Bilgehan Uçak yazdı: “Laf dinlemedi”

Mantıksız bir sözün bir hikmet gibi dillendirilmeye başlandığı durumlarda Asaf Savaş Akat söylermiş, “Çevir İngilizceye ya da Fransızcaya bir anlamı yoksa üstünde durmaya değmez” dermiş.

Mesela, çok değil birkaç sene evvel bile, bir Başbakan’ın bir Merkez Bankası Başkanı’na hitaben “Sen bağımsızsın da ben değil miyim?” gibi bir söz söylediğini görseydim Asaf Savaş’ın formülü uyarınca hiçbir anlamı olmadığını düşünürdüm.

Oysa, maşallah, dünya öyle bir çıldırmışlığın eşiğine geldi ki sağduyu ve mantık devasa boyuttaki kuru gürültüde kayboluyor, kolay kolay duyulmuyor.

Gazetelere bakıyorum, hemen her gün şöyle bir haber var: “Trump, FED Başkanı Powell’ı kovma niyetinde olmadığını söyledi”, “Trump, FED’den faizi indirmesini yine istedi”, “Trump’a göre FED faizleri indirmekte çok geç kaldı”…

Trump, elinde imkân olsa “laf dinlemeyen” Powell’ı şak diye görevden alacak.

Türkiye ile Amerika’nın temel farkı

Bunu nereden mi biliyorum?

Pek tabii ki eskiden şaka yollu söylense de şimdi ciddi bir analiz haline dönüşen “Türkiye için ‘küçük Amerika’ olmaya çalışıyor denirdi; artık Amerika, ‘büyük Türkiye’ olma yolunda” sözünden.

Türkiye ile Amerika’nın temel farkı kurumlarının baskılara dayanabilme kapasitesinde ortaya çıkıyor.

Türkiye’de kurumlar ne kadar zayıfsa; Amerika’da bir o kadar güçlü.

Bir iktidar ile Merkez Bankası’nın uyum içinde çalışması mümkünse de aralarındaki çekişme de kolay bitecek türden değil çünkü birinin ilacı diğerinin zehri.

İktidarlar iktidarda kalabilmek için hep yüksek büyüme ister, ticaret hacmi genişlesin, istihdam artsın, milli gelir sürekli katlansın.

Ama bu istekler enflasyonisttir; yüksek büyüme, özellikle bizim gibi ülkelerde büyük cari açıkları da peşi sıra getirir.

Merkez Bankalarının temel görevi de enflasyonla mücadele etmek ve fiyat istikrarını sağlamaktır.

Dolayısıyla, mesela “seçim ekonomisi” gibi bir kavramı iktidar tebessümle karşılarken Merkez Bankası pis bir kokuya maruz kalmışçasına kaçmak ister.

Laf dinlemedi

Yakın tarihimiz bu örneklerle dolu; en yüksek sesle yapılan tartışmaları bizzat gazete manşetlerinden takip ettik.

“Laf Dinlemedi”

Taha Akyol’un kuruluşundan Şahap Kavcıoğlu dönemine kadar Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarihini incelediği “Laf Dinlemedi” adlı eseri, bankanın her dönem iktidarla karşı karşıya kaldığını ama hiçbir dönemin 2018 sonrasına benzemediğini göstermesi açısından çarpıcı.

Laf Dinlemedi
Laf Dinlemedi

Akyol, önsözde, kendisini kitabı yazmaya -ve iktisat tarihçiliği alanına girmeye- teşvik eden olayın 128 milyar doların hesapsızca satılması ve “iktisat diye bir bilimin” varlığını olaylarla ortaya koymak olduğunu yazıyor.

Bankanın adından kuruluş esnasındaki tartışmalara, Demirel ve Özal dönemlerinde yapılan düzenlemelere değindikten sonra Kemal Derviş dönemine geliyor.

2001 yılında büyük bir krize saplanan Türkiye’nin Derviş’in reformları sayesinde nasıl canlandığını anlattıktan sonra Merkez Bankası’nın bağımsızlığının bir ekonomi için ne kadar hayati önemi haiz olduğunun altını çiziyor.

Merkez Bankası bağımsız değilse derhal iktidarın güdümüne giriyor ve asli işini yapmak yerine kaynaklarını mevcut iktidarın iktidarda kalabilmesi için kullanmaya başlıyor çünkü.

Türkiye’de Merkez Bankası’nın bağımsızlığını kanuna geçiren ve “iktidarın seçim çalışmalarını fonlama” anlamı taşıyan avans sistemini ortadan kaldıran Derviş, kamu alımları dosyasına da müdahale etmiş ve uluslararası standartlara uygun bir şekle sokmuştu.

Derviş’in bir diğer büyük başarısı ise bankacılık sistemindeki düzenlemeleri oldu.

Bir dönem, bazı ailelerin adeta bir aile içi etkinliğe dönüştürdüğü banka açıp içini boşaltma geleneği Derviş’in yapısal reformları sayesinde son buldu.

Merkez Bankası Başkanı’nın yüz kızartıcı bir suç işlemediği takdirde görevden alınamayacağı dünyada genel kabul görmüş bir ilke ve yasadır -Trump’ın elini bağlayan da o.

Şimdi bu madde bizde de var ama sadece onun serencamını izlemek bile Türkiye ekonomisinin AKP dönemindeki yükseliş ve çöküşünü göstermeye kifayet eder diye düşünüyorum.

AKP iktidara geldiğinde Merkez Bankası’nın başında Süreyya Serdengeçti vardır.

