Tarık Çelenk yazdı: Muhafazakarların çocukları

“Muhafazakarların çocukları” başlıklı bu haftaki yazısında Tarık Çelenk, hızla derinleşen toplumsal kutuplaşmanın çözümünde muhafazakar mahallenin yeni kuşaklarına düşen role dikkat çekiyor, bütün tarafları “öteki”ne karşı sergiledikleri duyarsızlıktan sıyrılmaya davet ediyor.

Muhafazakarların çocukları
Tarık Çelenk yazdı: Muhafazakarların çocukları

Ülkede gün geçtikçe kutuplaşma ve toplumsal makas açısı artmakta ve gerginleşmekte. Haklı olarak toplumun yarıya yakın bir kesimi, tüm olan bitene ilişkin mahalleye, içten veya açıktan, bir vicdan ve adalet çağrısı yapmakta. Çağrıya muhatap olanların görmezlikleri, duymazlıkları yarı hayret yarı da hınç uyandırmakta. Muhatap mahalle ise olan biteni çok farklı algılamakta. Yaşanan kazalar ve tartışılan hukuk uygulamalarından ise geçmişe referansla “ötekiler” sorumlu tutulmakta. Hatta, mahallenin üst sınıf, eğitimli ve dış dünya görmüşleri de saflarını daha da sıklaştırmakta. Bu da ilgili aydınlarda hayret uyandırmakta.

Muhafazakarların çocukları ve 3 tarihsel travma

Her şeye rağmen, ülkede bir kısım aydın kesim de gelecek için en azından mahallenin yeni kuşağından ümitlidir. Onların rasyoneli yakalayacaklarından umutludurlar. Ancak onların kolektif bilinçte yaşadıkları 3 temel tarihsel travmayı da dikkatlerinden kaçırmaktadırlar. 28 Şubat her ne kadar kurumları boşaltmayıp göreceli bir adaleti işletse de ülkenin ciddi bir jenerasyonunun önünü kesmek adına bugüne ilişkin acımasız travmatik mirası da bizlere bırakmış oldu. 28 Şubat’ta okuldan kovulan bugünün eğitimli 35-40 yaş kuşağının yaşananlara dolaysız duyarlılıklarını bu travmatik güdüsel mekanizmalar anlatmaktadır.

Sosyal medyada, deneyimli bir gazeteci arkadaşımın son gazeteci tutuklamalarını protesto eden paylaşımına esprili bir yanıt vermiştim. Cevabım şu oldu: “Bu derdi anlatmanız gereken muhataplar bizler değiliz. Ülkede %40’a yakın bir kesim tüm bunlara duyarsız. Görmüyor, işitmiyor, aksine çok farklı algılıyor.” Bu kesimi, mahalledeki aktif bireyler olarak latifeli bir şekilde “hacı abiler ve ablalar” olarak tanımlamıştım.

Arkadaşımın verdiği cevap ise şu oldu: “Hacı abileri ancak Allah’a havale edebiliyoruz. Yapacak bir şey yok. Sandık demokrasisinin nasıl manipüle edildiğini onlara zaten anlatamayacağız. Onların çocuklarından umut var, onlardan yok.” Bu cevap gerçekçiydi. Ancak mahallenin genç kuşağı hakkında bu açıdan bakanlar ne kadar umutlu olabilir? Bu ayrı bir araştırma konusudur.

Mahalleli genç kuşaklar ve otoriteye başkaldırı

Bu konuya bir yönüyle “Beyaz Müslüman Kuşak Ne İş Yapar?” başlıklı yazımda da değinişmiştim. Çoğu sol-liberal aydın ya da psikiyatr, yeni mahalle kuşağının özellikle üst sınıf çocuklarının, 70’li yılların sol hareketlerinin burjuva çocukları gibi otoriteye başkaldırıp sorgulayanlar olabileceğini öngörmektedir. Ancak mahalleli genç kuşaktan bu sorgulamayı yapanlar oldukça azdır. Mahallede otoriteye başkaldıranlar genellikle İslami kimliklerini tamamen terk edenlerdir. Bu grup, çoğunlukla iyi eğitim almış, yurt dışı deneyimi kazanmış ve meslekleri itibariyle kendi geçim alanlarını yaratabilen bireylerden oluşmaktadır.

