“Bozacı Halis”le kısa enstantanesini aktardığı bu haftaki yazısında Bilgehan Uçak, yitip gitmekte olan geleneklerden arda kalan değerlerin içimizde yarattığı umuda dair, sıcak hisleri betimliyor.

Biz eve girerken bastıran tipi kesilmişti ama hava çok soğuktu, zaten günlerdir bu gecenin kışın en soğuk gecesi olacağı duyuruluyordu.
Ama şöyle diz boyunu bulmadığı için kar topu oynamaya çıkan sevinçli çocukların neşeli bağırışları da yoktu.
Sokaktan tek tük otomobil ya geçiyor ya geçmiyordu.
Alabildiğine sessizdi sokak.
Apartmanın bahçede gezinen kedileri bile içeri girmişti, evlerden gelen mamaların hepsini yediklerinden karınları şişmiş, radyatörlerin üstünde derin bir uykuya dalmışlardı.
Gece inmişti.
Soğuktu.
Biz balık yemiştik evde.
Haberleri izlemiştik, birileri, bir yerlerde uçan otomobilleri seri üretime geçirmek istiyorlarmış.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bizim ev sıcaktı, kalorifer yanıyordu.
Gün boyu kitap okumuş, sadece spora gitmek için evden çıkmıştım.
Yemekten sonra hangi filmi izleyelim diye konuşuyorduk.
Bozacıların sokak sokak bağırarak boza sattıkları dünyadaki tek şehir
Derken, sokağın derinliğinden, birkaç asır öncesine giden bir ses yükseldi: “Bozaaa!”
Durdum, yaklaşan sesi dinledim.
“Bozaaa! Boza-booozaaaa!”
Bozacının bağırışları arasında ona eşlik eden ne dediği pek de anlaşılmayan toy bir ses yükseliyordu.
Bozacıların sokak sokak bağırarak boza sattıkları dünyadaki tek şehirde yaşamanın mutluluğu içinde camı açıp bozacıya seslendim.
Çocuğun hemen geleceğini söyledi.
Geçen sene de bozacı geçmişti bizim sokaktan, ben yine seslenmiştim, onun yanında bir çocuk yoktu.
“Kim yaptı bu bozayı?” diye sormuştum.
Bilecikli Arnavut bir ihtiyarın yaptığını söylemişti.
İnanmamıştım, bence inanmadığımı o da biliyordu ama o an bu hiç önemli değildi, ben o bozayı yapanın gerçekten Bilecikli Arnavut bir ihtiyar olmasını istiyordum ve bu yeterliydi.
Sadece boza içmek istemiyordum, zira lezzet hikâye içinde gelirse bir bütünlük kazanır.
“Mâcir” yan komşunun bozası
Çocuk geldi, kapıyı çaldı, içeri aldım.
Radyatörde uyuklayan kediler şöyle bir başlarını kaldırıp rahatlarını bozan bu münasebetsizin kim olduğuna baktılar.
Başında kovboy şapkası, güleç bir oğlan, elinde güğümle girdi.
Kediler kendilerini ilgilendiren bir mevzu olmadığını anladıklarından uyumaya devam ettiler.
Bozanın kilosunun kaç para olduğunu söyledi ama benim esas merak ettiğim o değildi.
“Kim yaptı bu bozayı?” diye sordum.
“Muhacir bir yan komşumuz var,” dedi, bozayı yapan oymuş.
Muhaciri, muhacir gibi “mâcir” diye telaffuz etti üstelik.
Meçhul mâcirin bozasından bir kilo aldım.
Radyatörün üstünde kediden başka bir de sepet içinde kitaplar duruyordu, ilgisini çekti, içlerinden bir tanesini alıp alamayacağını sordu, hepsini alabileceğini söyledim.
Yediye gidiyormuş, okumayı çok seviyormuş, hatta öğretmeni demiş ki “okursan okuman gelişir”, okumasını da geliştirmek istiyormuş.
Bir poşetin içine kitapları doldurduk.
Sonra kendi kitaplarımdan bir tanesini imzaladım, poşete koydum.
Bozacı Halis
Adını o an öğrendim, Halis’miş.
Yılın en soğuk gecesinde, güler yüzlü, okumayı sevdiğini söyleyen ve kitap görünce heyecanlanan kovboy şapkalı bir çocuk, elinde güğümüyle çıkageldi.
Sırtlandığı aslında kadim bir İstanbul geleneğiydi.
Yapay zekâ dile gelse, otomobiller uçsa, hatta bilumum teknolojik gelişmeler son hız hayatımıza girse de ben kış gecelerinde, sokaklarında bağırarak boza satılan bir şehirde yaşamanın ayrıcalığını hissetmek istiyorum.
Birçok gelenek kayboldu, her gün bir yenisi kaybolmaya mahkûm.
Ama bu umutsuzlukların içinde, geçmişi bugüne taşıyan bir ses duyduğumda heyecanlanmadan edemiyorum.
Halis’i bir daha görür müyüm, bir daha bu sokaktan geçer mi bilmiyorum.
Nedense içimden bir ses ısrarla yanda mâcir bir komşu olmadığını söylüyor ama hiç önemli değil, işte şimdi, bu yazıyı yazarken üstüne tarçın ilave edip içtiğim bozanın meçhul bir mâcir tarafından evde yapıldığını düşünmek beni mutlu ediyor.
Alabildiğine sessizdi sokak.
Gece inmişti.
Soğuktu.
Derken, sokağın derinliğinden bir ses yükseldi: “Bozaaa! Boza-booozaaaa!”