Akyol, kitabında, Ali Babacan’a referans vererek Başbakan Erdoğan’ın başka bir Merkez Bankası Başkanı ile çalışmak istediğini ama bunun yapılmadığını aktarıyor.

Serdengeçti’den bayrağı devralan isim ise Durmuş Yılmaz.

Böylece, Başbakan’ın, Merkez Bankası’ndan fiyat istikrarından çok büyümeyi öncelemesini istediği döneme adım adıyoruz.

Yılmaz’ın performansı iyi olsa da görev süresi uzatılmıyor, yerini tecrübeli bir teknokrat olan Erdem Başçı’ya devrediyor.

“Erdoğan tek karar verici değildi”

Başçı, guvernörlüğe atanmasıyla birlikte iktidarın baskısına, yer yer de hışmına uğruyor.

Taha Akyol bu dönem için şu saptamayı yapıyor: “Tarih tekerrür ediyordu: Politikacı daha çok oy için daha yüksek büyüme zorlaması yapıyor, Merkez Bankası enflasyon ve krizden sakınmak için ‘fiyat istikrarı’na sahip çıkıyordu.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, her şeye rağmen, kendisine çekidüzen vermesini söylediği Başçı’nın görev süresinin bitmesini bekledi ama sanırım bu bekleyişteki temel etkenlerden biri henüz sistemin değişmemiş olmasıydı.

Yani Erdoğan tek karar verici değildi.

Bir örnekle açmaya çalışayım: Hazine Müsteşarlığı’na bir ismin atanması gerekiyordu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu bir türlü uzlaşamıyordu.

Kurum dışından biri önerildiğinde Davutoğlu kabul etmemiş, tercihini Müsteşar Yardımcısı Cavit Dağdaş’tan yana kullanmıştı.

Dağdaş, Cumhurbaşkanı imza atmadığı için Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığı boyunca o görevde vekaleten kalabildi.

Başçı’nın görevini tamamlamasında da böyle bir “denge mekanizmasının” çalıştığı kanaatindeyim.

Murat Çetinkaya, süresi dolmadan görevden alınan ilk guvernör oldu.

Daha sonra, görev süresi boyunca o koltukta kalabilmek guvernörler için bir istisna haline geldi.

“128 milyar dolar” diye hafızalarda yer eden rezerv satışı Murat Uysal döneminde başladı.

Ama bu satış da koltukta kalmasına yetmedi, ekonomi iyice sıkışınca kimilerince “son bürokrat” diye nitelenen Naci Ağbal guvernörlüğe geldi.

Ağbal, iktidar içinde ekonomide ortodoks politikaları savunanların temsilcisiydi.

O istikamette attığı adımlar karşılığını buldu ama çare olmadı, birkaç ay içinde görevden azledildi.

Ağbal’ın ardından ekonomiye “güven” tamamen bitti.

Merkez Bankası, kanununda yazmasına rağmen bir tek enflasyon ve fiyat istikrarı ile ilgilenmez oldu, iktidarın ekonomi politikalarını desteklemek diye bir misyon yüklendi.

Bu misyonun herhangi bir Merkez Bankası için varoluş krizi yaratması kaçınılmazdır.

Orada başarılı olmaya çalıştıkça kendi görevinizi yapamaz hale gelirsiniz ve ipin ucunu kaçırırsınız.

Özal’ın “Gelecek nesiller ders alsın, bir daha böyle hesapsız kitapsız hatalar yapmasın” dediği Dövize Çevrilebilir Mevduat, bu yanlışlıklar silsilesi sonucunda Kur Korumalı Mevduat adını alarak hayatımıza yeniden girdi.

Onun da bir çare olamayacağı altı-yedi ay içinde görüldü.

Nihayet, bütün bu zaman, enerji ve akıl almaz büyüklükteki para ziyanı sonrasında, bizzat göreve yeni gelen Hazine ve Maliye Bakanı tarafından Türkiye’nin “rasyonel politikalara” dönmek mecburiyetinde olduğu ve bu şekilde devam edemeyeceği ilan edildi.

Oysa, Ecevit’in bakanı Kemal Derviş bile Türkiye’nin en azından 2008’e kadar izlediği ekonomi politikasının ne kadar başarılı olduğunu söylemekten imtina etmiyordu.

O günlerde yazılan AB İlerleme Raporları da Derviş’i destekler nitelikteydi.

Merkez Bankası Başkanları görevlerini yapabildikleri ölçüde Türkiye’nin büyümesine ve kalkınmasına yardımcı oldular.

AKP’nin girdiği seçimlerde tek başına iki oyun birini aldığı dönemdi bu.

Ne zaman iktidarın güdümüne girip asli işlerini boşladılar, Türkiye çok ağır maliyetler ödemek zorunda kaldı.

Aynı AKP, ittifaklar kurmadan eski oyunu alamaz hale geldi.

Bunların hiçbirine gerek yoktu.

Taha Akyol’un kitabın sonunda söylediği cümlelere kulak verilirse çözümün ne olduğu da görülür: “Türkiye gelişmiş ülke refahına ve gücüne ulaşmak istiyorsa, kurallı piyasa ekonomisi, kuralları ve kurumları güçlü demokratik hukuk devleti olmak zorundadır.”

Bu arada, hayır hasenat sahibi biri bu kitabı İngilizceye çevirir ve özellikle Beyaz Saray’da okunmasını sağlarsa dünyaya büyük bir hizmette bulunur.

Zira, Trump’ın merak ettiği o yolları biz çoktan yürüdük.

Sonuçlarını gördüğünde Powell’a sımsıkı sarılması kaçınılmazdır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.