tespitlerinde her zaman, Suriye’deki Kürtlerin, Türkiyeile birlikte hareket etmekle ilgili bir sorunları olmayacağını, buna dair bölgesel politikalar bağlamında biraz daha tarihsel, sosyolojik arka planı irdeleyerek ortaya koyduğu çözümlemeleri vardı. Aynı zamanda, kuzeydoğu Suriye’deki siyasetçilerin, temsilcilerin veya oradaki kurumların yaptığı açıklamalarda da biz bunu görüyoruz. Oradan hiçbir zaman, kategorik olarak Türkiye karşıtı veya Türkiye düşmanlığına dayanan bir yaklaşımı görmedik. Tam tersine, sürekli diyaloğu müzakereyi ve uzlaşmayı esas alan ve adım atılması durumunda buna hazır olduğunu ifade eden yaklaşımlar vardı.Ama burada Türkiye’nin dış politikası ile ilgili bir sorun alanı var. Kürtlerin Suriye coğrafyasında kendi haklarını elde etmesini bir beka sorunu olarak ifade ettiğiniz zaman ve bunu bir karar haline getirdiğiniz zaman, burada yarattığınız tek taraflı sorun alanı, karşılıklı bir etkileşme yol açıyor ve giderek işleri daha farklı birboyuta götürüyor. 

Ben şunu ifade etmek istiyorum; On bir yıl önce bu söylenenler yapılmış olsaydı, Türkiye, Suriye sahasında oyun bozmaya dönük değil, oyun kurmaya dönük aktif bir öznel konumuna gelebilirdi. Bugün yaklaşık 10 gündür devam eden çatışmalı süreçte, Türkiye’nin pozisyonu hep bir ‘’oyun bozuculuk’’ üzerinden tartışılıyor. Türkiye dış politikası, dünya kamuoyunda, Rusya’da ve Arap kamuoyunda hâlâ o doğrultuda değerlendiriliyor ve bunun da Türkiye’ye bir getirisi yok, hatta süreç içerisinde daha ağır faturaları olabilir. Bunu yapmak yerine, oyun kurucu bir yerden, Suriye halklarının iradesini esas alan, bunu yaparken oradaki Kürtleri de dışlamayan, barışçıl diplomatik çabaları önceleyen bir yerden bir dış politika kurulmuş olsaydı ben bunun hem Türkiye açısından hem bölge halkları açısından karşılıklı kazandıran bir formül olacağı kanaatindeyim. Hâlâ geç olmadığı kanaatindeyim, zararın neresinden dönülürse kârdır diyelim. Şu anda Suriye’de sahada olan birtakım cihadist yapılanmalarla birlikte iş tutma görüntüsü, onların kazanımlarını kendi hanesine yazarak diplomatik ve siyasi birtakım avantajlar elde etme hevesi, Türkiye’ye, Türkiye’nin dış politikasına kazandıracak yaklaşımlar değil. Bugünden yarına geçici olarak iç politikada da onu bir şekilde kullanabilirsiniz, bir siyasi kazanım olarak bir yere not edebilirsiniz, ama 11 yıldır zaten yaşandığı gibi, bu yaklaşım eninde sonunda sizi olumsuz bir yere ve kaybeden bir pozisyona getirecektir. O nedenle, Sayın Öcalan’ın denkleme girmesi, Türkiye’nin, kuzeydoğu Suriye yönetimi veya Suriye’deki Kürtlerle yakınlaşması, aslında herkese kazandıran ve belli ölçülerde de oradaki tansiyonu düşüren, hatta tarihi birtakım gelişmelerin önünü açabilecek bir fırsat olduğunu düşünüyorum. 

Tabii bu olayın doğrudan Türkiye’deki Kürt sorununa pozitif etkisi de olacaktır herhalde. Suriye’de Kürtlerle barışmış bir Ankara, kendi Kürtlerinin de bir anlamda gönlünü kazanabilir. Ki daha önce tersi olaylar çok yaşanmıştı. Suriye’deki hasmâne tutum nedeniyle, Türkiye’deki Kürtleri kendisinden uzaklaştıran bir Erdoğan’ı yaşamıştık.