28 Şubat travmasını yaşamış, ekonomik imkânları dolayısıyla yurt dışı eğitimi almış ve şu an yönetimde itibarlı pozisyonlarda çalışan nitelikli genç kuşak, ancak Erdoğan gibi güçlü bir liderin kanatlarının altında kimliklerini güven içinde koruyabileceklerini düşünmektedir. Bazı Kemalist çevrelerde öfke sembolü haline gelen Merve Kavakçı, ailesi ve akrabaları aslında yurt içi ve dışında oldukça nitelikli eğitim görmüş bireylerdir. Bürokrasiye konumlandırma şekilleri tartışılabilir ancak ailenin yaşadıkları sembol travmalar bugünün fotoğraflarını tanımlamaktadır.

Aslında, ülkedeki diğer genç beyaz yakalı orta sınıf gibi, iyi eğitimli vizyon sahibi partizan muhafazakar kuşak da yarın için kaygılıdır. Bir fırsat bulduklarında, kendilerini ya Batı’ya ya da batılı değerlerin yaşatıldığı zengin Körfez ülkelerine atma eğiliminde olduklarını bir kısmı ifade etmektedir. Kaygının bu noktasında iki faktör öne çıkmaktadır: Birincisi, muhtemel bir post-Erdoğan döneminde 25 yıl öncesine dönülebileceğini öngörmeleri; ikincisi ise bugün itibariyle ülkenin adalet ve demokrasi sorunlarının, kendileri için de güvenli bir gelecek vadetmediğini düşünmeleri. Her iki durum da tipik travma sonrası bilişsel çelişkiye (cognitive dissonance) işaret etmektedir. Bu kuşak, son 25 yılın kültürel iktidar, adalet ve refah seviyesindeki sorunlarını tartışmayı tercih etmemektedir.

Bütün mahallelerin sorunu: Yitirilen toplumsal öğrenme yeteneği

Mahallenin değerlerini koruyabilen genç kuşak ise yönetim habitatında, ailelerinin koruması altında sosyal ve ekonomik refah güvenliği ile yaşayan bireylerdir. Dış dünya gerçeklerine kapalıdırlar. Sanal duvarları kalındır; görmek istemediklerini görmez, işitmek istemediklerini işitmezler. Taşradan gelip cemaatler içinde yer alan ve kendi yetenekleriyle yurt dışında eğitim alan bireylerin ise mahallede kalma ve değerlerini koruma şansı oldukça düşüktür.

Toplum, çözülemeyen travmalarını ve travmatik taraflarını mahalle veya eğitimli başörtülüler-beyler örneğindeki gibi yok saymaya çalışmakta ve bunlara duyarsızlaşmaktadır. Toplumsal öğrenme yeteneğini kaybetmek, artık hatırlayamamak, anlamaya kendini tamamen kapatmak veya gerçekleri yüzeye çıkaramamak, bu sürecin doğal sonucudur. Bu duyarsızlık, görmeme ve duymama halini sadece bir mahalleye veya iktidara yüklemek vicdani ve bilimsel olmayacaktır. Duymama, anlama ihtiyacı hissetmeme, merak etmeme muhalif aydınların ve mahallelerin de çoğunluğunun sorunudur. Zaman zaman bu durum karşılıklı tetiklenerek karşılıklı travmayı besleme durumudur. Bu tarz tehdit ve potansiyel hınç kaygısı kalkmadıkça  mahallede hala kalabilen gençler rasyonelleşmeyeceklerdir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.