“Kelâmın i’mali ihmâlinden evlâdır.”
Mecelle
Benim şeyhım (Allah ona rahmet etsin, Kadirî – Rıfaî şeyhı idi) duasında “ya Rab, bizi bildiğimizle yargıla” derdi. Özel sohbetlerinde ise bu duasının yanlış anlaşıldığını, ”Allah’ım kulunu bildiği kadarından sorumlu tut, bilmediği yerden değil” demek istemediğini, tam aksine ”o kulun ne kadar çok biliyorsa ona o kadar rahmet, muhabbet, merhamet eyle” dediğini açıklardı.
Gerçekten de, bilgi de nimettendir. Ekmek gibi, su gibi, tuz gibi, bilgi de bir “mahluk”tur, “halkedilmiş”tir, yaratılmıştır, faydalanmamız için bize sunulmuştur. Üstelik hayvanların rejimi Kapitalizmin suyu ekmeği tuzu parayla alınabilir yapmasına rağmen hâlâ büyük ölçüde bedavadır.
Bir şeyi az önce bilmiyor olmakla az sonra öğrenmiş olmak, biliyor olmak arasındaki geçişte metafizik bir boyut vardır, ilâhi bir olaydır. Öğrenmek ibadettir, bilmek marifettir.
Has Müslüman
Vefatının ardından ömrü boyunca itikadını yitirmemiş bir has Müslüman hakkında ileri geri konuşmanın Allah’ın hatrına dokunacağını bir an olsun vehmetmeden konuşan terbiyesizler ve hastalığında da vefatında da (şehit anneleri de dahil) her kesimden gördüğü iltifata bakıp çıldıranlar var ya, daha da çıldıracak, daha da şaşıracak, daha da hayret edecek ve asla anlayamayacaklar, bunun farkındayım.
Vallah-ül azim kızmıyoruz size. Sırrı öyle vasiyet etmiş çünkü, “Kızmayın onlara, yoksunluk ve yoksulluktandır bu kötülükleri, bu onların da suçu değil” demiş. Kızmıyoruz ama yine de bu kötü sözleri tamamen yok saymamak da lazım. “Kelâm” diyince her nedense zihinde oluşan o olumlu manaya rağmen bu “kusma hâli”ni de kelâmdan saymak lazımdır ve “kelâmın i’mali ihmalinden evladır” ne de olsa.
Bu sebepten, en azından “Bir an, Allah aşkına bir an bir durun da kendinize sorun, Allah’ın bilgi nimetinden ne kadar nasiplendiniz, Sırrı’nın, o allame-i cihan’ın ilim açısından, bilmek açısından, kaç milyonda birisiniz, kaçınızı toplasak acaba Sırrı’nın yarısı edersiniz” demeden de duramıyorum.
Daha fazlasını beklemiyoruz zaten. Ne kadar anlatılsa anlayamıyorsunuz ya Sırrı’nın ve eserinin bu topraklar için önemini, kıymetini, farkını, o Alman askeri yapısındaki kafanız, o sınırlı tahayyülünüz, o şaşmış mizanınız, takım tutar gibi güdük, hamasi siyasetinizle. Yapacak bir şey yok, nasip meselesidir biraz da bu dünyada herhangi bir güzellikten pay almak, haz almak.
İki rivayet
Tabii ki Allah bilir ama akıl, mantık ve vicdan zaten Sırrı’nın cennetlik olduğuna şüphe bırakmıyor. Ama o meşhur “delil getir” reddiyesi vardır ya, buyurun iki de delil getirelim:
“Cennet ehli öyle kimselerdir ki Allah onların kulaklarını hoşlarına gidecek sözlerle doldurmadıkça ölmezler, can vermezler” rivayeti bunu müjdeler. Herhalde Sırrı kadar ölmeden önceki dönemde kulakları hoşa gidecek sözlerle dolmuş bir fani zor bulunur.
İkinci rivayet ise konumuzla, bu yazının asıl vurgusuyla daha yakından ilgili: “Hiç şüphe yok ki cennet ehli orada da âlimlere muhtaç olacaklar” rivayetidir.
Ama bu deliller (rivayetler) reddiyeleri bertaraf etmek için yeterli değilse, bu kez de şeyhımın duasına sığınırım. Eğer şeyhımın bu bilgi / yargı fonksiyonunu içeren duası muteber ise, eğer marifet burada iltifata tabi olduğu gibi orada da mağfirete tabi ise cennetin en üst katında yer alacak isimlerdendir Sırrı.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Rüz-i mahşer
Yani demem o ki, emin olun (madem ki “ba’sü ba’de’l-mevt” haktır) yarın rüz-i mahşerde cennet-i âlânın en üst katlarında Sırrı’nın oturduğunu görünce de şaşıracaksınız, hayret edeceksiniz, anlayamayacaksınız ve çıldıracaksınız.
Allah’ım, Sırrı’yı bildiğiyle yargıla.
Bildiğiyle yargıla ki açık ara cennetin en güzel yerinde hakkı olan makamda otursun bundan sonra.
Amin.