Baluken: Hatırlarsanız, Saddam devrildikten sonra Irak’taki Kürtlerle ilgili böyle bir tehdit parantezi açılmıştı ve uzun yıllar diplomatik olarak oradaki yönetim tanınmamıştı. Ama sonrasında, bölgesel ve küresel gelişmelerin de etkisiyle, orada bir federal Kürt bölgesi şekillendiğinde, bu, Türkiye’nin bekasına bir tehdit olmadı. Hatta Türkiye’nin her anlamda ilişkiler geliştirdiği, ticari alanda da yakından temasta olduğu bir yönetim olarak şekillendi. Suriye’deki Kürtlerin durumunu, çok uzağa veya çok ütopik birtakım yansımalara gerek duymadan, bu resme bakarak da okuyabiliriz düşüncesindeyim.

Son olarak, en kritik konuya, Kandil meselesine gelelim. Bahçeli başından itibaren, Öcalan ve DEM Parti’yi bir tarafa, Kandil’i ve Selahattin Demirtaş’ı başka bir tarafa koydu. Öcalan ne söylerse söylesin, sahada bir şeylerin değişmesi için Kandil’in buna göre hareket etmesi gerekiyor. Ama bu konuda siyasi iktidarın birtakım kuşkuları, hatta çok kabulleri var; olmayacağını düşünüyor. Kandil’in başka güçlerin etkisi altında olduğu yolunda söylemler var ve daha önce yaşanan çok ciddi olaylar var. Daha önceki çözüm sürecinde, Kandil-İmralı ilişkisinde birtakım farklılıklar olmuştu. Öcalan’la, yani İmralı’yla Kandil arasında doğrudan bağ kurulması gibi bir şey gerekecek herhalde. Bunu yayınımızda Tuncer Bey’e sordum, “Biz postacılık yapmayız” diye cevap verdi. Siz ne dersiniz?

Baluken: Sayın Bakırhan’la yapmış olduğu programı izledim. Çok da verimli bir programdı. Tek eleştirel baktığım nokta orası oldu. Ben o tabiri çok doğru bulmuyorum. 

Evet, tahmin ediyorum. Benim de aklıma sizler geldiniz zaten onu söylediği zaman.

Baluken: HDP bir yönüyle Kürt meselesi gibi ağır bir meselede hem taraftır hem de arabulucudur. Arabulucu olarak ortaya koyduğu çabaları, derinlikten yoksun, ‘’postacılık’’ parantezine sığdırmak çok doğru değil diye düşünüyorum. Bunu küçük bir eleştiri ve bir düzelti olarak ifade edeyim. Silahların susması ve barışçıl bir ortamın gelişmesi için ne gerekiyorsa, DEM Parti geleneğinin olduğu siyasi partiler bu konuda elini taşın altınakoymaktan çekinmemeli kanaatindeyim. Yapılan işin, dünyadaki örneklerinde de benzer modelleri vardır, bir arabuluculuk olarak görülmesi ve o şekilde kıymetlendirilmesi, bence daha doğru bir yaklaşım olur. Öte yandan sorunuza gelirsek, biz daha çok, algılar üzerinden veya birilerinin ortaya koyduğu söylemler üzerinden bu tartışmayı yürütüyoruz. Bence böyle olmamalı, olguya bakılmalı. Olguya baktığınız zaman, KCK’nin bu süreçte yapmış olduğubirkaç açıklama vardı ve hepsinde de Sayın Öcalan’ın ortaya koyacağı tutumun arkasında olunacağı, bununla ilgili tutum almaya hazır olduklarını ifade eden beyanatlar gördük. Geçmişte de bu böyleydi. Sizin de örneklendirdiğiniz şekilde, Sayın Öcalan’ın, geri çekilme çağrısına dair de o dönem, yine onu güçlendiren bir yerden bir pratik alanda hareketlilik oluşmuştu. 

