Bugün farklı mahallelerin zihinsel eleştirilerine dair bir yazı yazmayı tasarlarken, göz atmak için açtığım İstanbul Ansiklopedisi Netflix dizisini bir solukta bitiriverdim. Aklıma ilk gelen, sevgili Faruk Turgut Bey ve Meryem Beyza Er Hanımefendi kardeşimle bu dizi üzerine yazışmak oldu. Zira artık mahalle ve seküler elit ilişkisi, özellikle seküler kesim açısından ciddi bir ilgi odağı haline gelmiş, senarist emekçilerin de ekmek kapısı olmaya başlamış durumda.
Seküler elitler mahalleyle neden bu kadar ilgilenmeye başladı?
Kızıl Goncalar’ın ikinci sezonu hariç ve Bir Başkadır’ın bu anlamda başarıları tartışılmaz. Bu iki yapımın arkasında da mahalleli yeni zengin elitin imzası yoktu. Mahallenin kentli olanları, bu yapımları adeta kendileri üretmişçesine keyifle izlediler. Garibanlar ise takip ettikleri medya kanallarının olumsuz olmayan tavırlarını gördükten sonra müptelası oldular. Muhtemelen mahalleli yeni elitler yani kendilerini yeni muhafazakâr kültürel ve ekonomik elit olarak gören yeni sınıf, devlet destekli reytinge girmeyen tarih dizileriyle garibanlara karşı misyonlarını fazlasıyla ifa ettikleri inancındaydılar.
Kızıl Goncalar’ın etkili olmasının sebebi, var olan ama gösterilmek istenmeyen ya da görmek istemediğimiz dikey kültürel bölünmüşlüğü, doğru temsil ve kesişen hikâyelerle karşılıklı olarak sorgulatabilmesiydi. Üstelik senarist Necati bey, bu kültür ve altyapıdan gelmekteydi. Yapımcı Faruk Bey, kostüm ve Kur’an tecvidi çalışmalarını bile gerçek aktörlere yaptırarak otantikliğe özen gösteriyordu. Dikey bölünmüş kutuplar ya da sınıflar eksiklikleriyle değil, fazlalıklarıyla birbirine eşit ve geçirgen şekilde temas edebiliyordu. Sınıfsal aşağılayıcı bakış değil dikey kültürel ve yaşam tarzı farklılıkları adilane eşit ilişkilerle yansıtılıyordu.
Bir Başkadır ve Kızıl Goncalar neyi farklı yapabildi?
Bir Başkadır da başarılıydı. Bakışı ve gözlemi tamamen sınıfsaldı. Senarist, ait olduğu grup kimliği doğrultusunda dürüst bir sınıfsal seküler üstten temizlikçi gözlemi yapıyordu. Ayrıca bu dizide bu anlamda hizmetçi karakterinde başörtülü hanım ne kadar gerçekçiyse Gülse Birsel’in başka bir dizisindeki başörtülü psikolog karakteri o kadar gerçeklikten kopuktu. Zira yapımcı belki hiçbir zaman kendi sınıfında gerçek hayatta bir psikolog başörtülü ile muhatap olamamıştı. Bir Başkadır da tutarlı akıl ve mantık çerçevesi vardı; ancak Kızıl Goncalar’daki duygu yoğunluğu yoktu. Daha çok diziye postmodern, distopik bir atmosfer hâkimdi.
İstanbul Ansiklopedisi dizisinde Zehra karakterini izlemeye başladığımda, acaba Kızıl Goncalar’ın tarikat olmadan havası mı sinecek diye düşündüm. Fakat bir de baktım ki yapım olarak sınıfsal ilişkileri üzerinden kendince “upgrade” bir Bir Başkadır yapılmaya çalışılmış. Ancak şahsi kanaatimce yeni dizi bağlamdan kopmuş, dolayısıyla –Birleşen Yollar gibi neden olmadı talebim tarzında lütfen yanlış anlaşılmasın- ama açıkça “downgrade” bir Bir Başkadır olmuş. Dizi, adeta bir Fransız yönetmen tarafından çekilmiş ve senaristin de bu Fransız sinemasından oldukça etkilendiği havasını içermekte.
İstanbul Ansiklopedisi dizisinde dindarlık neden bu kadar tek boyutlu?
Dizide dini cemaat ve muhafazakâr taşra oldukça ilkel ve alt sınıf bir biçimde tasvir edilmiş. Ana karakter Zehra, taşra dindarlığının bunalımı ile seküler kesime olan hayranlığı arasında gidip gelmekte ve derin bir kimlik bunalımı yaşamaktadır. Kızıl Goncalar’ın aksine, hatta Bir Başkadır’da bile birkaç dini kişilik olumlu gösterilirken, burada mahalleliden olumlu bir örnek neredeyse hiç yok. Zehra’nın Amasya yani taşradaki -muhtemelen İmam Hatipli- flörtü ile İstanbul’daki sevgilisi Harun arasındaki kişilik oturmuşluk farkı bile acımasızca tek boyutta verilmekte. Dizi, bu haliyle ülkenin gidişatına öfkelenen beyaz elitlerin —hele ki birkaç psikolojik kimlik analiziyle— takdirini kazanacak gibi durmakta. Elbette dizi, argo tabirle “entel-dantel” seküler elitleri de kendince eleştirmeye çalışmakta. Bu konuda da bir objektif görünüm edasında.
Ancak buradaki temel soru: “Neden dindarlardan iyi örnek göstermiyor?” değil. Ayrıca dizide sert oryantalist bir bakış da olabilir. Kastettiğimiz bu değil. En kötü ihtimalle, İsrail ya da Fransız dizilerinde Arap Müslümanların gerçekliğine bakmak yeterlidir. Sorun, İstanbul ya da Amasya taşrasındaki dindar yapının yeknesak ve adeta bir uzay kolonisi gibi sunulmasında yatmakta. Bazı beyaz seküler elit veya aydınlar aslında bu diziden alacakları muhtemel hazzın arka planında kendi ötekisini anlama değilde zorla anlamlandırmasının dizinin genel karakterindeki karşılığında yatmakta.
Zaten Zehra, dizinin sonunda kendi “hidayeti”ni ve gerçeğini keşfederek mahallesinden kurtuluyor. Distopik dindar annesini değil de model olarak özgür kadın Fransa’ya yerleşen Nesrin’i tercih ediyor.
Biz bunları tartışırken, bizim mahalleli elitlerse ise muhteşem yeterlilik duygusuyla melek cinsiyeti sayarcasına bu kadar tek taraflı imkânlar, güçlü sermaye ve anakronik tarih dizileriyle kitlesini oyalama kararlılığında gözükmekte. İçinde daha fazla iyi ve nitelikli insan barındıran, dini figürlerin daha temsil edilebilir olduğu Kızıl Goncalar gibi yapımları artık mahallelinin beklemesi beyhude durmakta.
Zaten eleştirel bir evrensel felsefi derinliğine sahip değilseniz gerçek bir hikayeyi yaşayamazsınız. Anlatacak bir hikayeyi üretemezseniz senaryoyu zaten yazamazsınız. Belki de böylece bolca embedded veya çakma başörtülü dizi yapar kendinizi Anadolu’ya seyrettirirsiniz. Bu sektörde de kendince kültürel rekabet edersiniz.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.