Şimdi iktidara yakın çevrelere veya kalemlere baktığımızda, sanki Öcalan’dan bir mesaj gelmiş de Kandil buna uymamış gibi bir algı oluşturuluyor. Bu, işin samimiyetini ve ciddiyetini aşındırıyor. Ortada bir mesaj yok ki. Madem öyle bir şey düşünüyorsunuz, bundan çok eminseniz, o zaman yolu açın, DEM Parti mi gider, başka bir sivil heyet mi gider veya bir gazeteci topluluğu gider de Sayın Öcalan doğrudan mesajlarını kamuoyuna mı aktarır, bir görelim. O mesaj bir gelsin, Kandil’in uyup uymadığını o zaman test etme şansa sahipoluruz. Şu anda söylemde Kandil’in söylediği şey, böyle bir barış iradesini gelişmesi durumunda, Öcalan’ın ortaya koyduğu tutuma uyacaklarına dair net bir kararlılık var. O nedenle, bu meselelerde, algıyı yöneten bir yerden değil de olguyu şekillendiren ve pratik alanda da o samimiyet testlerini doğrudan gözlemleyen bir yerden hareket etmek gerekiyor. 

Bu noktada İmralı-Kandil koordinasyonu ve iletişimi noktasında bir önerme var biliyorsunuz. Mümtaz’er Türköne “Birkaç ay içerisinde Öcalan’a ev hapsi verilebileceğini söyledi.  O zaten geçen çözüm sürecinde de bir şekilde dillerde vardı ama bu sefer çok daha fazla telaffuz edilir oldu. Tabii ki Bahçeli’nin ‘umut hakkı’nı dile getirmesiyle beraber, bu, daha da çok söylenir oldu. Ev hapsi gibi bir durum olursa, herhalde bu aynı zamanda Öcalan’ın, Kandil dâhil birçok yere daha kolay ulaşması ve birtakım işlerin daha hızlanması anlamına gelir. Böyle bir şeyi siz bekliyor musunuz, gerçekten olabilir mi? Çünkü Bahçeli’nin araladığı bir kapı bu. Bunu çok marjinal birisi söylese gülüp geçerdik belki. 

Baluken: Ruşen Bey şu anda 100 yıllık bir meseleden bahsediyoruz ve gerçekten Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek, ülkeye en çok kan kaybettiren ve çözülmesi durumunda da Cumhuriyetin ikinci yüzyılını kurtaracak bir meseleden bahsediyoruz. Stratejik anlamı çok büyük olan böylesi bir tartışma zemininde, bu tür ayrıntıları cesurca konuşmaktan çekinmemek gerekiyor. Bir müzakere süreci gelişecekse, Sayın Öcalan’ın müzakere yürüteceği koşulların, sağlıkla ve güvenlikle ilgili bütün koşulların da yerine getirecek şekilde sağlanması, sürece son derece önemli katkılar sunar. Bu anlamda, kamuoyunda bilindik simaların yaptığı açıklamalardan çok, resmi temsiliyeti olan kişi ve yetkililerden gelecek açıklamaların önemsenmesi gerektiği kanaatindeyim. Eğer bu yönde adımlar gelişirse, Sayın Öcalan’ın müzakerekoşullarını rahatlatacak, düzeltecek ve onun dış dünyayla temasını kolaylaştıracak adımlar gelirse, bunlar, Türkiye’nin omuzlarındaki 100 yıllık devasa bir yükün atılmasında, ondan kurtulmasında çok önemli avantajlar sağlar.

Son olarak şunu sormak istiyorum: Konuyla ilgili birçok kişiyle sohbet ettiğimde, bir fırsat olarak Bahçeli’nin başlattığını gören birçok kişi, eğer burada da işler yürümezse, artık daha sert ne olur bilemiyorum ama çok sert bir dalganın geleceği yolunda endişeler dile getiriyorlar. Sizin de böyle bir endişeniz var mı?

Baluken: Bir süreç başlamış olsa ve o süreç akamete uğrasa, bozulsa, ondan sonra böyle bir sert yönelim gelse, bunun izah edilir bir yanı olur. Ama biz şu anda doğrudan bir süreçle karşı karşıya değiliz. Tek taraflı bir tanımlama, tek taraflı ortaya konan bir senaryo var. Onun gereğinin yerine getirilmediği bir reel politik gerçeklik var. Siz tek taraflı bir şey söyleyip, onun gereklerini yerine getirmediğinizde yarın öbür gün de Bununla ilgili ibir sonuç almadık. O yüzden sert bir şeye yöneliyoruz” dediğinizde, bunun bir karşılığı ve anlamı olmaz. Bu sürece dair bir isimlendirme yapmak lazım. Ben buna ‘’çözüm süreci’’ diyemiyorum veya farklı bir şey söyleyemiyorum. Hani daha önce ‘’süreç sancısı’’ demiştim ama iki ayrı aşkın bir süre geçti, somut alanda olumsuz sayılabilecek birçok gelişme şekillendi. Belki buna bir ‘’çözüm gündemi’’ diyebiliriz. İki aydır yaşanan şey bir çözüm süreci değil, birçözüm gündemi. Bu gündemin ortadan kaldırılması durumunda, yeniden ağır bir siyasi fatura çıkarmaya kalkmak, en baştan bir niyet sorgulamasını beraberinde getirir. Demek ki siz o zaman sopayı hep orada hazır tuttunuz ve bunu da bir gerekçe kıldınız denir. Bu yönüyle buradan uzaklaşmak gerekir. 

Şimdi mesele çözülecekse, büyük ölçekte kolektif haklarla ilgili birtakım tartışmaların başlaması elzemdir. Ama biz henüz bireysel haklar anlamında bile, demokratik tartışma zeminini rahatlatan bir pratikle karşı karşıya değiliz. İnsan hakları, temel hak ve özgürlükler, demokratik değerler konusunda dahi rotayı farklı yöne kıran bir pratik olduğunu görmüyoruz. Bir an önce bunların gelişmesi gerekir ki kolektif haklar üzerinden bir tartışma şekillensin. Eğer bu yapılır, bütün bunların sonucunda, tıpkı çözüm süreci gibi karşılıklı muhataplık düzeyinde mekanizmalar kurulur ve bir yerden sonra süreç bozulursa ki dünya örneklerinde de öyle olmuştur, sonrasında yaşanan süreçler daha sert birtakım yönelimleri içerebilir.

İdris Bey, bu güzel söyleşi için çok sağ olun. Geçen seferki gibi ilgi göreceğine eminim. Çok teşekkürler. Gündemin sürece dönüşmesini bir umutla, hep birlikte beklemeye devam ediyoruz diyelim. Bakalım, bir İmralı ziyareti olursa ki eli kulağında deniyor, ondan sonra daha somut olarak bir şeyleri konuşma imkânımız olacak diyelim. Çok teşekkürler.

Baluken: Ben teşekkür ediyorum. Bizim temennimiz de o yönde. Gerçekçi tedirginlik olarak ifade ettiğim ohissiyatımın hâlâ büyük bir umuda tutunduğunu söyleyerek bitirmiş olayım.

2013-2015 yılları arasındaki ‘’çözüm süreci’’nde İmralı Heyeti’nde yer alan ve 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı’nda fotoğraf karesinde yer alan eski HDP Milletvekili İdris Baluken konuğumuzdu. Kendisiyle, Bahçeli’nin ‘’İmralı Açılımı’’nı ve bunun Suriye’de yaşananlarla ilişkisini konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.